YIL 2170
-Bir Türk adasıydı orası,Türk iliydi.Sonra Rumlar zulüm ve soy kırıma başladı orada.
Her nedense Türk insanından nefret ediyorlardı,iğreniyorlardı, hiç hazzetmiyorlardı.
Halbuki Türk insanı; ırk, renk, dil, din, mezhep, kültür ayrımı yapmaksızın, barış ve sevgi dolu olan, şefkat ve merhamet saçan tüm Allah kullarını seven, Yaratan’dan ötürü, Yaratan hakkı için seven bir milletti.
Ama sevgi ne kadar güçlü olursa olsun;hayatta kalmak için, ölmemek için, yok olmamak için mücadele etmek, savaşmak, direnmek gerekiyordu.
Bu Türk adasındaki Türk halkı da liderlerinin rehberliğinde, var olma savaşı vermeye başladılar. Ama ne cephaneleri vardı, ne silahları, ne de eğitimleri.
Profesyonel asker değildi Onlar. Sadece yürekleri ve deli kuvvetleri vardı. Didiştiler, direndiler, savaştılar ama karşı taraf gerçekten çok güçlüydü ve yığınla silaha ,cephaneye, çeteciye sahipti.
Yine de savaştı Türkler. ’’Ya Ölüm, Ya İstiklal’’ diyerek, Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerinin şemsiyesinin altında ve sadece Allah’a güvenerek savaştılar.
Liderleri ve tüm Türk halkı bir çok kayıp verdi, yakınları hunharca katledildi.
Sonra Türk Milleti’nin güçlü bir devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yetkilileri uluslar arası kamuoyunda bu Türk katliamına, bu Türk soy kırımına son verdirmek için, siyasi, diplomatik tüm faaliyetleri fazlasıyla gerçekleştirdiler.
Ama Rum tarafının gözü dönmüştü.
Bunun üzerine Türk Ordusu, TBMM kararı ile adaya barış gücü olarak asker çıkardı ve huzuru temin etmek gayesiyle, adadaki Rum çetelerini etkisiz hale getirmeye başladı.
Adı çete idi, aslında düzenli Rum Ordularıydı, eğitimliydiler, silahlıydılar, cephaneleri çoktu.
Sonra adada küçük bir Türk Devleti kuruldu, bu küçük Türk Devleti’nin garantisi, koruyucusu, muhafızı; Büyük Türk Devleti idi. Adanın Türk halkı liderlerinin etrafında daha da sıkı kenetlenerek, acılarını unutmaya, gelecek kuşaklarına kin ve nefret tohumları değil; sevgi ve barış tohumları ekmeye karar verdiler.
Ama rahat bırakmadılar Onları. Büyük Türk Devleti ile adadaki Küçük Türk Devleti uluslar arası kamu oyunda kınandı, ayıplandı, tehdit edildi, ambargolara tabi tutuldu.
Büyük Türk Devleti ve Büyük Türk Ordusu gülüp geçti bunlara, Küçük Türk Devletinin lideri ve halkı ise hiç umursamadı. Önemli olan artık ne Türk, ne de Rum kanı akmayacaktı, akan kan durdurulmuştu.
Ama rahat bırakmadılar.
Hem Büyük Türk Devletini, Hem Küçük Türk Devletini; uluslar arası politikalar sürekli rahatsız ettiler, tehdit ettiler.
Büyük veya Küçük Türk Devletlerinin liderleri ve Türk Ordusunun başkumandanları hep gülümsüyorlardı, hiç umursamıyorlardı.
Sonra Büyük Türk Devletinde bir çete davası başladı. İhtilal, darbe yapacağı, Türk Milletini birbirine karşı kışkırtacağı söylentisiyle; bir Çok Büyük Türk Devleti emekli generali, muvazzaf albayı, gazetecisi, yazarı, siyasetçisi tutuklandı ve yargılanmaya başladı.
Olayın doğruluğu veya yanlışlığı tamamen şerefli, adaletli ve Allah’tan korkan, Yüce Türk Milleti adına karar veren Yargıçlara bırakıldı.
İşte bu davalar devam ederken, Küçük Türk Devleti’ndeki sarsılmaz liderin adı da, bu yargıçlara bırakılan davada geçti.
Küçük Türk Devleti’nin çınarlaşmış lideri Türk gazetelerinden, radyolarından, televizyonlarından gerekli açıklamayı yaptı ve bu davada sanık veya tanık değil, mağdur olduğunu, mağdur olarak isminin geçtiğini açıkladı, ama sesi titriyordu, gözleri bulanık bakıyordu, omuzları Türk Bayrağının karşısında her zaman olduğu gibi dik değildi. Çünkü; mağdur olarak da olsa, onurlu bir Türk Devleti Başkanı, Küçük Türk Devleti’nin başkanı da olsa, kötü niyetli gazetecilerin, hain televizyoncuların olayı çok farklı mecralarda haber yapması sebebiyle; rencide edildiğini hissetmişti ve sarsılmaz Türk Devleti Başkanı hayatında ilk defa sarsılmıştı.
Evlatlarının vefatını gören bir baba olarak, bu vefatlarda bile bu kadar sarsılmamıştı. Annesini bir buçuk yaşında kaybetmişti. Ama hayata sarılmıştı. Bir çınarın gövdesini kargalar gagalarıyla oymaya ve devirmeye çalışmıştı. Çınar adadaki Küçük Türk Devleti’nin değişmez, doğal başkanıydı. Kargalar ise, haber uğruna, reyting ve tiraj uğruna kendi şerefini bile beş paraya satılığa veya kiralığa çıkartmış ahlaksız basın, televizyon mensuplarıydı.
İddia ediyorum, evlatlarının, kardeşlerinin, silah arkadaşlarının naaşlarında bu kadar üzülmemişti bu Küçük Türk Devleti’nin dağlar gibi yüreğe sahip büyük Türk Başkanı ve Lideri.
-Kaç sene önce oldu bu büyük baba?
-Şimdi biz 2170 yılında olduğumuza göre, 161 sene önce oldu, bana da bunu kendi büyük babam anlatmıştı.
-O adaya ne oldu baba? Hangi ada?
-O ada yerinde duruyor. Kıbrıs. Küçük Türk Devleti de Kuzey Kıbrıs Türk Devleti olarak, tüm dünyanın saygınlığını kazanan bir ülkedir artık.
-O çok üzülen Lideri kimdi?
-Rauf Denktaş’tı
-Kendisi aleyhinde söylenenler için ne yaptı?
-Hiçbir şey yapmadı. Davayı hukuka bıraktı, zaten O bir hakimin oğluydu. ’’Türk Milleti’nin askerine de, savcısına da, polisine de, yargıcına da ben daima inandım ve güvendim ama Türk Milleti’nin gazetecisine, yazarına, televizyoncusuna ,radyosuna artık güvenmeyeceğim, inanmayacağım’’ dedi ve dediğini de yaptı.
Zaten bu vakadan sonra basın, televizyon, radyo, gazete, yazarlık hakkında çok sıkı ve faydalı kanunlar çıkartıldı ve bir daha kimse yalan, yanlış, asılsız haber yapamadı, yapanı da hemen mesleğinden men ettiler ve hapis yatırdılar. Şimdi sen bu tarihi gerçekten ne öğrendin torun?
-Bilmeden konuşmamayı, yazmamayı, yorum yapmamayı, ahkam kesmemeyi öğrendim Büyük baba.
-Aferin torun.
-Büyük baba ben sana bir soru sorabilir miyim?
-Elbette
-Siyaset, politika, makam, saltanat ve ihtişam hırsı bu kadar çirkin mi? Yani insanlar daha fazla saltanata, ihtişama, makama erişebilmek uğruna başkalarına yalan ,iftira da atabilirler mi? Başkalarının gıyabında ve aleyhinde suçlamalarda bulunabilirler mi?
-Sen artık büyümüşsün evlat! Bundan böyle benden ders almana ihtiyacın yoktur? Bu soruyu sorabilen, cevabını da verebilen ariftir, alimdir.
NOT: (2170 yılındaki bu hayalim için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin doğal, daimi, ebedi Başkanı Rauf Denktaş’ın hoş görüsünü, anlayışını arz ediyorum. Kendisine ‘’Sayın’’ demedim, bunun nedenini beni sürekli okuma teveccühünde bulunanlar bilir. Yine de tekrarlayayım. ’’Sayın’’ unvanı, sıfatı kirletildi artık. Terörist, cani, eşkıya, çapulcu başındaki idamlık müebbetlere de ‘’Sayın’’ diyebilenler oluyor. Ben Türk tarihinin, ömrünün, yüreğinin, bileğinin, yediği lokmaların ve söylediği sözlerin hakkını veren adam gibi adamlara ‘’Sayın’’ demem. Teşekkür ederim.)