Kıbrıs'ın Stratejik Konumu

DELİKURT

Dost Üyeler
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
1,103
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Turan
ULUSLARARASI JEOPOLİTİK EGEMENLİK MÜCADELESİNDE KIBRIS’IN STRATEJİK KONUMU VE AKDENİZ’DE BÖLGESEL GÜVENLİK
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Dr.Mehmet ATAY


Akdeniz ticaret ve fetih yolu olma özelliğine sahiptir. Geçmişin uygarlıkları Akdeniz Kıyılarında ortaya çıkmış, büyük hanedan ve krallıklar bu bölgede kurulmuştur. Yüzyıllardan beri Kıbrıs stratejik önemini hep korumuştur. Kıbrıs’ın asıl jeopolitik ve jeostratejik önemi dünyanın en büyük deniz ulaşım bölgesi ve koridoru üzerinde oluşundan kaynaklanmaktadır. Kıbrıs, Avrupa, Asya ve Afrika’yı birbiri ile bütünleştiren jeostratejik bir konumdadır. Akdeniz ve Kıbrıs yüzyıllar boyu politik, ticari ve askeri egemenlik mücadelesine sahne olmuş, yakın çağlarda da modern donanmalara ev sahipliği yapan jeopolitik alan olmuştur. Özellikle Doğu Akdeniz ve Kıbrıs, dünya ticari ve sanayi mal akışının olduğu stratejik bir konuma haizdir. Dolayısıyla bu bölge, son birkaç yüzyıldır Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Amerika ile Osmanlı dönemi dahil Türkiye’nin çok yönlü egemenlik mücadelesi verdiği bir bölge olma özelliğine de sahiptir. Bölgenin, dünya deniz ulaşımının kalbi olması özelliği sebebiyle geliştirilen Politik-Askeri stratejiler açısından da Kıbrıs, Akdeniz stratejisinin önemli kilit noktalarından biridir. “Coğrafi uçak gemisi” olarak nitelenebilecek Kıbrıs ve Akdeniz’in bölgesel güvenliğe katkısı büyüktür. Sonuç olarak Türkiye, Kıbrıs’ta yaşayan Türk Varlığı başta olmak üzere kendi hak ve çıkarları ile ulusal güvenliğini yakından ilgilendirmesi sebebiyle bu bölge ile ilgisini devam ettirecek, Kıbrıs üzerinde ve Akdeniz’de jeopolitik güç mücadelesini sürdürecektir. Zira Kıbrıs, Türklüğün hayati çıkarlarının başında gelmektedir.


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]“Elenizmin düşmanı Türk milletinin Kıbrıs’ta bir kolu olan Türk azınlığı adadan ihraç edilmedikçe EOKA kahramanları milli görevlerini tamamlamış sayılmayacaktır."
(Makarios, 4 Eylül 1962)

“Gayemiz ve hedefimiz Büyük İskender’in dünyasını yeniden kurmaktır. Bizi Enosis’ ten çevirecek hiçbir kuvvet yoktur.”
(Makarios, 1964)

Giriş

Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs, medeniyetin bir arada, birbiri ardına varolduğu bir bölgede yer alması dolayısıyla oldukça eski bir geçmişe sahiptir. Mısırlılar ile Hititler arasındaki mücadelelerde adı geçmeye başlayan Ada’da, bu dönem sonrası bölgede var olan hemen bütün siyasi ve kültürel birimlerin etkilerini görmek mümkündür. Fenikeliler, Erekler, Asurlar, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Haçlılar, Templiler Şövalyeleri, Lusignanlar, Cenevizliler, Memlükler ve Venedikliler, Osmanlıların Kıbrıs’ı ele geçirmelerinden önce Ada’da çeşitli düzeylerde etkileri gözlenen medeniyetler, devletler, topluluklar olarak sıralanmaktadır. (Sönmez-oğlu, 1991) Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıbrıs’a olan ilgisi Yavuz Selim döneminde 1517’de Mısır Seferi sırasında başlamış ve 1571’de Ada’nın fethi ile sonuçlanmıştır. Ada’daki Osmanlı egemenliği döneminde topluluklararası ilişkilerde temel belirleyici etken din idi. Dönemin ortalarından itibaren gelişen ve dine dayalı eski dünya görüşünün yerini alan milliyetçilik akımının bu bölgeye girişi 19. yüzyıla rastlamaktadır (Koumoulides, 1971).
Kıbrıs adası Yunanistan’a 770 Km. uzaklıkta iken, Türkiye’nin güney sahillerine ise sadece 64 Km. mesafededir. (Özey, 1997) Eski çağlarda Doğu Akdeniz uygarlığının sahibi ülkeler ortasında, deniz ulaştırmasında önemli bir durak yeri olan Kıbrıs, günümüzde stratejik bakımdan önemli bir deniz ve hava üssü veya sabit bir uçak gemisi sayılmaktadır. (Erendil, 1992) 1571 tarihinde Türklerin Kıbrıs’ı fethinden 300 yılı aşkın bir süre sonra Ada 9 Temmuz 1878’de İngiltere’ye devredilmiştir (Denktaş, 1966).
İngiliz yönetimi altında Kıbrıs’ın statüsünü başlıca üç döneme ayırmak mümkündür.
1.Dönem: 1878–1914 tarihleri arasında yer alan ve andlaşmalar uyarınca egemenlik hakkı Osmanlı Devleti’nde kalmak üzere Kıbrıs’ın İngilizler tarafından yönetildiği dönemdir.
2. Dönem: 1914–1924 yıllarına rastlar. Ada, bu tarihler arasında İngiltere tarafından fiilen ilhak edilmiştir.
3. Dönem: Lozan Barış Andlaşması’yla açılmıştır. Lozan ile Ada, İngiliz egemenliğine geçmiş ve bunu Türkiye hukuken tanımıştır (Sarıca, Teziç, Eskiyurt, 1975, s.3).

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]1. Kıbrıs’ta İngiliz Etkinliği (1878–1914)
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kıbrıs sorununun tarihsel gelişimi açısından önemli gelişme 1878’den itibaren Ada’nın İngiltere’nin eline geçmesidir. 19. yüzyılın ortalarında bu ülkenin “Doğu siyaseti”nin temeli Hindistan’a dayanmaktaydı. Kıbrıs adası da, Süveyş Kanalı’ndan geçilerek Hindistan’a gidilen yeni ve önemli bir deniz yolunun üzerindeydi. 1870’lerde İngiltere için Kıbrıs Atlantik Okyanusu’ndan Hint Okyanusu’na kadar uzanan bu deniz yolu üzerinde, Cebelitarık ve Malta’dan sonra Akdeniz’deki üçüncü bir iskele ve üs durumundaydı.
Palmerston-Russel Hükümeti 1864’te Yunan adalarını Yunanistan’a bıraktığından İngiltere Akdeniz’de yeni üslere ihtiyaç duymakta ve Süveyş kanalı nedeniyle Fransızlarla da bölgede yoğun bir rekabet içindeydi. Hindistan yolunu ekonomik, siyasi ve askeri açıdan denetim altına almak açısından Kıbrıs oldukça önemli gözüküyordu. Esasen 1877 – 1878’lerde İngiltere’nin Asya’daki en önemli rakibi olan Rusya’nın, Osmanlı üzerinde elde ettiği etki ve haklar, iki büyük güç arasındaki bölgesel dengeyi bozacak nitelikteydi. Bunun üzerine, Rusya’nın Ayestefanos Andlaşması ile elde ettiği etkinliği azaltmak üzere siyasi ve askeri girişimlerde bulunmaya başladı. Osmanlıyı Rusya’ya karşı koruyacağı izlenimini veren İngiltere İstanbul’a donanma gönderiyor bunun için de karşılığında Kıbrıs’ı istiyordu (Gürel, 1984).
İngiltere Akdeniz’deki egemenliğini pekiştirmek amacıyla 19. yüzyılın ikinci yarısında Kıbrıs’a el koymağa kararlıdır. Ancak Kıbrıs’ın işgalini, kuvvet yoluyla değil, siyasal ortamın elverişli olduğu bir zamanda, hukuksal yoldan gerçekleştirmeyi planlamıştır. Nitekim, Rus savaşından yenik çıkan ve Ayestafanos (3 Mart 1878) Andlaşmasını imzalamak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu, içinde bulunduğu koşulların zorlamasıyla İngiltere’nin kendisine sunduğu “Savunma Paktı”nı kabul etmiş ve böylece İngiltere tasarladığı planı gerçekleştirmiştir. Bu Andlaşma ile İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’na Asya’daki topraklarının korunması için garanti veriyordu. Ancak bu garantinin işleyebilmesi için İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’ne coğrafi bakımdan yakın bir yerde Kıbrıs adasında üslenmesi gerekmekteydi. Böylece İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun “yüksek menfaatlerini” gözetmek adına Kıbrıs’a çıkarak ve değişik statülerle de olsa günümüze kadar Ada’da kalmıştır. “Savunma Paktı”na göre, Türkiye, Kıbrıs’ı kayıtsız şartsız değil, vekaleten ve geçici bir şartla İngiltere’ye devrediyordu. 1 Temmuz 1878’de imzalanan ve Ek Protokol adı verilen “Türk–İngiliz Ek Protokolu” ile II. Abdülhamit yönetimi hukuki bazı garantiler alma gereğini duymuştu. Bu Protokolun 6. maddesine göre: “Eğer Rusya, Kars ve son muharebede Ermenistan’da, zaptetmiş olduğu diğer yerleri Türkiye’ye iade edecek olursa, Kıbrıs adası İngiltere tarafından boşaltılacak ve 4 Haziran 1878 tarihli Andlaşma da hükümsüz hale gelecektir.”
Bu her iki andlaşmaya bakıldığında Kıbrıs hukuki açıdan, Türk Devletine bağlı olduğu halde, fiilen İngiltere’ye terk edilmiştir. Osmanlı Türkiye’si Kıbrıs üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçmemiş, geçici bir süre için yönetimi İngiltere’ye devretmiştir.


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]2. Kıbrıs’ın İngiltere’ye İlhakı
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]29 Ekim 1914’te Osmanlı İmparatorluğu savaşa katılınca, İngiltere bunu Kıbrıs’ı ilhak için fırsat saymıştır. Osmanlı Türkiyesi ile İngiltere karşı karşıya savaş durumuna düşmüştü. İngiltere “itilâf”, Osmanlı Devleti ise “ittifak” devletleri arasında yer alıyorlardı. Bunu fırsat bilen İngiltere, 5 Kasım 1914’te Kıbrıs Hükümet Gazetesi’nin özel bir sayısında bir “Order in Council” yayınlayarak ve iki devlet arasındaki savaş bahane edilerek 1878 Andlaşması ile ilgili diğer andlaşmaların feshedildiğini ve Ada’nın İngiliz İmparatorluğu’na katıldığını ilan etmiştir.
Lozan Andlaşması’nın 16. maddesine göre Türkiye’nin diğer adalarla birlikte Kıbrıs’ın geleceği üzerinde söz hakkına sahip olacağı hükme bağlanırken, Lozan Andlaşması’nın 20. maddesi ile de Kıbrıs’ın 1914’ten itibaren bir İngiliz adası olduğu kabul ediliyordu. Lozan Andlaşması’nın 16. ve 20. maddelerine göre Türkiye’nin 5 Kasım 1914’ten itibaren, Ada’daki egemenlik haklarından vazgeçtiği açıkça belirtilmesine karşın, 16. maddeye göre İngiltere, Kıbrıs üzerinde egemenlik hakkından herhangi bir sebeple vazgeçtiği takdirde, Ada’nın kaderi Türkiye’nin de içinde bulunduğu taraflarca belirlenecekti .


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]3. Kıbrıs Cumhuriyetine Giden Yol ve Sonrası (Zürih, Londra ve Lefkoşe Andlaşmaları)
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]1958 yılı sonunda, NATO’nun Kıbrıs konusuna bir çözüm bulmak için giriştiği çabalar sonuç vermeyince, Yunanistan, Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na götürmüştür. Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan görüşmeler sonunda 11 Şubat 1959’da Kıbrıs’ta bağımsız bir cumhuriyet öngören Zürih Andlaşması imzalanmış, Zürih Andlaşması’nın İngiltere ile Kıbrıs’taki Türk ve Rum Topluluklarınca da tasvibi gerektiğinden 19 Şubat 1959 tarihinde Londra Andlaşması aktedilmiştir .
Zürih ve Londra Andlaşmalarının hayata geçirilebilmesi amacıyla Mart 1959 tarihinde başlayan çalışmalar Temmuz 1960’da tamamlanmış, 16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası yürürlüğe girmiştir. 31 Temmuz 1960’da 50 üyeli Kıbrıs Temsilciler Meclisi seçimlerinde 35 üye Rum topluluğu, 15 üye de Türk topluluğu tarafından seçilirken, Rum topluluğunun seçimlere katılma oranının %64, Türk topluluğunun da %81 olduğu anlaşılmıştır. (Sarıca, Teziç, Eskiyurt, 1975, s.13)
Aralık 1963’te Makarios’un Anayasa değişikliği önerilerinin Türkiye tarafından reddedilmesi üzerine çıkan olaylarda Ada’da 24 Türk öldürülmüştür. Böylece Kıbrıs sorunu yine uluslararası platformlara taşınmış, 1964 ve 1965 yıllarında da Ada’da olaylar devam etmiş, 28 Aralık 1967’de “Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi”nin ilanı yoluna gidilmiştir. (Dışişleri Bakanlığı Bülteni, 1967) 15 Temmuz 1974’te Makarios’un, EOKA Tedhiş Örgütü ile Ada’daki Yunan Silahlı Birliklerince devrilmesi üzerine, dönemin Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, “......Kıbrıs’ta esas sorun barıştır. Ada’daki Türkler için güvenliktir” diyordu. Ada’da meydana gelen darbe üzerine taraflar arasındaki görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca 20 Temmuz 1974’te Türkiye 1960 tarihli “Garanti Andlaş-ması”nın garantör devleti sıfatıyla Ada’ya askeri çıkarma yapılmış günümüze kadar gelen Kıbrıs’taki fiili ve uluslararası sonucun temelleri atılmıştır.


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]4. 20. Yüzyılda Akdeniz ve Kıbrıs’ın Jeopolitiği
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde Akdeniz ve Kıbrıs şu şekilde değerlendirilmektedir. Akdeniz’de toprağı olan devletler arasında yalnız dördü Akdeniz politikası oluşturabilecek kadar güçlüdür. Bu ülkeler İngiltere, Fransa, İtalya ve bunlara göre daha az büyük olan ama iyi yönetilen Türkiye’dir. Türkiye bu alandaki yarışta İspanya’yı geride bırakmıştır. Bunların dışında kalan öteki Akdeniz devletleri – İspanya, Yugoslavya, Arnavutluk, Yunanistan ve Mısır- ya dört büyük Akdeniz devletinin isteklerine, ya da Avrupa’daki olaylara boyun eğmek durumundadır. Kıbrıs’ın bu genel Akdeniz görüntüsü içindeki yerinin saptanması, öncelikle İngiltere’nin II. Dünya Savaşı’na kadar sürdürdüğü Akdeniz politikası içinde Kıbrıs’a nasıl bir rol yüklediğine ve değişen koşullarla birlikte bu rolün de değişip değişmediğine bakmakla mümkündür. Bunun yanı sıra, Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs’la ilgilenen iki Akdeniz devleti olarak, İngiltere ile genel Akdeniz politikası çerçevesindeki ilişkilerinin, özel de Kıbrıs politikalarında bir farklılık gösterip göstermediğine de bakmak gerekir. Devlet ve bilim adamları, çeşitli zamanlarda Akdeniz’in İngiltere için bir “atardamar”, “yaşamsal önemi olan bir yol” olduğunu ifade etmişlerdir. 1936’da Anthony Eden’e göre Akdeniz İngiltere’nin “Can Damarı” niteliğinde olan ana yoludur. Her iki dünya savaşı Akdeniz’in ve özellikle Süveyş Kanalı’nın İngiltere için ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. (Monroe, 1963) Ve bu önem 1950 sonrasında da giderek artmıştır. Bu dönemde İngiltere için son derece önemli olan Akdeniz’de, İngiliz varlığına karşı 1935’te İtalyan tehlikesi baş göstermiştir. Dolayısıyla İngiltere Akdeniz’de çıkarlarının ve Akdeniz’in güvenliğinin tehlikede olduğu algılamasında gecikmemiştir. Haliyle İngiliz üstünlüğüne rakip olan İtalya’nın 1935’ten sonra kısa süreli de olsa Kıbrıs ile de ilgilenmeye başladığı görülecektir.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]5. Kıbrıs’ta İngiliz Politikaları
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kıbrıs’ta 1954’ten itibaren başlayan Türklere karşı ENOSİS hareketi tedhiş eylemlerine ve EOKA yer altı örgütü faaliyetlerine, İngiltere’nin geleneksel “ Böl ve Yönet” politikası ile yaklaştığı kesindir. Bu politika sonucu Ada’daki iki topluluk arasındaki düşmanlığın arttığı gözden kaçırılmamalıdır. İngiltere için ekonomik bakımdan değil, stratejik bakımdan önemli, sabit bir uçak gemisi diye nitelendirilen Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu stratejik dengesini sağlayan terazinin kefesinde büyük bir ağırlıktı. Mısır’a karşı girişilen İngiliz-Fransız Süveyş harekatının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra (Türkiye Defteri, 1974) üzerinde bir zamanlar “ Güneşin asla batmadığı” İngiliz İmparatorluğu’nun son kalıntılarından biri olan Kıbrıs’ın, stratejik önemi jeopolitik ve jeostratejik olarak dünya güç ve egemenlik kavgasını sürdürme nöbetini devralan ABD’nin de yakın ilgisini çekmiştir.
Kıbrıs’ta 1950 sonrası gelişen sol partilerin gücü, Sovyetler Birliği’nin Ada’da etkinliğini arttırması da dikkate alındığında adeta ikinci bir Küba olma ihtimali ABD’nin uykusunu kaçırırken, Uluslararası denge uzmanı olan Makarios’un zaman zaman Üçüncü Dünya ve Sosyalist Blok ülkelerine yaklaşır gözükmesi, Birleşik Devletlerin bu arzusunu büsbütün arttırmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere, Kıbrıs’ı elde tutma konusunda başlangıçta tereddütlü bir dönem geçirmiş, 1950’den itibaren Ada’ya ilişkin mevcut durumu kesinlikle korumaya karar vermişti. Bunun başlıca nedeni, bu dönemde Ada’nın Orta Doğu politikası açısından giderek artan stratejik önemiydi. Zira Mısır’daki İngiliz askeri varlığı sona ermekteydi (Eden, 1960). 1950’lilerin başında İngiliz dış politikası, Kıbrıs sorununu gündem dışı tutma, konuya dair Yunanistan’dan gelen çeşitli önerileri geçiştirmeye yönelikti. Temmuz 1954’de Orta Doğu Komutanlığı’nı Mısır’dan, Kıbrıs’a taşıma kararı alınınca Nisan 1955’te EOKA (Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Örgütü) tarafından İngiliz idaresine karşı silahlı direniş hareketi başlatılmıştır (Wosgian, 1963). İngiltere 1955 yılında Kıbrıs’ın stratejik öneminden yararlanabilmek, olanaklarını elinden kaçırmamak için Yunanistan’la birlikte Türkiye’nin de katıldığı bir konferansın toplanmasını teklif edecektir.
Londra Konferansı’nda, İngiltere, egemenlik hakkı kendisinde kalmak şartıyla, Kıbrıs’a otonomi vermeyi ve Ada’nın savunmasına Türkiye ve Yunanistan’ın da katılmasını önerir. Yunanistan, Kıbrıs halkına Self-Determination ilkesinin uygulanmasını teklif eder. Türkiye ise bu önerilere karşı çıkarak mevcut durumun korunmasını, korunmayacaksa Ada’nın kendisine iadesini istemiştir. Türk Hükümeti’ne göre, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı, Ege ve Doğu Akdeniz’de, Lozan Andlaşması’yla sağlanmış dengeyi ciddi bir biçimde bozacaktı. Kıbrıs’ın statüsü değişecekse, Ada eski sahibine geri verilmelidir. Vaktiyle Türkiye Ada’daki haklarından Yunanistan lehine değil, İngiltere lehine vazgeçmiştir (Sarıca, Teziç, Eskiyurt, 1975, s.217).

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]6. ABD ve Rusya’nın Kıbrıs Politikaları

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Başından beri ABD’nin doğrudan Kıbrıs adası ile ilgilenmekten çok bölgedeki genel dengeyi dikkate aldığı, Sovyetler Birliği’nin bölgeye yönelik nüfuzunu önlemeye çalıştığı söylenebilir. Bölgede İngiliz çıkarlarını ön planda tutan İngiltere ile de zaman zaman ABD’nin ters düştüğü de olmuştur. Yunanistan’ın ENOSİS istekleri de dikkate alındığında, ABD, Kıbrıs’a NATO perspektifinden bakmıştır. Türk-Yunan çatışması alevlendikçe de NATO’nun Güneydoğu kanadının bütünlüğü çerçevesinde siyaset ve strateji geliştirmiştir.
1960’da ortaya çıkan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasında ABD’nin önemli bir rolü olduğu açıklıkla söylenebilir. Bu arada Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini onaylamadığını, Türk müdahalesine müdahale eden Amerika’nın kendi verdiği silahları da izni olmadan Türkiye’nin kullanamayacağını Başkan Johnson’un mektubu ile bildirmesi üzerine Türkiye, ABD ve Batı dışında, doğrudan kendi çıkarları için, yalnız bırakılacağını anlamış oldu. (Sönmezoğlu, 2000) Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs’a ilişkin politika ve stratejisi, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki İngiliz, sonraları ABD etkisini zayıflatacak her hareketi desteklemek temeli üzerine kurulmuş, ENOSİS’e karşı tutumu da bu çerçeve içerisinde şekillenmiştir. Özellikle, Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya girişlerinin ardından Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs Sorunu’nu, “NATO’ nun güneydoğu kanadını zayıflatmak için kullanılabilecek bir taktik araç” olarak görmüştür. Komünist Rum AKEL partisinin güçlenmesi de Rusya’nın ilgi ve desteğini çekmiştir (Adams, 1971).
ABD’nin Ada’ya olan stratejik ilgisi başlıca iki biçimde ortaya çıkmaktadır. ABD’nin Kıbrıs’a olan negatif stratejik ilgisi, Sovyetler Birliği’nin bu bölgedeki etki ve imkanlarını minimize etmek ya da ortadan kaldırmak amacına yöneliktir. Birleşik Devletler’in Ada’ya olan pozitif ilgisinin odak noktası ise belirgin bir biçimde yararlandığı Kıbrıs’taki İngiliz üsleridir. Zira Kıbrıs’taki üslerin zaman zaman giderlerinin bir kısmı ABD tarafından finanse edilmesi, Kıbrıs’la ilgili olarak her iki ülkenin ittifakının göstergesidir. Ayrıca ABD bu üslerde casus uçakları bulundurmakta, buradan Orta Doğu’ya yönelik çeşitli istihbarat kolaylıkları sağlamak açısından yine bu üslerden geniş ölçüde yararlanmaktadır (Borowiec, 1983). Dolayısıyla ABD’nin Kıbrıs sorununun çözümüne bakışında askeri üslerle ilişki bulunduğunu ve bunun önemli bir faktör olduğunu görmek gerekmektedir.


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]7. Türk-Amerikan İlişkilerinde Kıbrıs
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kıbrıs, Türk-ABD ilişkilerinin elli yıllık sürecinde, Türkiye’nin kendi algıladığı çıkarları doğrultusunda, Washington’un onaylamadığı bir politika stratejisi ile hegemonya çizgisi dışına çıktığı en belirgin ve etkileri en uzun süren uluslararası olaydır.
Aynı zamanda Türkiye’nin, ABD ve Batı ile özdeş genel siyasal tutumu, ABD egemenlik sisteminde tuttuğu yer dolayısıyla, hem müttefikleri, hem de tarihi, ekonomik-sosyal gelişmişlik düzeyi gibi etkenlere bakarak daha yakın olması gereken Üçüncü Dünya ülkeleri karşısında en yalnız kaldığı olaydır. ABD’nin, Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı kollayan bir tutum içinde olduğu açıklıkla söylenebilir. ABD için Türkiye’nin körfez krizi politikasından sonra ikili ilişkiler, Kıbrıs’ın gölgesinden kurtulmuş sayılabilir.
Ancak, Washington, hala Türkiye’nin hegemonik sistem dışına taşan bazı siyaset ve stratejilerini denetleyebileceği “Yunan Lobisi” kartını ve 7/10 askeri yardım faktörünü elinde tutmaktadır. Bugün Türk-ABD ilişkilerinden çok, Kıbrıs’ın süren etkileri, daha çok Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini zorlamaktadır. AB’ne tam üye olması gereken Türkiye’nin bir süre daha bekletilmesi için, Kıbrıs sorunu da, bir araç olarak kullanılmaktadır. Kıbrıs müdahalesinin yol açtığı sorunlar, ABD hegemonyasının çerçevelediği kurallar içerisinde Türk-Amerikan ilişkilerinin düzelmesi ile çözümlenmiş gözükmektedir (Bostanoğlu, 1999). Mevcut fiili durumda önemli değişiklikler ortaya çıkmadıkça Türk-ABD ilişkileri açısından, Kıbrıs’ın önemli bir ihtilaf konusu sorun olmaktan çıktığını söylemek mümkündür. Zira 2000’li yıllarda Türkiye, ABD jeopolitik ve jeostratejik güç ve egemenlik mücadelesinin güvenlik boyutu içinde önemli sayılabilecek bir yer tutmayı sürdürmektedir.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]8. Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs Politikaları

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kıbrıs olayı, Türk kamuoyunun dış politika konusuyla daha yakından ilgilenmesine, dış politikanın tabu olmaktan çıkmasına ve Türkiye’nin dış ilişkilerinin tartışma konusu yapılmasına yol açan olaydır. Kıbrıs olayları ile Türkiye, içinde bulunduğu ittifaklar zincirinin bütün sorunlarını çözmediğini çarpıcı bir biçimde görerek, anlamıştır. 1950 yılından itibaren, 1963’te doğan müdahale hakkını Türkiye 1974 yılında kullanana dek, Türk hükümetlerinin Kıbrıs sorununa çözüm bulma konusunda birçok zigzaglar çizdikleri görülmüştür. Ama bu arada, tüm Türk hükümetlerinin amacı, Kıbrıs’taki Türklerin can ve mal güvenliklerini korumak ve onların insanca yaşamasını sağlamak yolunda olmuştur (Sarıca, Teziç, Eskiyurt, 1975, s.215).
Yunanistan’ın Kıbrıs politikası, Yunan Pan Helenizminin bir parçası ve uzantısıdır. Zaman zaman Yunanistan’ın Kıbrıs politikası Kıbrıs Rum yönetiminin politikası ile çatışsa da, amaç her ikisi içinde ENOSİS ve ona varmak için Kıbrıs’ı tam bağımsız devlet durumuna getirmektir. Zira 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti “Bağımsızlığı” kısıtlı bir devlettir. Yunanistan ve Rum Yönetimi Kıbrıs üzerinde uluslararası vesayetin yani Türkiye ve İngiltere’nin hukuki hak ve yetkilerinin ortadan kaldırılması mücadelesine girmiştir. Bunun doğal sonucu olarak da Ada’da Rumlar hep çoğunluk iktidarı, Türklerde asimilasyona tabi azınlık muhalefeti olarak kalacaklardı. Yunanistan Başbakanı Papandreu, Mayıs 1964’te Alman Spiegel dergisine verdiği demeçte; “bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs’ın bir gün Akdeniz’in Küba’sı, yani komünistler için sıçrama tahtası olabileceği korkusuna ENOSİS son verecektir” diyerek, ve ENOSİS sonunda Kıbrıs’ın otomatikman NATO üyesi olacağını da belirtmiş, Kıbrıs’ın İsviçre’deki kantonal sistem gibi taksim edilmesi fikrini reddederek, bunun bir iç savaşa yol açacağını iddia etmiştir (Sarıca, Teziç, Eskiyurt, 1975, s.70, 214).
Kıbrıs’ın Türkiye’ye oranla, Yunanistan topraklarından oldukça uzakta bulunması, bu ülkenin Ada’ya ilişkin olarak savunduğu tezlerde stratejik argümanların pek fazla yer almamasına neden olmuştur. Yunanistan’ın tezlerinde sık sık kullandığı öğe Ada’nın etnik kompozisyonudur. Ada nüfusunun çoğunluğunun Kıbrıslı Rumlardan oluşmasının Yunan tezlerine büyük avantaj sağladığı söylenebilir. Türkiye’nin tezlerinin en önemlileri ise stratejik kanıtlara dayanmaktadır. Bu tezler şöyle sıralanabilir:
1- Lozan Andlaşması uyarınca oluşan Ege ve Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasındaki stratejik denge, ardından on iki Ada’nın Yunanistan’a verilmesiyle esasen bozulmuştur. 2- Bu açıdan Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakına yol açacak bir girişime Türkiye karşıdır. 3- Kıbrıs, Türkiye’nin güneyindeki ikmal merkezlerini kontrol edebilecek kadar Türkiye’ye yakındır, bu çerçevede Türkiye’nin ulusal güvenliği ile yakından ilgilidir. 4- Türkiye’nin tarihsel kanıtları arasında Kıbrıs’ın hiçbir zaman Yunanistan’ın idaresi altında bulunmadığı gerçeği de bulunmaktadır.


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]9. Akdeniz’de Uluslararası Güvenlik
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]19. Yüzyılın büyük bir bölümünde Akdeniz, sömürgeci ile sömürgeleştirilenler arasında, Avrupa emperyalizmini temsil eden yöneticiler ile tebaları arasında sınır bölgesi olmuştur. Özellikle Akdeniz kıyılarında yaşayan Orta Doğu halkı, dünyadaki başka bütün halklardan daha uzun bir süre Avrupa hakimiyetinde kalmıştır. Buna ek olarak modern çağda, göç, silahlanma, ticaret kısıtlamaları ve siyasal şiddet bu bölgede yeni sürtüşme konularını da ortaya çıkarmıştır. (Fuller, Lesser, 1996)
Tarih boyunca kurulan ve ayakta kalabilen birçok devlet denizcilik gücü varolduğu sürece, gücünü ve devrine göre süper devlet olabilme özelliklerini koruyabilmiştir. Gerek Hızır Hayrettin Paşa ve gerekse Sir Walter Raleigh’e göre; “ Denizleri kontrol edebilen dünya ticaretini, dünya ticaretini kontrol edebilen zenginlikleri, dünyanın zenginliklerini kontrol edebilen de dünyayı kontrol eder.” Aynı şekilde büyük deniz stratejisti Alfred T. Mahan’a göre de “Okyanusları kontrol edebilen, istediği yer ve zamanda müdahale edebilir. Askeri gücünü, dünyanın neresine isterse sevk edebilir. Okyanusları kontrol edemeyen, politik ve ekonomik bir dev bile olsa dünya çapında bir hareketsizliğe mahkumdur.”
Tarihsel ve jeopolitik boyutu içinde Akdeniz ve Kıbrıs’taki mücadele, gerçekte Akdeniz’deki hayati deniz ulaştırma yolları, geçitler, boğazlar, kanallar ve düğüm noktalarının kontrolü uğruna süre gelen bir mücadelenin uzantısıdır. Tarih boyunca Akdeniz’deki bu mücadele hiç kesintiye uğramamış, sadece aktörleri değişerek evrensel niteliğini korumuştur. Yüzyıllarca dünya ve Avrupa ticaretini besleyen denizler, aynı zamanda büyük deniz ve kara savaşlarını da beslemiştir.
Stratejik düğüm noktaları ve coğrafik özelliklerin bir karışımı olan Akdeniz’in en önemli özelliği, birleştirici oluşudur. Bugün Akdeniz’in en ilgi çeken yönü, çoğunlukla kuzey sahillerinin NATO ülkelerine ait olmasıdır. Gerçekten, NATO bir deniz ülkeleri ittifakıdır. Zira jeopolitik ve jeostratejik olarak deniz ulaşım yolları barış ve savaş zamanlarında ülkelerin hayatta kalmalarını sağlayacak hammadde akışının ana arterleridir.
Akdeniz, dünya petrol rezervlerinin 2/3’üne sahip Orta Doğu ile dünyanın ana stratejik hammadde kaynağı Afrika’nın çevrelediği bir deniz olup, dünyanın en büyük denizcilik koridorudur. Normal dönemde Akdeniz’de bir günde her an seyir halinde olan yük ve ticaret gemilerinin sayısı 3000 - 4000 civarındadır. Son 20 yıldır Türk boğazlarından bir yıl içinde sadece Rusya’ya ait 30 – 40 bin ticaret gemisi Akdeniz’e geçiş yapmıştır. (Baldwin, 1978) Akdeniz, Orta Doğu petrolünü Batı’ya birleştirmekte, Hint Okyanusu’nun ticaret rotalarını en kısa yoldan Atlantiğe ve Rusya’nın Karadeniz limanlarını, Atlantik ve Hint Okyanusuna bağlamaktadır. Yakın gelecekte de Orta Asya petrolleri Akdeniz su yolundan dünyaya iletilecektir. Dolayısıyla, Akdeniz Batı’nın en gelişmiş endüstrilerinin pazarlarını ve kaynaklarını birleştirmektedir.
Batı güvenlik stratejisinin güney kanadını Kuzey Amerika’ya bağlayan deniz köprüsünün son kademesi Akdeniz, deniz ve hava üssü Kıbrıs’tır. Akdeniz stratejisinde üç adet çok önemli, iki adet de ikinci derecede önemli su yolu ve geçidi bulunmaktadır. Dolayısıyla insanlığın bitmeyen jeopolitik güç ve egemenlik mücadelesinin, hayati deniz yolları etrafında yoğunlaştığı bir tarihsel gerçektir. Günümüzde Batı Akdeniz’in stratejik sorunu büyük ölçüde potansiyeldir. Fakat Doğu Akdeniz’in problemi hakikidir ve bir barut fıçısı halindeki Orta Doğu yüzünden savaş tehdidi ve tehlikesi daha yakındır. Dolayısıyla Akdeniz jeopolitiğiyle bu bölgede güvenlik dünya ve bölge barışının da ayrılmaz parçalarıdır.


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]10. Türkiye’nin Güvenlik Perspektifi
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Uluslararası politikada temel yaklaşımı Batı ittifakı ve güvenlik sistemleri içinde statükoyu sürdürme kolaycılığı kronikleşen Türkiye, hem Kıbrıs sorununda hem de diğer ulusal-uluslararası problemlerinin çözümünde, etkin ve etkileyici uluslararası varlık gösterememiş, sorunlarının çözümlerini başta Washington olmak üzere, Batılı müttefiklerinin referans çerçeveleri içinde aramaya dikkat etmiştir.
Bir başka ifadeyle Türkiye’nin, Batı ittifakı üyeliği dışında uluslararası ilişkilerinde öne çıkan bir kimliği en azından 1945’den bu yana olmamıştır. Bu da, ulusal çıkar kavramını somut olarak tanımlamayan ve Batı ittifak üyeliğini tek yanlı ve yanlış bir biçimde, başlı başına bir çıkar olarak kabul eden reaktif politikasının sonucudur.
Türkiye, uluslararası durum ve sorunlara tanımladığı politikalar çerçevesinden değil, çıkan soruna, çıktığı yer ve anda adapte olmaya dönük edilgen ve tepkisel bir yaklaşım izlediği içindir ki, Kıbrıs gibi üç kez müdahalenin eşiğinden dönülen hayati bir konuda dahi Sampson darbesinde hazırlıksız yakalanmıştır. Kıbrıs, Türkiye için bir ulusal çıkar sorunu değil, doğrudan bekasını ilgilendiren, ulusal güvenlik ve savunma sorunudur ve Türkiye Kıbrıs’a böyle bakmak zorundadır.
Türkiye, içinde bulunduğu sistem içinde, kendi ulusal çıkarları ile uluslararası sistemin veya sistemin bir başka üyesinin çıkarları çeliştiğinde, çatışmanın nasıl çözüleceği sorusuna cevap aramamış, sistemin çıkarları dışında kendi öz ulusal çıkarları olabileceğini fark ettiğinde dahi, yeni bir oydaşma platformu yaratabilecek politika girişimlerinde bulunmamıştır (Gill, 1990).

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]11. Türkiye İçin Kıbrıs’ın Stratejik Önemi ve Sonsöz

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kıbrıs, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Akdeniz’de jeopolitik egemenlik iddiasında olan ülkeler, güçler için bir deniz ve sabit hava üssü konumunda olduğuna göre Rusya’nın güneye inmesinin önlenebileceği stratejik üslerden de yine biridir. Kıbrıs, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan batılı güçlere gelebilecek tehditleri bertaraf etmede de etkili bir konumdadır. Keza Süveyş su yolu ile Avrupa’ya taşıyan körfez petrolünün ulaşım güvenliği de, Arap dünyasındaki çatışmalar ve istikrarsızlık dikkate alındığında Kıbrıs’tan daha kolay sağlanabilmektedir.
Kıbrıs’taki kurulu veya kurulacak, askeri deniz ve hava üsleri ile Doğu Akdeniz’de siyasi ve askeri denetim büyük ölçüde sağlanabilir. Orta Doğu ve Afrika’da kolayca askeri operasyon ve harekatlar yapılabilir ve bu bölgeler savunulabilir. Mısır ve Filistindeki kargaşa ve istikrarsız çatışma süreci dikkate alındığında Hindistan’a hava yolu ulaşımı Malta ve Kıbrıs üzerinden yapılabilecektir. Batı ülkeleri açısından Kıbrıs’ın sağladığı stratejik avantajlar sınırlı ise de Ada’nın Batı veya Türkiye karşıtı bir başka gücün eline geçmesi, Türkiye’yi son derece olumsuz etkileyecektir.


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Türkiye’nin stratejik çıkarları ve ulusal güvenliği açısından Kıbrıs’ın önemi özetle şu başlıklar altında sıralanabilir;

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]1- Kıbrıs’taki 200 bin kişilik Türk nüfusu ile tarihsel ve kültürel miras Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir.

2- Ege’nin büyük oranda Yunan gölüne dönüştüğü dikkate alındığında Kıbrıs, Türkiye’nin hemen yanıbaşında, Türkiye için Akdeniz’e ve uluslararası sulara çıkış yolu üzerindedir.

3- Türkiye aynı zamanda bir Akdeniz ve Orta Doğu ülkesi olup, bölgenin en büyük ülkesinin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da ekonomik ve siyasal varlığını sürdürebilmesi için Kıbrıs’ta Türk varlığının korunması hayati önem taşımaktadır.

4- 1990 sonrası dönemin stratejik bölgesel gelişmeleri ışığında Orta Asya petrollerinin enerji hattı Türkiye’nin güneyinin güvenlik ve savunma sorununu arttırmıştır. Türkiye yakın bir gelecekte dünyanın önemli enerji terminallerinden birisi olacağından, bölgenin ticari önemi de artacaktır. Dolayısıyla Türkiye bu ekonomik ve ticari potansiyeli “güvenlik altına almak” zorundadır.

5- Güney Doğu Anadolu (GAP) Projesi tamamen bitirildiğinde bölgenin dünya ile bağlantısı İskenderun-Mersin arasından sağlanacağından 40 mil güneyde Kıbrıs’tan bölgenin ticari yol güvenliği garanti altına alınmalıdır.

6- Türkiye yeni gelişmekte olan Asya ekonomik pazarının batı kapısı üzerindedir. Asya, dünya ile deniz bağlantısını Batı’da, Türkiye’nin Akdeniz kapısı üzerinden sağlayacaktır. Dolayısıyla bu batı kapısının önünde de Kıbrıs durmaktadır.

7- Kıbrıs adasının bir Yunan adası, deniz ve hava üslerinin kuşattığı bir yer haline gelmesi, Türkiye’nin hayati ulusal çıkarlarını tehdit edeceği gibi yeni güvenlik sorunları doğuracaktır. Esasen Ege’de denge Türkiye’nin aleyhine bozulduğundan Akdeniz’de de Kıbrıs, Yunanistan’ın egemenlik alanı haline gelirse, Doğu Akdeniz bölgesinin en büyük ölçekli ülkesi olan Türkiye nefes alamaz hale gelecektir.

8- Kıbrıs, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayati öneme haizdir. Özellikle 1990 sonrası dönemde Türkiye jeopolitik coğrafyasında “güvenliği açısından kendi inisiyatifini daha fazla kullanmak” zorunda kalmıştır ve bundan sonra da kalacaktır.

9- Türkiye’nin ortasında yer aldığı bölge, dünyanın en istikrarsız ve sıcak çatışmalarının olduğu yerdir. Orta Doğu, Kafkasya ve Balkanlar tam olarak istikrara kavuşmadığı sürece, sıcak çatışmalar ihtimali potansiyel olarak Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmeye devam edeceğinden Türkiye’nin uluslararası siyaseti, ulusal çıkarları ve güvenliği açısından, Kıbrıs’ın önemi daha da artmaktadır.

10- Dolayısıyla Kıbrıs’taki Türk varlığının arttırılarak devamı, refah seviyesinin arttırılması, mevcut bazı sorunların süratle ortadan kaldırılması Türkiye’nin ulusal güvenliği için büyük önem taşımaktadır.


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kaynakça
• Adams, Thomas W. (1971), AKEL (The Communist Party of Cyprus , Stanford University, Hoover Institution Press, California, 40.
• Baldwin, Hanson W. (1978), Yarının Stratejisi, Harp Akademileri yayını, İstanbul, 148-154.
• Borowiec, Andrew, (1983), “The Mediterranean Feud”, Newyork, Praeger, 137.
• Bostanoğlu, Burcu, (1999), “Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası”, İmge Kitabevi, Ankara, 470.
• Denktaş, Rauf R. (1966), Kıbrıs 12’ye 5 Kala – Son Söz Anavatanındır, Ankara, 11.
• Dışişleri Bakanlığı Bülteni, Aralık 1967, Sayı 39.
• Eden, Anthony, (1960), The Memories of Anthony Eden – Full Circle, Houghton Mifflin, Boston, 396.
• Erendil, Muzaffer, (1992), Çağdaş Orta Doğu Olayları”, Genkur Basımevi, Ankara, 130.
• Fuller, Graham E., Lesser, Ian O. (1996), Kuşatılanlar “İslam ve Batı’nın Jeopolitiği”, Sabah Yayınları, İstanbul, 133-134.
• Gill, Stephen, (1990), American Hegemony and the Trilateral Commission, Cambridge University Press, Cambridge, 55.
• Gürel, Şükrü S. (1984), Kıbrıs Tarihi (1878-1960) Kolonyalizm, Ulusculuk ve Uluslararası Politika I, Kaynak yayınları, İstanbul, 17-20.
• Koumoulides, John T.A. (1971), Cyprus and War of Greek Independence, (1821-1829), National Centre of Social Research, Athens, 117.
• Monroe, Elizabeth, (1963), Britain’s moment in the Middle East. 1914-1956 , Chatto and Windus, London, 50,51.
• Özey, Ramazan, (1997), Dünya ve Ülkeler Coğrafyası, İstanbul, 253.
• Sarıca, Murat-Teziç, Erdoğan-Eskiyurt, Özer, (1975), Kıbrıs Sorunu, İstanbul, 3, 13, 70, 214, 215, 217.
• Sönmezoğlu, Faruk, (1991), Tarafların Tutum ve Tezleri Açısından Kıbrıs Sorunu (1945-1986), İstanbul, 7.
• Sönmezoğlu, Faruk, (2000), Türkiye-Yunanistan İlişkileri – Büyük Güçler “Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar”, Der Yayınları, İstanbul, 90.
• Türkiye Defteri, (Eylül 1974), “Vatan, 2 Nisan 1954”, Sayı:11, 58.
• Wosgian, Daniel Stephan, (1963) Turks and British Rule in Cyprus, Michigan University, 213.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kaynak:Aylık strateji dergisi JEOPOLİTİK 1.sayı
 

DoGaN DuRMuS

Dost Üyeler
Katılım
6 Şub 2009
Mesajlar
218
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Lefkoşa-Giresun
Web sitesi
www.yakindoguforum.com
Cevap: Kıbrıs'ın Stratejik Konumu

Kıbrısın Bulunduğu konum coğrafi bakımdanda Son derece önemli.Nitekim Türkiye asya-avrupayı bağlıyor.Kıbrıs ASYA-AFRİKA-AVRUPA Üçlüsünü birleştiren bir ada.
 
Üst