Konu Kıbrıs Olunca

Katılım
22 Ağu 2008
Mesajlar
204
Tepkime puanı
1
Puanları
0
KONU KIBRIS OLUNCA…

" Karşılıklı iyi niyetle, açık yüreklilikle, cesaretle, Ege sorunu da ‘Kıbrıs sorunu da’, Heybeliada ve Yunanistan’da ki Türk azınlığın meseleleri de rahatlıkla çözülür…"

" T.C Hükümeti Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış."

T.C Hükümetinin AB ile müzakerelere başlanması sonrasında uygulamış olduğu komşu ülkelerle sıfır sorun politikalarının gereği olarak, son dönemde; Yunanistan’la olan sorunlarımızın da, iyi ilişkiler çerçevesinde çözümüne yönelik özellikle bu yıl, bir hayli mesafe alındığı ifade edilmektedir! Bu durum; T.C Hükümeti Başbakanının, beş ay önce bu ülkeye yapmış olduğu resmi ziyaretin ardından geçtiğimiz hafta içerisinde yine aynı ülkede toplanan, ‘ Akdeniz’de İklim İşbirliği Konferansına’ onur konuğu olarak katılması da, her iki ülke arasında oluşturulmaya çalışılan sıcak ilişkilerin iz düşümü şeklinde de yorumlanabilir!

T.C Başbakanının, Yunanistan’a yapmış olduğu resmi ziyaret sonrasında iki ülke arasında Atina’da 22 tutanak ve ortak bildiri ( anlaşma değil) imzalanmıştı! Bu ortak bildirileri, bu yazımda inceleyecek değilim. Ancak yazımın başlangıcında ve tırnak içerisine almış olduğum cümle, son dönemde yaşananları en iyi şekilde açıklamaktadır diye düşünüyorum!

Ben bu yazımda, iki ülke Başbakanlarının Kıbrıs konusuyla ilgili olarak yapmış oldukları görüşmeler ve ülkemizin AB ile ilişkilerinden sorumlu Devlet Bakanı ve Baş müzakerecisinin yapmış olduğu açıklamalar çerçevesinde, tarafların Kıbrıs konusuna nasıl baktıklarını irdelemeye çalışacağım…

Türkiye’de ki hükümetin uygulamış olduğu, komşularımızla sıfır sorun politikaları çerçevesinde yürütülen ilişkilerin Kıbrıs tarafına baktığımızda; uygulanan bu politikalar sonucunda, 2002 yılından beri Rum tarafından daima bir adım önde olduğumuzu görürüz. Aslında taraflar arasında yürütülen müzakereler sürecinde öylesine adımlar atılmıştır ki, değil Rumlardan bir - iki adım önde olmak, neredeyse Kıbrıs Milli Davamızda elde etmiş olduğumuz kazanımlarımızın tümü, hiçbir karşılığı olmadan müzakere masasına getirildiği için Rumlardan fersah, fersah ileride olmamız sağlanmıştır!

‘Rum’lardan daima bir adım önde olacağız’ direktifine uygun olarak en önemli adım,‘Annan Planı Referandumunda’ atılmıştır! Kıbrıs Türk Halkının; adada ayrı bir halk olduğu gerçeğinin, ayrı bir devlet ve egemenliğe sahip olduğunun en önemli kanıtı olan K.K.T.C’nin varlığı göz ardı edilmiştir. AB’ye üyelik vaadi ile süslenen bu tuzak plana evet denilerek; Rumlarla iç, içe yaşanabileceği yönünde, Kıbrıs Türk’ünün olumlu oy kullanması sağlanmıştır. Bu sonucu sağlamak adına o günlerde kimlerin ve özellikle AB ülkelerinin ve adada ki temsilcilerinin neler vaat ettikleri ama bu güne kadar bu vaatlerin bir türlü gerçekleşmediği artık herkesçe bilinmektedir!

Kıbrıs Türk Halkı, kendisine vaat edilen bu pembe hayalleri onaylaması, Türkiye’de ki mevcut yöneticilerin bu plana evet denilmesi yönündeki tüm olumlu ve cesaretlendirici mesajları ortadayken; ne Yunanistan’dan ve ne de Güney Rum kesiminden, ‘Annan Planı’ çerçevesinde hedeflenen çözüme evet denilmemiş! Tam tersine bu plana hayır denilmesi yönünde her iki ülke yöneticilerinden de net çağrılar gelmiştir!

Özellikle Güney Rum kesimi lideri Papadopulos’un, referandumdan bir gece önce, adada yaşayan Rum’lara; gözyaşları arasında yapmış olduğu ‘ Hayır’ çağrısı daha dün gibi hatırlardadır!

Kıbrıs konusunun tarihsel süreci içerisinde taraflar arasında yaşanan ilişkilerde, çözüme ulaşılabilmesi için tavize zorlanan / veren taraf, daima Kıbrıs Türk Halkı ve Türkiye olmuştur. Sanki adada var olan sorunlar dizisinin tek muhatabı bizmişiz gibi? Sanki 1960 da kurulan ortaklık cumhuriyetini tek taraflı olarak, Yunan cuntası desteğinde Rum’lar yıkmamış gibi? Sanki Rum tarafı ve Yunanistan Kıbrıs konusunda sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi? Sanki 1955–1974 yılları arasında, Yunanistan’ın tam desteği ile Rum’ların Kıbrıs Türk’üne yaşattığı göç yıllarını, yakıp yıktıkları Türk köylerini, toplu katliamları ve o insanlık ayıplarını onlar yapmamış gibi? O acılı yıllara onlar sebep olmamış gibi? Hala yıllardan beri Kıbrıs Türk Halkını adadan silmek adına, türlü ambargolarla çökertmenin hesabını yapanlar, Yunan-Rum ikilisi değilmiş gibi? Sanki Türkiye’nin 5 yıldan beri AB ile yürütmüş olduğu müzakerelerde, her konu başlığının önünü Kıbrıs konusu ile kapatan onlar değilmiş gibi?

Bütün bu gerçekler nasıl unutulabilir? Uluslar arası ilişkilerde haklı olunan konularda, sırf o konunun çözülmesi adına her defasında veren/vazgeçen taraf olmak nasıl açıklanabilir? Hele, hele bu konu ulusal, hukuksal ve stratejik yönden çok önemli bir konu ise, bu konu Kıbrıs Milli Davamız ise!

Kıbrıs konusunda çözüme ulaşmak adına 2008 Mayıs ayından bu yana yürütülen taraflar arası görüşmelerin odağında daima Rum tarafının ve arkasında ki milletler camiasının istekleri olmuştur! Olmaya da devam edecektir!

Ya Kıbrıs Türk Halkının, Türk Milletinin bu ulusal davamızda ki tarihsel, haklı ve hukuki kazanımları nasıl elde edilecektir?

Son dönemde yaşananlara baktığımızda, AB ilişkilerinden sorumlu Baş müzakereci, Bay Bağış: ‘’Gidişat iyiye doğru’’ açıklamasıyla, özellikle Kıbrıs konusunda çözüm adına ne demek istemiştir?

Kasım ayının ikinci haftasında AB’nin Türkiye ile yürütmüş olduğu 2010 yılı müzakere sürecinin ilerleme raporu açıklanacaktır. Tıpkı geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi! Şundan hiç şüphe yoktur ki, bu raporun sonunda da konu gelip Kıbrıs sorununa dayanacak ve Türkiye’den istenen bilinen yaptırımlar gündeme gelecektir. ‘’ Limanlarını Rum gemilerine ve uçaklarına aç! İmzalamış olduğun ek protokolü uygula! Bunu yapmazsan, Kıbrıs’ın yarı buçuğu Rumlardan ve son dönemde aramızdan su sızmayan Yunanistan’dan veto yersin! ‘’

Hani Ege’de esen dostluk rüzgârları? Son beş yıldır AB ile yaşananların odağında ki gerçek bu değil midir? Her yılsonunda AB’nin ilerlemeden sorumlu baş komiserlerinin açıklamaları bu şekilde değil midir?

AB’ye haksız ve hukuksuz bir yöntemle üye yapılan Güney Rum kesiminin ve Anavatanları Yunanistan’ın bu haksız davranışlarına kol kanat gerenler, Konu Kıbrıs Olunca; Kıbrıs Türk Halkı’nın ve Türk Milletinin bu güne kadar hangi hakkını gözetmişlerdir?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, ‘K.K.T.C’de ki Mal Tazmin Komisyonu’nu geçerli bir iç hukuk yolu’ olarak göstermesinden sonra, Türkiye; adada Rum’lara milyonlarca avro tazminat ödemiştir! Ama Kıbrıs Türk’ünün 1963 yılında evinin barkının Rumlar tarafından yakılıp yıkılması sonucunda göç ederek, terk etmek zorunda kaldığı 450 bin dönüm tapulu arazisi ile ilgili olarak, bu güne kadar, Rumlar tarafından tek bir avro para ödenmemiştir! Bu hukuk ve hak gaspı karşısında açılan davalar muhatap bile kabul edilmemiştir? Neden? Bu hukuksuzluk; müzakere masasına getirilerek, Rum’un anlayacağı dilden hesap sorulmuş mudur?

Çözüm adına yürütülen müzakerelerin en önemlisi olan mülkiyet başlığının konuşulduğu bu günlerde, ‘TOKİ açılımı’ ile çözüm önererek, Rum tarafında ki Türk mallarının değerinin yükseltilmesini isteyen yöneticilerimize, Rum kesiminin lideri Hristofyas’ın verdiği cevap hayırdır! Pekiyi hak bunun neresindedir?

Bu gün çözüm adına yürütülen müzakerelerde bir arpa boyu kadar bile yol alınamamıştır! Alınamayacaktır da! Bunun tek bir nedeni vardır! O da Rumların ve Yunanistan’ın tarihsel hedefleri olan Enosis’e gidecek yolun bu çözüm paketine girmemiş olmasıdır! Şu hususu artık tüm siyasilerimiz, baş müzakerecilerimiz, görüşmecilerimiz bilmelidir ki, Kıbrıs konusunun tek bir çözümü vardır!

Bu çözüm; ne almadan verilen tavizlerle, ne iyi niyet çerçevesinde yapılan açıklamalarla, ne de daima Rumlardan bir adım ileride olmak kaydıyla gerçekleşecektir!

Bu çözümün adı; temeli 20 Temmuz 1974 yılında atılmış olan, K.K.T.C’dir. Bu hiçbir siyasinin göz ardı etmemesi gereken yegâne gerçektir. Unutulmamalıdır ki, günümüzde yürütülen müzakerelerin odağında ki gerçekte budur. Kıbrıs Türk Halkının savunulan tüm haklı kazanımları, kan ve can bedeli ödenerek kurulmuş olan ve 27 yıldır yaşayan bu devletin içerisinde saklıdır.

Kıbrıs’ta yaşayan iki halkın, kendi kamuoyu araştırmalarında dahi Kıbrıs sorunun çözümü 4’ncü sıraya inmişken illa ki ben bu sorunu bir an önce çözeceğim demek neyin nesidir?

Adada yaşayabilecek bir çözüm aranıyorsa eğer bu çözüm zaten 36 yıl önce 1974’de gerçekleşmiştir. Her müzakere sürecinde anlaşmazlığın temelini oluşturan ve Rum tarafının yıllardan beri savunmuş olduğu Enosis hayali karşısına, hiç vakit kaybetmeden K.K.T.C gerçeği konulabilmelidir...

Kasım ayı içerisinde AB ile ilişkilerimizin ilerleme raporunun açıklanacağı bu önemli dönemde, Kıbrıs konusunda BM genel sekreterinin koordinatörlüğünde yeniden bir masa etrafına geçerek, üçlü ve güçlü toplantılar yapmayı hedefleyenler,15 Kasım 2010 tarihi geldiğinde; K.K.T.C’nin 27’nci kuruluş yıl dönümünde halkımıza ne söyleyeceklerdir?

Yukarıda ki gerçekleri mi? Yoksa iyi niyet çerçevesine sokulmaya çalışılan kimi pembe hayalleri mi?


Atilla ÇİLİNGİR
28 Ekim 2010
 
Son düzenleme:
Katılım
22 Ağu 2008
Mesajlar
204
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Cevap: Konu Kıbrıs Olunca

Değerli Kardeşim Göktürk,
2010 yılına ait yazılarımı köşeme yeniden koyduğunuz için teşekkürler...'' Konu Kıbrıs Olunca...'' Başlıklı yazımda da belirtmiş olduğum gibi önümüzde ki Kasım ayında, KKTC'de gündem bir hayli sıcak geçecek...

Sevgiyle selamlıyorum
 

Türkiye Sevdalısı

Dost Üyeler
Katılım
26 Eki 2010
Mesajlar
190
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrının emanet verdiği bedende
Cevap: Konu Kıbrıs Olunca

Değerli büyüğüm Sayın Atilla ÇİLİNGİR,

Doğanın gereği, büyük balık daima küçük balığı yutma peşindedir. Bu Dünya düzeninde teknolojik üstünlüğü olmayan hiç bir devletin istediği gibi hareket etme özgürlüğü yoktur. Hiçbir devlet bağımsız değildir. Ancak Dünya krallığına giden bir sürec vardır. ABD ise Dünya kralı olma yolundadır. ABD, Dünya adaletinin sağlanması görevinin tanrı tarafından kendisine verildiğine inanmaktadır. Bu nedenle siyasi menfaati olsun olmasın Dünyanın her yerine adaleti sağlamak için evlatlarını göndermekten, hatta ölüme sürüklemekten çekinmemektedir. Dünya krallığına giden süreçte başarılı olabilmeleri için tanrının teknolojiyi ABD’ nin hizmetine sunduğunu, armağan ettiğini düşünmektedirler. Tanrı bir zamanlar Yahudileri diğer ümmetlerden üstün kılmıştı. Belki de Yahudiler bu inançla, ABD pokitikalarında etkili olarak, yeni dünya düzeni politikasını şekillendirdiler.

Karşımızda Büyük Ortadoğu Projesi diye bir oluşum var. İçeriğini tam olarak bilmemiz mümkün değil. Sadece yaşanan sürece bakarak geleceğe ait yorum yapabiliyoruz. K.K.T.C. de bu BOP’nin neresinde yer alıyor bilemiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da BOP tam olarak şekillenmeden, kurgulanan Kıbrıs sorununun devam edeceği ve sonlandırılmasının istenmediğidir.

Ancak tanrı her zaman kendisine yakın olanı kollamıştır. Hendek savaşında Kureyş ordusu büyük bir kuvvetle Medine üzerine yürümüştü. Medine ordusu tam anlamıyla birbirine kenetlenerek Kureyş ordusuna direndi. Çok şiddetli çarpışmalar oldu. Şiddetli çarpışmalar sonunda Medine ordusu, bu büyük kureyş ordusuna dayanacak fazla gücü kalmamış, neredeyse kureyş ordusu tarafından darmadağın edilecekti. Ancak mucizevi olarak çıkan bir kum fırtınası nedeniyle, Kureyş ordusu fazla kalamayarak Mekke’ye dönmek zorunda kaldı. Bu na peygamberimiz bile inanamamış, gittiklerinden emin olmak için peşinden atlılar göndermişti.

Şu bir gerçek ki bir ordu ne kadar güçsüz olursa olsun, zafer inancını kaybetmemişse eninde sonunda hedefine ulaşacaktır.

Umutlarımızın asla solmaması dileğiyle saygıyla ellerinizden öperim

 
Son düzenleme:
Üst