Hz.mevlana'nın şiirlerîndekî coşkunluk

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Bir Dîvan-ı Kebîr beytinde, Hz. Mevlana şöyle söyler. "Ben sözü aşkla söylüyorum. Çünkü dersi aşktan alıyorum. Ben canımı onun önüne koyuyorum, ona armağan ediyorum, çünkü o pek azını kabul eder, her şeyi kabul etmez."Hallac-ı Mansur ve Bayezid-i Bistamî gibi bazı velîler ilahî aşk ile coştukları zamanlar, bazen öyle sözler söylerler ki, bu sözler şekil üzerinde kalan ve dinin hakikatına erişemeyen, dini taklidden tahkike götüremeyen bazı kişiler tarafından şeriata aykırı görülmüştür. Ve bu yüzden "Ben Hakk'ım" diyen Hallac-ı Mansur asıldığı gibi, kendinde Hakk'ı bulan Seyyid Nesîmî'nin de derisi yüzülmüştür.


Bu sözlerin derinliklerine inemeyenler, ifade etdikleri manayı anlamayanlar bu gibi sözleri beğenmezler. Nitekim Mevlana bir şiirinde "Biz sevgili ile beraber oturmuşuz da sevgili nerede deyip durmaktayız." (Dîvan-ı Kebîr, I/ 442) sözünü şeriata aykırı bulurlar da, Kur'an'da "Siz nerede olursanız olunuz biz sizinle beraberiz." (Süre: 57 / ayet: 4) "Biz size şah damarınızdan daha yakınız." (Süre: 50 / ayet:16) ayetlerinin sırrına akıl erdirmek istemezler. Bu bir seziş ve anlayış meselesidir.

Nitekim Hz. Mevlana bir şiirinde "Ene'1-Hak dediği ve gerçeğe işaret ettiği için halk anlamadı da Hallac'ı dar ağacına çekti. Hallac sağ olsaydı sırlarımın azametinden ötürü o beni dar ağacına çekerdi." demiştir (Dîvan-ı Kebîr, III/1459). Mevlana bazen şiirlerindeki coşkunluğun farkına varır da, sözünden tövbe etmek ister, şöyle der: "Her gazelin arkasından gönlüm söze, lafa tövbe ediyor; bir daha böyle sözler söylerniyeceğim diyor amma, Allah'ın dileği gönlümün yolunu kesiyor, gönlün tövbesini bozuyor." (Dî-van-ı Kebîr, IV/1822)


Hz. Mevlana bir başka beytinde de şöyle buyuruyor:

"Beni yokluktan var eden, beni yaratan her an beni söyletmededir. Sonunda beni söyleten kerem buyurdu, bütün söylediğim sözler 0 oldu." (Divan-ı Kebîr, IV/ 1809) Bir başka beytinde de "Bazen ona av derim, bazen bahar derim, bazen ona şarap adını takarım, bazen de mahmurluğum derim." (Dîvan-ı Kebîr, IV/ 1837)

Hz. İkbal de bir şiirinde "Bir müslüman aşık değilse kafirdir." demiştir. Hz. Mevlana da "Ben aşkı olmayan kişinin insanlığını inkar ederim." (Dîvan-ı Kebîr, 111/1610) buyur-muştur.

Bu şiirleri diğer şairlerin şiirleri ile mukayese etmeyiniz;bu şiirler aşk ile, kendinden geçmiş bir velînin gönlünden gelen sesleridir.

Bu sesler bazen insanı şaşırtır, bazen hiç bir şiirde duyulmayan manevî zevkler verir.
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Hz.mevlana'nın şiirlerîndekî coşkunluk

"Büyük Dîvan" anlamına gelen Divan-ı Kebîr Hz. Mevlana'nın heyecanla, gönül coşkunluğuyla söyledigi ilahî aşk şiirlerini toplayan kitabın adıdır.

Beyit sayısı altı ciltlik Mesnevî beyitlerinin toplamının iki mislidir. Çünkü altı ciltlik Mesnevî beyitlerinin toplamı yirmibeş bin otuz birdir. Halbuki Dîvan-ı Kebîr'in rubaî beyitlerini de dahil edersek, beyit sayısı elli bine yaklaşmaktadır.

Bu mübarek dîvanı Tahran Üniversitesi profesörlerinden Firüzanfer merhum büyük ebadda yedi cilt halinde bastırmıştır.

Bendeniz pek güvenilir olan bu dîvanı esas tutarak, aldığım her gazelin altına Farsça bilenlerin doğru okumaları için her gazelin veznini yazdığım gibi, gazelin hangi ciltten alındığını ve numarasını da kaydettim.



Bilindiği gibi dîvan îslamî edebiyat'ta şairlerin yazdıkları kendi şiirlerini alfabe sırasıyla bir araya getirdikleri kitabın adıdır. Dîvanlar şairlerin adlarıyla birlikte söylenirdi, mesela Dîvan-ı Bakî, Dîvan-ı Fuzulî, Dîvan-ı Hafız diye adlandınlır ve her gazelin son beytinde muhakkak şairin adı geçerdi. Bu geleneğe uyularak, neden Mevlana'nın şiirlerini toplayan dî-vana "Dîvan-ı Mevlana", yahut "Dîvan-ı Celaleddin" denmemiştir de Dîvan-ı Kebîr, Dîvan-ı Şems-i Tebrizî denmiştir. Elli bine yakın beyti ihtiva eden çok büyük ebadda bir kitap olduğu için Divan-ı Kebîr denmekle beraber asıl onun dîvanına Dîvan-ı Şems-i Tebrîzî denmiştir.

Mevlana gazellerinin sonlarında, kendi adı yerine hep Şems-i Tebrîzî adını kullanmıştır. Nadir olarak bazı gazellerinde, Selahaddîn-i Zerkubî adını anmış bazan da "Hamuş" lakabını kullanmıştır.

Bu hal Yunan filozoflarından Eflatun'un durumuna benzer, Sokrates'in hiç eseri olmadığı halde, talebesi Eflatun bütün eserlerinde, hep Sokrates'i konuşturmuştur. Kendini Sokrates'in ismi altında gizlemiştir. Mevlana da gönül verdiği Tebrizli Şems'i öne almış, kendini onun adı altında gizlemiştir.

Bazıları bu hali anlamazlar da, Divan-ı Şems-i Tebrîzî kitabında bulunan şiirleri Şems'in yazdığını zannederler. Hz. Şems'in şiiri yoktur, onun sadece Makalat adlı bir kitabı vardır.

Zaten Mevlana Şems'le buluşmamış olsaydı, o coşkun, heyecanlı şiirleri ihtiva eden Divan-ı Kebîr de meydana gelmezdi. Nitekim Hz. Mevlana "Tebrizli Şems bana İskender gibi, taç, taht, saltanat, verdi de ben mana ordusunun başkumandanı oldum." demiştir. Dîvan-ı Kebîr, III/1590)

Mevlana ile Şems'in birbirlerine karşı duydukları ilahî sevgiden burada uzun uzun bahs edecek değilim, bu konuda fazla bilgi almak isteyenler Ötüken Neşriyat'ın yayınladığı Mevlana kitabına bakabilirler.

Ben burada şu kadarını söyleyebilirim ki, Şems Mevlana'da kendini gördü. Mevlana da Şems'de kendini gördü, onlar birbirlerine ayna oldular. Birbirlerinin hakikatını gördüler ve birbirlerine aşık oldular. Yanlış anlaşılmasın, ne Şems Hak'tır, ne de Mevlana; her ikisi de birer kuldur, ancak arif bir şairin dediği gibi, "Allah adamları haşa Hak değillerdir ama Hak'tan da ayrı değillerdir." Onun için Mevlana kendi şiirlerinde hep Şems'i yad etmiştir. Bu yüzdendir ki kitabının adına "Şems Dîvanı" denmiştir.

Mevlana, Şems mahlasını kullanmıştır amma, aslında Şems yoktur, Hak vardır. Çünkü Şems-i Tebrîzî bir bahanedir, asıl Allah sevgisi vardır. Yahya Kemal merhumun bir şiirinde aba var, post var, meydanda er yok, Horasan erlerinden bir haber yok, der. Diyar-ı Rum'a gelmiş evliyadan;

evet İslam diyarlarının en mamur bölgeleri, Semerkand'lardan, Buhara'lardan, Horasan'dan velîler gelmez olmuş; gelmez olmuş amma îslam ülkeleri yine boş değil. Baba Kemal Hocendî ne güzel söylemiş, "Hak aşıkları, erenler gittiler, aşk şehri boş kaldı diye düşünme, dünya Şems-i Tebrîzîlerle doludur amma, Mevlana gibi bir kişi nerede ki hakikatı görsün."

alıntı
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Hz.mevlana'nın şiirlerîndekî coşkunluk

"Mevlana Dîvan-ı Kebir'deki şiirlerini islamî edebiyattaki nazım şekillerinden olan gazel şeklinde söylemiştir. Bilindiği gibi gazel, konu olarak lirik aşk şiirlerini ele alır. Gazellerde şekil itibarıyla birinci beyitteki mısralar kendi aralarında kafiyeli olup, gazelin diğer beyitlerinin ikinci mısraları, birinci beyitle aynı kafiyededir ve her gazelin bütün beyitleri aynı vezinle yazılır ve her beyit konu itibarıyla küçük bir şiir parçasıdır. Nasıl rubaîler dört mısrada aynı konuyu işlerlerse, her gazelin her beyiti ayrı ayrı konuları taşıyabilir.

Bu beyitler sadece vezin ve kafiye bakımından bir araya gelmişlerdir. Eğer bütün beyitler aynı konuyu işlerlerse o gazele "yek avaz" adı verilir ve çok makbul sayılır. Mevlana bu gelenege uyarak gazellerinin bazılarında her beyitte ayn bir konuyu işlemiştir, ama Mevlana çoğu zaman mesela on beş beyitlik bir gazelinde bile aynı konuyu terennüm etmiş-tir. Bu yüzden biz Mevlana'nın gazellerini okurken, her beyiti ayrıca bir konuyu işleyen küçük bir şiir parçası sayabiliriz.

Gazeller tercüme edilirken, beyitlerden en fazla dikkat çekeni o gazele başlık olarak alınmiştır. Metinlerde bu başlık yoktur. Bu sebeple biz herhangi bir gazeli okurken aynı gazelde çeşitli konulara değinilmesine şaşmamalıyız.

Her beyiti ayrıca dikkatle okumak, manalarının derinliğine varmak ve düşünmekle onun zevkine varılır.

Hak şairlerinin çoğu zaman yazdıkları şiirlerde mey (şarap) ve sevgiliden bahs etmekte olduklarını herkes bilir. Bunlara akıl erdiremeyen bazı kişilerin yanlış fikirlere sapmamaları için, bu mecazî deyimlerin açıklanması gerekmektedir.

Hz. Mevlana da büyük bir Hak aşığı olduğu için şiirlerinde kendisinden ewel gelen Hak aşıkları gibi bu konulara çoğu zaman değinmiştir. Nitekim büyük Hak aşıklanndan, Esad Erbilî hazretleri de dîvanının önsözünde bu konuya temas etmişlerdir. (Dîvan-ı Esad, Erkam yayınları, s. 7)

Ariflere göre mey (şarap) gam ve kederden eser bırakmayan Allah sevgisidir. Buna Mansur şarabı, aşk şarabı, Hak şarabı da denir. Bu manevî şarap insanı kendinden alır başka alemlere götürür. Meyhane tabirine gelince, Hak aşıklarına mahsus ibadet yerleridir. Nitekim Şeyhülislam Yahya Efendi şu beytinde bu konuya değinmiştir: "Mescidde riya pîşeler etsün ko riyayı / Meyhaneye gel ne riya var ne müraî" Yani gösteriş için camide namaz kılanları bırak, onlar gösteriş için namaz kılsınlar; sen hakikat meyhanesine gel, orada ne riya var ne de riyakar. Pîr-i mugan ise, mürşid'i göstermektedir. İranlı Hafız bir beytinde şöyle der: Eğer pîr-i mugan (mürşid) sana seccadeni şarap küpüne daldır derse, tereddüt etmeden seccadeni şarap küpüne daldır;

Çünkü onun bir bildiği vardır. 0 bir hakikat yolcusudur, sakî ise Hak yoluna düşenlere yol gösteren halifeleri temsil etmektedir. Bu şiirleri insanlar kendi kabiliyetine ve sezişine göre anlar, bazıları da anlayamaz, yanlış yorumlar.

Eski devirlerde yahüt günümüzde bu konuları gereği gibi anlayamayan kişiler bulunmaktadır.

Bunun gibi bazı velîleri bile yanlış anlamışlardır. Büyük Hak şairlerinden Niyazî-i Mısrî hazretleri, şu kıt'ada bu hakikatı ne güzel anlatmışlardır.

Cemali zahir olsa tez celali yakalar anı Görürsün birgül açılsa yanında har olur peyda Bu sırdandır ki bir kamil zuhür etse bu alemde Kimi ikrar eder anı, kimi inkar olur peyda

yani Hakk'ın cemali ortaya çıksa, celali hemen onu yakalar. Görmez misin herhangi bir yerde gül açılsa, hemen onun yanında bir diken meydana gelir.

Bu sebepledir ki bu alemde bir insan-ı kamil zuhür etse, kimi onu kabul eder, kimi de red eder. Nasıl ki Muhiddin-i Arabî hazretlerini sevenler ona Şeyh-i Ekber (en büyük Şeyh) adını vermişlerdir. Sevmeyenler, onu inkar edenler de Şeyh-i Ekfer (Kafirlerin şeyhi) demişlerdir. Hz. Mevlana ise bir şiirinde, "Ben şunu bunu bilmem, ben ilahî aşk kaderiyle mest olmuşum." der.

Gerçekten de bu kainatı yaratan, akıl almaz güçte olan o büyük varlığa hayran olup kalmak varken, ben şuna inanıyorum, sen şuna inanıyorsun diye birbirimizle niçin çekişiyoruz?

Nitekim, Neyzen Tevfik de Cenab-ı Hakk'a hitaben:

"Değil binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insanlar, senin hep gölgeni sevmiş, özünden bîhaber gitmiş." demiştir.

îngiliz fizik alimlerinden Sir Jones Jeano, Prof. Salih Murat'ın tercüme ettiği, Etrafımızdaki Kainat adlı eserin ikinci sayfasında şöyle demektedir:

"Bizim dünyamız diğer yıldızlara nazaran en küçük bir yıldızdır. Kainat pek büyüktür. Çünkü ışığı bize elli milyon senede gelen yıldız var. Bunların her biri, boş bir okyanusta giden bir gemi gibi yolculuk yaparlar. Bizler kumlar sayısınca çok olan bu yıldızlar arasında, bir kum tanesinin mikroskopik parçası üzerinde oturarak etrafımızı, uzay ve zamanla çevrilen kainatın maksat ve mahiyetini keşfe çalışıyoruz."

Bizim bu kainatı yaratan, büyük yaratıcının yaratma gücü karşısında şunu bunu düşüneceğimiz yerde, bu kainatı yaratan büyük yaratıcının yaratma gücü, eşsizliği karşısında hayran olmaktan ve şaşırıp kalmaktan başka çaremiz yoktur. 0 ne büyük yaratıcıdır, 0 ne kudretlidir. 0 ne güzeldir. Şu şöyleymiş, bu böyleymiş diyeceğimiz ve birbirimizle çekişeceğimiz yerde, aşk içinde yalnız onun hayranı olalım.
 
Üst