Osmanlı Halkının Başına Büyük İşler Açan;

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Osmanlı Halkının Başına Büyük İşler Açan;
"Tütün"ün Târihçesi

Tütün, sağlığa zararı herkesçe bilindiği ve Osmanlı târihçilerinin tâbiriyle, kuru bir "duhân", yâni "duman"dan başka bir şey olmadığı hâlde, Osmanlı halkı bu illete aşırı derecede mübtelâ olmuş; Osmanlı topraklarına girdiği ilk andan itibâren, bütün sokak ve caddeler, eskiden "lüle" tâbir edilen "sigara" tiryâkileriyle dolmuştu.

On yedinci asrın başlarında İngiliz tâcirlerinin uydurduğu bir yalana inanarak "tütün"e alışan Osmanlı tebaası, farkında olmadan artık pençesinden kurtulamayacağı pis bir illete dadanmış; zamanla toplumun bütün kesimlerini saran "tütün tiryâkiliği" yüzünden, asırlar boyunca başlarına gelmedik kalmamıştı!..

"İngiliz Keferesi" Tütünü
Osmanlı Topraklarına Nasıl Soktu?

Ünlü Osmanlı târihçisi Peçevî İbrâhim Efendi'nin ifâdesine göre, tütünü Osmanlı topraklarına ilk kez hicrî 1009 (m. 1600-1601) "sene"si "hudûdunda İngiliz keferesi getürdiler ve ba'zı emrâz-ı rutâba (nemli hastalıklara) şifâ olmak nâmına satdılar."(1)

Osmanlı tebaasını bu zehire alıştırmak için böylesine gülünç bir yalana başvuran bu "kefere"ler, "ehl-ü keyfden ba'zı yârâna" ise: "'Keyfe müsâ'adesi vardur!' deyû mübtelâ oldılar."(2)

Hattâ başlangıçta şiddetle karşı çıkmalarına rağmen, "kibâr-ı 'ulemâdan (büyük âlimlerden) ve ashâb-ı devletden (devlet erbâbından) niceleri" zamanla "ol ibtilâya uğradılar."(3)

Halk arasında tütüne rağbet o kadar çoğaldı ki, "kahvelerde erâzil ve evbâşuñ kesret-i isti'mâlinden (sefillerin ve sokak serserilerinin çokça kullanmalarından) kahveler gök-tütün olub, içinde olanlar biri birin görmemek mertebelerine vardı. Esvâk (çarşı) ve bâzârda dahî lüle (sigara) ellerinden düşmez oldı. Biri birinüñ yüzine gözine 'puf, puf!' deyû" ha bire duman üfleye üfleye "esvâk ve mahallâtı (çarşı ve sokakları) dahî kokutdular."(4)

Çok geçmeden ortalık tütün tiryâkileriyle dolup, memleketin her yanı dumana boğuldu!..

Tütünün ne kadar pis ve zararlı bir meret olduğu ayan-beyan ortada iken, "ba'zı ahbâb ile" Peçevî arasında sırf bu yüzden "bir nice def'a münâkaşa vâkı'" olmuştu.(5)

Hâlbuki müverrihin işâret ettiği gibi, tütünün pis kokusu "hemân âdemüñ" sakalına ve sarığınasindiğinden, bununla kalmayıp "husûsâ içinde isti'mâl itdüği (kullandığı) hânesin" iğrenç kokusuyla resmen bir pislik yuvası "itdüginden", hattâ "gice"leyin içerken uyuyakalanbâzılarının "hânesin" tamâmen "ihrâk (ateşe gark) itdüği" açıkça müşâhade edildiğinden,(6)

aslında bu ne idüği belirsiz çubuğun savunulacak hiçbir tarafı yoktu!..

Öte yandan tütünün uykudan sonra "dimâğa" nükseden "habîs" kokusu irâdeyi sekteye uğrattığı, bu iğrenç otu içmeye devam edenler zamanla felce mâruz kalıp, ayakları ve "elleri 'amelden (hareketten) kalduğı ve bunuñ emsâli nice" büyük zararlara yol açtığı hâlde, ünlü târihçi hâlâ tütünü meşrû imiş gibi göstermeye çalışanlara bu zıkkımı içmelerinin sebebini sorup: "'Safâsı ve nef'i (faydası) nedür?' didükçe", karşılığında: "Bir eglencedür, bundan gayrı safâsı zevka dâ'irdür!' dimekden gayrı bir cevâb" işitmiyor;(7) bu ahmakça lâkırdıyı "cevap" diye önüne koyup kaçan, serkeş nefsinin kölesi olmuş bu zevk mübtelâlarına: "Bunda rûhânî bir safâ ihtimâli yokdur ki, zevka dâ'ir ola? Bu cevâb, cevâb olmaz!.." karşılığını veriyordu.(8)

O bu sözüyle, kupkuru "nefsânî" bir zevkten başka hiçbir yarar sağlamadığı hâlde, "tütün"e âdetâ "rûhânî" bir içecek gözüyle bakan, hattâ: "Ağzımda duman, göğsümde imân!"(!) diyecek kadar ipin ucunu kaçırıp, tarîkatlarının vazgeçilmez bir düstûru hâline sokan bâzı "sofi"lere de, verilmesi gereken cevâbı asırlar öncesinden vermiş oluyordu.

Tütünün Osmanlı ahâlisine verdiği zarar yalnız bunlarla sınırlı kalmamış; "tütün"e mübtelâ olan bu gibiler yüzünden, "mahmiyye'-i 'aliyye-i Kostantîniyye'de" o güne kadar "kaç def'a" şiddetli yangınlar çıkmış vebir hiç uğruna "nice yüz biñ âdem ol âteşe yanmış-yakılmış"tı.(9)

Dolayısıyla bunca pisliğine ve zarârına, fert ve toplum üzerinde yaptığı bunca çirkin tahrîbâta rağmen, "tütün"ün körükörüne "irtikâbı aklen ve naklen câ'iz görülemez"di.(10)

Peçevî İbrâhim Efendi işte bu nedenle, bu satırları kaleme aldığı sırada imparatorluk sınırları dâhilinde "tütün"ü yasaklamış olan ve bu yasağa uymayanları şiddetle cezâlandıran Sultan IV. Murad'ı, bu hususta gösterdiği dirâyet ve kararlılıktan dolayı överek: "Hakk Sübhânehû ve Te'âlâ Hazretleri sa'âdetlü Pâdişâh'ımuz -e'azzellâhu ensârehû- Hazretleri'nüñ 'ömr-ü devletlerini ve 'adl-ü insâflarını ziyâde-ber-ziyâde eyleye ki, 'umûmen memâlik-i mahrûsede vâkı' olan (ülke sınırları içinde bulunan) kahve-hâneler ref' olınub (kaldırılıp), yerlerine münâsib dekâkîn vaz' itdürdiler (dükkânlar koydurdular) ve 'Duhân-ı gûndecân mutlakâ içilmesün!' buyurdılar." diyordu.(11)

Ona göre pâdişâhın bu sert tavrı da, aslında yine halka olan "kemâl-i merhamet ve şefkatlerinden" ileri gelmiş; fert ve toplum bünyesinde kapanmaz yaralar açan bu mekruh içeceği yasaklamakla, onlara "kıyâmete degin şükrin itseler" aslâ ödeyemeyecekleri bir "ihsân"da bulunarak, bu zararlı otun te'sirini üzerlerinden gidermişti.(12)

Sultan IV. Murad'ın
Tütün İçenlere Uyguladığı Baskı ve Şiddet:

Na'îmâ'nın "Ravzatu'l-Husayn fî Hulâsati Ahbâri'l-Hâfikayn" adını taşıyan meşhur vekâyînâmesinde bildirdiğine göre; Sultan IV. Murâd'ın emriyle "fitne ihtimâlini def' içün cümle kahve-hâneler kapanub, min ba'd (sonradan) açılmamak bâbında" bir "fermân" yazdırılıp, pâdişâhın irâdesi ile kesin bir hüküm "sâdır olmağla", kahvehânelerin "ekseri yıkılub" Osmanlı toprakları içindekısa zamanda "bu hüküm cârî olmuş"tu.(13)

Pâdişâhın Hatt-ı hümâyûn'u sâyesinde "kahve-hâneler ber-tarâf oldukdan-soñra", hemen ardından "berk-i tönbakû (tönbeki yaprağı), Türkçe 'tütün' didükleri yaprâğ-ı mekrûhun (mekrûh yaprağın)" içilmesi dahî "men' olınub", tütün hakkında da: "Ba'de'l-yevm (bugünden sonra) duhân içer kimesne ahz olınur ise (yakalanırsa) siyâseten katlolunur!' deyû" sert ve kesin bir "yasâğ-ı Sultânî sâdır" oldu.(14)

Şeyhü'l-İslâm Ahî-zâde Hüseyin Efendi'nin fetvâsıyla, Devlet-i aliyye hudutları içerisinde içilmesi kesin olarak yasaklanan "lüle"yi "vâ'izler ve nâsihler (öğütçüler) men' itdükçe kimse mütenebbih olmayub, yasâğlar" gittikçe şiddetlenmesine rağmen pâdişâhın "tenbîh"ine kimse kulak asmayıp, evlerde ve tenha yerlerde gizli gizli "lüle" dumanı tüttürenler eksik olmazdı.(15)

Halk pâdişâhın fermânından çekinmek şöyle dursun, kendilerince "zararsız" addettikleri "tütün"ü savunmak için mânîler yazıyor, şiirler diziyorlardı:
"Zarârsuz bir duhân hakkında n'eyler bunca dikkatler,
Duhân-ı âh-ı mazlûmânı men' eyleñ hüner oldur."(16)

Bu arada selefî zihniyetli bir adam olan "Kâdî-zâde Efendi dahî men'leri bâbında mübâlâğa idüb", pâdişâhı yasağın da ötesinde şeylere teşvik ederek gazâbını iyiden iyiye arttırdı ve birkaç tütün tiryakisinin sebep olduğu yangını "Pâdişâh Hazretleri'ne söyleyüb, kahvehânelerüñ hedmine (yıkılmasına) ve duhânuñ men'ine sebeb oldı."(17)Pâdişâhın öfke selinin taşmasıylabütün "kahveler" bir günde "yer ile yeksân oldı" ve yerlerine "bekâr otaları ve debbâğ ve na'l-band otaları yapıldı."(18) Şu kadar var ki, "Sultân Murâd Hân Hazretleri: 'Duhân içilmesün!' deyû men' ve zecrde (yasakta) şiddet itdükçe: 'el-Mer'u harîsun limâ mene'a'"; yâni:"Kişi yasaklanan şeye karşı daha çok hırslanır"sözü gereğince "duhâna mübtelâ olan" serkeşler arasında öncekine nispetle "hırs ve rağbet ziyâde olub", pis bir dumanı ciğerlerine çekmek pahasına birçokları canından oldu.(19)

Devlet-i aliyye'yi fitne ve fesadın pençesinden güçlükle kurtardığı için, artık kendisine yapılan en küçük itaatsizliği bile fitne olarak gören "Sultân Murâd" bu işin üzerine o kadar hırsla gitmişti ki, bazen kıyâfet değiştirerek "gice ile şehr-i İstanbûl'u gezüb, yatsudan-soñra fenarsüz taşrada bir âdem buldukda bilâ-amân (amansızca) katl idüb, gündüzlerde duhân yaprağı yâhud tütün râyihası (kokusu)" hissedilen yerleri "basub, bir şey bulursa sâhibi katl olundığından gayrı, gicelerde dahî kemâl-i dikkat üzre" evleri tek tek araştırıp, "duhân" içildiğini duyduğu evlerin "ocağına çıkub" koklamaktan geri kalmazdı.(20)

Pâdişah, halkı tütün içmekten yana "tehdidde bir mertebe" şiddete başvurmuştu ki, zamanla "halk âşikâre duhân içmek degül", artık güpegündüz "taşra çıkmakdan" korkar olmuştu.(21) Yasaktan sonra "her sabâh İstanbûl sokaklarınuñ ba'zı" yerlerinde "birer-ikişer lâşe'-i maktûl (ölü insan cesedi) bulundukça", pâdişâhın bu sert ve acımasız tutumu "halkuñ kalbine bir mertebe havf (korku)" salmıştı ki, artık lâfla-sözle "ta'bîr olınmaz" bir hâl almıştı!..(22)

Hattâ bir defâsında pâdişâhın kulağına: "'Edirne'de ba'zı kahveler işler!' deyû" bir haber ulaştırılınca, pâdişâhın emri ve direktifiyle "bostancı-bâşı Hatt-ı hümâyûn ile" şehre "gönderilüb", bahsedilen yerleri "tahrîb ile" yıkıma "me'mûr oldukda", sür'atle derhâl "Edirne'ye varub, kahve-hâneleri yıkub" yerle bir etmiş ve pâdişâhın emrini hiçe sayıp da"yasağ tutmayanlardan bulduğını katl" edip tekrar İstanbul'a gelmişti.(23)

İbrâhim Müteferrika,
Tütün Mübtelâsı "Sofi"lere Ateş Püskürüyordu!..

İslâm dînine girip hidâyete erdikten sonra, Osmanlı topraklarında ilk "matbaa"yı kurmasıyla tanınan İbrâhim Müteferrika (ö. 1738), zamanla Şer'î meselelerde önemli bir mesâfe katetmiş ve Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu kötü durumun İslâmî hükümlere muhâlefetten, namazı terkten, adâletsizlik, rüşvet ve bir kısım askerî ihmâllerden kaynaklandığını pâdişâha anlatmak için "Usûlü'l-Hikem fî Nizâmü'l-Ümem" adında bir risâle te'lif etmişti. Ona göre halkı yoldan saptıran ve İlâhî hükümlere itaatten ayıran en önemli sebeplerden birisi de, Tasavvuf ehline yakışmayacak bir tarzda, bâzı "sofî"lerin "tütün"ü harâretle ciğerlerine çekmesiydi!..
İbrâhim Müteferrika umum halka taş çıkartırcasına, elini-yüzünü, sakalını-sarığını "îs-ü pâs"a bulayan(24) bu gibi kimselere resmen ateş püskürüyor, yazdığı bir manzûmede onlara büyük bir öfke içinde şöyle hitap ediyordu:
"Duhân içmekden ey sûfî, sararmış saza dönmişsin
Elinden bal mumı gitmez, hemân papaza dönmişsin!"(25)

İbrâhim Müteferrika ile aynı asırda yaşamış olan ve zamâne halkının gidişâtına kızan "Risâle'-i Garîbe"nin meçhul müellifi de, sabah-akşam ciğerlerine "duhân" çekip duran "lüle" mübtelâlarını: "Döşeli oda içinde nâzük kumâş yasdıklar ardına ve dıvâra duhân içüp de tüküren ağzı kurıyacaklar ve duhân lülesini barmağıyla basup esbâbına (elbisesine) silen pesned (çirkef)ler, ocak vâr iken mûm sofrasına, şem'dân içine lüle silken elleri tutulasılar ve ocakda ya mangalda âteş vâr iken mûmda lüle yakup mûmuñ üzerine tütün döken hımârlar (eşekler)" diye nitelendirmiş,(26) haklarında hakaret ve bedduâya varan ağır sözler sarfetmişti!..

Şeyhülislâm Mehmed Efendi'nin,
III. Ahmed'i Tütünden Caydırma Çabası:

"Tevârîh-i Sultân Süleymân" adlı anonim vekâyînâmede yazdığına göre; Sultan III. Ahmed Hân "bir gün Şeyhülislâm Muhammed Efendi'yi" Topkapı Sarayı'na "da'vet ve Hâs-oda'da bir sâ'at mikdârı musâhabet (sohbet)" eder.(27) Sohbet sona erip de "müftî efendi" odadan "taşra çıkdukda", ayağının tozuyla derhâl "ağalar"ın yanına gelerek, onlara: "Ağalar! Pâdişâh'ımuzı hilâf-ı Şer'-i şerîf (dîne aykırı) işlere sevk eylemeden ihtirâz (sakındırmak) lâzımdur. Zıllu'llâh-ı 'âlem (Allah'ın yeryüzündeki gölgesi)'dür. Hilâf-ı şer' (dîne muhâlif) olan husûsda men' idüñ!' deyû üç kerre tekrâr ider."(28) Ağalar "müftî efendi"nin bu sözüne ilkin bir anlam veremezler. Ancak biraz sonra anlaşılır ki, meğer pâdişah Şeyhülislâm'dan "duhân (sigara) hakkında fetvâ istemişler, molla dahî" şer'an mekrûh olan bu pisliğin içilmesine "cevâz göstermemiş"ler.(29)

Müftî Efendi'nin bu tâviz vermez tutumu karşısında pâdişah, bunun zâten öteden beri yasak olduğunu, onun bu fetvâsına esâsen kendisinin de hak verdiğini söylemek maksadıyla, Sultan Dördüncü Murâd'ın geçmişteki icraatlarını hatırlatarak: "'Ecdâdımuz duhân mâddesinde siyâseten vâfir (çokça) âdem katl eylemişler!' didüklerinde", Müftî efendi Sultan Murâd zamânında, selefî zihniyetli Kâdı-zâde Mehmed Efendi'nin sakat ve âmiyâne görüşleri doğrultusunda yapılan bu katliâmın da "Şer'-i şerîf"le bağdaşmadığını ifâde ederek: 'Hilâf-ı Şer'dür, mes'ûl olurlar. Ancak âşikâre isti'mâlinden (kullanılışından) men' lâzımdur!' deyû cevâb" vermişler.(30)

Osmanlı halkının başına çok büyük işler açan "tütün"ün körüklediği bu târihî vak'alar her ne kadar artık târihe mâlolmuşsa da, topluma ve insan sağlığına verdiği zarar o günden bugüne bâkî kalmıştır.
Neden ve niçin içtiklerini bilmeksizin harâretle "tütün"e sarılan günümüzün sigara mübtelâları da, bu pis otun kendilerine ne kazandırdığını ve neler kaybettirdiğini çok iyi düşünerek; artık hem kendilerini, hem de zarar verdikleri toplumu bu illetten kurtarmalıdır!..


(1-6) Peçevî İbrâhim Efendi, "Târîh-i Peçevî" (tıpkıbasım), c. 1, s. 365, Haz.: Dr. A. Vâhid Çabuk - Dr. Bekir Kütükoğlu. İstanbul, 1980.
(7) Peçevî, a.g.e., c. 1, s. 365-366.
(8-12) Peçevî, a.g.e., c. 1, s. 366.
(13-18) Mustafa Na'îmâ, "Ravzatu'l-Husayn fî Hulâsati Ahbâri'l-Hâfikayn / Târîh-i Na'îmâ", c. 3, s. 169.
(19) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 169-170.
(20-23) Na'îmâ, a.g.e., c. 3, s. 170.
(24) İbrâhim Müteferrika, "Usûlü'l-Hikem fî Nizâmü'l-Ümem", Tunus Millî Ktp. nr.: 2014, vr. 37a.
(25) İbrâhim Müteferrika, a.g.e., vr. 38a.
(26) "Risâle'-i Garîbe", Nûruosmâniye Ktp., nr.: 4925, vr. 56a.
(27) "Kitâb-ı Tevârîh-i Sultân Süleymân", Berlin Devlet ktp. nr.: Hs. 216, vr. 287a-287b.
(28-30) a.g.e., vr. 287b.
 
Üst