Türk dünyasindaki milletlesme harekatina elestirisel bir bakis

osman batur

Dost Üyeler
Katılım
24 Şub 2008
Mesajlar
213
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Almanya
a15_dilagaci.jpg
Kimlik belirleniminde temel belirleyici "öteki"dir. Hiçbir birey ve grup kendi kişiliğini, karakterini tek başına kendisi belirleyemez. "Öteki" onu tanımlar, farklılık sınırlarını çizer. Türkistan Türkleri de tarihsel süreç boyunca bütün yabancı ve yerli âlimler tarafından Türk olarak adlandırılmışlardır. On dokuzuncu yüzyılın son dönemlerinden itibaren giderek artan bir oranda "Türkistan" ve "Türk" yerine "Orta Asya" ve "Kazak, Özbek, Türkmen, Kırgız vb" adlarla anılmaya başlanmışlardır.

Türk toplulukları ve kültürü üzerine yapılan bütün araştırmalar da bugüne kadar büyük ölçüde "Türkoloji" olarak adlandırılmıştır. Yani araştırma nesnesi olan grup Türk olarak algılandığı için yaptıkları tarih, siyaset, kültür araştırmaları da "Türk" ismi etrafında teşekkül etmiştir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğine gelinceye kadar bugün Tatar, Kazak, Özbek, Türkmen olarak adlandırılan toplumların aydınları, kurmayı planladıkları devletlerinin adını Türk Cumhuriyeti olarak düşünmüşlerdir. (Sultan Galiyev, Turar Rıskulov, Şokay, vd) O dönem Türkistan aydınları üst kimlik olarak Türk Kimliğini inşa etmeye çalışmışlardır. Tarihin her döneminde olduğu gibi çeşitli Türk boyları her zaman olmuştur. Fakat Göktürk Devleti'nde olduğu gibi bütün bu farklı boyların tek bir siyasi kimlikle ifade edildiği, benimsendiği bir dönem de olmuştur. İşte burada kısaca irdelenecek olan yirminci yüzyılın başlarında başlayan bu birleşmelerin modern sosyolojideki adıyla "milletleşme"nin Sovyet döneminden itibaren çok kısa bir sürede farklılaşmayı kaldıran milletleşme yerine bu farklılaşmayı derinleştiren boylaşmanın milletleşme formunda başlamasıdır.

Ziya Gökalp'e göre Milli kültürü benimseyen yığınlar millet olurlar. Millet ona göre, dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından mürekkep bulunan bir topluluktur. Millet, batı anlamında, feodal tip toplumlardan sonra ticaret ve sanayinin gelişmesi ve bunun sonucu olarak ferdin hürriyetlerini elde etmesi, kişiliğini kazanması, toplumun varlığını ve benliğini duyma sürecidir. "Sosyolojik deyimle milletleşme büyük toplum, milleti hâkime veya asli unsur etrafında, millet altı kuruluşların veya halkların katılması, tasada ve kıvançta aynı ortak duyguları paylaşmasıdır. Burada soya, sopa, ırka, kan gurubuna bağlılık yoktur. Sadece ve sadece dilde, dinde ortak duyguları paylaşan büyük çoğunluğun birlikteliğinin sağlanması esastır"[1].

Peki, millet olma süreci nasıl başlar ve neticelenir? Sosyal bilimlerde genel olarak, bir toplumun millet olma sürecinde bazı önemli olgulardan söz ederler. Bunların en önemlisi de toplum içindeki sosyal, ekonomik, kültürel, etnik, dini farklılıkların işlevsizleştirilerek ortak bir anlamlar dünyasında yani ortak bir kültür etrafında bütün fertlerin birleşmesinin sağlanmasıdır. Bu noktada bir milletin diğer milletlerden farklılığının ve karakteristik ayrıcalıklarının sınırlarını çizer. Ziya Gökalp'e göre milli kültürün sosyolojik açıdan iki fonksiyonu vardır. Bunlar, sosyal yapıyı güçlendirmek, millet olma kimliğini topluma kazandırmaktır[2].

Genel tanımlanma itibariyle milletleşme bir değer atfetmedir. Bu eksende yığınların millet, fertlerin şahsiyet olması tarihsel süreçlerde gerçekleşir.

Milletleşme olgusunun temayüz ettiği ve karşılıklı bir ilişki içinde bulunduğu başka bir önemli belirleyici etken, milli devlettir. Bu devlet formu meşruiyet kaynağı olan toplumsal birim olarak milletle siyasi erkin birbirlerini tamamladıkları özgün bir yapıdır. Karşılıklı etkileşimin, ilişkinin bir kişi veya grup zemininde değil bizzat millet olarak tezahür ettiği bütünsel bir varlıktır. Toplumsal işbölümü, bireyselleşme ve rasyonalite artar. Fertlerin, gurupların hâkimiyetinden "milli hâkimiyete" geçilir. Milli hâkimiyet milletin devlet mekanizması içinde söz sahibi olması egemenliğin millete geçmesi demektir ki bu da demokratikleşme olarak literatürde yer bulmaktadır. Yani millet olma yolunda atılan her adım, yapılan ilerleme demokrasiyi de geliştirir. "Demokratikleşme fertler arasında fikri bütünleşmeyi meydana getirdiği sürece milli devlet anlayışı güç kazanır. Aksi takdirde parçalanma ve bölünmeler sosyal yapının dokusunu bozabilir"[3] .

Türk birliği perspektifinden, Türk dünyasındaki uluslaşma dinamiklerinin değerlendirilmesi, bugünkü toplum yapılarındaki bölünmüşlük, parçalanmışlık, kaos ortamının olağanüstü konumdan normal kontrol altında tutulabilir seviyeye getirilmesi gerekir. Tümelin tümel olarak varlığını oluşturabilmesi için öncelikle tikellerin kendilerini gerçekleştirmeleri bir zarurettir. Tikel bir varlık alanı olarak Türk toplulukları kendi egemenliklerinin söz konusu olduğu mekânlarda, sosyolojik olarak kendi yapısal sorunlarının çözülerek; sosyo-kültürel iç dinamiklerinin etkinleşerek bir süreklilik kazanması tümelin kuruluşunda belirleyici bir rol oynayacaktır.

Türk topluluklarının kendi boy aidiyetleri ekseninde geliştirmeye çalıştıkları ve linguistik, tarihsel ve edebi, antropolojik çalışmalara bağlı olarak ulus inşası bireylerin bilinçlerinde işlevsel, etkin bir konumda belirginleşmeye başlamıştır. Aynı "tarihi varlık alanı"nı paylaşmış olsalar da farklılık sınırları çizilmiş, özgün ulus inşasında tarih, şeklini, anlam dünyasını oluşturmuştur.

Sovyetlerin dağılmasıyla tarih yazımının grup kimliği ekseninde ki farklılık sınırları bir değişme göstermezken, sadece Marksist ve Rus tarihine bağlı bir değişim söz konusudur. Modern toplum formasyonlarına uygun olarak kurgulanan tarihin en önemli çıkmazı, Türk halklarının tarih yazımında, linguistik araştırmalarında, edebiyat alanında, etnografi ve antropolojik sahada benzerlik, ortaklık gibi olgulara bağlı bir kimlik oluşumunu değil aksine farklılığa vurgu yapılarak ayrımın derinleşmesi ve keskinleşmesi gibi bir durum söz konusudur. Ayrıca bu farklılık üzerine yapılan vurgunun derecesi çok güçlüdür.

Mesela 20. asrın başına kadar aynı toplumsal yapıyı, kültürel ve tarihsel örüntüye sahip olan Kırgız ve Kazak toplulukları Sovyet dönemi toplumsal formlarda ve kültürel, linguistik çeşitlenmede farklılık zemininde kendilerini konumlandırmışlardır. Oysa Çarlık Rusyası'nın Sovyetlere kadar Türkistan topraklarında gerçekleştirdiği reformlarda bugünkü bu iki topluluk "Kırgızlar" olarak adlandırılmıştır.

Bugün Kazakların en önemli eğitimcisi ve düşünürlerinden biri olarak anılan I.Altınsarin'in 19. yüzyılda kaleme aldığı en önemli eseri "Kırgız hresteromayası" dır ki bugün bu kitap "Kazak hresteromayası" olarak basılmakta ve anılmaktadır.

Aynı tarihsel, etnik, kültürel, toplumsal kimliğe sahip olan bu iki topluluğun nasıl farklı ulusal grup olarak farklılaştırıldığının ve kimliklendirildiğinin en anlamlı örneği olarak gösterebiliriz. Bu tarih yazımının üretilmesinde olumlu bir merkeze kanalize edebilmek mümkündür ki buda büyük ölçüde her Türk topluluğunda mevcut olan Türk kimliğinin bilincindeki aydın-entelektüel grubun görev alanına girer. Diğer Türk topluluklarıyla üst bir kimlik olarak sürekli bağlantı kuracak, ideolojik kanalların açık tutulması gerekmektedir. "Türk kağanlığı" gibi bütün Türk boylarının ortik tarih dilimleri "Türk Kimliği" vurgusu üzerinden sürekli işlenmelidir. Bireylerin bilincinde Özbek, Kazak, Türkmen, Kırgız olarak kendini ifade etse de "Türk soylu" olduğunun öz farkındalığı tarih zemininde sürekli pekiştirilmelidir.

Bu ortak kimliğin sürekli olarak kendini canlı bir şekilde üretmesini sağlayacak böylece yerel tarih araştırmaları bütünsel bir parçanın, anlamlı bir bütünün oluşturucuları işlevine haiz olacaktır.

Türk dünyası açısından bütüncül bir milli kültürü değerlendirdiğimizde ise şöyle bir durumla karşılaşıyoruz. Yirminci yüzyıl başına kadar aynı dili küçük farklılıklarla konuşan (Şimdiki Anadolu'da olduğu gibi) tarihi bir, geleneklerinde kesinlikle bir farklılık olmayan, aynı siyasi yapılara sahip dini bir olan bir millet, Çarlık döneminde başlayıp SSCB döneminde nihayete eren yapay siyasi yapıların oluşturulmasına bağlı olarak boylar millet sisteminde teşkilatlandırılmaya başlanmıştır. Türkistan'daki "Türk Milleti"nin pek çok devlete bölünmesi, bu sınırların sözde milli olması milli bir dilin yaratılması için hemen millialfabelerin oluşturulması boyların millet yapılarak dili, dini, tarihi, vatanı, bir olan Türk'ün ayrışması farklılaşması siyasi ve sosyolojik olarak başlatılmıştır.

Yukarıda açıkladığımız üzere milli kültür tanımı içinde bu topluluklar nasıl ayni kültüre sahip olduğu halde kendilerini farklı kültürler olarak tanımlamışlardır?

Söz konusu kültür olgusu bütün Türk topluluklarının ortak yaşam biçimidir. Fakat bilinçli bir farklılaştırıcı dış etken olarak siyasi erk toplumsal kontrol mekanizmaları vasıtasıyla bu büyük kültürün her bir cüzü yani kendi boyu ekseninde adlandırmakta ve başkalaştırmaktadır.


Demokratikleşme ile milliyetçilik arasında zorunlu mütekabiliyet ilişkisi vardır. Genel olarak "Millet" ortak paydasında teşekkül eden bu işlevsellik işlerlik kazandığı oranda gelişme ve olgunlaşma sürecini tamamlar. Bu sürecin işlemesi toplumsal ve siyasal bir takım kurumların oluşmasına bağlı olarak istihraç eder. Siyasi partiler, işçi sendikaları, bilim merkezleri ve benzeri sivil toplum örgütleri vasıtasıyla toplumun demokratikleşmesi süreci gerçekleşir. Bu vasıtalarla milli iradenin yönetime katılımı ve denetimi sağlanır. Böylece milliyetçiliğin mütekamilliyeti yani demokratikleşme başka bir deyişle "egemenlik" millette kendini tecessüm ettirmiş olur. Yani milli devlette söz sahibi olan tek erk "Millet"tir. Bu eksende millet egemenliğinin Türk dünyasında maalesef siyaset ve siyasetin üretildiği kurumsal yapıdaki rolü yok denecek derecede zayıftır. SSCB'nin siyaset geleneğinden bir tevarüs olarak siyasete biganelik demokratikleşme ve milliyetçiliğin oluşum ve gelişiminde olumsuz bir etkendir. Milletin egemenliği, egemenliğin tezahür ettiği kurumlarda ve süreçlerde karşılığını yeterince bulamamaktadır. Belki bu durum bugün için normal karşılanabilecek bir geçiş süreci olarak değerlendirilebilinir. Ama bir noktada eleştiri hakkımı kullanmak istiyorum.

"Türk Milletleşmesi"ne karşı geliştirilen uluslaşma\boylaşma karşısında suni bir şekilde çizilen sınırlar içinde kalan soydaşların kendi vatanlarına devlete ve kendi millettaşlarına karşı yabancılaştırılmaktadır. Buna mukabil Türk cumhuriyetleri sürekli olarak kendi topraklarında pek çok etnik kümenin yaşadığı ve bununda demokratik yapının bir gereği olduğu söylemi egemen kılınmıştır. Mesela Kazakistan'da 130, Kırgızistan'da 100 etnik küme vardır ve bu retorik demokratik olunduğunun bir göstergesi olarak lanse edilmektedir. Ama belirtelim ki çok etniklik veya çok kültürlülük bir demokratikleşme veya modernleşme\çağdaşlık ölçütü değildir. Kaldı ki 4 milyonluk Kırgızistan'da 100 den fazla etnik guruptan bahsedilmesi sanki buraya gelen turistlerinde sayıldığı düşüncesini akla getirmektedir(!).


Sonuç olarak Türk dünyasında bütüncül karakterde bir Türk kimliğinin inşası için önemli gördüğüm bazı tekliflerimi maddeler halinde belirtmek istiyorum:

- Daha geç olmadan yapılması gereken kültürel paralelizm ve karşılaştırılmalı antropoloji metoduyla yapılacak araştırmalar yoğunlaştırılmalı buna paralel olarak ta sosyal-kültürel yapı ve bunlardaki değişim ve dönüşüm yönü, basamakları, nitelikleri, etkileri teferruatlarıyla açıklanmalı ve betimlenmelidir. Böylece sosyal ve kültürel değerlerimizin farklılıkları, benzerlikleri, ortak sorunlar ve çözümleri konusunda belirli bir mutabakata varılacaktır. Ayrıca Türk dünyası sosyoloji, siyaset bilimi, sosyal psikoloji, politik psikoloji, uluslararası ilişkiler gibi sosyal bilimler için bir laboratuar alanı olarak işlev görmelidir. Elde edilecek bilimsel bilgi birikimi bu toplum ve ülkeler hakkında çok yönlü sorunların çözülmesinde, güçlü dayanışma odaklarının kurulmasında etkin olarak kullanılabilecektir.

- Türk halkları arasında bir dayanışmadan bahsedilmek için ilk önce aralarında çatışma yaratan faktörlerin tespit edilmesi gerekir. Mesela Türkistan'da Kazaklar ve Özbekler, Ahıska Türkleri ve Özbekler, birbirlerine karşı olumsuz bir tavır ve tutum geliştirmektedirler?

Karşılıklı olarak sağlıklı ve istikrarlı bir ilişki geliştirememektedirler.

- Yüzyıllardır ve özellikle Sovyet döneminde halk katında yok edilmeye çalışılan ve en azından etkisi yok denecek kadar zayıflatılan din\İslam toplumsal bir dayanışma ve birlik unsuru olarak işlevselleştirilmelidir. Toplumun bütün bireylerine İslam en sağlıklı ve düzgün şekliyle tarihsel konumuna uygun olarak verilmelidir ki İslam'ı terör unsuru olarak kullanan yabancı kaynaklı örgütlere ve misyonerliğe karşı bir direnç noktası oluşturulabilsin. Bu eksen de fundamentalizm ve siyasal İslam korkularına esir olmadan halkın yeterli dini bilgilerini edinmeleri sağlanmalıdır. Unutulmamalıdır ki doldurulmayan bu boşluk istenmeyen akımların etkisi altına girecektir. Sosyolojik açıdan toplumsal yapıda en etkin ve işlevsel birlik ve dayanışma için en etkili unsur dindir.

- Hepimizin birer aktör olduğu ve birlikte rol aldığımız tarih, Türkistan'da aynı zamana, aynı mekâna ve aynı kurumlara sahip olduğumuz halde bu aynı tarihsel varlık alanının farklı tarih yazımlarına sebep olmaktadır. Yani her Türk boyu sayısınca farklı kimliklere, aidiyetlere, yaşam biçimlerine sahip olunmaktadır. Bu durum da mevcut Türk topluluklarını birleştirici değil, ayrıştırıcı bir işlev görmektedir. Bu ortak zeminin farklı kurgulara kaynaklık etmesi aynı şekilde ortak bir tarih kurgusuna da kaynaklık edebilecektir.

- Türk dünyası bağımsızlık sonrası popüler\kitle kültürü olarak ifade edilen günü birlik yaşama, seks, para, değerler sisteminden yoksunluk, milli sorunlara ilgisizlik, milli kültürün içselleştirilmemesi gibi konularda toplumsal zeminde yoğun bir kabullenilme vardır. Bu toplumlar da modernleşme olumlu yönlerine nazaran daha çok olumsuz yönlerini bünyesinde barındırmaktadır. Mesela giyim kuşama bağlı gösteriş, aşırı tüketim kültürü, ailenin önemini kaybetmesi, sosyal değerlerin yozlaşması yanında fertlerin bile atomize olması, cinsel sapmalar vs.

- Tarih, eğitim, sanat, bilim, kültür konularında kullanılan dile büyük hassasiyet gösterilmelidir. Elden geldiğince ortak kelimeler, terminoloji tercih edilmelidir. Böylece bir üst anlaşma dilinin oluşmasında büyük bir aşama kat edilmiş olacaktır.

- "Türk soylu halklar", "Türk dünyası" gibi kavramlar resmi ve güncel hayatta sürekli kullanılmalı ve bu şuur bir üst kimlik anlayışı olarak verilmelidir. Böylece Özbek, Kazak, Türkmen, Azeri vb. Türk boyları şuur altında bu mensubiyet duygusunu hissedecektir.

- Güzel sanatlar, mimari, edebiyat gibi sahalarda boy farklılıkları değil, milli farklılıkların simgesi olan motifler işlenmeli ve milli bir Türk üslubu oluşturulmalıdır. Kullanılan bir motifin, yapılan mimari bir eserin Özbek'e, Türkmen'e göre farklılığı değil de Arap'a, Fars'a, Rus'a, Çin'e karşı farklılığı belirtilmelidir.

- Manas, Dede Korkut, Köroğlu, Nart gibi destanlar ayrı ayrı boylara ait değil, bütün Türk halklarının ortak kültür unsuru olarak ele alınıp incelenmelidir. Mesela Manas sadece Kırgızların değil, bütün Türk halklarının destanı olduğunun bilinçlere yerleştirilmelidir.

- Bütün Türk cumhuriyetlerinde Türk Birliği ülküsüne gönül vermiş bu alanda çalışmalar yapan bir aydın\entelektüel grup vardır. Bu gruplar arasında öncelikle bir tanışma ortamı sonrasında ise fikri, bilimsel, kurumsal alanlarda bir işbirliği, dayanışma, iletişim sağlanmalıdır. Makale ve kitaplar karşılıklı olarak çevrilmeli ve Milliyetçi aydınlar arasında bir güçlü güven ortamı yaratılmalıdır. Bu kitap ve makaleler çerçevesinde konferanslar düzenlenmeli ve ödüllerle de desteklenmelidir. Bütün bu çalışma ve çabalar "Büyük Ülkü" ye giden yolda mutlaka bir gelişmeye sebep olacaktır.
ALINTIDIR
 
Üst