Mutallo ile Amasya Tamimi’nin Çakıştığı Nokta

BACANAK

New member
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
133
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Mutallo ile Amasya Tamimi’nin Çakıştığı Nokta
resimyaratir.aspx

“Mutallo”, şimdi güney Kıbrıs’ta Rum’un elinde bulunan Baf’daki Türk mahallesinin adıdır. 1974’den beri de “Bir gün mutlaka Mutallo” deyimi, Baflı mücahitlerin gönlünde gizli gizli kanat çırpan bir Turan ülküsüdür.


İdi…

29 Ekim-10 Kasım-15 Kasım zaman aralığını KKTC’de geçirdim.

Benzer günlerde Türkiye’de kaç ev, kaç bayrak asıyorsa, oran Kıbrıs’ta da aynıydı.

Devlet daireleri ve caddelerde ise durum farklıydı. Bayraklar daha büyük ve çoktu. “Herkes tarafından tanınan, BM ve AB üyesi ve bağımsız” Rum Yönetiminde, nasıl gasp edilen Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağının yanında Yunanistan bayrağı da asılıysa; sadece Türkiye tarafından tanınan KKTC’de de doğal olarak iki Türk bayrağı yan yana idi.

Yalnız bazı evlerde sadece KKTC bayrağı asılıydı.

Zeytin zamanıydı.. Bahçesinde tek zeytin ağacı bulunan evlerde bile herkes büyük bir keyifle zeytin topluyor, taşla kırıp suya koyuyor, “çakıztez” yapıyordu.

Her zamanki gibi gene güneşli bir Lefkoşa sabahında yerli gazeteleri aldım, Taksim sahasının yanındaki köprüden “Arabahmet”e doğru yürürken şöyle bir bakayım dedim ki, beynimden vurulmuşa döndüm.

Ahmet Tolgay köşe yazısına, “Elveda Mutallo” başlığını uygun görmüştü.

Yüreğim cız etti.

Gerçi Tolgay küçüklüğünde ayrıldığı evin, şimdi bulduğu harap kapısında çektirdiği fotoğrafı da taşımış köşesine ve bir ihtimal “artık oraya gitmeyi yüreğinin kaldırmayacağını” ifade etmek istiyor olabilirdi ama.

Yine de Mutallo’nun yanına “elveda” kelimesi hiç yakışmamıştı.

Aynı günlerde Lefkoşa’da Öğretmenler Sendikası Genel Sekreteri Şener “Türkiye’nin gönderdiği ders kitapları ile yabancı bir kültürle kendilerini asimile etmeye çalıştığını “ söylerken Rum Ortodoks Kilisesi’nin, Fener’deki baş papaza bağlı ve zaman zaman onun davetiyle İstanbul’a da gelerek dini toplantılarına katılan Başpiskoposu II’nci Hrisostomos düzenlediği “Dinler Arası Barış Diyaloğu”nun kapanışında, “Biz burada Kıbrıs′ta haklarımızın çiğnenmesi nedeniyle ağır bir haksızlığa uğradığımızı hissediyoruz. 21′inci yüzyılda Avrupa birleşiyorken Lefkoşa’yı işgal duvarı bölüyor. Her yerde vize uygulamaları kaldırılırken ve herkesin istediği ülkede yerleşme hakkı varken bizim; zorla kovulduğumuz evlerimize ve mallarımıza geri dönme hakkımız yoktur.

Kolonizasyon dünya çapında savaş suçu sayılırken Türkiye hiç rahatsız olmadan toprağımızda barbar bir kolonizasyon uyguluyor. 35 asırdır Kıbrıs’taki varlığımızın şahidi olan 500′den fazla mabedimiz sistemli şekilde tahrip ediliyor” diyordu.

“Öğretmen” Şener Elçil ile “papaz” Hrisostomos Türklerin “kıprıslılara” asimilasyon ve kolonizasyon uyguladığı konusunda fikir birliği içinde idiler.

“kıprıslıtürk”, Marksist devrimci, sendikacı öğretmen Şener Elçil; okul seçimlerini kazanan öğrencilerin öğlen okul saatinde gece klübünden getirdikleri dansözlerle, hem de iki ayrı lisede kutlama yapmalarını; asimilasyon, kolonizasyon yahut erozyon olarak değerlendirmiyordu.

Üstelik KKTC’de okullarda artık “KKTC tarihi” veya “Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi” değil, “ortak vatanın” ortak “Kıbrıs Tarihi” okutuluyordu.

Ve bunlar olurken 21 Kasım 2008 tarihli VOLKAN’da şu haber yayınlandı:

“Müfredata yeni konulan -Barış Eğitimi- dersi ile okullarımızda -silahlanmaya ayrılan bütçe, silahsızlanma ve askersizleştirme" tartışmaya açılacak ve sonuçta -vicdanı red- ile Türk askerinin Kıbrıs′tan uzaklaştırılması gündeme getirilecek.

Alman vakıfları ve UNDP-ACT ile yakın ilişkileri bulunan "Barış İçin Tarih ve Diyalog Derneği"nin hazırladığı ve Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Canan Öztoprak′ın da kabul ettiği "Barış Eğitimi" projesi uygulamaya konuldu.

Alman vakıflarına olan yakınlığı ile tanınan Dr. Dilek Latif tarafından eğitilen gönüllü öğretmenler tarafından verilecek olan -Barış Eğitimi- atölye çalışmaları şeklinde uygulanacak, daha sonra ise seçmeli ve zorunlu olarak tüm okullarda okutulacak

-Barış İçin Tarih ve Diyalog Derneği- Başkanı Güven Uludağ ise yaptığı açıklamada -Barış Eğitimi-nin amaçlarını şöyle sıraladı; -Geçmişte yaşananları unutturmak, Rumlarla ilişkileri geliştirmek ve öğrencilerin silahlanmaya ayrılan bütçenin farkına varmalarını sağlamak-.

-Barış Eğitimi- çerçevesinde -silahlanmaya ayrılan bütçeyi tartıştırmak- adı altında okullarda -Kıbrıs′ın askerden arındırılması ve silahsızlandırılması- gündeme getirilecek ve -Kıbrıs′taki Türk askeri varlığı- tartışmaya açılacak”. Gazete, “Proje Mimarı” Güven Uludağ’ı da şöyle tanıtıyor: “Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı′nda öğretmen olan Güven Uludağ Güney Kıbrıs′ta faaliyet gösteren "Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği"nin toplantılarına katıldı. Bu toplantılar sonrasında KKTC′de "Barış İçin Tarih ve Diyalog Derneği"ni kurdu.UNDP-ACT ve Alman vakıfları ile yakın ilişkileri var. Okullarımızda okutulan tarih kitaplarının değiştirilmesinde ve UNDP-ACT tarih projelerinde görev aldı. "Tarihin demokratikleştirilmesi" adı altında "Sözlü Tarih" projesini hazırladı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte uygulamaya koydu.Türkiye′deki Alman vakıflarının uzantılarının desteği ile "Barış Eğitimi" projesini hazırladı.

Hrisostomos’un da kullandığı Barış-Diyalog kelimeleri ile Alman Vakıfları ve UNDP-ACT kavramları artık seni hiç şaşırtmıyor değil mi ey okuyucu?

Yine bu arada…

Bir taraftan Talât ile “Çözüm için görüşmelere” devam etmekte olan Hristofiyas, diğer taraftan da İngiltere’den sonra Rusya ile de “Karşılıklı Anlayış memorandumu” imzalıyor ve dönüşünde Larnaka Havaalanında Haravgi’ye göre şunları söylüyor:

“Yanlış anlaşıldığımızı görmekten üzgünüm. Sayın Talat ve Türk Dışişleri Bakanlığı aynı tepkileri; Gordon Brown’la (İngiltere Başbakanı) Karşılıklı Anlayış Memorandumu imzaladığımızda da göstermişti. Herhangi bir yerden Kıbrıs sorununa, ilkelere dayalı herhangi bir açıklama yapılsa tepki gösteriyorlar. Sayın Talat′a net şekilde söyledim, Kıbrıs halkı da duysun diye bir kez daha yineliyorum: Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız bir devlettir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek sorunu; Türkiye’nin uluslar arası hukuku, BM Anayasasını ve her türlü hukuku çiğneyerek Kıbrıs toprağının %37′sini elinde bulundurması nedeniyle yasal hükümetin egemenliğini hükümranlığının tamamında uygulayamamasıdır. Kıbrıs bütün toprağıyla birlikte ve genel olarak AB’nin bir parçasıdır ve Avrupa müktesebatı, işgal dolayısıyla uygulanamıyor. Kıbrıs’ın egemenlik haklarından feragat etmesi diye bir şey söz konusu değildir. Devletlerle ilişkileri de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik hakları dâhilindedir. Bu ilişkiler ne kadar iyi olursa ve ne kadar ilkelere dayalı olursa Kıbrıs sorununun çözümü o kadar Kıbrıs Türk toplumunun çıkarına olur. İster Kıbrıslı Türk lider, ister Türkiye, ister herhangi başka bir yabancı, kim isterse olsun; Kıbrıs sorununun, Türkiye’nin veya herhangi başka bir yabancının çıkarına hizmet eden bir çözüm dayatılarak çözülebileceğini zannedenler yanılırlar. Dolayısıyla şunun net şekilde anlaşılmasını istiyorum: bütün ülkelerle temaslarımıza ve ilişkilerimize devam edeceğiz. Rusya dost ülkedir. Bu ülkenin Kıbrıs sorunuyla ilgili takındığı tutum da kendiliğinden anlaşılır. Rusya Kıbrıs’ın destekçisidir. İlkelere dayanan kararlar alınması için Güvenlik Konseyi’nde mücadele eden bir ülkedir. Bu vesileyle de Rusya liderliğine ve Rus halkına Kıbrıs halkının takdirlerini belirtmek isterim. Çeşitli ülkelerle ilişkilerin gelişmesinden ve başkan bu ülkeleri ziyaret ettiğinde, bu ülkelerin aldığı ilke tavrından Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Türklerin malum çıkarları zarar görmez".

Daha ne söylesinler?

O tarafta Hrisostomos söylüyor, Hristofiyas söylüyor; bu tarafta da Şener Elçil söylüyor, Güven Uludağ söylüyor.

Talât bize “tercüme etmeye” çalışıyor. Yanlış anlıyorsunuz, öyle demek istemediler” diyor ve görüşüyor..

Ne görüşüyor, neyi görüşüyor, ne kadar görüşüyor?

Kimse bilmiyor, çünkü “yoldaşlar” gizli-kapaklı görüşüyor. Tanık-tutanak yok.

Ve İşte tam bu noktada Amasya Tamimi devreye giriyor.

Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkar.

Haziran’ın 12’sinde Amasya’dadır. 22’sinde de Amasya Tamimi’ni yayınlar.

22 Haziran 1919 tarihli Amasya Tamimi’nin ilk maddesi şöyledir.

“Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti, yenen devletlerin etkisi altında bulunduğundan yüklendiği sorumlulukları yerine getirememektedir”.

2008’in 29 Ekim, 10 Kasım ve 15 Kasım günlerinde, Lefkoşa’daki eski Dianellos sigara fabrikası, şimdi KKTC Meclisi olan binanın girişinde aynı Mustafa Kemal Paşa’nın bir büstü bulunuyordu ve altında da şu sözü yazılıydı:

“Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir”.

Sence bu lâf, KKTC’nin 2008’de içinde bulunduğu duruma yakışıyor muydu ey okuyucu?

Amasya Tamimi’nin yukarıda aktardığımız ilk maddesini sadece iki kelimesini değiştirerek Lefkoşa 2008’e aynen şöyle uygulayabiliriz:

“Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir. CTP Hükümeti, AB/D’nin etkisi aLtında bulunduğundan yüklendiği sorumlulukları yerine getirememektedir”.

Yakıştı mı? Bence yakıştı..

O halde ne yapmalı?

Mustafa’nın değil, Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığını…

İşte KKTC’de de vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığının tehlikede olduğunu düşünen bir takım aksakallar…

Âkil adamlar…

Eski milletvekili, bakan, meclis başkanı, politikacı, gazeteciler…

Ki hepsinin ortak özelliği, Kıbrıs Türk Mücadelesine ilk başlangıçtan, hâttâ Erenköy’den itibaren hizmet veren “Mücahitler” olmaları…

“Ya Türk Kıbrıs vâr olur/Ya Mücahit yaşamaz” kavramına gönülden bağlı Mücahitler…

Toplandılar ve “Kıbrıs Türk Milli Varoluş Konseyi”ni oluşturdular.

Kıbrıs’ta; 1919 Anadolu’sunun “Kongreler Dönemi”ni başlattılar.

15 Kasım 2008 günü, KKTC’nin 25’inci Kuruluş Yıldönümü’nde “Alternatif Kutlama” yaptılar.

Girne Kapısı’ndaki Atatürk Heykeline resmî törenden sonra çelenk koyup, bir “manifesto” okudular.

Eski Bakan Fuat Veziroğlu o gün orada arkadaşları adına şunları söyledi:

“Yavruvatanın Anavatandan koparıldığı 1878’den beri emperyalist güçlerin desteğinde Enosis amaçlı olarak Rum-Yunan ikilisi tarafından halkımıza fasılasız uygulanan ve halen devam etmekte olan baskı, zulüm ve eritme politikalarını;

Halkımızın TMT öncülüğünde verdiği kurtuluş savaşını, katlandığı fedakârlık ve buna rağmen uğradığı haksızlık ve adaletsizliği;
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin cebren ve hile ile ve silah yoluyla ikinci bir Helen devletine dönüştürülmüş olduğu gerçeğini;

Halkımızın 1963–74 döneminde maruz kaldığı katliam ve soykırım uygulamalarını;

Enosis’i def ve halkımızın bağımsızlık ve hürriyetini tesis etmek amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 20 Temmuz 1974’de gerçekleştirdiği Barış Harekatı’nın hedef, ruh ve özünü;

Halkımızın yeniden sömürgeleştirilmeye karşı sahip olduğu direnme, devlet olma, kendi devlet çatısı altında hür ve bağımsız yaşama hakkını;

Türk Milletinin Yakın Doğu ve Doğu Akdeniz’de sahip olduğu, vazgeçilmesi imkânsız yüce ulusal çıkarlarını;

Halkımızın ayrılmaz ve kopmaz parçası olduğu Türk milletine beslediği güven, şükran ve bağlılık duygularını;

Kıbrıs mücadelesinin yalnız Kıbrıs Türk halkının değil, topluca Türk milletinin ulusal davası olduğunu;

Güney Kıbrıs’ta değişen iktidarlara rağmen Rum-Yunan ikilisinin Enosis hedefinin asla değişmediğini;

Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı ile Adanın bütününe egemen bir Rum devleti arasında herhangi bir fark bulunmadığını;

İngiliz sömürgeciliğine direnen ve kurtulan halkımızın Rum-Yunan sömürgeciliğine asla boyun eğmediği ve eğmeyeceğini;

Halkımızın Atatürk ilke ve devrimleri ve İstiklal Savaşı ile yakılan tam bağımsızlık meşalesinden aldığı ilhamı;

İkili müzakere örtüsü altında, emperyalizmin güdüsünde ve yörüngesinde yürütülmekte olan pazarlığın yarattığı ve kaçınılmaz olarak daha da yaratacağı telafisi imkânsız tehlike, yıkım ve yok oluş sürecini;

Hayati önemi haiz olgular olarak dikkate alır ve;

a) Kıbrıs Türk halkının bağımsız ve egemen bir halk olduğunu;
b) Bu haklarını kullanarak kendi toprağında kendi devletini oluşturduğunu;
c) 25 yıldan beri hür ve bağımsız bir devlet hayatı sürdüğünü;
d) Egemenlikten, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlığından feragatin örtülü bir teslimiyet teşkil ettiğini;
e) “Birleşik Kıbrıs” maskesinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırma ve halkımızı Rum-Yunan sömürgeciliğine terk etmekten başka bir sonuç doğurmayacağını;
f) Halkımızın şu anda devletsiz, topraksız, vatansız, egemenlikten yoksun ve kısa sürede eritilmek üzere önce basit bir azınlık, sonra da bireyler düzeyine indirgenecek köle bir varlık haline getirilme şeklinde hayati bir risk karşısında bulunduğunu;

Dünya ve tarih önünde bir kez daha ilan eder ve deriz ki:

1. Vatan’ın, devletin ve egemenliğin tamamı, halkımızın bağımsızlık ve hürriyeti acil tehlikededir,
2. Tehlike kapıya dayanmış, ateş milli bir felaket olarak bacayı sarmıştır,
3. Bu yangını şimdi ve derhal söndürmek tarihin ve milletin Kıbrıs Türkü’ne yüklediği ulusal vecibedir,
4. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sınırları içinde vatan ve egemenlik bir bütündür, parçalanamaz; vatana, devlete ve egemenliğe ortak aranamaz,
5. Kıbrıs Türk’ü direnecek, vatanını, devletini, egemenliğini savunacak ve koruyacaktır,
6. Ulusal mücadelelerde tehir yoktur, “bekle-gör” politikaları gaflet ve dalalettir,
7. Devleti, vatanı, bağımsızlığı, egemenlik ve hürriyeti halkımızın azim ve kararı kurtaracaktır.

O zaman şimdidir.

Ya şimdi ya da hiçbir zaman... “


O halde “şimdi” ey millet;

Sence “Elveda Mutallo” mu, yoksa “Bir gün mutlaka Mutallo” mu?

Âcilen karar vermen gerek.

Çünkü “vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikede”…

Ne diyor Amasya Tamimi’nin yukarıdaki maddesinin devamında?

Ve Konsey’in Manifesto’sunun sonunda?

“Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır”.

Zeytinleri sonra bir ara nasıl olsa yine hallederiz.
 
Üst