Mikrop bombasının Amerikalı Babası

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
MİKROP BOMBASININ AMERİKALI BABASI

Lord Jeffery Ambherst, onsekizinci yüzyılın ortalarında, Kuzey Amerika’daki İngiliz kuvvetlerinin komutanı olarak büyük başarılara imza atmış ve Fransızlar’a karşı kazandığı zaferlerle İngiltere’nin dünyanın en büyük sömürgeci güçlerinden bir olmasında önemli katkılarda bulunmuştur.Kanada’da Fransız-Kızılderili (İttifakı) savaşları (1754-1763) ve yine Fransızlar’a karşı Avrupa’daki çatışmanın uzantısı Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) sırasında gösterdiği yararlılıklar, onu “Yeni Dünyanın en göz alıcı askeri kahramanı” yapmış, adı bu gün ABD’nin Massachusetts Eyaleti’nde bulunan Amherst şehrine verilmişti.
Ancak Anglosakson kahramanı Amherst’in bu başarılarına, Fransız müttefiki Kızılderilelere karşı yürttüğü kirli bir savaşın gölgesi düşüyordu.Başarılı İngiliz Lordunun çehresinde, onun bu gün dünyayı dehşete düşüren “Biyolojik Savaş”ın “babası” olmasından kaynaklanan meyus bir karanlık vardı.
PONTİAC
Carl Waldman’ın “Kuzey Amerika Yerlileri Atlası” (Atlas of the North American Indian, NY: facts on File, 1985) isimli eserinde, Şef, Pontiac liderliğindeki Kızılderiler’in kuşatmasından “Biyolojik Savaş” yoluyla nasıl yarıldığına ilişkin açık ifadeler yer alıyor.
Fransız desteğini arkasına alan Pontiac isimli Kızılderili Şefi; Delawareler, Hurronlar, Illinoiler, Kickopoolar, Miamiler, Potawatomiler, Senecalar Shawneeler, Ottawalar ve Chippewalar gibi bir çok kabileyi bir araya getirerek, büyük bir Kızılderili Birliği oluşturmuş ve İngilizler’i geldikleri yere, Apalache Dağları’nın ötesine sürmeyi hedefleyerek saldırıya geçmişti.Pontiac’ın bu hedefi gerçekleştirmesi için, Pitt Kalesi’ndeki (bu gün Pittsburg şehri) İngilizler’i ortadan kaldırması gerekiyordu.Pontiac, bu amaçla 1763 yazında Pitt kalesi’ni kuşattı.
Waldman’ın adı geçen eserinin 108’inci sayfasında, İngilizler’in bu kuşatmaya karşı muhtemelen bölgede Kızılderiler’e mal satıp mal alan beyaz tacirler aracılığıyla ve arada sırada ilan edilen “ateşkes”ten faydalanılarak yürüttükleri “Biyolojik Savaş”, şöyle ifade ediliyor;
“Yüzbaşı Siemon Ecuyer, kale etrafındaki Kızılderililer’e çiçek hastalığı mikrobu bulaştırılmış battaniyeleri ve mendilleri gönderip –biyolojik savaşın ilk örneği- onlar arasında salgın balatarak büyük zaman kazanmıştı.Bizzat (Lord) Amherst, Ecuyer’e yazdığı mektuplarla bu taktiği vermiş ve onu cesaretlendirmişti.”
Waldman’a göre Amerika’daki İngiliz Genel Komutanı Jeffrey Amherst, “tedarik sağlama” adı altında “rüşvet” vermenin mümkün olmadığı zamanlarda Kızılderilileri kontrol etmenin en iyi yolunun, sert düzenlemeler ve cezalandırma sistemi olduğunu düşünüyordu.
Amherst’in, bu gibi taktiklerini kendi el yazısı ile yazdığı mektuplarda açıklıklıkla görmek mümkün.Belli ki Kızılderilileri “Aşağılık” gören Lord Amherst, mektuplarından birinde onları “iğrenç bir ırk” olarak tanımlamaktan çekinmemiş ve Biyolojik Savaş’ın Kızılderililer’i “topyekün imhası” için mükemmel bir araç olduğunu adeta müjdeleyerek yazmış.
Amherst’in insanlık tarihinin en korkunç sayfalarından birinin başlangıcına şahitlik eden mektupları, 1941-1945 yılları arasında, İkinci Dünya savaşı’ndaki Alman saldırılarından korunması amacıyla ABD’ye gönderilmiş ve Kongre Kütüphanesi’nin sorumluluğuna verilmiş, Kongre Kütüphanesi’nin kayıtlarından internete aktarılan belgeler, şu anda da araştırmacıların hizmetinde.
BATTANİYELER VE SÜRE AVI
Aslında Amherst’e çiçek hastalığı bulaştırılmış battaniyeler fikrini veren de bir astı.Albay Henry Bouquet ismindeki, İsveç’ten Amerika’ya göç etmiş ve İngiliz ordusunun hizmetine girmiş bir Fransız olan Bouquet, Amerikan tarihinde, beyazların Kızılderililer’e karşı savaşındaki önemli isimlerinden bir sayılır.Gayet pragmatik bir asker olan Bouquet, Amherst’e Pitt Kalesi’nin savunması için bu yolu, askeri gerekçelerle ve sadece, gönderdiği mektubun sonuna eklediği bir “not” ile belirtmiş, Amherst ise bunu, Kızılderili ırkına saldırı planının teorik ve pratik temellerinden bir yapmış.
Albay Henry Bouquet’nin, 13 Temmuz 1763 tarihli mektubunun sonundaki, ilk kez “Kızılderililer’e hastalık bulaştırmak için battaniye dağıtılmasını” teklif eden notta şöyle deniyor:”Kızılderililer’i, onları hastalandırabilecek battaniyelerle aşılamayı (!) deneyeceğim…Keşke İspanyollar’ın metodlarını kullanabilsek ve onları İngiliz usulü, köpeklerle ve atlılarla avlayabilsek ki sanırım bunlar, bu zararlıları topyekün imha etmek ve uzaklaştımakta hayli etkili olacaktır”
Bouquet’nin açıkça hem Kızılderililer’i “mikrop bombası” ile yok etmeyi, hem de kalanları “sürek avı” ile hayvanlar gibi kovalmayı önerdiği bu mektubuna, Amherst 16 Temmuz 1763 tarihli mektubu ile şöyle heyecan içinde cevap vermiş:
“Kızılderililer’e, bu aşağılık ırkı Topyekün imha etmeye yarayan bütün diğer metodlar kadar iyi olan battaniye ile mikrop bulaştırmayı denemekle çok iyi yaparsınız.Onları, gayet etkili olabilecek sürek avı ile kovalma planınınzdan da memenun olmalıydım ama bu şimdilik çok uzak görünüyor”.
Amherst “sürek avı” planını prensipte kabul etmiş, ancak “yeteri kadar köpek olmadığı için” bunun gerçekleştirilemeyeceğini belirtmeyi ihmal etmemiş. Bouquet de cevabında, Lord Amherst’in “bütün talimatlarına riayet edeceğini” bildirmiş.
IRKÇI LORD
Amherst’in Kızılderililer’e düşmalığının, bir savaşın ortasında gösterilebilecek normal tepki olabileceği düşünülebilir.Ancak Amherst’in Kızılderililer’in müttefiği Fransızlar’a karşı gösterdiği “son derece nazik” tavır, Lord’un “ırkçı” saiklerle hareket ettiğini gösteriyor.
j.C.Long’un Jeffrey Amherst’in biyografisi niteliğindeki “Kralın Bir Askeri” isimli kitabında, bu Lord’un davranışları şöyle özetleniyor.
“Amherst’in Fransız sivillere karşı nazik tavrı, askeri bir jestin çok ötesindeydi.Ülkeye sıcak bir sempatisi vardı, halkıyla ve yaşadıkları yerlerle ilgiliydi.Günküğünde,”çoğu taş evlerde yaşayan Fransız yerleşimciler huzur içindeler” diyordu….”
Fransızlar huzur içinde yaşarken, Kızılderililer hastalıktan kırılmaya başlamıştı.Battaniyelerin kendilerine ulaşmasını takip eden sonbaharda, Kızılderililer arasında muhtemelen ticari maksatlarla bulunan Gershom Hicks, Pitt Kalesi’nde, Kızılderililer arasında çiçek salgının başladığını bildiriyordu.
İngiliz Ordusu’na Kızılderililer’e karşı yardım eden bölgedeki silahlı milislerin (daha sonra Amerikan Bağımsızlık savaşı’nda silahlı kuvvetlerin çekirdeğini teşkil edecekti) komutanı William Trent de, Amherst’in Biyolojik Savaşı’nın sonuçlarını, günlüğünde şöyle aktarıyor.
“24 Mayıs 1763
Onlara (Kızılderililer’e) Çiçek Hastalığı Hastanesinden gelen iki battaniye ve bir mendil verdik. Umarım arzulanan etkiyi gösterir.”
HAYVANLAR GİBİ
Amherst’in açtığı yol, Kuzey Amerika’da Kızılderili nüfusunu ortadan kaldırmanın (soykırımın) en kolay metodu olarak benimsendi. O sırada henüz İngilizler’den ayrılmamış bulunan Amerikalılar, Lord’un Biyolojik Savaşı da dahil bütün soykırım türlerini ondokuzuncu yüzyılın sonuna kadar Kızılderililere sistematik biçimde uygulamaya devam ettiler.Başlıca yiyecek ve giyecek kaynağı buffaloları yok edilen ve sürekli olarak batıya ve orta-batıya sürülen Kızıldeirililer, çoğu zaman aynen Amherst’in onları tanımladığı şekliyle “iğrenç ve aşağılık zararlı” hayvanlar gibi muamele gördüler ve kadın-erkek, ihtiyar-çocuk ayırt edilmeden vuruldular ve yok edildiler.
Kızılderililer üzerinde yeteri kadar tecrübe sahibi olan ABD, Biyolojik savaşı, modern zamanların en korkunç silahı haline getirdi.Özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar ve Japonlar’ın bu konudaki “tecrübe”lerinden de bir hayli istifade eden ABD, Soğuk savaş sırasında dünyanın en korkunç Biyolojik silah deposu haline gelmişti.Yine Kızılderililer üzerindeki tecrübelerinden şerbetli olsalar gerek, ABD depolarında sakladığı, onbinlerce insanı bir anda ortadan kaldırabilecek biyolojik silahları önce kendi vatandaşları üzerinde denekte hiçbir sakınca görmedi.
MKULTRA
1953’ten 1964’e kadar CIA’nın yürttüğü gizli bir propoganda, kendilerine “ne” yapıldığından tamamen habersiz akıl hastaları, askerler, öğrenciler, mahkumlar, uyuşturucu kullananlar ve sokakalardan toplanan insanlar üzerinde LSD gibi uyuşturucular, elektroşok, duyuları yok etmek, hipnoz ve bunun gibi metodlarla zihin kontrolüne imkan veren deneyler yapıldı.Kod adı MKULTRa olan bu gizli CIA operasyonu, 1964’te “resmen sona erdirilmiş” gözüktü am 1972’ye kadar devam eden MKSEARCH projesiyle birleştirilmişti.Bütün bu insanlık dışı araştırmalarda, psikotropik ilaçlar kullanılarak beyin yıkama ve insan zihnini kontrol etme deneyleri yapılmış, kimyasal ve biyolojik silahlar yoluyla toplumsal çöküntüler ortaya çıkarılmıştı.Ancak ABD yönetimi bu konuda pek belge bırakmadı.1973’te CIA Başkanı Richard Helms, MKULTRA dosyalarının çoğunun imha edilmesini emretti.
MERTLİK ÇOKTAN BOZULDU
Modern zamanların ürettiği en korkunç silah olan biyoljik ajanlar, yirminci yüzyılın başında yine ABD’de insanlar üzerinde yapılan deneylerle insanlık tarihinde olması gereken yerlerini aldılar.
1900’de, ABD’nin İspanyollar’dan yeni ele geçirdiği Filipinler’de, bir Amerikalı doktor, bir çok savaş esirine veba mikrobu bulaştırarak etkilerini denemiş, ayrıca 29 esiri de beriberi üzerindeki araştırmalar için ikna etmişti.1915’te Missisipi’de bir başka Amerikalı doktor, 12 mahkumu, pellagra hastalığının tedavisindeki araştırmaları için denek olarak kullanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı, bu insanlık dışı silah ile ilgili deneylerin yepılması için mükemmel bir fırsat oldu.Stockholm’deki Uluslar Arası Barış Araştırma Enstütisi’ne göre Almanya, Birinci dünya Savaşı’nda karşı safta yer alan İtalya’da kolerayı, Rus cephesinde, St Petersburg civarındaki savaşlarda da vebayı silah olarak kullanmıştı.(1915). Uluslar Arası Barış Araştırma Enstütisi ayrıca, Almanlar’ın 1916’da Romaya Cephesinde, Bükreş’te ve Osmanlı Ordusu içindeki Alman subaylar vasıtasıyla, bilhassa atlar ve büyükbaş hayvanlarda görülen ama insanlara da bulaşabilen ruam hastalığı ve şarbon mikroplarının Irak’taki savaşlarda kullanıldığını iddia etmektedir.
Kimyasal silahların çok daha yoğun kullanıldığı Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, 1925’te imzalanan Cenevre Protokolü ile aralarında ABD’nin de bulunduğu 40 ülke, kimyasal ve biyolojik silahların yasaklalnasına imza koydular.Ancak çok geçmeden İkinci Dünya Savaşı’nın müstakbel tarafları, bütün bu anlaşmları çiğnemekte gecikmediler.
Levent ELPEN
 
Üst