Mevlevilik Mevlâna (1207-1273)

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde


Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.

Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.


Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı.


Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.





Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti.


1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.


Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.


Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti.


Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine defnedildi.


Sultânü'l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.


Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.


Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı.


Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.



"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"

Hz. Mevlâna

 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlevilik Mevlâna (1207-1273)

Mevlana'nın Eserleri

Mesnevi

Mesnevi klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım türüne Mesnevi adı verilmiştir. Uzun sürecek konular veya hikayeler şiir yoluyla anlatılmak istendiğinde, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevi türü tercih edilirdi.


Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de, "Mesnevi" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevi'si" gelmektedir.


Mevlâna Mesnevi'yi Hüsameddin Çelebi'nin isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre, Mevlâna, Mesnevi beyitlerini Meram'da gezerken, oturuken, yürürken, hatta semâ ederken söylermiş. Çelebi Hüsameddin de yazarmış.


Mesnevi'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunulan en eski Mesnevi nüshasına göre beyit sayısı 25618 dir.


Mesnevi'nin Vezni:

Fâ i lâ tün - fâ i lâ tün - fâ i lün 'dür.


Mevlâna 6 ciltlik Mesnevi'sinde tasavvufi fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.


Dîvân-ı Kebir


Divân şairlerinin şiirlerini topladıkları deftere denir. "Divân-ı Kebir "Büyük Defter" veya "Büyük Divân" manasına gelir.


Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Divân-ı Kebir'in dili Farsça olmakla beraber, içinde Arapça, Türkçe ve Rumca şiire de yer verilmiştir.


Divân-ı Kebir 21 küçük divân (Bahir) ile rubâî divânının bir araya getirilmesi ile oluşmuştur. Divân-ı Kebir'in beyit sayısı 40.000'i aşmaktadır.


Mevlâna Divân-ı Kebir'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu divâna Divân-ı Şems de denmektedir. Divânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.


Mektûbât


Mevlâna'nın başta Selçuklu hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen dini ve ilmi konularda açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur.


Mevlâna bu mektuplarında, edebi mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, ben deniz"gibi kelimelere hiç yer vermemiştir.


Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa, onu kullanmıştır.


Fîhi Mâ Fih


Fîhi Mâ Fih "Ne varsa içindedir" manasına gelmektedir. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetleri içermektedir. Bunların oğlu Sultan Veled tarafından bir kitapta toplandığı sanılmaktadır. Eser 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da değinilmiştir. Bu nedenle bu eser tarihi açıdan da büyük bir önem taşımaktadır.


Eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret mürşid ve mürid, aşk ve sema gibi konular işlenmiştir.


Mecâlis-i Seb'a (Yedi Meclis)


Mecâlis-i Seb'a adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisinin, yedi vaazının toplanmasından meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlenmesi yapıldıktan sonra, Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir.


Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği hadisleri şu konulara ayırmıştır:



1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı

2. Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış
3. İnanç'daki kudret
4. Tövbe edip doğru yolu bulanların Allah'ın sevgili kulu olacakları
5. Bilginin değeri
6. Gaflete dalış
7. Aklın önemi

Bu yedi mecliste, asıl şerh edilen hadiselerle beraber 41 hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her hadis içtimaidir. Mevlâna, yedi meclisinde her bölüme "hamd-ü sena" ve "münacat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufi görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevi'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.



 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlevilik Mevlâna (1207-1273)

Mevlana ve Mevlevilik

Mevlevilik; tamamen sevgi ve hoşgörü üzerine kurulmuş bir müessesedir. Hazreti Mevlâna, yaradana gönül veren, bütün dünyadaki yaratıkları yaradandan ötürü sevmeyi ve bizlere sevgiden söz etmeyi öğreten bir aşk piridir.

Denizi bir testiye dökersen ne kadar alır? Bir günün kısmetini


İşte deniz nasıl testiye kabın genişliği kadar sığarsa Mevlâna da kelime kalıplarına ve bizim idrakimize, istidadımız nisbetinde sığar. Zaten Mevlâna en kuvvetli, en üstün idrakin de ötesindedir.


Aşık ol aşık, aşkı seç ki sen de seçilmiş bir insan olasındiye seslenir.


Kendi varlığından geçerek Allah’ta fani olmak; yani Allah’a tam bir gönül bağlamak Allah’a giden en kısa yoldur. Gönlünü Hakk’a vermiş bir insanın artık kendi benliği kalmamıştır. Onun her zerresinden işleyen Allah’tır. Böylece o kişi nefsine uyup başkasına zarar verecek kötü işlerde bulunmaz. Allah ahlakına bürünmüştür. Hz. Muhammed ve Hz. Mevlâna bize bu vasıflarıyla örnek olmuşlardır.


Mevlâna cihana sığmayan hudutsuz bir varlıktır. Güzeli, doğruyu, iyiyi, aşkı, hakikati arayanlara müjdeler veren lâhudî sestir. Zulmette kalanlara teselli sunan Rahmani sedadır. Ayrılıktan inleyenlere şifa bahşeden devalı nefestir. İnsana insanı öğretendir. Her şeyin insanda olduğunu ve tüm evrenin insanın emrine verildiğini öğretendir.


Mevlâna büyük bir Hak aşığıdır. Aşkın efendisidir. Aşkta yok olmuştur. Bizzat aşktır. Aşkın ne olduğunu soranlara;


"Benim gibi ol da bil, ister nur olsun, ister karanlık, o olmadıkça, onu tamamiyle bilemezsin." buyurur.


İnsan düşüncesine yepyeni bir mesaj veren ve İslam düşünürlerinin fikir ve sistemlerini, inanç akidelerini ruh, akıl ve sevgi üçgeni içinde sunan, insanlığa ahlak, din, ilim ve akıl yolunda heyecan katarak yeni ufuklar açan Mevlâna Celâleddin-i Rûmi, müstesna yüce bir varlık, ilahi bir ışık, manevi bir güneştir. Onun insan düşüncesine verdiği en büyük mesaj Aşk, Sevgi ve Birliktir.


O, bir veli hüviyetiyle gönüller coşturmuş, bir pir, bir mürşid olan insan aklını nur ile yıkamış, akıl ve gönülleri kirden ve ikilikten kurtarmış ve temizlemiştir.


O, hiçbir şeyi inkar etmez, ama her şeyi birleştirir, bütünleştirir ve sevdirir. O kimseyi ayrı görmez; Çünkü O, herşeyin Allah’ın zuhur ve tecellisi olduğunu bilir ve bunu gönlüne ve insan aklına hâl olarak yansıtır.


Mevlâna, aziz ve yüce bir üstattır. Tek başına bir sistemdir, bir hayat ve düzendir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve herşeyi ile yüceliği öğreten bir HAL ABİDESİ’dir. Peygamber’in gerçek temsilcisi, aşkın ve aklın en yüksek öğesi ve gerçeğidir.


İnsan yaratılmışların en şereflisidir düsturuyla; her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklayan Hz. Mevlâna sevginin, barışın, kardeşliğin, hoşgörünün sembolüdür.



 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlevilik Mevlâna (1207-1273)

Sema Gösterisi

Ölüm gününü Hakka vuslat; "Dügün Günü" sayan büyük Mevlâna'dan sonra, oglu Sultan Veled ve yakinlari tarafindan, Mevlâna'nin fikir yapisi ve düsünceleri üzerine (Mevlevî Tarikati) kurulmus ve bu edep erkân yolunu izleyenlere (Mevlevî) denilmisti.

Mevlevî kelimesi Mevlâna'ya nispeti ifâde etmekle beraber, Kur'an-i Kerîm'deki (Nereye dönersen Allah'in likâsini görürsün) anlaminda olan (tevellû) kelimesiyle ilgilidir.


Mukabele denilen Semâ gösterisi, Mevlevî Dergâhi'nda, semahânelerde Mutlak Kemâl ve Hakka Vuslat yolunun derecelerini sembolize eder. Mukabele, en küçük teferruatina kadar tesbit edilmis usûl ve erkânla yapilir. Semahânelerde neyzen, kudümzen, âyinhan ve naat hanlar gibi musikî erkâninin bulundugu ve siralarina göre yerini aldigi mutrib'in önünde sema meydani , onun da tam karsisinda seyh postu vardir. Post'un ucundan semâhâne girisi ortasina kadar uzandigi farz edilen mevhum çizgiye (hatt-i istiva) denir. Bu, gerçege ulasan, Vahdet'e giden en kisa yoldur. Bu çizgi aslâ çignenilmez.


Seyh ise, bütün ilâhi sifatlara mazhar olan ve postun-da Mevlâna'yi temsil eden Hak ilminin ve Hakikat-i Muhammedi'yenin mümessilidir. Post, en büyük manevi makamdir ve kirmizi renklidir.


Mutrib erkâni, semâzen ler ve seyh efendi yerlerine oturduktan sonra, mukabelede ilkin Naathan tarafin-dan (Na'at-i Serif) okunur. Bestekâr Itri'nin besteledigi Na'at'i Mevlâna, Hazret-i Peygamber'e en içli seslenislerle bir övgü olup (Yâa Hazret-i Mevlâna, Hak dost....) diye baslar. Sonra ney taksimine geçilir, Ney, asil vatani olan kamisliga özlemini dile getirir. Ney, insan-i kâmil'in sembolüdür ve yanik, içli sesiyle Hakk'a vuslatin özlemini çeker. Bundan sonra Sultan Veled devri denilen (Devr-i Veledi) baslar. Musikînin temposuyla, âdâb ve erkân üzere semâhâne ortasinda seyh, dergâh erkâni ve Semazenlerle üç devir olan bu merasim, karsilikli görüsmek, yâni bas kesmekle veya cemal cemale niyâz etmekle, mutlak varligin kemâl zuhurunu dogrulamaktadir.


Semâ'zenlerin basindaki külâh, mezar tasina, sirtindaki hirkasi mezarina, tennûresi de kefenine isarettir. Onlar dünyadan soyunmus, gayb âleminin ask pervaneleridir. Esasen, semahânenin sagi görünen, bilinen âlemdir, solu da görünmeyen bilinmeyen mânâ âlemi... Semazenler mânâ âleminin mânâ erleridir.


Devr-i Veledi ölümden sonra dirilmeye, seyh'in reh-berligi ve irsâdiyle, ebedi hayata yönelmeye isarettir. Üç devir, Tasavvufa (ilmel yâkin) yâni Hakk'i ilimle bil-meye, ikinci devir, (aynel yâkin) yâni görmeye, üçüncüsü de (Hakkel yâkin) yâni Hakk'la bir olmaya delâlet eder.


Seyh birinci devri tamamlarken, kidemce en geri ve en genç, nevniyaz denilen semazenle karsi karsiyadir. Birbirine bas keser ve böylece tevazuu en belig sekilde ifade ederler. Bu karsilikli görüsme aynca birbirinin gönül kiblesine secdeye varistir. Üçüncü devir sonunda, seyh postuna geçer, semazenler de yerlerini alirlar.


Devr-i Veledi'den sonra gösteri baslar. Semazenler usulünce hirkalarini çikarir yâni dünyevi gâilelerden soyunur, mezarlarindan siynlirlar. Bu sira seyh postun önüne dogru yürür, bas keser ve herkes ona uyar. Semazen basi ilerleyerek seyhin sag elini öper, seyh de onun sikkesini... Bu sema'a destur, yâni izin almaktir. Bundan sonra birer birer semazenler seyhle görüsür ve sema'a kanat açarlar. Sema ederken kol açan semazenin sag eli dua eder gibi yukariya, sol eli asagiya açiktir. Bu Hakk'tan alir, halka saçariz, hiç bir sey'i kendimize mal etmeyiz, görünüste var olan, vasitalik eden bir suretten baska bir sey degiliz.) anlamina gelmektedir. Bir baska ifadesiyle de (Göge agariz, yere yagariz, varligimiz Hakk'in rahmetinde yok olmustur) demektir. Semazenler hem kendi etrafinda döner, hem de meydani devrederler. Feleklerin, gezegenlerin, yildizlarin ve dünyanin, günesin câzibesiyle hem kendi etrafinda, hem de günesin etrafinda devrettikleri gibi... Sema, bütün âlemlerin günesi Tanri'nin huzurunda bir devri âlem'dir.


Esasen sema; gerçek varliga ulastiran, insani kendin-den geçiren bir cezbe vasitasi, kendinden geçen kisinin can sarhoslugudur. Mevlânamiz'in ifadesiyle (ask'a kavusmak, bulusmak sultanligi için, perdeleri kaldirip içeriye girmek devleti için, can elbisesidir. )


Semânin birinci devresi, âlemleri seyretmedir. Hakk'in büyüklügünü ve yüceligini idrâktir. Bundan sonrasi (Selâm) olarak tecelli eder. Birinci selâmdan âsiklar, süphelerden kurtulur. Tanri'nin birligine imân eder. ikinci selâm Vahdet'i Tanri birligini görüs hâline getirmedir. Üçüncüsünde âsiklar, görüslerini bilis ve olus mertebesine ulastirirlar. Bu devrede âsiklar, kendilerini, mutlak varligin kemal duraginda yitirmis, yok ol-muslardir. Son dördüncü devrede Vahdet duraginda ayak direyerek kendi merkezleri çevresinde devrederler.


Semazen basi semâ'i idare eder. Semâzenler onun ayak ve bas isaretlerine göre durumlarini ayarlarlar.


Semâ'nin üçüncü selâminda seyh de sem'â girer. Hatt-î istivâ'nin ortasinda sema eden seyh, süphesiz burada Mevlâna'yi temsil etmektedir. Seyh, semâ'dan sonra yavas yavas ilerler, posta varmasiyla semâ da sona erer.



SEMÂ



Türk tarihinin, ananesinin, inançlarinin bir parçasi olup Hz. Mevlâna (1207-1273) ilhamiyle olusmus ve gelismistir. Kemâle dogru manevî bir yolculugu (Miraci), bir gidis-gelisi, temsil eder. Semâ 7 bulümdür. Her bölümün ayri bir manâsi vardir... Semâ'yi ilmî yönden tetkik ettigimizde, sunu görürüz: Var olmanin temel sarti dönmektir. Varliklar arasindaki müsterek benzerlik , en ufak zerreden en uzak yildizlara kadar her birinin bünye-sini teskil eden atomlarindaki elektron ve protonlarin dönmesidir. Her seyin döndügü gibi, insanoglu da bünyesini teskil eden atomlardaki mevcut dönmelerle, vücudundaki kanin dönmesiyle, topraktan gelip topraga dönmesiyle, dünya ile beraber dönmesiyle tabii ve suursuz olarak döner. Ancak insani öbür varliklardan farkli ve üstün kilan sey aklidir. Iste, dönen SEMAZEN varliklarin müsterek hareketine, semâiyla beraber akli da istirak ettinr...


SEMÂ, kulun hakikâte yönelip, akilla - askla yücelip, nefsini terk ederek, Hakk'ta yok olusu ve olgunluga ermis, kâmil bir insan olarak tekrar kulluguna dönüsüdür. Bütün varliga, bütün yaratilanlara yeni bir ruhla, sevgi için, hizmet için dönüsüdür... Semâzen hirkasini çikarmakla, manen, ebedî âleme, hakîkate dogar, orada yol alir.. Basindaki sikkesi (nefsinin mezar tasi), üstündeki tennuresi (nefsinin kefenidir). Kollarini çapraz bagliyarak, görünüste BIR rakamini temsil eden, böylece Allah'in birligini tasdik eden Semâzen, Semâ ederken, kollan açik, sag eli dua edercesine göklere, Hak gözüyle baktigi sol eli yere dönüktür. Hakk'tan aldigi ihsani, halka saçmasidir.


Sagdan sola kalbin etrafinda dönerek, bütün insanlari, bütün yaratilmislari, bütün kalbiyle sevgi ve askla kucaklayisidir. Sema töreni 7 bölümdür. Her bölümün ayri bir manasi vardir.





A) Birinci bölüm : Ilahi aski temsil eden Peygamber efendimizi metheden bir "na't" ile baslar. Buna "Na't-i Serif" denilir. Peygamberimizi methetmek, ondan evvelki bütün peygamberleri ve hepsini yaratan Allah'i methetmek demektir





B) Bu methiyeden sonra bir kudüm darbesi duyulur. Bu vurus Allah'in (C.C.) kainati yaratisindaki "kün=ol" emrini temsil eder.





C) 3 ncü bölümde ise her seye can veren "Nefesi" nefhayi Ilahiyyeyi temsil eden bir ney taksimi duyulur.





D) 4 ncü bölüm, Sultan Veled devridir. Bu Semazenlerin bir birine üç kere selam vererek, bir pesrevle dairevi yürüyüsüdür. Sekilde gizli ruhun ruha selamidir.




E) Sema töreni 4 selamdir. Semazen üstündeki siyah hirkayi çikararak, sembolik olarak, hakikate dogar, kollarini bagliyarak bir rakamini temsil eder böylece Allah'in birligine sahadet eder. Seyh Efendi elini öperek sema'ya girme izni alir,




Sema'ya baslar


1 nci Selâm, insanin, bilgiyle hakikâte dogarak, Yüce Yaradan'ini ve kendi kullugunu idrâkidir...


2 nci Selâm, insanin yaratilistaki nizami, azameti müsahede ederek, Allâh'in kudreti karsisinda hayranlik duymasidir...


3 ncü Selâm, insanin hayranlik ve minnet duygusunun ask'a dönüsmesiyle, aklin "ask"a kurban olusudur. Bu tam teslimiyettir, Allah'a vuslattir, Sevgilide yok olustur! Bu dizim'de en yüksek mertebe olan "Nirvana"dir, Islâmiyetteki "Fenâfillah"tir. Ancak Islâmiyette en yüksek mertebe kulluk mertebesidir.





4 ncü Selâm ise, insanin manevî yolculugunu tamam-layip, kaderine razi olarak, yaratilistaki vazifesine, kulluguna dönüsüdür. Bu Selâma Seyh Efendi ve Semâzen basi da istirak ederler. Bu noktada Semâzen, Amene'r Resûlü'deki (K.Ker. Bakara 2. âyet 285.) Allah'a, Meleklerine, Kitaplarina, Peygamberlerine... imân etmis olmanin nes'esi içindedir. Ilâhî emirlerin ve yaratilis sebeplerinin zevki ve idraki içindedir... Benligini, egosunu maglup etmis Peygamber Efendimizin, "ölmeden önce Ölünüz" ve Kur. Kerim Fecr s/27, son âyetlerindeki, "Ey emin ve mutmain olan nefis, sen O'ndan hosnut, 0 da senden hosnut olarak, Rabbine dön! Has kullarim zümresine gir! Onlarla beraber cennetime gir!" emirlerine uymus ve nes'esine gark olmustur...



F - Semâ töreninin 6 nci bölümünde bilhassa "Mesrik de Allâh'indir, magrib de. Hangi tarafa dönerseniz, Allah'in yüzü oradadir. Çünkü Allâh Vasi'dir, Alîm'dir" (Bakara s.2 115 nci) âyet'inin okundugu Kur. Kerîm tilâvetiyle devam eder.





G - 7 nci bölümde Semâ töreni, bütün peygamberlerin, sehitlerimizin ve bütün inananlarin ruhlari için okunan bir fâtiha ve devletimizin selâmeti için bir dua ile son bulur...


Dede'ler ve Dervis''ler, Semâ Mukabelesinden sonra, kimseyle konusmadan, tefekkür (meditasyon) için, sessizce hücrelerine çekilirler...
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlevilik Mevlâna (1207-1273)

Mevlana Müzesi

Bugün müze olarak kullanılmakta olan Mevlâna Dergâhı'nın yeri, Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi iken bahçe, Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna'nın babası Sultânü'l-Ulemâ Bâhaeddin Veled'e hediye edilmiştir.

Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 tarihinde vefat edince türbedeki bugünkü yerine defnedilmiştir. Bu defin gül bahçesine yapılan ilk defindir.


Sultânü'l-Ulemâ'nın ölümünden sonra kendisini sevenler Mevlâna'ya müracat ederek babasının mezarının üzerine bir türbe yaptırmak istediklerini söylemişlerse de Mevlâna "Gök kubbeden daha iyi türbe mi olur" diyerek bu isteği reddetmiştir. Ancak kendisi 17 Aralık 1273 yılında vefat edince Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled Mevlâna'nın mezarı üzerine türbe yaptırmak isteyenlerin isteklerini kabul etmiştir. "Kubbe-i Hadra" (Yeşil Kubbe) denilen türbe dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine 130.000 Selçukî dirhemine Mimar Tebrizli Bedrettin'e yaptırılmıştır. Bu tarihten sonra inşaî faaliyetler hiç bitmemiş 19. yüzyılın sonuna kadar yapılan eklemelerle devam etmiştir.


Mevlevî Dergâhı ve Türbe 1926 yılında "Konya Âsâr-ı Âtîka Müzesi" adı altında müze olarak hizmete başlamıştır.1954 yılında ise müzenin teşhir ve tanzimi yeniden gözden geçirilmiş ve müzenin adı "Mevlâna Müzesi" olarak değiştirilmiştir.


Müze alanı bahçesi ile birlikte 6.500 m² iken, yeri istimlak edilerek Gül Bahçesi olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18.000 m²ye ulaşmıştır.


Müzenin avlusuna "Dervîşân Kapısı" ndan girilir. Avlunun kuzey ve batı yönü boyunca derviş hücreleri yer almaktadır. Güney yönü, matbah ve Hürrem Paşa Türbesi'nden sonra, Üçler Mezarlığı'na açılan Hâmûşân (Susmuşlar) Kapısı ile son bulur. Avlunun doğusunda ise Sinan Paşa, Fatma Hatun ve Hasan Paşa türbeleri yanında semahane ve mescit bölümleri ile Mevlâna ve aile fertlerinin mezarlarının da içerisinde bulunduğu ana bina yer alır.


Avluya Yavuz Sultan Selim'in 1512 yılında yaptırdığı üzeri kapalı şadırvan ile "Şeb-i Arûs" havuzu ve avlunun kuzey yönünde yer alan selsebil adı verilen çeşme, ayrı bir renk katmaktadır.


Tilâvet Odası


Tilâvet Arapça bir kelime olup,Kur'an-ı Kerim'i güzel sesle ve usulüne uygun olarak okuma anlamına gelir. Geçmişte bu oda da Kur'an-ı Kerim okunulduğu için buraya tilâvet odası denmiştir. Halen Hat Dairesi olarak kullanılmaktadır.


Hat Dairesi'nde Mahmud Celaleddin, Mustafa Rakım, Hulusi, Yesarizâde gibi devirlerinin meşhur hattatlarının levhaları yanında, Sultan II. Mahmud'un yazdığı altın kabartma bir levha da yer almaktadır. Gümüş kapı üzerinde teşhir edilmekte olan Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi'nin hattı ile yazılmış olan Molla Cami'ye ait Farsça beyitte şöyle denilmektedir.



Kabetü'l-uşşâk bâşed in mekam

Her ki nakıs amed incâ şod temam

(Bu makam aşıkların kâbesi oldu. Buraya noksan gelen tamamlanır)


Huzûr-ı Pîr (Türbe)


Türbe salonuna Sokullu Mehmet Paşa'nın oğlu Hasan Paşa'nın 1599 yılında yaptırdığı gümüş kapıdan girilir. Burada bulunan iki vitrin içerisinde Mevlâna'nın meşhur eserlerinden Mesnevi'nin, Divân-ı Kebir'in en eski nüshaları sergilenmektedir. Türbe salonunu üç küçük kubbe örter. Üçüncü kubbeye post kubbesi de denilir ve yeşil kubbeye kuzey yönünden bitişiktir.


Türbe salonu doğuda, güneyde ve kuzeyde yüksekçe bir set ile çevrilir. Kuzeyde iki parça halinde yer alan yüksek setlerde 6 Horasan erinin sandukaları yer almaktadır. Horasan erlerinin hemen ayak ucunda ise İlhanlı Hükümdarı Ebû Said Bahadır Han için yapılmış nisan tası sergilenmektedir.


Yine burada yer alan iki levha, Mevlâna'nın felsefesini ve düşünce sistemini açıklaması açısından mühimdir. 1. levha Türkçedir ve şöyledir;



"Ya olduğun gibi görün

Ya göründüğün gibi ol"

Hz. Mevlâna


2. levha ise Mevlana'nın Farsça bir rubaisidir. Rubainin Türkçe çevirisi şöyledir;


"Gel, Gel, ne olursan ol, gel!

İster kâfir, ister mecûsî, ister puta tapan ol, gel!
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir.
Yüz kerre tövbeni bozmuş olsan da yine gel!"
Hz. Mevlâna

Türbe salonunu doğuda ve güneyde çevreleyen yüksekçe set üzerinde ise Mevlâna ve babası Bahaeddin Veled'in soyundan gelme, 10'u hanımlara ait olmak üzere 55 adet mezar ile, Hüsameddin Çelebi, Selâhaddin Zerkûbî ve Şeyh Kerimüddin gibi Mevlevîlikte makam sahibi olmuş 10 kişiye ait toplam 65 mezar bulunmaktadır. Hanımlara ait mezarların üzerinde yer alan sandukalara sikke konulmamıştır.


Yeşil kubbenin tam altında Mevlâna'nın ve oğlu Sultan Veled'in mezarları yer almaktadır. Mezarların üzerindeki iki bombeli mermer sandukayı 1565 yılında Kanunî Sultan Süleyman yaptırmıştır. Sandukaların üzerinde yer alan altın sırma tellerle işlenilmiş Pûşîde ise Sultan Abdülhamid II. tarafından 1894 yılında yaptırılmıştır.


Halen Mevlâna'nın babası Bahaeddin Veled'in mezarı üzerinde bulunan ve bazı kişilerin "oğlu gelince babası ayağa kalkmış" dedikleri ahşap sanduka ise, bir Selçuklu şaheseri olup, 1274 yılında Mevlâna için yaptırılmıştır. Kanunî, Mevlana ve oğlu Sultan Veled'in mezarları üzerine 1565 yılında yeni bir mermer sanduka yaptırınca, ahşap sanduka buradan kaldırılmış ve sandukası olmayan Mevlâna'nın babasının mezarının üzerine konulmuştur.


Semâhâne


Semâhâne bölümü, mescid bölümü ile birlikte XVI. yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Semâhâne'de semâ, 1926 yılında dergâh müze oluncaya kadar devam etmiştir. Semâhâne'de yer alan naat kürsüsü ve müzisyenlerin oturdukları mutrib hücresi ile erkekler ve hanımlara ait mahfiller orijinal halleri ile korunurken, Semâhâne'nin uygun duvarlarında tarihi halılar ve yine vitrinler içerisinde madeni ve ahşap eserlerle Mevlevî musiki aletleri sergilenmektedir.


Mescid


Mescide çerağ kapısından girilir. Ayrıca mezarların bulunduğu huzûr- pîr ve semâhâne bölümlerinden de birer küçük kapı ile geçişler vardır. Bu bölümde müezzin mahfili ve mesnevîhân kürsüsü orijinal halleriyle muhafaza edilmektedir.


Mescidin güney duvarı üzerinde çok değerli halı ve ahşap kapı numuneleri sergilenirken, Mescid içerisine serpiştirilen 10 adet vitrinde de çok değerli cilt, hat ve tezhip numuneleri sergilenmektedir.


Halı Kumaş Bölümü - Derviş Hücreleri


Mevlâna Dergâhı'nın ön avlusunun batı ve kuzey yönünü çevreleyen, her birinde birer küçük kubbe ve baca bulunan 17 hücre bulunmaktadır. Bu hücreler Padişah III. Murat tarafından 1584 yılında dervişlerin ikameti için yaptırılmıştır.


Bu hücrelerden giriş kapısının sağında kalan dört hücre, halen gişe ve idare binası olarak kullanılmaktadır. Girişin solunda kalan 13 hücrenin baştan iki tanesi postnişîn ve mesnevîhân hücresi olarak, orijinal eşyaları ile teşhir edilmiştir.


En sondaki iki hücre ise değerli kitap koleksiyonlarını müzemize hediye eden Rahmetli Abdülbakî Gölpınarlı ile Dr. Mehmet Önder'in kitaplarına tahsis edilmiştir. Halen kütüphane olarak hizmet vermektedir.


Diğer 9 hücrenin ara duvarları kaldırılarak birbirine bağlı iki büyük koridor elde edilmiştir. Bu koridorlardan birinde ülkemizin Kula, Gördes, Uşak, Kırşehir gibi yörelerine ait tarihi halıları, diğer koridorda ise Konya İli'ne bağlı, Ladik, Karaman, Karapınar, Sille gibi yörelerde dokunmuş tarihi halılar sergilenmektedir.


Bu hücrelerin koridora açılan pencere ve kapı boşluklarına yapılan vitrinlerde ise Mevlevî etnografyasına ait pazarcı maşası, mütteka, nefîr gibi dergâhtan müzeye nakledilen tarihi nitelikteki eşyalarla, müze koleksiyonunda yer alan son derece değerli Bursa kumaşları sergilenmektedir.


Matbah Bölümü


Matbah müzenin güneybatı köşesinde yer alır. 1584 yılında Sultan III. Murat tarafından yaptırılmıştır. Dergâhın müzeye dönüştürülüğü 1926 yılına kadar yemek ihtiyacı burada karşılanıyordu.


1990 yılında yapılan onarımlardan sonra bu bölümün teşhir ve tanzimi mankenler ile yeniden yapılmıştır. Matbahın asıl işlevi olan yemek pişirme ve somat denilen sofrada yemek yeme adabı mankenlerle anlatılmaya çalışılmıştır. Matbahın diğer işlevlerinden olan Nev-ni-yâz denilen Mevlevî aday adayı saka postu üzerinde otururken, semâ talim çivisi yanında ise semâ dedesinin can tabir edilen Mevlevî derviş adayına semâ talim ettirişi anlatılmaya çalışılmıştır.



 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlevilik Mevlâna (1207-1273)

Mevlevi Çalgıları

Rebab

Mevlevi ayinlerinin değişmez çalgılarından birisidir.Yayla çalınır ve kabak kemaneye benzer.Türklerin kullandığı en eski yaylı sazlardandır.Gövdesi Hindistan cevizinden yapılır. Cevizin üzerine deri gerilir. Üç tellidir, at kuyruğundan yapılan telden çalınır. Asya kökenlidir. Hz. Mevlâna'nın da rebab çaldığı rivayet edilir.Ortaya çıkışından beri yedi değişik şekilde görülmektedir.


1.Dikdörtgen Rebab

2.Yuvarlak Rebab
3.Armud Şekilli
4.Beyzi (kayığa benzer gövdeli) Rebab
5.Yarım küre Şeklinde Rebab
6.Tambur Rebab
7. Açık Tekneli Rebab


Ney

Günümüzde ney, Türk sazı olarak anılmaktadır ve tasavvuf müziğinin bir sembolü haline gelmiştir. Bir müzik aleti için kullanılan çalmak yerine, Ney için üflemek tabiri kullanılır. Burada üflemenin mecazi bir anlamı vardır. Kaynağını İslam'da Allah'ın insanı yaratırken ruhu üflemiş olmasından alır.

İslam geleneğinde neyin doğuşu ile ilgili bir çok rivayet vardır. Bunların en meşhuru şöyledir: “Peygamberimiz ilahi aşk sırrını Hz.Ali”ye söylemiş. Bu sırrın yükü altında ezilen Hz.Ali gidip Medine dışında kör bir kuyuya bu sırrı anlatmış. Kör kuyu bu sır ile coşup köpürmüş ve taşmış. Su her yeri kaplayınca kenarlarında kamışlar yetişmiş. Oralardaki bir çoban bu kamışlardan birini kesip muhtelif yerlerinden delmiş ve üflemeye başlamış. Çıkan ses kalplere coşku ve heyecan verip ilahi sırrı anlatır olmuş. Peygamberimiz tesadüfen bu çobanın ney sesini işitince bu durumu anlamış. O günden sonra ney,bir ilham kaynağı olmuştur.” Bugünkü manada neye ruhunu veren Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleridir. “Türk olsun ,Acem olsun; musiki aşıkların ortak gıdasıdır.” Görüşündeki Mevlana, Mesnevisinin ilk on sekiz beyitini de bu cazibeli çalgıya ayırmıştır. O”na göre ney ayin sırasında dönmekte olan ama gerçekte batıni bir iklimde seyahatte bulunan semazenlerin kılavuzudur. Çıkardığı tılsımlı ses ile ruhları cezbeder.



Kudüm

Yarım küre biçiminde bir çift küçük davuldan oluşan ve din müziğinin önemli çalgılarından “kudüm”, dindışı ve mehter müziğinde “nakkare” adıyla anılıyordu.

“Tambur”, “kemençe”, “kanun” gibi çalgılarla zenginleştirilmeden önce Mevlevî müziğinin dört temel çalgısından biri (diğerleri “ney”, “rebap” ve “halile”) olan

“kudüm”ün, çapları yaklaşık 28-30 cm civarındaki davulları, dövme bakırdan yapılmış olup biri büyük diğeri küçük iki tasa benzer.

Yüksekliği ise yaklaşık 16 cm. olan taslar, dibe doğru daralırlar.Büyüğünün ağzına iki, küçüğünün ağzına bir milim kalınlığında deri gerilir.Tiz ses veren davul (tek) sola, öbürü (düm) sağa konur.


Daha ince bir derinin gerildiği (tek), boyut olarak da (düm)den biraz küçüktür.Devrilip sallanmalarını önlemek için, simit denen, içi pamuk doldurulmuş bir çift meşin halka üstüne oturtulan davullar, “zahme” denilen bir çift ahşap çubukla çalınır.“Kudüm”ün bakır gövdesi, metalik tınıyı gidermek amacıyla çoğunlukla dıştan meşinle kaplanır.


Tanbur

Yuvarlak bir tekneye, uzun bir sapın eklenmesiyle oluşan, tahta, perdeli ve mızrap ile çalınan 8 telli bir enstrumandır. Sazı icra edenlere tanburi denir.
Tanburun perdeleri, bağırsak veya olta misinasından, mızrabı ise kaplumbağa kabuğundan (bağa) elde edilir

Tanburda dördü sarı ve dördü de çelik olmak üzere sekiz tel bulunmaktadır. Tanburun tınısından ve ahenginden daha fazla yararlanabilmek için birinci çift tel yegah sabit olarak kalmak üzere diğer teller icra edilen makamın özelliklerine göre değişik seslere akortlanır.Bu yüzden tanburun akordu sabit değildir denilebilir.


Kanun

Toplam tel sayısı icracının tercihine göre 72, 75 veya 78 olarak değişir. Üzerinde gerili bulunan teller üçer üçer akord edildiğinden 24(72 telden), 25(75 telden) veya 26(78 telden) ses elde edilir. Teller için eskiden kiriş kullanılırken bugün misinadan yararlanılmaktadır.

İcra edilen eserde kullanılan arızaları (bemol ve diyezler) için gövde ile tellerin arasına, teli geren mandal ismi verilen dökme mekanizmalar çakılır. Bu sistem 19 yüzyılın ikinci yarısında icat edilmiştir. Bu tarihten önce, kanun icracıları teli parmak darbeleri ile gererek istedikleri sesi elde etmeye çalışıyorlardı. Kanun icracıları kanunu çalmak için, ellerinin işaret parmaklarına yüksük adı verilen metal halkalar takar ve yüksük ile parmaklarının arasına bağdan yapılan mızraplar sıkıştırırlar. Sazı icra edenlere Kanuni adı verilir.


Ud - Kopuz

Onbir telli, mızrapla çalınan bir enstrümandır. Kısa saplı ve geniş gövdelidir. Asya kökenlidir. Daha küçük gövdeli ve üzeri deri kaplı olanına Kopuz denir.Tekne (gövde), göğüs (kapak), sap, burguluk ve teller olmak üzere beş bölümden oluşur.

Mazhar (Bendir)

Tahta kasnağa deri gerilerek yapılır. Elle vurularak çalınır. Klasik Türk Musikisinde ve özellikle Mevlevi zikr musikisinde “def“adıyla bilinen vurmalı çalgıdır. Mağrip Arapçasından (Fas-Cezayir) alınan “bendir” adı Türkiye'de 1980'lerden sonra yaygın hale gelmiştir.

Genellikle 40 ila 55 cm çapında daire şeklindeki bir kasnağa deri germek suretiyle imal edilen bendirin belirgin bir özelliği, rezonans sağlamak amacıyla iç tarafına gerilen iplerdir. Standart çapı 52 cm'dir



Halile

İki büyük zilden yapılır. Ritim için kullanılır.


Kabak Kemane (Gıcek, Kemençe)

Gövdesi su kabağından veya oyma ağaçtan yapılır, üzerine deri gerilir. Kısa saplı , üç veya dört tellidir. Yayla çalınır.
Kemençenin üç telinden ikisi (Rast ve Neva) bağırsaktan, üstteki ilk telse (Yegah) gümüş sargılıdır. Üst ve alt tel 25.5-26, orta tel 29.2-29.5 cm uzunluğunda; üst tel 0.8, orta tel 1.5, alt tel 1 mm kalınlığındadır. Saz ortalama 60 cm uzunluğunda, esnemeye dayanıklı yılan, abanoz vb. sert ağaçlardan yapılmış, avuç içi yukarıya bakacak şekilde tutulan bir yayla çalınır. Tellere sürtülen 150-200 civarındaki at kılına, kaymasın diye -keman yayındaki gibi- reçine sürülür. Yayın sapa yakın 10 cm.lik deri kaplı kısmına sokulan orta parmak (gerekirse yüzük parmağı) vasıtasıyla at kılı gerdirilir. Yayın burnu ise at kuyruğu gibi bir süs püskülüyle bitirilir. Doğudan batıya geçtiği kesin olan yaya at kılı takma adetinin, şaman kopuzunda, tuğ adlı en eski ritm sopasında ve rebabda da görüldüğü üzere, Türklerde ata verilen kutsal değerden kaynaklandığı açıktır



 
Üst