Mevlana ve Şems

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde



Mevlana ve Şems Karşılaşması

Şems, önce Mevlâna'yı mütalâadan, kitaplarından sıyırmıştı. Derler ki, bir gün medresedeki havuzun başına oturmuş, Mevlâna'nın kitaplarını birer birer suya atmaya başlamıştı. Bu sırada Mevlâna içeri girivermişti. Baktı ki. yıllarca göz nuru döktüğü kitapları birer birer havuza atılmış, havuz mürekkep deryası haline gelmişti. Bu kitapl...arın arasında Belh'ten göçtükleri sırada. Nişapur'da Feriddün-i Attar'ın hediye ettiği "Esrarnâme" adlı eseri de vardı. Şöyle ki: Sulan'ül Ulema Bahaedin Veled, beraberinde henüz çocuk yaşında olan oğlu Mevlâna Celâleddin ve ailesi olduğu halde, Belh'ten göçerlerken Nişapur'da konaklamışlar,burada devrin büyük mutasavvıflarından Feridüddin-i Attar'la görüşmüşlerdi. Feriddüddin-i Attar. küçük Mevlâna'nın zekâ ve bilgisine hayran olmuş. "Esrarnâme" adlı eserinden bir nüsha hediye etmişti. Mevlâna. bu eseri defalarca okumuştu. Şems'in onu da havuzdaki suya atmasına gönlü razı olmadı. Şems bunu hisseder hissetmez, elini havuza daldırmış:


— Al istediğin kitap bu kitap değil mi? diye Mevlâna'ya uzatmıştı. Hayret. Esrarnâme tozuyla duruyordu. Sanki bir havuz dolusu su içinden değil de, kütüphane rafından alınmıştı.


Şems:


— Aşk ilmi medresede öğrenilmez, diyor, Mevlâna'yı okumaktan menediyordu. Hattâ babası Baha Veled'in "Maârifini bile okumasına müsaade etmiyordu. Hele Mevlâna'nın çok sevdiği Mütenebbi Divânı'na kızıyordu.



 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlana ve Şems

<b>
Mevlâna Şems İle Başbaşa


Mevlâna daha ilk gün:

— Ey Şemseddin Tebrizî ey mânâ âleminin incisi gerçi evim sana lâyık değil ama sadık bir bendenim şimdi. Kulun nesi varsa efendisinindir. Bundan böyle bu ev senin; çocuklarım oğulların ve kızlarındır demiş hizmetine koşmuştu.


Şems Mevlâna'yı bir kere daha denemek istiyordu. Bir zamanlar Evhadüddin-i Kirmâni'ye yaptığı gibi Mevlâna'ya da şarap getirmesini söylemiş Mevlâna herkesin hayret ve dehşet nazarları arasında Şems'in bu arzusuna boyun eğmiş. O zaman Şems:

— Biz seni tecrübe ettik sen bizim tahminimizin de üstünde bir ermişsin. Meğer sen hiçbir ferdin taşıyamayacağı yükü. kılın titremeden omuzlayabilecek kâmil insanmışsın. Şende bu kudret ve tahammül varken sana bu dünyada kimse denk olamaz.
diyerek şarabı döktürmüş Mevlâna'ya sarılmıştı.


Mevlâna ise birkaç günlük bir sohbetten sonra. Şems'in eşi bulunmaz bir mürşid olduğuna kanaat getirmiş onda mutlak kemâlin varlığını cemâlinde Allah nurlarını görmüştü.
Mevlâna'nın ev olarak kullandığı küçücük medresesi sırlanmış aşk ve mânâ ile dolmuştu.
O güne dek talebelerine ders veren bir müderris camilerde vaazlariyle sevilen bir hatip fetvalariyle şer'i müşkülleri halleden bir halk müftüsü olan Mevlâna Celâleddin şimdi herkesten herşeyden uzak Şems'in sohbetiyle donanan aşk sofrasına bağdaş kurmuş kana kana içiyordu.

— Doğu olsam batı olsam göklere çıksam senden bir nişane bulmadıkça dirilikten bir nişane bile yok bana. Ülkenin zahidiydim minbere sahiptim kürsüm vardı. Şimdi ise gönül kazası sana karşı ellerini çırpan bir âşık haline getirdi beni!..
diyordu...



</b>
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlana ve Şems

<b>

Şems önce Mevlâna'yı mütalâadan kitaplarından sıyırmıştı.
Derler ki bir gün medresedeki havuzun başına oturmuş Mevlâna'nın kitaplarını birer birer suya atmaya başlamıştı. Bu sırada Mevlâna içeri girivermişti. Baktı ki. yıllarca göz nuru döktüğü kitapları birer birer havuza atılmış havuz mürekkep deryası haline gelmişti. Bu kitapların arasında Belh'ten göçtükleri sırada. Nişapur'da Feriddün-i Attar'ın hediye ettiği "Esrarnâme" adlı eseri de vardı.
Şöyle ki: Sulan'ül Ulema Bahaedin Veled beraberinde henüz çocuk yaşında olan oğlu Mevlâna Celâleddin ve ailesi olduğu halde Belh'ten göçerlerken Nişapur'da konaklamışlarburada devrin büyük mutasavvıflarından Feridüddin-i Attar'la görüşmüşlerdi. Feriddüddin-i Attar. küçük Mevlâna'nın zekâ ve bilgisine hayran olmuş. "Esrarnâme" adlı eserinden bir nüsha hediye etmişti. Mevlâna. bu eseri defalarca okumuştu. Şems'in onu da havuzdaki suya atmasına gönlü razı olmadı. Şems bunu hisseder hissetmez elini havuza daldırmış:

— Al istediğin kitap bu kitap değil mi? diye Mevlâna'ya uzatmıştı.


Hayret. Esrarnâme tozuyla duruyordu. Sanki bir havuz dolusu su içinden değil de kütüphane rafından alınmıştı. Şems:

— Aşk ilmi medresede öğrenilmez diyor Mevlâna'yı okumaktan menediyordu. Hattâ babası Baha Veled'in
"Maârifini bile okumasına müsaade etmiyordu.

Hele Mevlâna'nın çok sevdiği Mütenebbi Divânı'na kızıyordu.

— Mütenebbî de kim oluyor? O senin atına seyislik bile edemez! diyordu.

Mevlâna. Şems ne derse onu yapıyor her hareketinde Şemse uyuyordu. Oğlu Sultan Veled onun bu halini şöyle tarif eder:

— "Ansızın Şemseddin çıkageldi. O'na ulaştı. Mevlâna'nın gölgesi O'nun ışığında yok oldu. Aşk âleminin ötesinden defsiz sessiz bir sedadır erişti. Şems ona maşuk halinden bahsetti. Mevlâna bilgisiyle nihayete ulaşmıştı. Şimdi ise yeni baştan başladı. Evvelce Mevlâna'ya uyulurdu. Bu sefer O Şems'e uydu. Şems maşuk erenlerindendi."



O'nu da o âlemde mâşukluk cihanına davet etmiş bu cihanda her ikisi de yanıp kavrulmuştu. Onsuz huzur bulamayan neşesi kaçan Mevlâna can gözüyle âlemi görmeye başlamış aylarca başbaşa sohbet etmişlerdi.


</b>
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlana ve Şems

Şems Mevlâna'ya

"semâ"nın zevkini tattırmış O'nu bu yolda irşada başlamıştı. Semâ varlıktan sıyrılıp kendinden geçerek mutlak fânilik içinde beka zevki almaktı. Semâ âşığın gıdasıydı. Zira semâda sevgiliye kavuşmanın tatlı hayâli vardı. Bu vuslatın zevkini alan âşık. artık zaman ve mekân kayıtlarından kurtulmaktadır. Mesnevi'de "zamandan zaman kaybından kurtuldun mu keyfiyet kalmaz. Keyfiyetsiz Allah'a mahrem olursun"deniliyordu.



Şems Mevlâna'yı semâ etmesi için teşvik ediyor ve diyor ki:

— Semâ ediniz Hakkı isteyen ve O'na âşık olanlar semâ ettikleri zaman aşkları ve mânevi halleri çoğalır..

Çok eskiden beri filozofların mutasavvıfların hattâ peygamber ve velilerin semâ ettikleri semâ'da Hak'kı zikrettikleri biliniyordu.

— Semâ ediniz. Hakk'ı isteyen ve O'na âşık olanlar semâ ettikleri zaman aşkları da yoktu. Âşık ve maşuk vardı. Yol eri kendisine yol gösterene temiz bir itimatla bağlanır onun izini izlerdi .Bu yolda bazan âşıkla maşukun hangisi olduğu dahi ayırt edilemez ilâhî irşad karşılıklı olur bu aşk remizlerle ifade edilirdi.

İşte bu ilâhi aşk ve cezbe. Allah sevgisi Mevlâna'yı da. Şems'i de kendilerinden geçirmişti. Bu cezbeyle semâ ediyorlardı. Feleklerin onlarla beraber her zerrenin güneş etrafında ilâhi bir cezbeyle döndüğü gibi. kendilerinden geçerek semâ ediyor yalnız Allah'ı zikrediyorlardı. Şems:

— Allah'ın tecellisi. Allah erlerine semâda daha çok vakî olur. Onlar kendi varlık âleminden çıkmışlardır. Semâ onları maddî âlemden sıyırır. Hakk'ın likasına ulaştırır
diyordu.

Semâ esnasında her hareketin bir ilâhî mânâ ve ifadesi vardı. Semâ'da çark atmak ani dönmek. Allah'ı her yönde görmeyi ve her yönden feyz almayı ifade eder. Ayak vurmak nefsini ayaklar altında ezmek ve ona galebe çalmak demekti. Kollan yana açmak kemâle yöneliştir. Semâda secde kulluğun ta kendisidir.
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlana ve Şems

<b>
Düne kadar ardına dek açık olan Mevlâna'nın evi. bugün iki can dostun üstüne kapanmış duruyor arasıra "Hakk" nidaları "dost!" haykırışları rebâp ve ney sesleri duyuluyordu.
Şems geleli üç-dört gün olmuştu. Bu üç-dört gün içinde odalarına yalnız Sultan Veled girmiş yalnız o hizmetlerini görmüştü. İki dost. tek sözle Hak'kın kapısında. Hak'ka yönelmiş sohbet ediyor bu soh bete kulak misafiri olan Sultan Veled bazen kendini tutamayarak ağlıyor inliyordu.
Medresenin küçük odası sanki bir arş evi idi. Bu arş evinin mânâ yükü ağırdı. Kimse bu sohbete dayanamaz bu mânâyı kavrayamazdı. Bu bir âşk potası idi. yanan yakılan bir pota...
Bu potada Mevlâna Şems'Ie birlikte yanıyorlardı.
Şems irşadlarına devam ediyordu.



— Arif o kişidir ki dostun zikrinden geri kalmaz onun dostluğuna doymaz. Rıza sofrasında yakin ağzına giren zikirden daha tatlı bir yemek yoktur.

Şems mânevi ilimler bahsinde şunları söylüyordu:

— Mânevi ilim üç şeyle elde edilir. Zikreden dil şükreden kalb. sabreden ten. İlimsiz bir vücud. susuz bir şehre benzer. Nihayet kuru bir kalıptır. Vücudu perhizle ahlâkla cehid ve gayretle sulandırmalı ve bezemelidir

Mânevi cömertlik için de diyor ki:

— Zahidlere mahsus olan mal cömertliği cihad edenlere mahsus olan ten cömertliği gazilere mahsus olan da can cömertliğidir. Ariflere mahsus olan cömertlik ise gönül cömertliğidir. Gönül alçaklığından daha iyi bir şey görmedim. Elinizde bulunanla kanaat ediniz başkalarının elinde bulunan şeyden de ümidinizi kesiniz.
Peygamberlerin izzeti peygamberlikte bilginlerin izzeti tevazuda velilerin izzeti ilimde fakirlerin izzeti kanaatte zenginlerin izzeti cömertlikte ibadet edenlerin izzeti de halvettedir. Dini iki şeyle koruyun:Cömertlik ve iyi huylulukla.


Dostluk için de şöyle buyuruyordu:


— Hakiki dost Allah gibi mahrem olmalıdır. Dostun çirkinliklerine hoşa gitmeyen hallerine tahammül etmeli hatasından incinmemelidir. Dosttan yüz çevirmemelidir dosta itiraz etmemelidir. Nitekim rahmeti bol olan Allah kullarının ayıplarından günahlarından noksanlarından dolayı onlardan yüz çevirmez. Tam bir inayet ve şefkatle onlara rızkını verir. İşte garazsız ivazsız dostluk budur.


Şems bir taraftan irşadlarına devam ediyor diğer taraftan günlerce devam eden riyazatlarla Mevlâna'yı pişiriyordu. Zaten bu gelişmeye hazır olan Mevlâna Şems'le tanıştıktan sonra Şems'i bile geçmişti. Şems bunun farkındaydı. Mevlâna bir gazelinde şöyle diyordu:

— Seher çağı. gökyüzünde bir ay göründü gökten indi de gözünü bize dikti bakmaya başladı. Ay zamanında bir kuş vurmuş doğan gibi. Ay beni kaptı gökyüzüne uçuverdi.. Kendime baktım göremedim. Çünkü o ayın lütfuyla bedenim can kesildi. Can âlemine gittim. Orada da o aydan başka bir şey göremedim. Hasılı ezelî tecelli sırları tamamiyle anlaşıldı.


Yine bir gazelinde Mevlâna bu değişikliği şu beyitlerle terennüm eder:


— Âşkın sarhoş etti beni ellerimi çırpmaya koyuldum sarhoşum kendimden geçmişim ne bilirim ne yaptığımı. Koruktum üzüm oldum şimdi. Artık kendimi ekşi yüzlü gösteremem ki. Halk "Böyle olmamak gerek" diyor. Böyle değilim ben de beni o böyle yaptı.

Ve yine:

— Çöp atlayamazdım. zahittim dağ gibi ayağımı diremiştim. Fakat hangi dağ var ki senin anısın onu saman çöpü gibi kapıp gitmesin. Seni övmek gerçekten de adamın kendisini övmesidir. Çünkü güneşi öven kendini övüyor demektir...




</b>
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlana ve Şems

<b>
Bir gün Mevlâna hane halkına Şems'in büyüklüğünden onun Allah'a olan yakınlığından ve sayısız kerametlerinden uzun uzadıya bahsetmiş hürmette kusur etmemelerini arasıra gidip gönlünü almalarını tenbih eylemişti. Bu sözler üzerine oğlu Sultan Veled Şems'in hücresine giderek elini öpmüş hizmetinde bulunmuştu. Şems ansızın yapılan bu ziyarete bir mânâ veremeyerek:

— Veled ne oldu sana böyle? Fazla lûtufta bulunuyor gönlümü almak için sevgiler gösteriyorsun...

demişti. Sultan Veled:


— Efendim babam büyüklüğünüz hakkında o kadar söz söyledi ki hepimiz deli olduk. Eğer bin sene ömrüm olsa ve başımın üzerinde döne döne size kulluk etsem ve hizmetlerin hepsi de kabul edilse yine bu muhlis kulunuzun kalbinde lâyıkıyla hizmet edememekten dolayı bir ukde kalır.

— Mevlâna teveccüh buyurmuşlar. Yüzbinlerce benim gibi Şems-i Terbizî onun büyüklük burcunda bir zerreden başka bir şey değildir. Ben mükâşefelere nail olduğum sülük padişahlarını seyrettiğim ilahî nurlara yakınlaştığım birçok Hak erleriyle düşüp kalktığım gayb âlemlerini gördüğüm halde Mevlâna'ya ulaşamadım. Artık O'nun hakikatına kim erişebilir?..


Şems ve Mevlâna her ikiside büyüklük burcunda birbirlerine hayran birbirlerini seyrediyorlar karşılıklı irşad günlerce devam ediyordu.
Onlar böyle bir hücrede bir âlemi aydınlatır susuz gönüllere pınarlar akıtırken öte yandan ruhsuz bir dünya için için kaynıyordu.
Konya halkı tarafından çok sevilen vaazı dersi dinlenen Mevlâna'nın böyle birden bire ortadan kayboluşu medreseyi talebelerini terkedisi müridlerine yüz çevirişi önce herkesi şaşırtmıştı. Mevlâna'yı bir müddet kendi haline bırakmışlar fakat aradan birkaç ay geçince dedikodular başlamıştı.
Mutaassıp zümre bunca yıldır hembezm oldukları Mevlâna'nın Şems gibi ne olduğu henüz lâyıkıyla bilinmeyen bir dervişe uyarak her şeyden elini eteğini çekişine bir mânâ veremiyorlardı.
Mevlâna'ya karşı duydukları aşırı sevgi onları kıskançlığa sevketmişti:

— Bu ne haldir? Mevlâna'yı bütün eski dostlarından yüce durağından çekip alan kendisi ile meşgul eden bu adam kimdi? Nereden geldi ne yapmak istiyor?
diyor hattâ bazen çok ileri gidiyorlardı:

Şems denen bu derviş geldi. Mevlâna'mızı bizden alıp başka âleme sürükledi. Bu Şems dedikleri adam kimdir ki Mevlâna'yı bunca yıllık müridlerinden soğutsun onu mütalaadan kitaplardan ayırsın. Olacak şey mi bu? Büyücü mü bu adam sihir mi yaptı da bizden ayırdı. Halkı vaazından talebeyi medresesinden mahrum etti.




</b>
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlana ve Şems

<b>
Ve AyrılıkMevlana'yı yakıp kavurancanın dile geldiği o an.!


Bir gece sohbet ederlerken kapı vurulmuş dışarıdan kalabalık bir güruh;

”Şeeeems dışarı çıkkk!” diye bağırmıştı.

Mevlana yaklaşan acı kaderi sezmişçesine:

”Çıkma” diye yalvardı.

Zat boyutundan Hikmetten öte Kudretten bakan Şems gülümsedi:

”Telaşlanma verdiğimiz sözü tutma vakti gelmiştir” diyerek kapıya yöneldi.

Mevlana: “Ne sözü nereye niyeee?” diye yapıştı ellerine…

Şems yıllardır sakladığı sırrı söyledi:

“Şam’da Rabbime yalvarmış aşkımı seyredeceğim bir ayna istemiştim. Rabbim seni verdi sende seyrettim…”

İyi işte seyre devam edelim dedi Mevlana.

Şems; ”Rabbim de bana demişti ki o aynayı verirsem ne bağışlarsın?

Tereddütsüz şöyle demiştim; Başımı veririm!…”

Şems dışarı çıktı. Sadece bir “ALLAH” nidası duyuldu.

Ay ışığında yerde üç beş damla kan seçiliyor ama ne baş ne ceset ne de katiller gözükmüyordu!…

Aşkları sır olmuştu.

Mevlana’yı sahiplenenler Onu paylaşmak istemeyenler şehit etmişti Şems’i.

Aşkın doğasıydı en yakın çevrenin tahammülsüzlüğü!…

Aşkın doğasıydı Firkat!...


.....



</b>
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Mevlana ve Şems

Mevlâna, Şems-i Tebrizi'den ayrıldığı zaman inanılmaz acılar çeker ve ondan haber getirenlere hediyeler verir.

Bir gün sarhoş der ki: Şemsi-i Tebrizi'yi Bağdat'ta gördüm.

Mevlana sırtındaki kaftanı çıkarır ve ona hediye eder.

Yanındakiler gelirler:
"Aman efendim, ne yaptınız? O, sarhoşun tekidir.
Onun Şems-i Tebrizi'yi görmesi imkansız. Bütün gün ayyaş ayyaş dolaşır.
Yalan söylüyor."

Mevlâna tebessüm ederek;
"Biliyorum " der.
"Onun, bırakın görmeyi, Bağdat'a gidemeyeceğini bile biliyorum.

Ben o kaftanı onun yalanına verdim.
Eğer gerçek olsaydı, canımı verirdim."


 
Üst