İsimleri ve suçları...

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Dumanlar içinde hasıra sarılmış gencecik bir beden...
Adı; Zübeyr bin Avvam (r.a)
Suçu: Müslüman olmak
Yaşı: Henüz onbeş
İşkence yapan: Öz bir amca



Kesik kesik öksürükler içinde zulüm kokan bir ses yayılıyor etrafa.

- Muhammed’in Rabbini inkar et! Seni bu işkenceden kurtarayım.

Cevap bir meydan okumadır sanki:

- Hayır. Vallahi asla küfre dönmem.

Bir şehâdettir bu ölümü hiçe sayan.

Bu şehâdet, dumanla birlikte yükselirken semaya, ateş bir kez daha körüklenir zalimce.
Bir zülümdür bu, amca merhametinin de üstünde olan..

***


İdam sehpasında bir kahraman...


Adı: Hubeyb bin Adiy (ra)

Suçu: Müslüman olmak Allah Resûl’ü Kureyşle ilgili bilgi toplamak istiyor.


Âsım bin Sâbit (ra) başkanlığında on kişi toplanıyor. İçlerinde O da var. Hassan bin Sâbit (ra) şiirinde şöyle sesleniyor ona:'Ey ensarın ortasındaki şahin! Yumuşak huylulukta pırıl pırıl olan.'Asım bin Sabit ve sekiz arkadaşı yolda yüz okçunun hedefi olup, şehit oluyorlar.Hubeyb bin Adiy ve arkadaşı Mekke de esir pazarında...İntikam ateşleri içinde yanan el Haris oğulları bu isme hiç de yabancı değiller.


Karar: Ateşle işkence El Haris’in kızı telaş içinde Mekke sokaklarında bağırıyor.-Vallahi O’nu elinde büyük bir salkımdan üzüm yerken gördüm. Halbuki o zincirle bağlı hem Mekke’de bir üzüm tanesi bile yok.Her şeye rağmen gözleri önünde i’dam sehpaları hazırlanıyor Hubeyb binAdiyy’in. Mızraklar bilenmiş her şey hazır.Dilinde bir duâ:'Allah’ım, biz peygamberin risaletini tebliğ ettik. Bize yapılanları O’na ulaştır.'....Ve mızraklar Hubeyb’in vücudunda..


***


Müslüman olacağını rüyasında gören bir genç...

Adı: Hâlid bin Said (r.a)
Suçu: Müslüman olmak

Ay ışığının aydınlattığı karanlık bir oda...

Köşeye sinmiş, aç, susuz ve dövülerek işkence edilmiş bir beden.
İşkenceyi yapan: Bir baba
Üzerine kapatılan kapılar O’nu Rabbiyle baş başa bırakıyor. Şimdi ne odanın karanlığı acıtıyor içini ne de yaralarından akan kanlar. İmanın teselli etmediği yer mi var? !

Fakat bu kadar işkence kafi değil bu baba için. Mekke’nin kızgın kumlarına yatırıyor oğlunu. Yetmiyor ağır taşlar koyduruyor üzerine...


Habeşli siyahi bir köle...

Adı: Bilal-i Habeşi (r.a)
Suçu: Müslüman olmak.

İşkenceyi yapan: Efendisi Umeyye bin Halef

Kölesinin Müslüman olması çileden çıkartıyor o’nu:

-Andolsun sen ölmedikçe yahut Muhammed’i ve onun dinini inkar etmedikçe bu azabı üstünden eksik etmeyeceğim.
Ücretle tutulmuş müşrik çocukları tarafından boynundaki iple aç, susuz Mekke sokaklarında gezdiriliyor. Önce kızgın kumlara yatırılmış olacak ki, izleri hala sırtında.

Allah ve Rasulünün aşkıyla yanan bir kalbe sahip bedeni kızgın kumlar ne kadar yakabilir ki! ?


***


Urganla direğe bağlanıp bayılana kadar dövülen edep ve haya timsalidir.

Adı: Osman bin Affan (ra)
Suçu: Müslüman olmak.

İşkenceyi yapan: Amcası Hakem bin Ebu-l As
Melekler bile haya ediyor O’dan..

***


Yeryüzünde yürüyen bir şehit...

Adı: Talha bin Ubeydullah (ra)
Suçu: Müslüman olmak

İşkenceci: Nevfel bin Adviye
İple bağlanıp işkence edilen bir sahabi de O.
Ama Allah Rasul’ü O’ndan bahsederken 'Yeryüzünde yürüyen bir şehide bakmak isteyen Talha’ya baksın' buyuruyor.

***


Ve Habbab bin Eret... (ra) İşkencenin beklide en ağırı O’naydı.

Efendisi Ümmü Ammar O’nu ateşe yatırır, vücudu ateşi söndürmeden kaldırmazdı.


***


İşte...

Bir yanda cahiliye bataklığının tam ortasında bir devir ve kalplerindeki yaratanına sığınma arzusunu kendisine bile faydası olmayan taşlarda arayan zavallı bir beşeriyet...
Diğer yanda hidayet güneşinin aydınlığında asr-ı saadet denilen ve içlerinde daha dünyadayken cennetle müjdelenen nice hidayet erlerinin çıktığı bir insanlık.


Peki neydi onları karanlık kuyuların güzel Yusufları yapan?


Yusuf’un güzelliğine bir sebep kuyunun karanlığıydı belki de...


Ya neydi onları secdelerin sultanı yapan?


Sultanlığa sebep secdedeki zillet tacını giymekti belki de...


Atalarının dininden ayrılıp Hak’kı dolayısıyla işkenceyi zulmü kabul ve tasdik edenler.


İşte onlar... işte biz....


Onların çektiklerini çekmeye hangimiz hazırız biz? !


Onlar neler çekti, biz, neler gördük?


Her birimiz cahiliye kuyularında boğulmayan Yusufların aksine ahir zaman kuyularında boğulmaya talip olmuş gibiyiz!


Düşünebildiği kadar insan olan insana Nebiy-yi Zişan’nın bu sözü kafi gelir herhalde:


'Sizden öncekiler âhiret işlerinden arta kalan vakitlerini dünyaya harcarlardı. Sizler

ise dünya işlerinden artan vakitlerinizi âhirete sarf ediyorsunuz.'

İşkence edenler ve edilenler..

Dünya lezzetlerini tercih edenler ve âhireti özleyenler..
Büyük bir göç var, herkes gidiyor. Zulmedenler de zulme uğrayanlar da zulme seyirci kalanlar da bu sevkiyata karşı koyamaz. Göç muhakkak.

Bu göçte secdedeki zilleti tercih eden sultanların önderliğiyle ahir zaman kuyularında boğulmayan Yusuf’lar olmak duâsıyla..

alıntı

 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: İsimleri ve suçları...

Halid Bin Said’in İslam ile Tanışması





İslâma gizli davet devri henüz devam ediyordu.
Bu sırada Müslümanlar safına Kureyş’in mümtaz bir şahsiyeti daha katıldı: Halid bin Said. Hz. Halid, Kureyş’in ileri gelen ve zengin bir âilesine mensuptu.
Arap edebiyat ve ilmini gayet iyi bilen Hz. Halid, bir gece rü’yâsında; babasının kendisini tutup Cehenneme atmak istediğini, fakat Resûlullahın yetişip kendisini Cehenneme düşmekten kurtardığını gördü.
Feryad ederek uyandı. Böylesine berrak bir rüyânın mânâsız olamayacağını idrak eden Hz. Halid kendi kendine, “Vallahi, bu rü’yâ gerçektir” dedi ve vakit kaybetmeden Hz. Ebû Bekir’e koştu. Rüyâsını anlattı.
Sıddık-ı Ekber,
“Hakkında hayırlı olmasını dilerim,” dedi. “Seni, o Resûlullah kurtaracaktır. Hemen git, ona tabi ol! Sen, ona tâbi olacak, İslâm dinine girecek, onunla birlikte bulunacaksın. O da seni, rü’yâda gördüğün gibi Cehenneme düşmekten kurtaracaktır.”
Hz. Halid hemen Resûlullahın yanına vardı ve
“Yâ Muhammed! sen, insanları neye dâvet ediyorsun?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz,
“Ben,” dedi, “halkı, tek olan ve şeriki bulunmayan Allah’a, Muhammed’in de Onun kulu ve Resûlü olduğuna îmân etmeye; işitmez, görmez, hiçbir fayda ve zarar vermez, kendisine tapınanları da tapınmayanları da bilmez birtakım taş parçalarına tapmaktan vazgeçmeye dâvet ediyorum.”
Bu sözleri dikkat ve hürmetle dinleyen Hz. Halid derhal şehâdet getirdi:
“Ben, şehâdet ederim ki, sen, Allah’ın Resûlüsün!”185
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu zâtın İslâm dairesine girmesine fazlasıyla sevindi.
Hz. Halid, Müslüman olur olmaz, evinde ve etrafta da İslâmiyetten bahsetmeye başladı. Bir müddet sonra zevcesi Ümeyne de Müslümanlar safında yer aldı.
Oğlunun Müslüman olduğu haberini alan Kureyş’in zenginlerinden ve ileri gelenlerinden Ebû Uhayha Said, fazlasıyla hiddetlendi.
Hz. Halid’in birgün, Mekke’nin tenha bir yerinde namaz kılmakta olduğunu duydu. Diğer oğullarını gönderip onu yanına getirtti. Hiddetli hiddetli,
“Sen,” dedi, “Muhammed’in, kavmine muhalefet ettiğini, getirdiği itikatlarla kavminin ilâhlarını ve geçmiş atalarını kötülediğini görüp durduğun halde ona tâbi oldun, öyle mi?”
Sonra, İslâmiyetten vazgeçmesi için bir sürü lâf etti. Ancak gönlünü îmân nuruyla aydınlatan Hz. Halid’in zerre kadar tereddüdü yoktu ve asla pişmanlık duymuyordu. Çatık kaşlarla bakan babasına şu cevabı verdi:
“Vallahi, Muhammed (a.s.m.) hak söylüyor. Ona tâbi oldum. Ölümü göze alırım da onun dinini asla bırakmam.”
Bu sözlere fena halde kızan Ebû Uhayha, elindeki değnekle, kırılıncaya kadar onu dövdü.
Fakat nafile! Sebât ve metanetin menbâı olan îmân, artık Hz. Halid’in kalbinde yer etmişti ve o bu îmân nûrı ile mutmain olmuştu. Ezâ, cefa bu îmân karşısında zerre kadar menfi tesir icrâ edemiyordu.
Dayağın kâr etmediğini gören zalim baba, bu sefer,
“Git,” dedi. “Senin iaşeni, rızkını keseceğim. İstediğin yere git.”
Rızkını verenin Allah olduğunu bilen Hz. Halid yine aldırmadı ve
“Ey babacığım,” dedi, “sen benim rızkımı kesersen, elbette Allah, bana geçineceğim şeyi verir.”
Baba Uhayha, bu sefer onu alıp hapsettirdi. Ev halkına tehdidi ise şu oldu:
“Eğer biriniz onunla konuşacak olursa, onu perişan ederim.”
Hz. Halid, günlerce aç ve susuz bırakıldı.186
İnancı uğrunda kendisine böylesine ezâ ve cefâyı revâ gören babanın yanında kalmak artık mânâsızdı. Bir fırsatını bulup, babasının elinden kurtuldu. İkinci Habeşistan hicretine kadar babasına görünmedi.187
Habeşistan’a giden ikinci hicret kafilesine zevcesiyle katılarak Mekke’den ayrıldı.
Hz. Halid, Cahiliyye Devrinde mükemmel yazı yazan birkaç şahsiyetten biri idi. Rivâyete göre, Resûl-i Ekrem Efendimizin Yemen hükümdarına verdiği Emannâme’nin metnini ve diğer bir çok anlaşma metinlerini de Hz. Halid kaleme almıştır.188





185. İbni Sa’d, Tabakât: 4/94; İbn Hacer, İsâbe: 1/406
186. İbni Sa’d, Tabakât: 4/95
187. İbni Sa’d, Tabakât: 4/95; Halebi, İnsânü’l-Uyun: 1/282
188. İbni Sa’d, Tabakât: 1/262; İbni Abdi’l-Berr, İstiab: 2/421
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: İsimleri ve suçları...

H.Z Zübeyr Bin Avvam (r.a.) >Hayatı<


Zübeyr bin Avvam ya da Zübeyr bin el-Avvam(Arapça:الزبير بن العوام d.? ö. 656), Muhammed'in halası Safiyye'nin oğludur.

Küçük yaşta babasını kaybetti. Velayetini amcası Nevfel üstlendi ve onun yanında büyüdü.

Ebu Bekir vasıtasıyla Müslüman oldu. 615 yılındaki hicrete katılarak Habeşistan'a gitti. Buradan da Medine'ye geçti.

Bedir Savaşı'na katıldı. Bu savaşta, Mekke ordusunda bulunan ve Kureyş'in aslanı olarak bilinen amcası Nevfel'i öldürdü.

Uhud Savaşı ve Hendek Savaşı'nda da bulundu. Mekke'nin fethinde İslam Ordusu'nun sancaktarlığını yaptı. Ömer devrinde de savaşlara katıldı. 642 yılında Mısır'ın fethinde bulundu.

Halifeliğe Ali geçince ona biad etti. Ancak Cemel Savaşında Talha bin Ubeydullah'la birlikte Ali'ye karşı Ayşe'nin yanında yer aldı. Savaş sırasında Ali'nin kendisine Muhammed (S.AV.)'in bir sözünü hatırlatması üzerine savaştan çekildi. Medine'ye doğru giderken kendisini takip eden Amr bin Cürümüz tarafından öldürüldü.

Zübey bin Avvam, cennetle müjdelenen on sahabiden(Aşere-i Mübeşşere) biridir. Muhammed, onun hakkında şöyle demiştir:

Talha ile Zübeyr Cennette benim komşularımdır (Buhari)
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: İsimleri ve suçları...

Hubeyb bin Adiy (r.a.)

Kur’ân öğretmek üzere bir gurup Sahabi ile Medine’den yola çıkan, fakat yolda pusuya düşürülerek esir alınan ve Mekke’ye köle olarak satılan Hubeyb bin Adiy’i (r.a.) Mekke müşrikleri bir süre hapsettiler. Ardından Ten’im dedikleri ölüm meydanına götürdüler.
Orada, “Ey Hubeyb! Son bir isteğin var mı?” dediler.

Hubeyb bin Adiy (r.a.), “Yaşatan, öldüren ve öldükten sonra gene diriltecek olan, yalnız Cenab-ı Allah’tır” dedi.
... Devamını Gör
Müşrikler burunlarından soluyarak tekrar sordular:

“Ölmeden önce son bir arzun yok mudur?”

Hubeyb (r.a.), “Bırakırsanız iki rekât namaz kılmak isterim” dedi.

“Peki, kıl!” dediler.

Hz. Hubeyb iki rekât namaz kıldı, Cenâb-ı Hakka duâ yaptı.

Hâris oğulları, “Artık ölmeye hazır mısın?” dediler.

Hubeyb (r.a.), “Müslüman olarak öldükten sonra, ne şekilde can verirsem vereyim, önemli değil. Çünkü bütün çektiklerim, Allah ve Resulullah sevgisi içindir. Cenab-ı Hak dilerse, parça parça edeceğiniz vücudumun her zerresini, lütuf ile Cennetine nail eyler” dedi.

Müşrikler, onu darağacına astılar. Yüzünü kıbleden Medine’ye doğru çevirdiler.

Sonra, “Ey Hubeyb! Dininden dön, seni affedelim!” dediler. Hubeyb (r.a.), “Vallahi bütün dünya bana verilse, yine İslâmiyetten dönem!..” dedi.

“Şimdi senin yerine Peygamberinin olmasını, onun öldürülmesini ister misin?” dediler.

Hubeyb (r.a.), “Muhammed Aleyhisselâmın, değil benim yerimde olmasını, Medine’de yürürken ayağına bir diken batmasına bile razı olmam!” dedi.

Bundan sonra Hubeyb, “Allah’ım! Resulüne selâmımı ulaştır. Bize yapılan bu işi Resulüne bildir” diye duâ etti.

Hubeyb bu duâyı yaptığı sırada sevgili Peygamberimiz, Ashab-ı Kiramla oturuyordu.

“Ve aleyhisselâm” buyurarak, Hubeyb’in selâmını aldı. Yanındakiler, “Yâ Resulallah! Kimin selâmını aldınız?” dediler.

Allah Resulü (a.s.m.), “Kardeşimiz Hubeyb’in selâmını aldım. Cebrâil aleyhisselâm, Hubeyb’in selâmını bana ulaştırdı” buyurdu.

Ve Hubeyb (r.a.) şehit edildi.


 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: İsimleri ve suçları...

Hubeyb bin Adiy (r.a.)

Kur’ân öğretmek üzere bir gurup Sahabi ile Medine’den yola çıkan, fakat yolda pusuya düşürülerek esir alınan ve Mekke’ye köle olarak satılan Hubeyb bin Adiy’i (r.a.) Mekke müşrikleri bir süre hapsettiler. Ardından Ten’im dedikleri ölüm meydanına götürdüler.
Orada, “Ey Hubeyb! Son bir isteğin var mı?” dediler.

Hubeyb bin Adiy (r.a.), “Yaşatan, öldüren ve öldükten sonra gene diriltecek olan, yalnız Cenab-ı Allah’tır” dedi.

Müşrikler burunlarından soluyarak tekrar sordular:

“Ölmeden önce son bir arzun yok mudur?”

Hubeyb (r.a.), “Bırakırsanız iki rekât namaz kılmak isterim” dedi.

“Peki, kıl!” dediler.

Hz. Hubeyb iki rekât namaz kıldı, Cenâb-ı Hakka duâ yaptı.

Hâris oğulları, “Artık ölmeye hazır mısın?” dediler.

Hubeyb (r.a.), “Müslüman olarak öldükten sonra, ne şekilde can verirsem vereyim, önemli değil. Çünkü bütün çektiklerim, Allah ve Resulullah sevgisi içindir. Cenab-ı Hak dilerse, parça parça edeceğiniz vücudumun her zerresini, lütuf ile Cennetine nail eyler” dedi.

Müşrikler, onu darağacına astılar. Yüzünü kıbleden Medine’ye doğru çevirdiler.

Sonra, “Ey Hubeyb! Dininden dön, seni affedelim!” dediler. Hubeyb (r.a.), “Vallahi bütün dünya bana verilse, yine İslâmiyetten dönem!..” dedi.

“Şimdi senin yerine Peygamberinin olmasını, onun öldürülmesini ister misin?” dediler.

Hubeyb (r.a.), “Muhammed Aleyhisselâmın, değil benim yerimde olmasını, Medine’de yürürken ayağına bir diken batmasına bile razı olmam!” dedi.

Bundan sonra Hubeyb, “Allah’ım! Resulüne selâmımı ulaştır. Bize yapılan bu işi Resulüne bildir” diye duâ etti.

Hubeyb bu duâyı yaptığı sırada sevgili Peygamberimiz, Ashab-ı Kiramla oturuyordu.

“Ve aleyhisselâm” buyurarak, Hubeyb’in selâmını aldı. Yanındakiler, “Yâ Resulallah! Kimin selâmını aldınız?” dediler.

Allah Resulü (a.s.m.), “Kardeşimiz Hubeyb’in selâmını aldım. Cebrâil aleyhisselâm, Hubeyb’in selâmını bana ulaştırdı” buyurdu.

Ve Hubeyb (r.a.) şehit edildi.


 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: İsimleri ve suçları...

Bilâl-i Habeşi (r.a)

Hz. Peygamber'e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona müezzin olan sahabî. İslâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habeşî, aslen Habeşlidir. Anasının adı Hamâme, babasının adı Rebah, künyesi Abdullah'tır.

Bilâl, İslâm'ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. İslâm'ın ortaya çıktığı yıllarda bir çok kimse, soy ve soplarının yüksekliğine, şirk toplumu içindeki nüfuzlarına bakarak kavim ve kabîle taassubuna düşmüş, İslâm'a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. Bilâl b. Rebah gibi kimseler de zayıf ve acizliklerine rağmen hak davete uyup şirkten kurtulmuşlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) İslâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi.


Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu İslâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: 'Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın.'


Bilâl'in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: 'Allahu Ahad, Allahu Ahad', Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).


O, geçim için, makam ve mevki için başka ilâhlara sığınmazdı. O biliyordu ki hüküm Allah'a aittir, rızık Allah'a aittir. Öldürmek ve yaşatmak Allah'ın elindedir. Geçici dünyanın çıkarları için put ve tağutları tasdik etmek ve bu arada imandan bir cüz de Allah'a ayırmak iman için yeterli değildir. Tam ve kâmil anlamda hükmün, öldürmek ve diriltmenin Allah'a ait olduğunu rızık verenin yalnız Allah olduğunu, Allah'ı bütün sıfatlarıyla tanıyıp ona göre iman etmedikçe ve bu uğurda gelecek sıkıntı ve ezalara katlanmadıkça imanda kemâle ulaşmanın mümkün olmadığını biliyordu. Bilâl, rızık ve ölüm korkusu taşımıyordu. Yalnız Allah'tan korkuyor ve yalnız ondan ümid ediyordu.


İşkence altında kıvranan Bilâl (r.a.)'a rastgelen Varaka b. Nevfel,


'Vallahi ey Bilâl, Allah birdir, Allah birdir. ' der, sonra da müşriklere dönerek: 'Siz onu bu yüzden öldürürseniz, biz onu, kendimize örnek alırız.' derdi (İbnü'l-Esir, el-Kâmil Fi't-Târih, II, 66).


Bilâl'in efendileri olan Mekkeli müşrikler onu, çoluk çocuğun oyuncağı yapmışlardı, ona işkence edenlerden biri de Ebu Cehil'di. Ama Bilâl'e yapılan işkenceler sırasında gösterdiği sabır ve tahammül hepsini şaşkına çevirirdi. Nasıl oluyor da bu derece ağır işkencelere katlanabiliyordu.


Ümeyye b. Halef'in Bilâl'e yaptığı işkencelere çok üzülen Hz. Ebû Bekir (r.a.) ona bu işkenceden vazgeçmesini söylemiş o da; 'Onun ahlâkını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir' demişti. Bunun üzerine Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.) ona şu cevabı vermişti: 'Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver.' Ümeyye bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldı ve Hz. Bilâl'i Hz. Ebû Bekir'e verdi. Başka bir rivayette Hz. Ebu Bekr'in onu yedi ukiyeye satın alıp azat ettiği kaydedilir. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).


Bilâl'i Resulullah'ın yanına götürüp azat etmiş ve Bilâl işkenceden kurtulmuştu. Elbette bu Allah'ın bir takdiridir. Bilâl Hz. Ebû Bekir'e bu sebeple borçlu değildir. İki mümin de görevlerini yapmışlar. Allah da onlara ecrini vermiştir. Hz. Ömer şöyle der:


'Efendimiz Ebu Bekir, yine efendimiz Bilâl'i azad etti. '(İbnü'l-Esîr, Üsdü'l- Gabe, I, 209).


Bilâl daha sonra diğer ashab ile birlikte Medine'ye hicret etti. Orada Sa'd b. Hayseme'ye misafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik oluşturulunca Bilâl'e de Abdullah b. Abdurrahman el-Has'amî kardeş ilân edildiler. Bu kardeşlik köklü bir şekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl, Hz. Ömer devrinde Şam'da bulunduğu sırada maaş olarak divandan ona ayrılan hissesinden kardeşine de bir hisse veriyordu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234).


Bilâl, Resulullah (s.a.s.)'ın müezzini olarak tanınmaktadır. Ve sık sıkezanı Bilâl'e okuttururdu. Hatta sabah ezanındaki ' ' (Namaz uykudan hayırlıdır) ibaresini Bilâl ezana eklemiş Resulullah 'Bilâl, bu ne güzel söz!' diye onu tasvip etmişti. (Avnu'l-Ma'bud, Şerh Ebû Dâvud, III,185; İbn Mâce, Ezan, 1, 3,). Hz. Bilâl, Resulullah'ın bütün gazalarına katıldı. Bedir gazasında Hz. Bilâl, Mekke'de kendisine her türlü eza ve işkenceyi reva gören Ümeyye'yi görmüş ve şöyle bağırmıştı: 'İşte küfrün başı!..' Bunun üzerine dikkatleri ona çevrilmiş ve müslümanlar derhal onun ve oğlunun etrafını sararak ikisini de öldürmüşlerdi. Resul-u Ekrem Mekke'nin fethi ardından Kâbe'ye girerken has müezzini Hz. Bilâl'i yanlarında bulundurmuşlardı. İbn Ömer, bu vakayı şöyle nakleder ve der ki:


'Resul-u Ekrem, Mekke'nin fethi gününde, Mekke'nin yüksek tarafından bir deve üzerinde geldi. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha da yanlarındaydılar. Resul-u Ekrem Kâbe içinde uzun bir müddet kaldılar, sonra çıktılar. Arkasında müminler içeri girmek için birbiriyle yarış etti. İlk giren bendim. Bilâl, kapının arkasındaydı. Bilâl'e Resulullah'ın nerede namaz kıldıklarını sordum, yerini gösterdi. Ne var ki Bilâl'e, Allah Resulunun kaç rekat namaz kıldıklarını sormayı unuttum.' (Buhârî, Meğâzî, 49).


Resulullah, Kâbe'yi putlardan temizledikten sonra müezzini Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhîd nameleriyle coşturmuştu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234). Resul-u Ekrem'in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine'de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kaldı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl'e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti: 'Eğer sen beni Allah için azat ettinse bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy!' Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle demişti: 'İstediğin yere git!...' Resulullah'ın vefatından sonra cihadı, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Şam'a gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye'de meydana gelen gazalara katıldı (İbn Sa'd, Tabakat III,238).


Hz. Ebû Bekir'in vefatından sonra, Hz. Ömer devrinde cihat devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katıldı. Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin'e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye'ye gelmişti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs'e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs'e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resulullah'ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl'den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu. Bilâl Tevhîd'in bu üstün yanı olan ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer ashab Resulullah (s.a.s.) dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Bilâl'in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi. Kudüs'ü teslim alma sırasında Hz. Ömer'den başka Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh, Muaz b. Cebel, Amr b. el-Âs gibi ashabın ileri gelenlerinden bir çok kimse bulunuyordu.


Hz. Peygamber (s.a.s.)'in irtihâlinden sonra Suriye'ye giden Bilâl,


'Havlan' kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde yaşıyordu. Hz. Bilâl, Suriye'de bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.s.)'i gördü. Resulullah ona, şöyle demişti: 'Beni ziyaret etmeyecek misin?' Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine'ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i Mutahhara'ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem'le birlikte geçirdiği günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Bilâl'i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid'inde ezan okumuştu. Bilâl'in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci şehadetten sonra Resulullah'ın risâletini ikrar eden şehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber'in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine'ye, risalet devrini bütün canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Resul-u Ekrem'e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl'in sesi idi.


Hz. Bilâl, hicretin yirminci yılında altmış yaşlarında iken vefat etti. Dımaşk'ın Bâbü's-Sağîr tarafına defnolundu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 238; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, I, 209).


Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen 'ah ne acı' dedikçe, Bilâl: 'Oh! ne tatlı!.' diyor ve ekliyordu: 'Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım.' diyordu.


Bilâl-i Habeşî, İslâm'ın ahlâkıyla ahlâklanmış, fazîlet ve kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl'in, ilk müslümanlardan olduğunu ve İslâm akîdesi uğrunda en büyük çileyi çekenlerden olduğunu, herkes bilir ve ona son derece sevgi ve hürmet beslerdi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem'e hizmetle geçirdi. O, Resulullah'ın meclislerinde daima hazır bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah'dan ayrılmazdı. Hz. Peygamber'in hazinedarlığını, Bilâl yapardı. Çarşı ve pazardan alınacak her şeyi o tedarik eder, icabında ödünç para alır, Resulullah'ın evinin ihtiyaçlarını sağlar, sonra da müsait zamanlarda o borçları öderdi.


Hz. Bilâl'in doğruluk ve ahlâkı, İslâm'a bağlılığı bütün çağdaşları tarafından aynı derecede takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık o, siyahî bir köle değil, ashab'ın ileri gelenlerinden ve İslâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.


Hz. Bilâl, uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 238-239).


Ahmed AĞIRAKÇA
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: İsimleri ve suçları...

Osman Bin Affân (r.a)

Osman b. Affân b. Ebil-As b. Ümeyye b. Abdi'ş-Şems b. Abdi Menaf el-Kureşî el-Emevî; Raşid Halifelerin üçüncüsü. Ümeyyeoğulları ailesine mensup olup, nesebi beşinci ceddi olan Abdi Menaf'ta Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Fil olayından altı sene sonra Mekke'de doğmuştur. Annesi, Erva binti Küreyz b. Rebia b. Habib b. Abdi Şems'tir. Büyükannesi ise Resulullah (s.a.s)'ın halası Abdülmuttalib'in kızı Beyda'dır. Künyesi, 'Ebû Abdullah'tır. Ona, 'Ebu Amr' ve 'Ebu Leyla' da denilirdi (İbnul-Hacer el-Askalânî, el-İsabe fi Temyîzi's-Sahabe, Bağdat t.y., II, 462; İbnül Esîr, Üsdül-Ğâbe, III, 584-585; Celaleddin Suyûtî, Târihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 165).

Resulullah (s.a.s) risaletle görevlendirildiğinde Osman (r.a) otuz dört yaşlarındaydı. O, ilk iman edenler arasındadır. Ebû Bekir (r.a), güvendiği kimseleri İslâma davette yoğun gayret göstermekteydi. Onun bu çalışmaları neticesinde, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah ve Osman b. Affân iman etmişlerdi. Hz. Osman, cahiliyye döneminde de Hz. Ebû Bekir'in samimi bir arkadaşı idi (Siretu İbn İshak, İstanbul 1981,121; Üsdü'l-Gâbe, aynı yer; Askalanî, aynı yer).


Hz. Osman, iman ettiği zaman bunu duyan amcası Hakem b. Ebil-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetmiş ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söylemişti. Hz. Osman (r.a) ebediyyen dininden dönmeyeceğini söyleyince, kararlılığını gören amcası onu serbest bırakmıştı (Suyûtî, 168). Peşinden o, Resulullah (s.a.s)'ın kızı Rukayye ile evlenmişti. Bazı tarihçiler bu evliliğin Peygamber'in risaletle görevlendirilmesinden önce olduğunu kaydederler (Suyûtî, a.g.e., 165).


Mekkeli müşriklerin iman edenlere yönelttikleri baskı ve işkenceler yoğunlaşıp çekilmez bir hal alınca, Resulullah (s.a.s), ashabına Habeşistan'a hicret etmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Hz. Osman'ın Habeşistan'a ilk hicret edenler arasında olduğu hakkında kaynaklar ittifak halindedirler. İbn Hacer birçok sahabiye dayandırarak Hz. Osman'ın, eşi Rukayye ile birlikte Habeşistan'a hicret eden ilk kimse olduğunu kaydetmektedir (İbn Hacer, aynı yer). Mekkelilerin iman ettiklerine dair yanlış bir haberin Habeşistan'a ulaşmasıyla birlikte muhacirlerden bir bölümü Mekke'ye geri dönmüştü. Hz. Osman da geri dönenler arasındaydı. Ancak onlar kendilerine ulaşan haberin asılsız olduğuna şahit olduklarında tekrar Habeşistana gitmek için yola çıktılar. Hz. Osman, hareket etmeden önce Resulullah (s.a.s)'e şöyle demişti: 'Ya Resulullah! Bir defa hicret ettik. Bu Necaşi'ye ikinci hicretimiz oluyor. Ancak siz bizimle değilsiniz'. Resulullah (s.a.s) ona; 'Siz Allah'a ve bana hicret edenlersiniz. Bu iki hicretin tamamı sizindir' karşılığını vermişti. Bunun üzerine o; 'Bu bize yeter ya Resulullah' dedi (İbn Sa'd, Tabakatül-Kübra, Beyrut t.y., I, 207).


Hz. Osman (r.a), ikinci olarak hicret ettiği Habeşistan'da bir müddet kaldıktan sonra Mekke'ye geri döndü. Resulullah (s.a.s), Medine'ye hicret etmekle emrolunduğunda, Hz. Osman diğer müslümanlarla birlikte Medine'ye hicret etti. O, Medine'ye ulaştığı zaman Hassan b. Sabit'in kardeşi Evs b. Sabit'e konuk olmuştu. Bundan dolayı Hassan, onu çok severdi (İbnül-Esîr, Üsdül-Gâbe, 585; İbn Sa'd, a.g.e., 55-56).


Bir yahudinin mülkiyetinde olan Rume kuyusunu yirmi bin dirheme satın alarak bütün müslümanların istifadesine sunmuştu. Bu kuyunun müslümanlar için ne kadar önemli olduğu Resulullah (s.a.s)'in şu sözünden anlaşılmaktadır: 'Rume kuyusunu kim açarsa, ona Cennet vardır' (Buharî, Fezailu'l-Ashab, 47).


Hz. Osman, hanımı Rukayye ağır hasta olduğu için, Resulullah (s.a.s)'in izniyle Bedir savaşından geri kalmıştı. Rukayye ordu Bedir'de bulunduğu esnada vefat etmiş, müslümanların zaferinin müjdesi Medine'ye ulaştığı gün toprağa verilmişti. Fiili olarak Bedir'de bulunmamış olmakla birlikte Resulullah (s.a.s) onu Bedir'e katılanlardan saymış ve ganimetten ona da pay ayırmıştı (Üsdül-Gâbe, III, 586; Suyutî, a.g.e., 165; H.İ.Hasan, Tarihu'l-İslâm, I, 256).


Hz. Osman Bedir savaşı hariç, müşriklerle ve İslâm düşmanlarıyla yapılan bütün savaşlara katılmıştır.


Rukayye'nin vefat edişinden sonra Resulullah (s.a.s), Hz. Osman'ı diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştu: 'Eğer kırk tane kızım olsaydı birbiri peşinden hiç bir tane kalmayana kadar onları Osman'la evlendirirdim' ve yine Hz. Osman'a 'Üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki seninle evlendirirdim' demişti (Üsdül-Gâbe, aynı yer). Resulullah (s.a.s)'in iki kızıyla evlenmiş olduğu için iki nûr sahibi anlamında, 'Zi'n-Nureyn' lakabıyla anılır olmuştur. Zatü'r-Rika ve Gatafan seferlerinde Resulullah (s.a.s), onu Medine'de yerine vekil bırakmıştır (Suyuti, a.g.e., 165).


Hz. Osman'ın Habeşistan'a hicreti esnasında Hz. Rukayye'den doğan Abdullah adındaki oğlu, Medine'ye hicretin dördüncü yılında bir horozun yüzünü gözünü tırmalaması sonucunda hastalanarak vefat etti. Abdullah, vefat ettiğinde altı yaşında idi (İbn Sa'd, a.g.e., III, 53, 54).


Hicretin altıncı yılında müslümanlar, Umre yapmak için Mekke'ye hareket ettiklerinde, Hz. Osman da onların arasındaydı. Ancak, putperest Mekke yönetimi, müslümanları Mekke'ye sokmama kararı almıştı. Bunun üzerine Hudeybiye'de karargah kuran Resulullah (s.a.s), müşriklerle diyalog kurarak, maksatlarının yalnızca umre yapmak olduğunu onlara bildirmek istiyordu. Resulullah (s.a.s), bu iş için Hz. Ömer'i görevlendirmek istemiş, ancak Hz. Ömer, bir takım geçerli sebepler ileri sürerek Hz. Osman'ın daha uygun olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s), elçilik görevini Hz. Osman'a verdi. Daha önce elçi gönderilen Hıraş b. Umeyye el-Ka'bî'yi Mekkeliler öldürmek istemişlerdi (İbn Sa'd, a.g.e., II, 96). Müşriklerin hırçın davranışları böyle bir elçiliği tehlikeli bir hale sokuyordu. Resulullah (s.a.s), Hz. Osman (r.a)'a şöyle dedi: 'Git ve Kureyş'e haber ver ki, biz buraya hiç kimse ile savaşmaya gelmedik. Sadece şu Beyt'i ziyaret ve onun haremliğine saygı göstermek için geldik ve getirdiğimiz kurbanlık develeri kesip döneceğiz '. Hz. Osman (r.a), Mekke'ye gidip, müşriklere bu hususları bildirdi. Ancak onlar; 'Bu asla olmaz. Mekke'ye giremezsiniz' karşılığını verdiler. Onların red cevabı İslâm kârargahına Osman (r.a)'ın öldürüldüğü şeklinde ulaştı. Onun dönüşünün gecikmesi bu haberi destekler nitelikteydi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s), yanındaki bütün müslümanları, ölmek pahasına müşriklerle çarpışmak üzere, bey'ata çağırdı. Bey'atu'r-Rıdvan adıyla tarihe geçen bu bey'atlaşmada Resulullah (s.a.s) sol elini sağ elinin üzerine koyarak, 'Osman Allah'ın ve Resulünün işi için gitmiştir' dedi ve onun adına da bey'at etti. Müşrikler bu durumdan korkuya kapıldıkları için anlaşma yolunu tercih etmişlerdi (İbn Sa'd, II, 96, 97).


Hz. Osman, bu arada Mekke'deki güçsüz müslümanlarla görüşmüş ve onları İslâm'ın yakında gerçekleşecek olan fethiyle teselli etmişti (Asım Köksal, İslâm Tarihi, VI, 177).


Müşrikler, Osman (r.a)'a isterse Kâ'be'yi tavaf edebileceğini bildirmişler, ancak o, Resulullah (s.a.s) tavaf etmeden, kendisinin de tavaf etmeyeceği cevabını vermişti. Hudeybiye'de bulunan sahabiler ise Resulullaha: 'Osman Beytullah'a kavuştu, onu tavaf etti; ne mutlu ona' dediklerinde Resulullah (s.a.s);


'Beytullah'ı biz tavaf etmedikçe, Osman da tavaf etmez buyurmuştur' (Vakidî'den naklen, A. Köksal, a.g.e., 178-179).


Hz. Osman, Medine dönemi boyunca sürekli Resulullah (s.a.s) ile birlikte olmaya gayret gösterdi. Ashabın en zenginlerinden biri olması, onun İslâma ve müslümanlara herkesten çok maddi yardımda bulunmasını sağladı. Bilhassa kâfirler üzerine sefere çıkan orduların techiz edilmesinde aşırı derecede cömert davrandığı görülmektedir. Tarihçiler onun Ceyş'ul-Usra diye adlandırılan Tebük seferine çıkacak ordunun techiz edilmesine yaptığı katkıyı övgüyle zikretmektedirler. O, bu ordunun yaklaşık üçte birini tek başına techiz etmiştir. Asker sayısının otuz bin kişi olduğu göz önüne alınırsa bu meblağın büyüklüğü rahatça anlaşılır. Yaptığı yardımın dökümü şöyledir: Gerekli takımlarıyla birlikte dokuz yüz elli deve ve yüz at, bunların süvarilerinin teçhizatı, on bin dinar nakit para (A. Köksal, IX,162). Onun bu davranışından çok memnun olan Resulullah (s.a.s);

'Ey Allah'ım! Ben Osman'dan razıyım. Sen de razı ol' (İbn Hişam, Sîre, IV,161) diyerek duada bulunmuş ve; Bundan sonra Osman'a işledikleri için bir sorumluluk yoktur' (Suyûtî, a.g.e.,169) demiştir.

Hz. Osman, Veda Haccı esnasında da Resulullah (s.a.s)'in yanındaydı. Resulullah (s.a.s) müslümanları ilgilendiren bir çok meselede Osman (r.a)'ın yardımına müracaat etmiştir (H.İ.Hasan, a.g.e., I, 256).


Hz. Ebû Bekir (r.a) halife seçilince Osman (r.a) ona bey'at etti. Ebû Bekir (r.a) halifeliği boyunca ümmetin işlerini idarede onunla istişarede bulundu. Ebû Bekir (r.a)'ın vefatından önce yazdırdığı Hz. Ömer'in Halife atanmasına dair belgeyi Osman (r.a) kaleme almıştır. Hz. Ebû Bekir, Osman (r.a)'ın yazdıklarını ona tekrar okutturduktan sonra mühürletmişti. Osman (r.a), yanında Ömer (r.a) ve yanında Useyd İbn Saîd el-Kurazî olduğu halde dışarı çıkmış ve oradakilere 'Bu kağıtta adı yazılan kimseye bey'at ediyor musunuz' diye sormuştu. Onlar da 'evet' diyerek bunu kabul etmişlerdi (İbn Sad a.g.e., III, 200).


Halifeliği


Hz. Ömer (r.a), yaralanınca, hilâfete geçecek kimsenin tayin edilmesi için altı kişiden oluşan bir şura oluşturmuştu. Bunlar Hz. Ali, Osman, Sa'd İbn Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zubeyr İbn Avvam ve Talha İbn Ubeydullah (r.anhum) idiler. Yapılan görüşmeler neticesinde, şura üyelerinden dördü feragat edince görüşmeler Hz. Osman'la Hz. Ali üzerinde devam etti. Şura başkanı Abdurrahman İbn Avf, geniş bir kamu oyu yoklaması yaptıktan sonra müslümanların bu iki kişiden birisinin halife seçilmesi üzerinde mutabık olduklarını gördü. Hz. Ali (r.a)'i çağırarak ona; Allah'ın Kitabı, Resulünün Sünneti ve Ebû Bekir ve Ömer'in uygulamalarına tabi olarak hareket edip etmeyeceğini sordu. O, Allah'ın Kitabı ve Resulünün Sünnetine tam olarak uyacağı, ancak bunun dışında kendi içtihadına göre davranacağı cevabını verdi. Aynı soruyu Osman (r.a)'a yönelttiğinde o, bunu kabul etmişti. Bunun üzerine Abdurrahman İbn Avf, Osman (r.a)'ı halife atadığını ilan ederek ona bey'at etti (Suyuti, a.g.e.,171, 172; İbn Hacer, a.g.e., 463; H.İ.Hasan, a.g.e., I, 258, 261). Hz. Osman'a ikinci olarak bey'at eden kimse Hz. Ali (r.a) olmuştur. Peşinden de bütün müslümanlar ona bey'at ettiler (İbn Sa'd, a.g.e., III, 62). Osman (r.a)'ın hilâfete geçişi Hicri yirmi üç senesi Zilhicce ayının sonlarında olmuştur.


Osman (r.a), devlet idaresini devraldığı zaman İslâm fetihleri hızlı bir şekilde devam ediyordu. Hz. Ömer (r.a) devrinde Suriye, Filistin, Mısır ve İran, İslâm topraklarına katılmıştı. Hz. Ömer (r.a)'ın güçlü idaresi, fethedilen bölgelerde otorite ve düzenin sağlam bir şekilde yerleşmesini sağlamıştı.


Hz. Osman (r.a), İslâm tebliğinin girmiş olduğu yayılma sürecini aynı hızla devam ettirmeye çalıştı. O, Ermenistan, Kuzey Afrika ve Kıbrıs'ı fethetmiş, İran'daki ayaklanmaları bastırarak merkezî yönetimin nüfuzunu yeniden tesis etmiştir.


Hz. Osman (r.a), hilâfeti devraldığı zaman idari kadrolarda yavaş yavaş bazı değişiklikler yapma yoluna gitti. Ancak, Ömer (r.a)'in vasiyetine uyarak bir sene müddetle onun valilerini yerlerinde bıraktı. İlk önce Küfe valisi Muğire b. Şu'be'yi azlederek yerine Sa'd b. Ebi Vakkas'ı atadı. Sa'd, Osman (r.a)'ın yönetime geçtikten sonra atadığı ilk validir (İbnül-Esir el-Kamil fî't-Tarih, Beyrut 1979, III, 79).


Mısırlılarca sevilen bir kimse olan Amr b. el-As'ın Mısır valiliğinden alınması ve yerine, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in tayin edilmesi bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olmuştu. İskenderiye halkı Bizans İmparatoru Heraklious'a mektup yazarak kendilerini müslümanların elinden kurtarmasını istediler. Ayrıca, müslümanların karşı koyacak kadar askerlerinin olmadığını da bildirdiler. Bunun üzerine Bizans İmparatoru, Manuel komutasında kalabalık bir orduyu İskenderiye'ye gönderip burayı işgal etti. Bizanslılardan çekinen Kıpti halk, Hz. Osman'dan duruma müdahale etmesini istediğinde o, Amr b. el-As'ı Mısır'a geri gönderdi. Amr, yaptığı savaşta, Manuel'i öldürerek düşmanı büyük bir yenilgiye uğrattı ve İskenderiye şehrini çevreleyen sur'u yıktı (Hicrî 25) (İbnul-Esir, a.g.e., III, 81; H.İ.Hasan, a.g.e.; I, 264). Aynı yıl içerisinde anlaşmalarını bozan Rey üzerine, Sa'd b. Ebi Vakkas bir sefer düzenlemiş; ayrıca, Deylem üzerine yürümüştür.


Sa'd b. Ebi Vakkas, Beytül-Malden borç olarak aldığı parayı geri ödemekte sıkışınca Osman (r.a), onu azlederek yerine anne bir kardeşi Velid b. Ukbe'yi Küfe valiliğine getirdi (İbnul-Fsir a.g.e., III, 82). Velid, beş sene Küfe valiliğinde bulunmuştur. Velid, bir sabah, namazı sarhoş olduğundan dolayı dört rekat kıldırmıştı. Hatırlatılması üzerine 'sizin için arttırıyorum' demişti. Bunu duyan Hz. Osman, ona tazir cezası vererek bunun uygulanmasını Hz. Ali'den istemişti. Hz. Ali de Abdullah b. Cafer'e onu kırbaçlattırmıştı. Bu olay üzerine Hz. Osman onu azlederek yerine Saîd b. el-As b. Umeyye'yi atadı (İbnul-Esir, a.g.e., III, 107). Suyûtî, Hz. Osman'ın, ilk olarak Velid'i, Sa'd'ın yerine vali yapması yüzünden kınandığını söylemektedir (Suyutî, 172).


Velid, Küfe valisi olunca, Azerbaycan komutanı Utbe b. Ferkat'ı görevinden aldı. Bunun üzerine Azerbeycan halkı isyan ettiler. Velid, Azerbeycan üzerine yürüyerek burayı itaat altına aldıktan sonra Ermenistan (Tiflis) tarafına yöneldi ve andlaşmalar yaparak ganimetlerle geri döndü (H. 25).


Bu arada Bizansla yapılan mücadele devam etmekteydi. Muaviye, Antalya ve Tarsus taraflarına akınlar düzenliyordu. Öte taraftan, Amr b. el-As'a Kuzey Afrika'yı ele geçirmek için emirler gönderen Osman (r.a), Sicistan Valisi, Abdullah b. Amr'a Kabil'e yürümesi talimatını veriyordu (İbnul Esir, a.g.e., III, 87). Hicri yirmi altıda, Mescid-i Haram'ın genişletilmesi çalışmalarına tanık olunmaktadır. Mescid-i Haram'ın çevresindeki arsalar satın alınarak geniş bir alan elde edilmişti.


Hz. Osman (r.a), Hicri yirmi yedinci yılda Mısır Valisi Amr b. el-As'ı azlederek yerine Abdullah İbn Sa'd b. Ebi Serh'i getirdi. O, Kuzey Afrika'nın fethinin tamamlanması düşüncesindeydi. Bunun için Osman (r.a), Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, ona izin verdi ve içinde çok sayıda sahabinin de bulunduğu bir orduyu takviye olarak ona gönderdi (H.İ. Hasan, a.g.e., I, 265). Abdullah b. Nafi b. Abdulkays ve Abdullah b. Nafi b. Husayn komutasındaki kuvvetler, İbn Ebi Serh ile birleşerek Mısır'dan batıya doğru harekete geçtiler. Trablus'tan Tanca'ya kadar olan bölgenin hakimi ve Bizans İmparatorunun valisi, İslam ordusunun topraklarına doğru ilerlediği haberini alınca, yirmi bini süvari olmak üzere, yüz bin kişilik bir ordu hazırlayarak tedbirler aldı. Krallık merkezi olan Subaytala'ya yirmi dört saatlik bir mesafede iki ordu karşı karşıya geldi. İbn Ebi Serh'in, müslüman olmak veya cizyeyi kabul etmek teklifi reddedilince çatışma başladı. Bu arada, ordunun Medine ile olan haberleşmesi kesilmişti. Hz. Osman bağlantı kurabilmek için Abdullah İbn Zübeyr'i bir askeri birlikle Afrika'ya gönderdi. Günlerce süren savaş, Abdullah İbn Zübeyr'in önerdiği taktikle kısa zamanda büyük bir zaferle sonuçlandı. Müslümanların eline geçen ganimet oldukça büyüktü. Süvarilere üçer bin dinar ve yayalara ise biner dinar hisse düşmüştü (İbnül-Esir, a.g.e., III, 88-90; H.İ.Hasen, a.g.e., I, 265-266).


İslâm ordularının önündeki bu engel kaldırıldıktan sonra Hz. Osman, Abdullah b. Nafî b. Husayn ve Abdullah b. Nafi b. Abdulkays'a hiç vakit kaybetmeden Cebelu't-Tarık'ı geçerek Endelüs'e girmeleri emrini verdi. Hz. Osman'ın, ordunun Endelüs'e geçişini istemesi, İstanbul'un batı yönünden sıkıştırılarak fethinin kolaylaştırılması düşüncesinden kaynaklanıyordu. O, komutanlarına şöyle diyordu: 'İstanbul ancak Endelüs tarafından fethedilebilir. Eğer orayı fethederseniz, İstanbul'u fethedenlerin ecrine ortak olacaksınız' (İbnül-Esir, a.g.e., III, 93; Ayrıca bk. Muhammed Hamidullah, Fethul-Endelüs (İspanya) fi Hilafeti Seyyidina Osman sene 27 li'l-Hicre, İ.Ü. Ed. Fak. İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1978, VII, 221-225). Böylece Hz. Osman zamanında, Kuzey Afrikadaki fetihler tamamlanmış, İslâm'ın karşısındaki en büyük güç olan Bizans'ın batıdan sıkıştırılması planları uygulamaya konulmuştur.


Öte taraftan Muaviye b. Ebi Süfyan, Osman (r.a)'dan izin alarak, Suriye sahillerinde oluşturduğu donanma ile Akdenize açılmış ve müslümanlar denizlerde de Bizans'a karşı varlık göstermeye başlamışlardı. Muaviye daha önce bu iş için Hz. Ömer'e müracaat etmişti. Ancak Ömer (r.a), o an müslümanların maslahatı bunu gerekli kılmadığı için izin vermemişti. Daha sonra şartlar bu iş için elverişli hale geldiğinden dolayı Hz. Osman donanma inşasının lüzumuna kanaat getirmişti. Muaviye, donanmasıyla denize açılarak, Kıbrıs Adasına çıktı. Abdullah b. Sa'd Mısır'dan onun yardımına gitti. Kıbrıs, yıllık yedi bin dinar cizye ile İslâm hakimiyetini tanımak zorunda kaldı (Hicrî 28). Bu miktar onların Bizans İmparatoruna ödediği meblağdır (İbnül-Esir, a.g.e., III, 96).


Hz. Osman, Kufe Valisi Ebu Musa el-Eş'arî'yi görevinden alarak yerine Abdullah b. Amir el-Kureyz'i atadı (H. 29). Abdullah, Osman (r.a)'ın dayısının oğludur. Ebu Musa'yı azletmesinin sebebi Kûfe halkının ondan şikayetçi olmaları ve bunu Hz. Osman (r.a)'a bildirmeleridir (İbnül-Esîr, a.g.e., III, 99-100).


Hz. Osman, Mescid-i Nebi'nin genişletilmesine ihtiyaç duyarak, onu süslü taşlarla yeniden inşa etti. Taş sütunlar dikerek tavanını sac (bir cins ağaç) ile kapattı. Uzunluğunu yüz altmış, genişliğini de yüz elli zira'a çıkarttı (Suyûtî, 173).


Hicri otuz yılında Sa'id b. el-As'ın Taberistan'a hücum ettiği görülür. Bu bölgede gazalarda bulunan Sa'id, bir çok şehri fethetti. Horasan, Tus, Serahs, Merv, Beyhak bunlardan bazılarıdır.


Bu yıl içerisinde Hz. Osman, değişik eyaletlerde, Kur'an-ı Kerim'in okunması üzerine ortaya çıkan ihtilafları ortadan kaldırmak için çalışmalar başlattı. Kur'an-ı Kerim ilk olarak Hz. Ebû Bekir zamanında tedvin edilmişti. Zeyd b. Sabit'in başkanlığında yapılan bu çalışmada, Kur'an-ı Kerim bir kitap haline getirilmişti. Bu ilk mushaf, Ebû Bekir (r.a)'dan sonra Ömer (r.a)'a geçmiş, onun şehadetinden sonra da Hafsa (r.anh)'nın elinde kalmıştı.


Azerbeycan sefer esnasında ordu içerisinde kıraat konusunda bir ihtilafın çıkması, ordu komutanı Huzeyfe b. Yeman'ı endişelendirmiş ve Halife'den, müslümanların emin bir şekilde okuyabilecekleri bir mushafın çoğaltılmasını istemişti. Hafsa (r.anh)'ın yanında bulunan mushaf getirilerek çoğaltıldı ve bütün eyaletlere dağıtıldı. Bunun dışında kalan nüshaların tamamı toplatılarak imha edildi. Bu durum karşısında Ashabın hayatta olanları oldukça rahatlamışlardı (İbnül-Esîr a.g.e., III,111-112; H.İ. Nasen, a.g.e., I, 510-513).


Hz. Osman, Resulullah (s.a.s)'a ait olan; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den sonra kendisine intikal eden mührü Medine'deki Arîs kuyusuna düşürdü. Onu bulacak olana büyük miktarda para vadinde bulunmuş, ancak bütün aramalara rağmen bu mühür bulunamayınca Osman (r.a) büyük bir üzüntüye kapılmıştı. Ondan ümidini kesince hemen bir mühür yaptırdı. Şehid edilene kadar parmağında kalan bu mührün kimin eline geçtiği tesbit edilememiştir (İbnül-Esir, III, 133). Bu olay hilâfetinin altıncı yılında meydana gelmiştir.


İslam fetihlerinin sürekliliği ve elde edilen ganimetlerle insanların zenginleşmeleri, refah seviyesini oldukça yükseltmişti. Bu durum, tabii olarak, İslâma uygun olmayan birtakım davranış biçimlerinin de ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Resulullah (s.a.s)'ın yanında yetişen ve bu gelişmeleri endişeyle takip eden sahabiler, bu endişelerini yer yer ortaya koymaktaydılar. Bunlardan birisi de, zühd ve takvasıyla tanınan ve maddi varlıklardan muhtaç kimselerin yeterince istifade ettirilmediğine inanan Ebu Zerr el-Gifarî (r.a)'dır. O, Şam'da, Muaviye'nin uygulamalarına karşı çıktığı ve düşüncelerini söylemekte ısrarlı davrandığı için Medine'ye çağırıldı. Ebu Zerr, Medine'ye geldiğinde görüşlerini Hz. Osman'a tekrarlamıştı. Bunun ardından, Halife'den izin isteyerek, Medine'ye yakın bir yer olan Rebeze'ye gidip yerleşmişti (a.g.e., III, 115; bk. Ebu Zerr el-Gifârî Mad.).


Bizans'a karşı kazanılan en parlak ve kesin zaferlerden birisi hiç şüphesiz ki Latu's-Sevârî deniz savaşıdır. Abdullah b. Sa'd'ın komutasındaki İslâm donanması, İskenderiye açıklarında Bizans İmparatoru Konstantin komutasındaki büyük donanmayla karşı karşıya geldi. Bizanslıların gemi sayısı hakkında verilen bilgiler, beş yüz ile sekiz yüz rakamı arasında değişmektedir. İslâm donanmasının sahip olduğu gemi sayısı ise ikiyüz civarındaydı. Yapılan savaşta Bizanslılar büyük bir bozguna uğratıldı. Konstantin, Sicilya'ya sığınmak zorunda kalan (İbnül-Esir, a.g.e., III,117-118; H.İ. Hasan, I, 266-267). Bu zaferden sonra Bizans, müslümanlara karşı olan deniz üstünlüğünü kaybetmiş, İslam donanmasının İstanbul sularına kadar önüne çıkacak bir güç kalmamıştı.


Fitnenin ortaya çıkışı ve Şehadeti:


Hz. Osman on iki sene hilâfet makamında kalmıştır. Bunun ilk altı senesi huzur ve güven içerisinde geçmiş ve hiç kimse yönetimin uygulamalarından şikayetçi olmamıştır. Kureyş, onu Hz. Ömerden daha çok sevmişti. Çünkü Hz. Ömer onlara karşı şeriatı uygulamada müsamahasız ve sertti. Hz. Osman ise yaratılışındaki yumuşaklık ve hoşgörü ile insanların serbestçe hareket edebilmelerine imkan sağlamıştı. Onun bu yapısından istifade eden eyaletlerdeki bir takım valiler, sorumsuz davranışlar sergilemeye başlamışlardı. Yükselen şikayetleri ani ve kesin kararlarla karşılayamayınca, yavaş yavaş bir fitne ve kargaşa ortamının oluşmasına zemin hazırlanmıştı.


Endelüs'ten Hindistan hudutlarına kadar çok geniş bir sahayı kaplayan devletin içerisinde, çeşitli din ve ırklara mensup zimmi statüsünde topluluklar vardı. Bunlar, mağlup düştükleri İslâm Devleti'ne karşı her fırsatı değerlendirerek baş kaldırıyorlardı. Yahudi unsuru ise, İslâm Ümmeti'ni parçalayıp yok etmek için İslamın temel prensiplerini hedef almıştı. Müslüman olduğunu iddia ederek ortaya çıkan bir takım Yahudi asıllı kimseler, zuhur eden huzursuzlukları körükleyip fitne alevini her tarafa yaymaya çalışıyorlardı. Bunlardan birisi etkili nifak hareketlerinin ortaya çıkmasını sağlayan ve tam bir komitacı olan Abdullah İbn Sebe'dir. İbn Sebe Yemenli bir yahudidir. O, samimi kimselerin haklı şikayetlerini kullanarak insanları Hz. Osman'a karşı kışkırtıyordu. Bir taraftan 'ric'atı Muhammed' (Muhammed (s.a.s)'in tekrar dönüşü) düşüncesini yaymaya gayret gösterirken, öte taraftan Peygamber'in peşinden hilâfet hakkının Hz. Ali (r.a)'a ait olduğunu ve bunun da Allah tarafından belirlenmiş bir gerçekten başka bir şey olmadığını yayarak daha sonra ortaya çıkacak Şia akidesinin temellerini atıyordu. Onun yaydığı düşüncelere göre Ebû Bekir (r.a), Ömer (r.a) ve Osman (r.a), Hz. .Ali (r.a)ın hakkını gasbetmişlerdi. O, Küfe, Basra ve Şamda insanları kışkırtırken, Ebu Zerr (r.a)in haklı çıkışlarını da kendisine malzeme yapmaya uğraşıyordu. (İbnü'l Esir, Tarih, III,154; H. İ. Hasan, age, I, 368-370)


Bir zaman sonra, Muhammed b. Ebî Bekr ve Muhammed b. Ebî Huzeyfe de, yapmış olduğu atamalardan dolayı Hz. Osman'ı tenkid etmeye başladılar (İbnül-Esîr. a.g.e., III, 118).


Hz. Osman'a yapılan en önemli suçlama, onun kendi akrabalarını valiliklere getirmesi, onlara bolca ihsanlarda bulunması ve yolsuzluklarını denetleyememesidir (Suyûtî, 174). Hz. Ali (r.a) bu konudaki şikayetlerini ona ilettiğinde o, Hz. Ali'ye şöyle diyordu: 'Muğire b. Şu'be'yi Ömer'in vali tayin ettiğini bilmez misin?' Hz. Ali: 'Biliyorum' deyince o; 'O halde neden akrabalığı ve yakınlığından dolayı onu vali tayin ettiğim şeklinde bir kınamada bulunuyorsun?' diye sormuştu. Hz. Ali'nin buna verdiği cevap şuydu; 'Ömer vali atadığı kimseyi sıkı bir şekilde kontrol altında tutardı. En ufak hatalarını görse onları sorgular ve en şiddetli şekilde cezalandırırdı. Sen ise bunu yapmıyorsun' (İbnül-Esir, a.g.e., III, 152).


Bunun üzerine Hz. Osman, vilayetlerdeki yönetimler hakkında yapılan dedikoduları ve bunların sebeplerini yerinde incelemek üzere müfettişler tayin etti. Muhammed b. Mesleme'yi Kufe'ye; Usame b. Zeyd'i Basra'ya; Abdullah b. Ömer'i Şam'a ve Ammar b. Yasir'i de Mısır'a gönderdi. Ammar b. Yasir hariç, diğerleri görevlerini tamamlayarak geri dönmüşlerdi. Osman (r.a) haksızlıkları gidermek, filizlenmeye başlayan ve ümmet için büyük sakıncalara sebep olacak olan fitnenin yatıştırılması için yoğun bir gayretin içine girmişti.


O, gelen şikayetleri dikkatle inceliyor, başta Hz. Ali (r.a) olmak üzere Ashab'ın ileri gelenleri ile istişarelerde bulunuyordu. Ancak, Mısır'dan Medine'ye gelip, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in gayr-ı meşru uygulamalarını şikayet eden bir heyetin, dönüşlerinde İbn Ebi Serh'in takibatına uğramaları ve bazılarının öldürülmesi, olayların tırmanmasına sebep olmuştu. Bunun üzerine Mısır'dan altı yüz kişilik bir topluluk Medine'ye gelerek Mescid-i Nebi'de, namaz vakitlerinde Ebi Serh'in işlediklerini sahabilere şikayet ediyorlardı. Talha İbn Ubeydullah, Hz. Aişe (r.anha) ve Hz. Ali (r.a), Hz. Osman'a giderek, bu insanların haklı isteklerini yerine getirmesini ve Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i azlederek yargılamasını istediler. Bunun üzerine Hz. Osman, Mısırlılar'a kendileri için vali olarak kimi istediklerini sordu. Onlar, Muhammed b. Ebi Bekr'i istediklerini bildirdiler. Osman (r.a), Muhammed b. Ebi Bekr'i vali tayin etti. O, Mısır'dan gelenler ve bir grup sahabi ile birlikte Medine'den yola çıktı. Medine'den üç günlük bir uzaklıkta yol alırlarken devesini, sanki takip ediliyormuş gibi hızlı sürmeye çalışan bir adam gördüler. Adamı yakalayıp sorguladıklarında İbn Ebi Serh'e bir mesajı yetiştirmeye çalıştığını anladılar. Ona kim olduğu sorulduğunda, bazen Osman (r.a)'ın, bazan da Mervan b. Hakem'in kölesi olduğunu söylüyordu. Üzerindeki mektubu açtıklarında, içinde, 'Muhammed b. Ebi Bekr ile falanca falanca... Sana ulaştıklarında onları öldür' yazıldığı ve bunun Hz. Osman'ın mührüyle mühürlenmiş olduğunu gördüler. Derhal Medine'ye geri dönüp Hz. Osman'ın evini kuşattılar. Hz. Ali, yanına Muhammed İbn Mesleme'yi alıp Osman (r.a)'ın evine gitti. Hz. Ali (r.a) ona, üzerine kendi mührü bulunan bu mektubu kimin kaleme aldığını sordu. Osman (r.a) böyle bir mektup yazmadığını ve yazıldığından da haberi olmadığını söyledi. Muhammed de Osman (r.a)'ı doğrulamış ve bu işi düzenleyen kimsenin Mervan olduğunu söylemişti. Yazıyı inceledikleri zaman bunun Mervan b. Hakem'e ait olduğunu anladılar. O esnada Osman (r.a)'ın evinde bulunmakta olan Mervan'ın kendilerine teslim edilmesini istediler. Hz. Osman (r.a) bunu kabul etmedi. Çünkü onu öldüreceklerinden korkuyordu.


Onun evini kuşatan asiler diyalog çağrılarına cevap vermedikleri gibi, suyunu da kesmişlerdi, Hz. Osman'ın fitneyi yatıştırmak ve haksızlıkları gidermek hususunda asilere yaptığı nasihatlerin onlar üzerinde hiç bir tesiri olmamıştı. Onlar, Hz. Osman (r.a)'a şöyle diyorlardı:


'Biz seni hilafetten azledene veya öldürene yahut da bu yolda ölene kadar bu işten vazgeçecek değiliz. Eğer sana sahip çıkanlar bize engel olmaya kalkarlarsa onlarla savaşırız'. Hz. Osman onlara, Allah'ın üzerine yüklediği hilafet görevini asla bırakmayacağını ve ölümün kendisine bundan daha sevimli olduğunu bildirmiş, ayrıca kendini savunmak için kimseye emir vermediğini eklemişti (İbnül-Esîr, a.g.e., III, 169-170). O, ashaptan, asileri şehirden kovup çıkarmak için gelen teklifleri reddediyor, onlardan silah kullanmayacaklarına dair kesin söz vermelerini istiyordu.


Bir gün kendisini kuşatan asilerin karşısına çıkıp: 'Ali buralarda mı? Sa'd buralarda mı?' diye sormuş, bulunmadıkları cevabını alınca biraz susmuş ve şöyle demişti: 'Bana su sağlamasını, Ali'ye bildirecek kimse yok mu?' Bu Hz. Ali'ye ulaşınca derhal üç kırba suyu ona göndermişti. Ali (r.a), asilerin Osman (r.a)'ı öldürmek istediklerini öğrenince, böyle bir şeye meydan vermemek için, iki oğlu Hasan ve Hüseyin'e, kılıçlarını alarak gidip Osman'ın kapısında beklemelerini ve içeri kimseyi sokmamalarını söylemişti. Abdullah İbn Zübeyr de onlara katılmış, diğer bir takım sahabiler de çocuklarını oraya göndermişlerdi. Durum çok nazik bir hal almıştı. Hz. Osman, ne asilerin haksız taleplerini kabul ediyor, ne de Medine ve diğer bölgelerden gelen, asileri savaşarak Medine'den çıkarma tekliflerine olumlu cevap veriyordu. O, Peygamber şehri'nde kan dökmek ve fitneyi ilk başlatan kimse olmaktan çekindiği için böyle davranıyordu. Hz. Âişe (r.anha)'dan Resulullah (s.a.s)'ın şöyle söylediği rivayet edilmektedir:


'Ya Osman! Belki Allah sana bir gömlek giydirir, münafıklar senden onu çıkarmanı istediklerinde onu, bana kavuşuncaya kadar sakın çıkarma'. Hz. Osman, Resulullah (s.a.s)'in bu günler için kendisine bildirdiği şeylere uymaya çalışıyordu. O, şöyle diyordu: 'Resulullah (s.a.s) benimle ahitleşmiş olduğu şey üzerinde sabretmekteyim' (Üsdül-Ğâbe, II, 589; Suyûtî, 170; İbnü'l-Esîr, III, 175).


Asilerin kendisini öldürmeye kararlı olduğunu anladığında, onların böyle bir iş işleyip katillerden olmalarını önlemek için kendilerine bir müslümanın kanının ancak; zina, kasten adam öldürme ve dinden dönmek şartları dahilinde helal olduğunu hatırlatıyor ve kendisinin bunlardan hiç birisiyle itham edilemeyeceğini anlatıp duruyordu.

 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: İsimleri ve suçları...

H.Z. Talha Bin Ubeydullah (r.a.)




Talhâ bin Ubeydullah (Arapça: طلحة بن عبيدالله‎ d. 598, Mekke - ö. 656), cennetle müjdelenen on sahabiden biri.

İslam'ı ilk kabul edenlerdendir. Rivayet edildiğine göre, ticaret için gittiği Şam'ın Busra kasabasında karşılaştığı bir rahipten, Mekke'den bir peygamber çıkacağını işitmiştir. Rahibin tarifinden, peygamberin Muhammed olduğunu anlar. Derhal Mekke'ye dönen Talhâ, Muhammed'in peygamberlik iddiasında bulunduğunu işitince Ebu Bekir vasıtasıyla Muhammed'e biad ederek Müslüman olur.

Talhâ bin Ubeydullah Müslüman olduktan sonra Mekkeli müşrikler tarafından işkencelere tabi tutulur. Hatta bir keresinde Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye adamlarıyla birlikte Ebu Bekir ve Talhâ'yı yakalayarak birbirine bağlayıp işkence yapar. Bu hadiseden dolayı onlara karînân (bitişikler) denirdi.

Talhâ bin Ubeydullah, 622 yılında hicrete katılarak Mekke'den Medine'ye geldi. Uhud Savaşı'na katıldı. Savaşın ilerleyen aşamalarında,iki ateş arasında kalan İslam Ordusu dağılınca, Muhammed'i savunmak için kalan çok az kişilerden biriydi. Bu savaşta Seksenin üzerinde yara aldığı ve bunlardan birinin kolunu sakat bıraktığı rivayet edilir.

Talhâ, cennetle müjdelenen on sahabeden biridir. Muhammed (S.AV.) onun için şöyle demiştir:

Yeryüzünde yürüyen bir şehide bakmak isteyen Talha'ya baksın(Buharî, 2/107; 4/211-212)

Ebu Bekr cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman cennetliktir, Ali cennetliktir, Talha cennetliktir, Zubeyr cennetliktir, Sa'd Ibnu Malik cennetliktir, Abdurrahman Ibnu Avi cennetliktir, Ebu Ubeyde Ibnu'l-Cerrah cennetliktir. (Ebu Davud, Sunnet 9)

Ömer ibn Hattab, halife olabilecekler arasında Talhâ'yı da saymış ancak o, Osman bin Affan lehine feragat etmiştir. Osman'ın halifeliği sırasında ona muhalif olanlara karşı mücadele etmiştir.

İslam'da, ilk bölünme olarak sayılan Cemel Savaşı'nda Ali'ye kaşı Ayşe'nin yanında savaşmıştır. Bu savaşta Mervan bin Hakem tarafından öldürülmüştür. Cenaze namazının bizzat Ali tarafından kıldırıldığı rivayet edilir.

Kaynak:www.wikipedia.com
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: İsimleri ve suçları...

HABBÂB BİN ERET (r.a.)

İslâm ile ilk şereflenen sahâbîlerden. İsmi Habbâb, künyesi Ebû Abdillah’dır. m. 586 senesinde Mekke’de doğdu. 37 (m. 657)de de Kûfe şehrinde vefât etti. Resûlullah (s.a.v.) Zeyd bin Erkam’ın evinde iken, burada müslüman oldu. İlk müslüman olan erkeklerin altıncısı idi. İslâm’ın ilk günlerinde, müşriklerin kin ve intikamla baktığı bir zamanda müslüman olmak, üstelik, müslümanlığını izhar etmek (açıklamak) kolay iş değildi. Böyle bir şeye cesaret göstermek bir bakıma can, mal, namus, kısaca herşeyini göze almak demekti.

Hz. Habbâb, câhiliye devrinde köle olarak satılmıştı. Daha sonra Ümm-i Enmâr-ül-Huzâî adında müşrik bir kadının âzadlısı oldu. Köle olduğu için kimse kıymet vermiyordu. Kureyşli müşrikler onun İslâm’a girdiğini duyunca ona işkence ve eziyet etmeğe başladılar. Zâlim müşrik kadın Ümm-i Enmâr, Hz. Habbâb’ın müslüman olduğunu öğrenmiş şaşkına dönmüştü. Ona göre olacak bir şey değildi. Şirk ve küfür türleriyle, kalbi simsiyah olmuş, basireti körelmiş bu zavallı, Habbâb’ın (r.a.) kalbindeki imân nûrunu nereden görebilecekti. Gözleri bakıyor, ama hakikati göremiyordu. Hz. Habbâb iyice bağlanmış, demirle başı dağlanıyordu. Dışta beden yakılıyor, içte imân ateşi alev alev kabarıyordu. Fakat onların gönülde, kalbde olup bitenlerden hiç haberleri yoktu. Aslında onlar, vazgeçireceğiz diye uğraşırlarken, devamlı teşvik ediyorlardı. Sanki, Habbâb’ın (r.a.) vücudu işkence altında olmasına rağmen, onda ufak bir çekinme, ızdırab görülmüyordu.

Birgün Resûlullah’ın huzuruna çıktı. Ümm-i Enmâr’ın zulmünü ve başının dağlandığını, arz edip, sırtındaki yaraları gösterince, Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Yâ Rabbi! Habbâb’a yardım et.” diye duâ etti. Bunun üzerine Ümm-i Enmar, şiddetli bir baş ağrısına yakalandı. Baş ağrısından inleyip, durdu. Neticede, bu ağrıdan kurtulması için başının ateşle dağlanması gerektiği kendisine tavsiye edildi. Zalimin zulmü elbette hesapsız ve cezasız kalmayacaktı. Adalet-i ilâhi tecelli etmiş. Bu sefer, Hz. Habbâb, onun isteği üzerine Ümm-i Enmâr’ın başını dağlıyordu.

İslâmın başlangıç günlerinde, müşrikler, Habbâb bin Eret’in (r.a.) durumuna pek aldırış etmiyorlardı. Fakat her geçen gün kalbinde imân meşalesi yanan, imân devlet ve nimetine kavuşanların sayıları kabarıyordu. Müşrikler, ister istemez bu işi ciddiye almak zorunda kalmışlardı. Habbâb’a (r.a.) daha fazla işkence etmeye başladılar. Ona vurdular, dövdüler, yaraladılar, işkence üstüne işkence yaptılar. Şefkat ve merhametten yoksun müşrikler, bir gün, Habbâb’ın (r.a.) gözü önünde büyük bir ateş yaktılar. Ateşin üzerine yatırıp, ayaklarıyla da üzerine basmışlardı. Bu yüzden Habbâb bin Eret’in (r.a.) sırtında da ateş yanıklarından izler açıkça belli idi.

Bütün bunlara rağmen Hz. Habbâb imânından, Allahü teâlâ ve Resûlünün (s.a.v.) sevgisinden zerre miktarı taviz vermedi. Her an onların sevgisiyle yaşadı. Fakat eziyet ve işkenceler de son haddine varmıştı. Bütün bu acılarını, canından daha çok sevdiği Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) arz edip, “Yâ Resûlallah, çektiğimiz işkencelerden kurtulmamız için, duâ buyurur musunuz?” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular. “Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, demir tarakla derileri, etleri soyulup, kazınırdı da, bu işkence yine onları dininden döndüremezdi. Testere ile tepesinden ikiye bölünürdü de, yine bu işkenceler onları dinlerinden geri çeviremezdi. Allahü teâlâ elbette bu işi (İslâmiyeti) tamamlayacaktır. Bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki, hayvanına binip, San’a’dan Hadramut’e kadar tek başına giden bir kimse, Allahü teâlâ’dan başkasından korkmıyacak, koyunları hakkında da kurt saldırmasından başka hiçbir endişe duymayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz.” Resûlullah (s.a.v.) sırtını okşadı ve duâ buyurdular. Resûlullah’ın (s.a.v.) ruhlara gıda ve şifa olan bu latif (güzel) sözleri, Hz. Habbâb’daki acıları dindiriverdi.

Hz. Habbâb’ın, azgın müşriklerden Âs bin Vâil’den epeyce alacağı vardı. Onu istemek için yanına gitti. Âs bin Vâil, Hz. Habbâb’a “Muhammed’i inkâr etmedikçe sana alacağını vermem” dedi. Hz. Habbâb, “Vallahi ben ölünceye, öldükten sonra kabrimden kalkınca da asla peygamberimi red ve inkâr edemem. Her şeyden vazgeçerim, yine bu inkârı yapamam.” cevabını verdi. Bunun üzerine Âs bin Vâil, “Öldükten sonra dirilecek miyiz? öyle bir şey varsa, o zaman malım da, evladım da olacak. Borcumu, sana o gün öderim” dedi.

Âs bin Vâil’in bu sözleri üzerine Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde; Meryem sûresinin 77. 78. 79. âyet-i kerîmelerinde şöyle buyurdu: “Şimdi şu âyetlerimizi inkâr eden ve “Elbette bana mal ve evlâd verilecektir” diyen adamı (Âs İbni Vâil’i) gördün mü?

O, gayba muttali mi olmuş, yoksa Rahman’ın huzurunda bir söz mü almış?

Hayır, öyle değil, biz onun dediğini yazacağız ve azabını da çoğalttıkça çoğaltacağız.”

Hz. Habbâb her türlü tehlikeye rağmen müslümanlığını açığa vurmaktan çekinmediği gibi, Kur’ân-ı kerîmi müslümanlara öğretip, okutmak için de bütün gücünü sarf etmiştir. Resûlullah (s.a.v.) yeni müslümanlara Kur’ân-ı kerîmi öğretme vazifesini ona vermişti. Tâha sûresinin nâzil olduğu sıralarda idi. Hz. Ömer’in kızkardeşi Fâtıma ile kocası Said bunu yazdırıp, Habbâb bin Eret’i (r.a.) evlerine getirmişler, okuyorlardı. Fakat bu sırada dışarıda başka şeyler oluyordu. Ömer bin Hattâb, henüz müslüman olmamıştı. Müslümanlar gün geçtikçe kuvvetleniyordu. Hele Hz. Hamza’nın müslüman olması Kureyş’in ileri gelenlerini çileden çıkarmıştı. Ebû Cehil, bu işin önüne geçmek için, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) öldürülmesinden başka çare olmadığı görüşünü ortaya atmıştı. Ömer bin Hattâb kılıcı çekmiş yola düşmüştü. Yolda kızkardeşi ile kocasının Müslüman olduğu haberini alınca, onların evine uğradı. Burada kalbinde imân güneşi parladı. Ömer bin Hattâb gelince, Habbâb (r.a.) gizlenmişti. Ömer bin Hattâb’dan, kalbinde imân nûrunun parladığını gösteren sözler duyunca, Habbâb (r.a.) gizlendiği yerden çıktı. Tekbir getirdikten sonra, “Müjde yâ Ömer! Resûlullah (s.a.v.) Allahü teâlâ’ya duâ ederek “Yâ Rabbi! Bu dinî, Ebû Cehil ile yahud Ömer ile kuvvetlendir.” buyurdu, işte bu devlet, bu se’âdet, sana nasib oldu dedi. Bilâhare Ömer bin Hattâb, Resûl-i Ekrem’in yüksek huzurlarına giderek Kelime-i şehâdet getirmiştir. Hz. Ömer daima Hz. Habbâb’a sevgi ve hürmet göstermiş, hatta halifeliği sırasında bir gün onu kendi yerine oturtmuştur.

Hz. Habbâb bin Eret, Resûl-i Ekrem’den (s.a.v.) izin alarak Medine’ye hicret eyledi. Resûlullah (s.a.v.) Medine’ye hicret buyurdukları zaman Hz. Habbâb ile Harraş bin Semme’nin azadlı kölesi Temîm’i birbirine kardeş yapmıştır.

Hz. Habbâb, Resûlullah’ın bütün gazalarına iştirak etti. Küçük seriyyelerden bazılarında da bulunmuştur. Hz. Ebû Bekir devrinde, yalancı peygamberlerle yapılan muharebelere ve Suriye taraflarında yapılan seferlere de katılmıştır. Hz. Ömer zamanında, İran savaşlarında kahramanca savaşmıştır. Hz. Ömer (r.a.) zaman zaman yaptığı konuşmalarda Hz. Habbâb bin Eret’ten bahseder, onun İslâm’ın ilk yıllarında çektiği eziyet ve sıkıntıları ibret olarak anlatırdı.

Habbâb bin Eret (r.a.) Hz. Osman zamanında da muharebelere katılmış, cihaddan geri kalmamıştır. Hz. Habbâb İslâm’dan önce çok fakir idi. Müslüman olduktan sonra, ganimetlerle oldukça zengin oldu. Maddî durumu gayet iyi hâle geldi.

Habbâb bin Eret (r.a.) Resûlullah’a (s.a.v.) yatsı namazı hakkında sormuştu. Anlatılanı unutmuş ertesi gün tekrar sormuştu. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardı: “Bu namaz, ümit ve korku namazıdır. Bu namazda Allahü teâlâ’dan üç şey istenirse, hiç olmazsa ikisi kabul edilir.” Resûlullah buyurdu ki: “Bir fitne olacak, onda kişinin bedeni öldüğü gibi kalbi de ölecek. Kişi, mü’min olarak akşamlayıp, kâfir olarak sabahlar. Ve kâfir olarak sabahlayıp, mü’min olarak akşamlar.”

1)El-Kâmil fi’t-târih, cild-2, sh. 99

2)Üsûd-ül-gâbe, cild-2, sh. 106

3)El-A’lâm, cild-2, sh. 301

4)Hilyet-ül-evliyâ, cild-1, sh. 143

5)El-İsâbe, cild-1, sh. 416

6)El-İstiâb, cild-1, sh. 423

7)Müsned-i Ahmed bin Hanbel, cild-5, sh. 108, cild-6, sh. 395

8)Tabakât-i İbn-i Sa’d, cild-3, sh. 164

[İSLÂM ÂLİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ//HİCRÎ BİRİNCİ ASIR ÂLİMLERİ]
 
Üst