Vekiller midir gazi olan, canla çarpışmış gazilerimiz mi vekildir?

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
BUNUN AKP VEYA CHP YA DA BAŞKA PARTİYLE İLGİSİ YOK
Y ILLARDIR GELEN KOKUŞMUŞLUĞUN SU YÜZÜNE ÇIKMASI BU....











VEKİLLER MİDİR GAZİ OLAN, CANLA ÇARPIŞMIŞ OLAN GAZİLERİMİZ Mİ VEKİLDİR ?




Sayın Milletvekilleri,

TBMM'de görüşülen Sosyal Güvenlik Reformu düzenlemesinde, tartışılan yasaların yanında bir madde tartışma ve karşı çıkma olmaksızın hızla onaylanmıştır tarafınızdan. Öyle ki Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Irak'ın kuzeyinde sürdürdüğü sınır ötesi harekâtta çok sayıda şehit ve gazi verilirken, TBMM'de görüşülen Sosyal Güvenlik Reformu'nda hızla geçirdiğiniz “ Gazi’lere “ sağlanan hakların siz Milletvekillerine de tanınması bizleri son derece şaşırtmış ve üzmüştür.
Sağlık sigortasında sadece Gazilere sağlanan ayrıcalığa ortak olma konusunda sergilediğiniz dayanışma, işbirliği ve el çabukluğu vatandaş olarak bizlerin gözlerini yaşarttı, doğrusu sizlerle gurur duyduk!Siz Milletvekilleri, eş ve çocuklarınızla birlikte sadece Gazilere tanınan bir haktan yararlanacak ve hastanelerde tedavi masrafı veya ilaç parası ödemeyeceksiniz, vatandaş asgari ücretiyle katkı payı öderken, sizler yüklü maaşınıza ve konumunuza rağmen katkı parası ödemeyerek bedava tedavi olacaksınız ve bu masrafı devlete yükleyeceksiniz, hastanelerimizde perişan durumda olan hastalara, tedavi olmayı bekleyen vatandaşlara inat.
Memleketini şerefle, gururla mücadele ile koruyan kanıyla vatanını savunan Gazilerimize tanınan bu haktan nasıl olurda yaralanma hakkını buluyorsunuz ? Gazi misiniz ? Ülkemizi canla-başla savundunuz mu ? Bir uzvunuzumu kaybettiniz mi ? Bu memleket için düşmanla çarpıştınız mı, can pahasına ? Sizlerin böyle bir durumdan yararlanmaya kalkmasını ancak ve ancak çıkar ilişkisinden kaynaklandığını açıkça görülmektedir.
TBMM salonunun duvarında büyük harflerle 'ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR!' özdeyişi yazısı vardır. Bu söz; mülkün yani devletin hür ve bağımsız olmasının, istiklalinin ve bölünmezliğinin temelinin adalet olduğunu anlatır. Bunun içinde hiç kimseye imtiyaz tanınmaması ve herkesin yasalara saygılı olması ve yasalar önünde herkesin eşit olması esastır. Ancak, milleti temsilen mecliste bulunan siz sayın vekillerin kendi çıkarlarınız söz konusu olunca adaletli davrandığınızı şimdiye kadar maalesef hiçbir dönemde rastlamadık. Ve kanaatimiz odur ki bu yüzden; MÜLKÜN TEMELİ her gün biraz daha çökmektedir.Bu mektubumuzu 1100 yıl önce yaşamış olan Yahya Bin Muaz adındaki bir düşünüre ait olan aşağıdaki ibretlik sözlerle tamamlamak isteriz. Görüyoruz ki aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen ortada değişen pek birşey yok gibi. Bugünün iktidar sahiplerinin tavrıyla, geçmişin iktidar sahiplerinin tavrı arasındaki benzerlikleri görüpte şaşmamak mümkün değil. “ Görüyorum ki; evleriniz Rum Kayzeri'nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra'nın tutumuna, servet peşinde koşmanız, Karun'un anlayışına, saltanatınız Firavun saltanatına, nefsleriniz Ebu Cehil nefsine, gururunuz Ebrehe'nin gururuna, yaşayışınız sefillerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana, Muhammedi'den olanlar nerede?”
Siz sayın Milletvekilleri “Gazi” unvanını almakla ve Gazilerimize tanınan haklardan yararlanmaya sahip olmakla, başta canla vatanını savunmuş Gazilerimize, sağlık sisteminin bozukluğundan ve tedavi için aylarca, günlerce bekleyen bırakın bir ilaç parasını neredeyse yiyecek ekmek bulamayan vatandaşlara karşı saygısızlıktır, ihanettir.
Saygılarımızla,
 

gsa_70

New member
Katılım
11 Tem 2008
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Paylaşımın için teşekkürler..
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
BİR KOMANDO SUBAYININ KALEMİNDEN

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif].....ili kırsalında teröristlerin dur ihtarına
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif]ateşle karşılık
vermesi
sonucu çıkan çatışmada.güvenli görevlisi şehit
oldu.

Ya da

......ilinde devriye görevini yerine getiren
..aracına açılan
ateş
sonucu..güvenlik görevlisi şehit oldu.

Ya da

......ili kırsalında teröristlerce döşenen
mayının patlaması
sonucu.asker
yaralandı..

Bu nasıl başlar biliyor musunuz?

Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının
buharlaşıp uçtuğunu
düşünürsünüz. Oluştuğu anda kuruyup giden ter
damlacıklarından
geriye
kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her
yanını kaplamıştır.

Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay
kurumadığı için
elinizdeki tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun
içinde vıcık, vıcık
oynar.
Ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine
ve elinizi
sürdüğünüz
her
yere siner.

Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla
her temas
edişinde
çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes
almanıza sebep
olur.

Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden
omuzlarınızı
hissetmezsiniz.
Kült
ağrıları ancak çantayı sırtınızdan
çıkardığınızda fark edersiniz.

Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir
ayağınızın
kaplayabildiğ i
her
yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız.

Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin
sesini, dallardaki
kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye
uçuşları yapan
arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze
ya da herhangi bir
yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya
çalışan sineklerin
vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden
havalanan yeşil
çekirgenin küçücük cüssesine rağmen çıkardığı
tok kanat sesini en
ince
ayrıntısına kadar duyarsınız.

Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki
arkadaşınızın ve
arkanızdaki arkadaşınızın teçhizatlarının
çıkardığı düzensiz
seslerin her birini
ayrı
ayrı duyarsınız.

Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes
alışlarını
duyarsınız,
öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız.

Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her
biri ayrı ayrı katılır bu senfoniye.

Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur,
postalın
içindeki
tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su
toplayıp sonra
patlayan
yerlere
adeta bir deri gibi yapışmıştır.

En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı
yıkayıp, çoraplarınızı
değiştirmektir. Ama bu çok büyük bir lükstür o
anda.

Çünkü...

Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın
arkasında sizi
beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız
ve yok etmeniz
gerekmektedir.

Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet
diye, öğretmenler
bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki
bebekler
kurşunlanmasın
diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin
diye kahpeliği ve
ihaneti yok etmeniz gerekmektedir.

Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve
şerefin üzerine
yemin etmişsinizdir.

Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz,
bayrağınız ve
onurunuzdur.

İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap
değiştirmek. İşte bu
yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz
sesler güruhu.

Sonra!..

Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı
kestiği gibi,
makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör kablosunu
kestiği gibi...
Bir
anda...
Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin
vızıltıları, çekirgenin
kanat sesleri hepsi bir anda biter.

Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı
değil, gökyüzünü
görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu anlamanız
birkaç saniye sürer.

Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et
kokusudur,
yüzünüzün
toprak
parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz,
temizlemek için
çalışmazsınız.

Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür
ama kulağınızdaki
çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri
yavaş yavaş
duymaya
başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama
başaramazsınız.

Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın
sesleri arasında
'mayın'
kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda
ayağınızdaki
yoğun ağrıyı fark edersiniz.

Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını
hissedersiniz.

Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise
parçalanmış
pantolonunuzun
ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. İşte her
şey o anda başlar.

Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra,
nefesiniz biter.
Sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden
bağırmaya başlarsınız.
Sonra yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden
ve yine...

Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, 'fazla bir
şey yok, sadece
küçük
bir
yara' gibi telkinlerde bulunur. Ama siz
arkadaşınız konuşurken
de,
helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir
ayağınızın
olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar
kafanızın içinde
'neden ben,
neden
ben, neden ben ?'

Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde
geçen yıllar
sonunda,
dizkapağınızın on iki santim altından takılı
olan ve her akşam
yatarken
veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz
takma bacak artık
bir uzvunuz olmuştur.

Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız
sayesinde vatan
var
olacaktır. Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır
ki!

Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi
havuza, denize
giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağ
olsun yeter.

Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle
Fransız
televizyonları nda,
uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe
sayan programlara
finans
sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan
pişmanlık
duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.

Pamuk'ları, Dink'leri, okursunuz, Bizans
çocuğuyum diyenleri
duyar,
Ali
Kemallere tanık olursunuz, 'koçlar gibi
satanları'görürsü nüz. .

Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz.
Başlarına çuvallar
geçirilip
aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan Türk
askerlerini
görürsünüz.

Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor
seslerini,
helikopterlerin kanat seslerini, piyadelerin intikam
yeminlerini
duymayı beklersiniz ama duyamazsınız.

Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne
örtülen çaputlara
'bayrak'
diyenleri görürsünüz, 'uçaklarını çek', 'valiyi
çek' diyen
başkanları
ve
karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz.

Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise, öğretmene
ateş eden, yol
kesip soygun yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın
döşeyen
teröristlerin
sadece
'ben bir şey yapmadım' demelerinin esas kabul
edilip, 'suçsuz'
sıfatıyla
serbest bırakıldığını görürsünüz.

Susanları, konuşması gerektiği halde susanları
görürsünüz,
konuşanlar
her konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve
susanlar her
sustuğunda siz yeniden vurulursunuz, yeniden
ölürsünüz her defasında.

Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize
akar,
inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi
kanınızı akıtmak
pahasına
tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar.

Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde
aradığınız ihanet gelir
aklınıza,
o mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya
başlarsınız:
'Biz
bu ihaneti doğru yerde mi aradık, kuyruğunda
dolaştığımız yılanın
başı,
hep
gözümüzün önünde miydi yoksa?'diye sorarsınız
kendinize.

Onlara verilen maaş'ın sizin vergilerinizden
ödendiğini, içinize
sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu
vatanı sizin kadar
sevmediklerini düşünürsünüz.

Bu vatan onların da vatanı değil mi?

Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin
üstüne yemin etmedi
mi?
diye sorarsınız kendi kendinize.

Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir
askeri okul
öğrencisi iken her adımda söylediğiniz,
beyninize ve yüreğinize
nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza': VATAN,
SANA CANIM FEDA'

Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası,
böyle başlayacak
işte
ve hayatınız böyle devam edecektir. Son
nefesinize kadar
savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese
rağmen, bu yolda
ölene ya da bu ihaneti bitirene kadar.

Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen
insanların neler
yaşadığını, neler hissettiğini, size rağmen ve
sizin için neler
yaptıklarını, neler yapabileceklerini bilin
istiyorum. Okuduğunuz
ya
da
televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır
yaşananlar.

Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki,
minicik karelerde
okuduğunuz;
'...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının
patlaması
sonucu,
bir güvenlik görevlisi yaralandı!' haberi
aslında o kadar da kısa
değildir.

Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına
geçerken
unuttuğunuz,
falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da
uyuşturucu komasından
ölen oğluna 'şehit' deyip Türk bayrağı örten kadının
haberine
ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu
küçük haber,
birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla
unutulmayacaktı r.

Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, 'ne
için?' dendiğinde
'vatan
için' diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen
yapmaya devam
edeceklerdir.

Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen,
sizin
rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu
kahramanca
fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya
devam edecektir.

Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik
örtüsünün
payandası
kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için
akan kanlar,
feda
edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının
yüzlerini unutan küçücük
çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.

Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin
umurunuzda mı
bilmiyorum,
ama birileri bunları yaşadı, birileri hala
yaşıyor ve emin olun
yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk
Bayrağı için birileri
daha tüm bunları yaşayacak.

Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam
biçimi bu.
Masalarda
oturup 'aydınca' sohbetler etmeye hiç benzemiyor
değil mi?

Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine
koyasınız diye
'siz'
diyerek yazdım, sizin onlardan biri
olamayacağınızı biliyorum.

'Siz' kim misiniz?
Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!
Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.
'Siz' de bilin ki biz asla unutmayacağız.

'VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN'

VATAN SİZE MİNETTARDIR.. .
 

DELİKURT

Dost Üyeler
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
1,103
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Turan
"İstiklal Savaşı"nın son gazisini, Atatürk'ün son gazisini, Gazi Yakup Satar'ı önceki gün uğurladık. Son gazi, son yolculuğuna çıktı.
Gazeteler ve TV'ler, "Gazinin Ölümü'nü "tören"li eleştiri ile manşetlerine taşıdılar.
"Can Sıkan Fark" başlığıyla.
"Gazinin Vedası" başlığıyla.
"Fransa 1'inci Dünya Savaşının son gazisini, tüm bayrakları yarıya indirip eski ve yeni Cumhurbaşkanları ile uğurladı. Biz ise son gazimiz Yakup Satar'ı uğularken vefa borcumuzu ödeyemedik. Törene, Eskişehir Milletvekili ve Maliye Bakanı Unakıtan ile 3 milletvekili katıldı. Cumhurbaşkanlığı adına da bir yaver törende hazır bulundu" ikinci başlıklarıyla.
Manşetlere, Fransa'daki törenin ve Eskişehirdeki törenin fotoğrafları da iliştirilmişti.
Tam bir ay önce, gazetelerin manştlerinde yine
Gazi'li bir tartışma vardı:
"Milletvekilleri Gaziler gibi ayrıcalıklı haklara kavuştu."
"Kıyak maaş yattı,
milletvekillerigazi oldu."
"Vekiller
gazi hakkını kaptırmadı"
"Sağlıkta katkı payını bir gaziler, bir
milletvekilleri ödemeyecek" diye.
O başlıkları görünce, "
gazihakları"nı okuyunca, Türkiye'yi yönetenlere haksızlık yapıldığını düşündüm.
Demek ki, Türkiye'nin yöneticileri gazilere gereken önemi veriyorlarmış da, gereken saygıyı gösteriyorlarmış da, bizim haberimiz yokmuş!
Baksanıza, ayrıcalıkları ile bilinen, ayrıcalıkları dolayısıyla eleştirilen
milletvekilleri bile "gazihakları"nı alabilmek için çırpınıyorlardı.
Sonunda aldılar da!
Peki gazilere verilen haklar neydi?
Hastaneye gittiklerinde, tedavi ve ameliyat sırasında "katkı payı" ödemiyolardı.
Başka? Yani ABD'ye, Avrupa'ya kambur tedavisine, İsviçre'ye check-up yaptırmaya, Houston'a prostat ameliyatı olmaya, İngiltere'ye diş çektirmeye gidiyorlar mıydı?
"Katkı"nın bir sınırı vardı.
"Sınır ötesi" katkılar yalnız ve yalnız "ayrıcalık"lı on, onbeş bin, kişiye veriliyordu.
O ayrıcalıklı kişiler mi?
Sıraları gelince tanıyacağız?
Ama bugün birkaçının adını vereceğiz, "örnek kişiler" diye.
"Çok önemli kişiler" diye.
O tartışmanın "sağlık"sız bir yanı da vardı. Daha doğrusu, en kıyak yanı. Kıyak emekli aylığı...
Milletvekilleri, dünyanın hiç bir ülkesinde bulunmayan bir uygulama ile, çok özel emekli aylığı alıyorlardı.
Bu aylık da, Türkiye'ye çok şeyler getirdiği -götürdükleri söylenmiyor- söylenen Turgut Özal tarafından icat edilmişti.
Milletvekilleri, seçildikten iki yıl sonra Bağ- Kur emekliliğinden, SSK emekliliğinden "yatay geçiş"le kıyak emekliliğe geçiveriyorlardı. Aylıkları da, kırk para ek prim ödemeden 9 kat artıyordu.
Bu yatay geçişi, Tansu Çiller'de de, Mesut Yılmaz'da da, Recep Tayyip Erdoğan'da da, Abdullah Gül'de de, Faruk Çelik'te de yaşamıştık.
45-50 yaşlarında "genç ve kıyak emekli" olmuşlardı.
Milletvekillerimiz "sağlık"ta "
gazi"liğe uzanmışlardı ama, aylıkları konusunda "gazi olmayı" düşünmemişlerdi.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin
Gazi Mustafa Satar'a uygun gördüğü aylık 260 YTL idi. Asgari ücretin yarısı kadar bir aylık Asgarinin de asgarisi bir aylık.
Günde 10 YTL bile değil!
8 YTL 66 kuruş!
Yarım kilo kıyma, yarım kilo peynir.
Türkiye'yi yöneten ekonomistlerin deyimiyle, 11 simit parası!
Atatürk'ün son askeri,
Gazi Mustafa Kemal'in hayatta kalan son Silah arkadaşı Yakup Satar bu aylığı almak için neler mi yapmıştı?
Anlatalım:
Basra- Bağdat cephesinde savaşmıştı. Musul'da savaşmıştı. Sonra Milli Mücadeleye katılmıştı. Sakarya Savaşını kazananlar arasındaydı.
Savaştan sonra köyüne dönmüş, çiftçilik yapmaya başlamıştı.
Ama dilinden Atatürk adı, Türkiye adı düşmemişti:
"Vatanınızı sevin, vatanınızı koruyun. Biz bu vatanı çok güç şartlarla kurduk. Atatürk'ün yanında savaşarak. Siz de bu vatanın değerini bilin"
Vatanın değeri bilinmiyor muydu?
Ancak, vatanı kurtaranların değerlerinin bilinmediğini düne dek yaşayarak kanıtlayan,
Gazi Yakup Satar'dı.
Kurtuluş Savaşı Gazisine değer biçilmişti:
260 (Yazı ile ikiyüz altmış) YTL
Gazi Yakup'a 260 YTL değer biçenler Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e sövenlerin de, vatanı bölmek için terör örgütüne yardım yataklık edenlerin de değerlerini saptamışlardı:
Ayda 4500 (Yazı ile dört bin beş yüz) YTL.
Bunu da az buluyor, son Sosyal Güvenlik Yasası'nın maddeleri arasına yüzde 20'lik zammın sokulması için "gece harekatı" bile yapıyorlardı.
Milletvekillerimiz, "bu vatan için, bu millet için gece gündüz çalışıyoruz" diyorlardı ya.
O 4 bin 500 YTL'lik emekli aylığını alanlar arasında kimler mi vardı?
Sayalım: Hasan Mezarcı, Şevki Yılmaz, İbrahim Halil Çelik!
Bu
milletvekilleri Atatürk'e sövmekten, hakaret etmekten yargılanmışlardı.
Daha sayalım mı?
Leyla Zana, Selim Sadak, Hatip Dicle, Remzi Kartal, Orhan Doğan'ın varisleri, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Hasip Kaplan...
Daha daha sayalım mı?
İki yıllık "gaza"dan sonra bu adlara, Fatma Kurtaranlar, Sabahattin Tuncel'ler, Nureddin Demirtaş'lar, Pervin Buldan'lar, Emine Ayna'lar da katılacak.
Gazimiz Yakup Bağdat, Basra, Musul cephesinde savaşmış ya!
Bu saydığım kişilerin de Bağdat maceraları, Bağdat ilişkileri var.
Barzani, Talabani "amca"ları, "kardeş"leri, Apo da "sayın önderleri" oluyor ya!
Bu saydığım adlar, "Çok Önemli Kişi" sayılan "VİP"ten geçiyorlar, ayaklarının altlarına kırmızı halılar seriliyor.
Ancak, bizim gazimiz "Çok Önemli Kişi"den sayılmıyor.
Oysa, geçen hafta ölen Fransa'nın son gazisi, Lazare Pontıcelli'ye Fransa'nın tüm kapıları "çok önemli kişi olduğu için" açılıyordu.
Aylığı da milletvekili aylığı kadardı!
Geçen yıl Fransa Ulusal Meclisi'nde
Gazi Pontıcelli'nin onuruna bir yemek verilmişti. Elisee Sarayı'nda da ağırlanmıştı.
Biz de ise, TBMM'de onuruna yemek verenler ise cezaevi çıkkını Leyla Zana Dörtlüsü idi!
Gazimizi o çatı altında görememiştik. Başbakanlık konutunda da, Çankaya Köşkü'nde de.
Gazi Lazare Pontıcelli'nin cenaze törenine Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile eski Cumhurbaşkanı Jacques Chırac, Ulusal Meclis Başkanı da katılmıştı.
Bizim Gazimiz Yakup Satar'ın cenazesine de Cumhurbaşkanı'nın yaveri. Bir bakan, üç milletvekili!
Gazimizin son sözü:
"Vatanımızın kıymetini bilin. Size tertemiz bir vatan bıraktık" olmuştur.
Bize tertemiz bir vatan bırakan
Gazi'mizin kıymetini bildik mi?
Bu soruyu tüm Türkiye'ye soruyorum.
Orhan Tahsin / Ortadoğu
07-08-2008
 
Son düzenleme:
Üst