Gelmeyecek Olan Yolcuya

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE


dua4ne2.jpg




Tam sevdamı haykıracaktım ki
O sana has an geldi...
Sustum.



Tam sevdamın üstüne yüreğimi
Zaptetmeyip salacaktım ki
Ne yüreğim ne sevdam
Bende değil...


Yine Sustum.




Dostlar "ârtık haydi tam sırası,
haykırâlım" dediler
Düşündüm uzun süre..


Şimdi kendi rızamla...
Sustum.


alıntı




Kalbime Gomerim Ozaman - Gokce Kirgiz & Emre Altinel
Tüm yaşanmışlıkları
Unutturur mu zaman
nokta.gif
nokta.gif

ladyofthecrowsbysab687awk9.jpg


Mutluluğumu geri verebilir mi?
31621242kk8.jpg

Seninle dolu gecelerimi
80886260al7.jpg


Aradığın zamanlarda
Yüzümde beliren gülümsemeyi
Söyle geri getirebilir mi?



Yaşanmaz kılarmı ayrılığı


Yine hissedermiyim
Güven veren sıcaklığını



Unutturabilir mi
Camdan kırıkları
Unutmadım ben hala
Son bakışını
39769277xb8.jpg

Gözlerimi senden kacırışımı
Caresizce gidişimi
70274303vr3.jpg

ßen giderken seninin yiti$ini
Unutmadim
68664484hg5.jpg

ßeyaz bir güldüm
Senin ellerinde
Canını acıttım
Acıdım



Öylece bir köşede kalakaldım



Sensiz bende kanadim




Hani Rüzgar değse kirpiğime
Kan damlardı baktığın yere
Kirpiğime ayrılık değdi
Gelsene
13aa6.jpg

Hani gelmediğin gün ölürdün
14pg3.jpg

Bak sen gelmedin ben öldüm

16082008094510Animation2.gif
www.harikasozler.net_-_renkli_idemler.jpg
ÇİĞDEM ÇİÇEĞİ

Birgün gelirde yaşlılıktan,
Gözlerim görmezse diye,
Seni şuan doyasıya görmek istedim...
Ellerim titremeye başlarda,
Hissedemezse ellerini diye,
Şimdiden sıkı sıkı tutmak istedim...
Henüz yaşıyorken,ölmemişken,
Seni dünya gözüyle son kez görmek,
Doya doya sevmek istedim...
Sende birgün gelirde,
Ellerimi tutmak istersen,
Toprağın altından uzatamam belki,
Ama yüreğimdeki sevgimi ulaştırır sana,
Kabrimde açan bir çiğdem çiçeği.


alıntı
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Dr.Yalnızefe

Dost Üyeler
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,339
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Gerçekten büyük emek verilmiş bir çalışma..
Ellerine sağlık...:)
 

ÇAĞATAY

Dost Üyeler
Katılım
27 Şub 2008
Mesajlar
473
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
"ADRİYATİK'DEN ÇİN SEDDİNE SAVAŞ NEREDE İSE ORADAY
Sayın Hocam BURLAHATUN; önce sitemize hoşgeldiniz der, mümtaz sayfanızdan dolayı; konuların seçimi, aktarımı, paylaşımı için teşekkür ederim. Can YÜCEL üstadımızın selamlarınını getirdim. Kısıtlı imkanlarımla yazılara teşekkür etme çabası gösterdim bulunduğum yerin Pc'sinden teşekkürlerim çıkmıştır inşallah. Saygı ve hürmetlerimle (Gökhan BOZKURT)
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Sayın Hocam BURLAHATUN; önce sitemize hoşgeldiniz der, mümtaz sayfanızdan dolayı; konuların seçimi, aktarımı, paylaşımı için teşekkür ederim. Can YÜCEL üstadımızın selamlarınını getirdim. Kısıtlı imkanlarımla yazılara teşekkür etme çabası gösterdim bulunduğum yerin Pc'sinden teşekkürlerim çıkmıştır inşallah. Saygı ve hürmetlerimle (Gökhan BOZKURT)


Hoş bulduk ÇAĞATAY kardeşim.Güzel sözleriniz ve şiirlerini çok beğendiğim, şairimizden getirdiğiniz selamlar için teşekkür ediyorum.:)
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
2219891640_5a2f67b334.jpg

Bir gün New York’ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar, gruptan biri kızılderelidir. Yolda insan kalabalığı, siren sesleri, yolda çalışma yapan işçilerin araçlarının çıkardığı gürültü, araçların korna sesleri arasında yürürken kızıldereli kulağına cır cır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar.
Arkadaşları gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler.Aralarından bir tanesi inanmasada onunla birlikte aramaya devam eder.
Kızıldereli caddenin karşısına doğru yürür, arkadaşı da arkasından takip eder ve o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cır cır böceği bulurlar.Arkadaşı, kızıldereliye “senin insanüstü güçlerin var bu sesi nasıl duydun” diye sorar?
Kızıldereli sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini izlemesini söyler.Kaldırıma geçerler ve kızıldereli cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlayarak atar.Bir çok insan bozuk para sesinin ceplerinden düşen bir paranın sesimi diye, sesin geldiği yöne doğru bakar.
Kızıldereli arkadaşına, gördünmü önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğine bağlıdır. Herşeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin.



alıntı

KIZGINLIKLA KARAR ALMAYIN,



MUTLULUKTAN UÇTUĞUNUZDA SÖZ VERMEYİN.



İKİSİ DE SARHOŞLUK ÂNIDIR, AKIL O ANDA BAŞTA DEĞİLDİR
1211457951adam.jpg




01102008155152images.jpg

ELMA VE ŞARAP

Kadınlar ağaçtaki elma gibidir.
En iyileri en üst dallarda bulunur.
Erkeklerin coğu düşüp incinmekten korktukları için üst dallara uzanmak istemezler.
Onun yerine yere düşmüş çürükleri toplarlar çünkü onları elde etmek daha kolaydır.
Yukarıdaki elmalar ise kendilerinde ararlar suçu ve sorarlar kendilerine 'Nerede hata yapıyorum' diye.
Aslında gerçekten hatasız ve muhteşemlerdir.

Sadece doğru erkeğin ortaya çıkıp cesaretini ve yüreğini toparlayıp o üst dallara ulaşmasıdır bütün olay.
Lütfen bu gerceği iyi elma olan bütün kadınlarla paylaşın. (Dalından toplanmış olsalar bile)

Erkekler ise ...
iyi birer şarap gibidir.
Koruk olarak başlarlar, mayhoş ve tatsız...
Kadınlar tarafından canları çıkana kadar çiğnendikten sonra ancak bir yemeğin yanında gidecek kadar tatlanırlar...






alıntı
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

KARAHAN

Dost Üyeler
Katılım
16 Haz 2008
Mesajlar
739
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Kayseri.
Bir Çocukla kızın hikayesi

Bir kız ve bir delikanlı,bir motorsikletin üzerinde 180 km hızla gidiyorlar
ve aralarında şöyle bir konuşma geçiyor;

Kız : Lütfen yavaşla,ben korkuyorum
Delikanlı : Hayır,bak ne kadar eğlenceli
Kız : Lütfen,lütfen,çok korkuyorum
Delikanlı : Peki,beni sevdiğini söyle
Kız : Seni çok seviyorum,lütfen yavaşla
Delikanlı : Şimdi de bana sıkıca sarıl

Kız delikanlıya sıkıca sarılır

Delikanlı : Kaskımı alıp,kendine takar mısın? Başımı çok sıktı.

Ertesi gün gazetelerde şöyle bir haber çıktı: Motorsiklet kazası;
Motorsiklet,fren arızası nedeniyle,bir binaya çarptı.Üzerindeki 2 kişiden
sadece biri kurtuldu.
Gerçek ise şöyleydi;Yolun yarısında,delikanlı frenlerin bozulduğunu anlamış
ama bunu kıza belli etmek istememişti.Bunun yerine,kızdan kendisini
sevdiğini söylemesini istemiş ve kendisine son defa sarılmasını istemişti.

Sonra da kendi ölümü pahasına,kızın başlığı takmasını ve hayatta kalmasını
sağlamıştı.
İŞTE GERÇEK AŞKIN ANLAMI DA BUYDU!

Siz gerçek aşkınızı buldunuzmu, yoksa hala bulamadınızmı, yoksa gerçek aşkı
bulduğunuzumu sanıyorsunuz.
 

KARAHAN

Dost Üyeler
Katılım
16 Haz 2008
Mesajlar
739
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Kayseri.
ANNELER BİLİRLER



Mehmet ile;Handan öğrenci olup, aynı evi paylaşmaktadırlar.
Handan ve Mehmet,

Mehmetin annesini yemeğe davet ederler,;Mehmetin annesi akşam

yemeği süresince Handanı uzun uzun süzer ve aslında Handanın çok
alımlı ve güzel bir kız

olduğunu , acaba aralarında; ev arkadaşlığından daha ileri bir
boyutta bir ilişkinin mevcut olup,

olmadığını merak eder Aklını okumuşçasına Mehmet annesine der ki:

Ne düşündüğünü biliiyorum ;ama emin ol ki sadece ev arkadaşıyız,
ötesi yok.

Akşam yemeğinden sonra Mehmetin annesi evine döner.Aradan bir
iki gün sonra Handan

der ki: Mehmet,annen biize yemeğe geldiğinden beri gümüş çorba
kasesini

bulamıyorum. (ne;biçim öğrenci eviyse artık) Mehmet yanıtlar:
Annemin almış olabileceğini

tahmin etmiyorum ama ben yine de kendisine mektup yazayım.
Oturur ve yazar:

Anneciğim, Gümüş çorba kasesini sen aldın demiyorum, ama almadın
da

demiyorum. Fakat konu şu ki: sen bize yemeğe geldiğinden beri
gümüş çorba kasesi kayıp.

sevgiler oğlun Mehmet.

Bir hafta sonra Mehmetin annesinden mektup gelir: Sevgili oğlum:

Handanla yatıyorsun demiyorum, ama yatmıyorsun da demiyorum. Fakat
konu şu ki:

Handan kendi yatağında yatıyor olsaydı, gümüş çorba kasesini
çoktan bulmuş olurdu.

Sevgiler annen.
 

KARAHAN

Dost Üyeler
Katılım
16 Haz 2008
Mesajlar
739
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Kayseri.
PULSUZ DİLEKÇE



Sevgili Anneciğim, Babacığım,
Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim. Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni anlamaya ve tanımaya çalışın. Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşılarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her işimde koruyup kollamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım?.Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutmayınca sizlere güvenim azalıyor. Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak biribirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır. "Ben senin yaşında iken..." diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım.Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın. Beni korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın. Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.Beni, yeteneklerimin üzerinde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin. Hiç değilse çabamı övün. Beni başkaları ile karşılaştırmayın, umutsuzluğa kapılırım. Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın. Bana süre tanıyın. Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın. Yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı kaybetmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim ama beni aşağılamayın. Hele başkalrının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim.Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz, size olan sevgimi azaltmaz; tersine beni size daha çok yakınlaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çalışmayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur. Biliyorum ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdiklerinizin yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse birçoğundan vazgeçebilirim. Yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın.Benden "Örnek Çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ana-baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.
Sevgiler... Çocuğunuz
 

KARAHAN

Dost Üyeler
Katılım
16 Haz 2008
Mesajlar
739
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Kayseri.
ANNECİĞİM BENİ SEVERMİSİN?



Anne bağırır :
Çabuk ol servisi kaçıracaksın!
Baba kükrer :
Ne yatmasını biliyorsun, ne kalkmasını!
Sabahları güneşin doğuşunu bilmez çocuk. Hic aydınlanmadan kalkar içi. Taze bir sabah, bayat bir günün devamıdır çok zaman.
Her sabah adına yuva denen, adına kreş denen o yere bırakılır. Başkalarının annesinde, kendi annesinin hasretini çeker günboyu. Sabahın köründe benim annem ne zaman gelecek diye gözyaşları çeker solgun yüzüne dizi dizi.
Akşam ne uzundur. Yuva nice gürültülü. Sevgilerini konuşurlar efkarlı saatlerde.
Benim babam beni çok seviyor.
Hayır, benim babam beni daha çok seviyor.
Hadi ordan, beni hem babam hem annem daha çok seviyor.
Başkalarının babası kendi çocuklarını çok severse, sanki kendi babalarının sevgisi azalacakmış gibi kavga ederler. En çok sevilen olmaktır tutkuları.
Her pazartesi ne kadar sevildiklerinin ispatını yapmaya koyulurlar.

Benim babam beni hamburger yemeye götürdü.
Biz hem hamburger yemeye gittik, hem de luna parka gittik.
Napalım. Benim annem beni sinemaya götürdü. Arslan Kral filminde ağladık annemle birlikte.
Kızlar ağlar zaten. Ağlamanın neresi eğlenceli?
Biz babamla maç ettiğimiz zaman çok eğleniyoruz.
Benim babam benimle değil, arkadaşlarıyla maç etmeye gidiyor.
Bak demek ki benim babam beni daha çok seviyor. Bi kere biz ikimiz, yani babamla ben, maç ediyoruz.

Pazartesileri hep böyle geçer.
Herkes kendi babasının en sevgili baba olduğunu kanıtlamaya çalışır. Öteki çocuklar yeni sevgi kanıtlarını ortaya koydukça içini bir ürperti kaplar.
Başkalarının babası çocuklarını daha çok mu seviyordur acaba? O Reklam gelir aklına. Kahrolası reklam. Evinizi seviyorsunuz, arabanızı seviyorsunuz... Beni sevmiyor musunuz?
İnanmak üzeredir onu sevmediklerine. Arka koltuğa gazoz döktü diye ne çok bağırmıştı babası. Ama olsun, arkadaşlarına bunu anlatmazsa eğer, babasının arabasını kendisinden çok sevdiğini nereden bilecekler.
Keşke her Pazartesi en sevilen evlat oyununu oynamak zorunda kalmasaydı. Bunun için Pazartesileri hep hasta numarası yapması. Uyanamaması. En sevilen çocuk olmak yarışması, bilseniz ne kadar zor diyebilse bir gün, her şey ne kadar kolay olacak. Oyunu değiştirebilirdi. Bu oyunun mağlubu olduğunu arkadaşları öğrenecek diye her Pazartesi Karanlık bir kuyu olmazdı o zaman. Herkesin annesinin ve babasının ne kadar iyi Anne baba olduğu, çünkü onlara ne çok pahalı oyuncak aldıklarının konuşuldukları bir sıra,
Beni anneannem çok sever diye bağırıverdi.
Sustu arkadaşları.
Söyleyebilecek bir şey bulamadılar bir an.
Akın boynunu büküp benim anneannem yok dedi.
Üzüldü o zaman. Ama geri dönemezdi. benim anneannem beni cok sever. Masal anlatır bana. Yaramazlık yapınca dayın da böyleydi der gülerek.
Arkadaşları ne kadar dinliyor diye sustu birden. Kendisine doğru yönelmiş meraklı bakışları keyifle izledi. Ağızları açık Ee sonra? diyorlardı.
Sever beni. Masal anlatır. Hiç susturmaz beni. Ben konuştukça güler. Hay çocuk der. Sen beni güldürdün. Allah da seni güldürsün, der.
Herkes bir masal büyüsü ile dinlerken onu, anneannesini öteki çocuklarla paylaştığını düşünüp susuverdi.
Üsteledi arkadaşları. Hadi anlatsana! dediler.
Top havuzuna doğru koşup Herkesin anneannesi kendine diye bağırdı.
Akın itiraz etti. Hiç olmazsa arkadaşının anneannesinde tatmadığı bir duyguyu tadacağını düşünürken ne diye oyunbozanlık yapıyordu. Kızdı. Herkesin babası kendisine demiyordun ama!
Duymazlığa geldi. Anneannesini hiç kimselerle yarıştırmak istemiyordu, işte o kadar. Akşam çabuk oldu. Bu oyunu kazanmıştı. Muzaffer bir komutan edasında dolaştı bütün gün. Artık annesine neden pazartesileri yuvaya gitmek istemediğini anlatabilirdi. Yorganın altına saklanmazdı bundan böyle. Her Pazartesi anneannesinden bir demet yapıp götürürdü.
Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı : Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?
Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum.
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Herşey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu olduğunda. Bir de eve misafir gelecek oldumu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitsindi?
Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti. Sana yardım edeyim mi? dedi en sevimli halini takınarak.
Annesi manalı manalı baktı.
Hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten.
Yorgunluk nasıl bir şeydi? Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşca elinden alır Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.
Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.

Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle Yorgun yorgunken...
Anneciğim sen yorulma diye...
Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz.
Hani siz yoruluyorsunuz ya...
Eeee....
Ben de oynamaktan yoruluyorum.
Ne yapayım?
Bilmem...
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
Işıklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye başladı.
Mum da yok diye diye karıştırdı dolapları el yordamı.
Çocuk sirtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı. bak deli tavşan diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla, kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.

Neden sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını fark etti birden. Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı. Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Çocuk sanki bu öpücüğü bekliyormuşçasına,

İşin bitince beni sever misin anne? dedi.
 

KARAHAN

Dost Üyeler
Katılım
16 Haz 2008
Mesajlar
739
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Kayseri.
SEVGİNİN GÜCÜ!!!!



Otobüs yolcuları elinde beyaz bir baston taşıyan genç ve güzel kadının otobüse binişini içten gelen bir sempati ile izlediler. Basamakları geçti, boş olduğu söylenen koltuğu el yordamıyla buldu, oturdu, çantasını kucağına aldı. Bastonunu koltuğa yasladı. 34 yaşındaki susan, bir yıldır görmüyordu. Bir yanlış teşhis sonucu görmez olmuş, birden karanlık bir dünyanın içine düşmüştü. Öfke, kızgınlık kendine acıma.. Hayatta tek dayanağı artık kocası Mark'tı. Mark hava kuvvetlerinde subaydı. Susan'ı bütün kalbiyle seviyordu. Susan gözlerini kaybedince Mark karısının içine düştüğü umutsuzluğu hemen fark etmişti. Ona yeniden güç kazanması, kaybettiği kendine güvene yeniden sahip olması için yardım etmeliydi.
Susan gene kendi kendine yeterli olduğuna inanmalı, kimseye bağımlı olmadan yaşayabilmeliydi. Sonunda Susan'ı işine dönmeye ikna etti. Peki ama evden işe nasıl gidecekti? Genelde otobüsle giderdi. Ama şimdi kenti bir uçtan ötekine tek başına geçmekten korkuyordu.
Mark her sabah onu arabası ile işe bırakmayı önerdi. Kendi işi tam tam aksi yönde olduğu halde. İlk günler Susan kendini rahat hissetti Mark da "Görmüyorum, artık hiçbir işe yaramam" diyen karısını çalışmaya başlattığı için mutluydu. Ama bir süre sonra Mark işlerin iyi gitmediğini fark etti. Başkasına bağımlı yaşamın Susan'ı mutlu etmesi mümkün değildi. İşe eskiden olduğu gibi işe kendi başına otobüsle gitmeliydi. Ama Susan hala o kadar hassas, o kadar kırılgan, o kadar öfkeliydi ki ne yapabilirdi?
"Otobüs" lafı ağzından çıkar çıkmaz Susan öfkeyle haykırdı.. "Nasıl yaparım? Görmüyor musun ben körüm! Nerede olduğumu nereden bilirim, nereye gittiğimi nasıl anlarım? Galiba sana ağır gelmeye başladım, beni başından atmaya çalışıyorsun.." Duydukları Mark'ın kalbini fena halde kırdı. Ama ne yapacağını biliyordu.
"Her sabah ve her akşam otobüsü arabayla takip edeceğim. Sen bu yolculuğu tek başına yapmaya hazır olana dek sürecek bu." Tam iki hafta Mark, Susan'ın otobüsünün arkasından gitti iki hafta boyu karısına görme dışındaki duyularını nasıl kullanacağını anlattı. Özellikle duymanın pek çok sorunu çözeceğini izah etti. Kulakları ona nerede olduğunu söyleyebilirdi. Yeni yaşam tarzına alışmasına yardımcı olabilirdi. Otobüs şoförü ile ahbap olursa, her şey kolaylaşır, şoför her gün önde bir yer ayırırdı. Nihayet susan yolculuğa tek başına yapmaya hazır olduğunu hissetti. Pazartesi sabahı geldi. Ayrılırken otobüsün geçici eskortu kocasına, hayattaki büyük dostuna sarıldı. Gözleri yaşla doluydu Susan'ın. Kocasına öyle teşekkürle doluydu ki onun sabrı, sadakati, desteği ve sevgisiyle umutsuzluk uçurumundan nasıl çıkmış, nasıl yeniden hayata dönmüştü.. "Allah'a ısmarladık" dedi kocasına ve uzun amandan beri ilk defa ters yönlerde yola çıktılar. Pazartesi, Salı, Çarşamba.. Her gün mükemmel geçti Susan için. Kendini hiç bu kadar iyi hissetmemişti, yapıyordu, başarıyordu, tek başına başarıyordu. Kendi kendine gidip gelebiliyordu işte. Cuma sabahı, Susan her günkü gibi otobüse bindi, ofisinin karşısındaki durakta inerken bilet parasını uzattı şoföre.
"Sizi kıskanıyorum bayan " dedi şoför. "Neyimi kıskanıyorsunuz benim" diye sordu şoföre. "Sizin kadar sevilmek, bu kadar şefkat ve sevgiyle korunmak çok hoş bir duygu olmalı bayan" dedi şoför. "Nasıl yani" dedi Susan. "Bir haftadır, her sabah yakışıklı bir adam köşede duruyor ve siz otobüsten inene kadar izliyor. Yolu kazasız geçmenize bakıyor, ofisinize girene kadar oradan ayrılmıyor. Sonra size bir öpücük yolluyor, elini sallıyor ve yürüyüp gidiyor. Siz çok talihli bir kadınsınız bayan.." Mutluluk gözyaşları Susan'ın yanaklarından akmaya başladı. Ve birden hatırladı Mark'ı hiç görmüyordu ama bir haftadır yanında olduğunu hem de öyle kuvvetli hissediyordu ki. Talihli gerçekten çok talihli idi. Öyle bir armağan vermişti ki ona hayat, görmeden daha değerliydi . Bu armağanın varlığına inanması için görmesi gerekmiyordu. Sevginin aydınlatamayacağı karanlık yoktu çünkü..."
 

KARAHAN

Dost Üyeler
Katılım
16 Haz 2008
Mesajlar
739
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Kayseri.
ÖYLE ÇOK SEVİYORUMKİ



Karsimdasin.Elimi uzatip dokunabiliyorum sana.Ne büyük mutluluk bu...Gördügüm en güzel seysin.Senden öte tanimladigim baska hiçbir sey yok.Her sey senin adinla basliyor benim dünyamda.Bütün çiçekler sen,bütün yildizlar sen...Bir sanat eserisin,bakmaya doyamadigim.Tanrinin bana armaganisin ve artiyor her geçen gün sana hayranligim.Yüzünde kuslar,gözlerinde hayatin ta kendisi war.Öyle gerçeksin ki....
Gözümü açiyorum sen,kapiyorum sen...Hiç bitmeyen serüwen...Günümün en keyifli ani,uykumun en tatli rüyasi...Seni soluyorum,havadasin.Seni kokluyorum,dogadasin.Hele simdi sonbaharsin.Ya da sonsuz bahar.Seni yasiyorum,canimdasin.CANIMSIN.... Sarilsam sana , bin yil geçse,bir an bile ayrilmasak...Ten tene,yürek yürege sonsuz baharin en ask dolu iki yapragi olsak...Agaç agaç gezip,yesersek, açsak.Yere düssek,kalksak...Seni bilsem,bir tek seni...Seni görsem,bir tek seni...Sesin sarhos etse beni...Öyle içimdesin ki...
Bir saniye iste benden sensiz geçirdigim,weremem. Sensiz geçecekse geçmesin zaman,istemem.Seninle yeniden dogdum yeniden dogusun kanitiyim ben.Senden önce geçen zamani,sana ulasmak için yürüyerek geçirmisim,kimmisim bilememisim.Simdi basimi çewirip geriye bakmiyorum bile. O yol yüründü we bitti,artik seninle yürünecek bambaska bir yol war önümde.Yorgunluk nedir bilmeyecegim, hiç sikayet etmeyecegim we bir tek adimda bile tökezlemeyecegim uzun, ask dolu bir yol.... Öyle aklimdasin ki.....
Ah sensiz kalmiyor muyum , bazen yikasim geliyor gördügüm bütün duwarlari.Ardinda seni bulurum saniyorum. Ne ayri koyduysa bizi,zaman ya da yollar, bir kalemde silesim geliyor.Sana dokunmami engelleyen ne warsa,bir kadehi yere çarpip tuzla buz eder gibi parçalamak istiyorum.Isyanim tasiyor,kendi öfkemden korkuyorum...Ve kavusmak....Bunu düsünmek içimde kirilmis bütün aynalari tamir ediyor. Mavi bir yagmur basliyor,islaniyorum.Mawiye boyaniyorum. ÖYLE ÖZLÜYORUM KI.....
Sen ol,hep ol,benimle ol,bende ol....Sendeyim ben,yüregimi koydum yüreginin üzerine.Ask bu baska isim arama.Hem de en koyu,en deli,en tutkulu....Ögrenecegim çok sey war sana dair.Bilmedigim çok sey war.Ama bir seyi çok iyi biliyorum.....

SENI ÖYLE ÇOK SEVIYORUM KI..............

Mehmet COŞKUNDENİZ
 

KARAHAN

Dost Üyeler
Katılım
16 Haz 2008
Mesajlar
739
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Kayseri.
AYRILIK ÖLÜM GİBİ AğIR



AYRILIK ÖLÜM GİBİ AğIR,
ACI VE KATLANILMAZDI.
ZORDU SENDEN KOPMAK,
ELVEDA DEMEK İMKANSIZDI...
EN AğIR CEZALARA MAHKûM ETTİN BENİ,
SENSİZLİğE,ÖLÜME LÂYIK GÖRDÜN.
AYRILIK ÖLÜM GİBİ AğIRDI
VE BEN ÖLÜMÜ ERKEN TATTIM.
SANA DOYAMADAN GİTTİN
GİTTİğİN GÜN ÖLDÜM BEN.
SENSİZLİğİN YASINI TUTUYORUM HÂLÂ.
BİLİYORUM GERİ GELMEYECEKSİN,
BİR DAHA ASLA DÖNMEYECEKSİN.
O YÜZDEN;
AYRILIK ÖLÜM GİBİ AğIRDI İŞTE.
ÇEKİLMEZ OLDU SENSİZ GECELER,
KATLANAMAZ OLDUM AŞK ŞARKILARINA,
BEDENİMİ DAYANILMAZ BİR SOğUKLUK KAPLADI,
MUTLULUğU BİLEMEZ,YAŞAYAMAZ HÂLE GELDİM.
AYRILIK ÖLÜM GİBİ AğIRDI
VE ÖLÜM BENİ SOğUK TUTTU.
YAŞIYORUM AMA BİR ÖLÜ OLARAK,
HAYATTAN ZEVK ALMAYARAK,
MUTLU OLMADAN,HEP AğLAYARAK...
AYRILIK ÖLÜM GİBİ AğIRDI
VE KARŞI KONULAMAZDI .
ÖLDÜRDÜN BENİ ZALİMCE,
BİLE BİLE ÖLÜME İTTİN.
VE BEN SANA DA KARŞI KOYAMADIM,
ÖLÜME MEYDAN OKUYAMADIM...
İŞTE BÖYLE AŞKIM;
SENSİZLİK KATLANILMAZ VE AYRILIK ÖLÜM GİBİ AğIRDI...
 

KARAHAN

Dost Üyeler
Katılım
16 Haz 2008
Mesajlar
739
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Kayseri.
DEğERLİ DOSTLUKLAR



Eski Japon kültürüne göre parıldayan her şey değersiz ve bayağı kabul edilirdi.Yeni bir fincan veya vazo, ürküntü verirdi. Çünkü parlayan bir nesne yenidir ve yeni olduğundan henüz kullanımının ona kazandırdığı soylulukla değer kazanmamıştır.Eskimiş, pek çok kez çay içmekten ötürü kararmış bir fincan, bizimle yaşamış, sabrımızı ve özenimizi aktardığımız bir eşyadır ve zamanla hem bizim huyumuzu, hem duygularımızı yüklenmiş ve bize hizmet ederek bunun karşılığını vermiştir.Uzun süreli bir dostluk zamanın kararttığı bir fincanınkiyle eş değerde izler taşır.Gündelik eşyalarda da, arkadaşlıklarda olduğu gibi çatlaklar ve gölgeler bulunur.Bir fincanı firlatıp atmamak ve bir arkadaşı yaşantından uzaklaştırmamak için sabır ve sadakat gibi son derece önemli, ama artık pek sık rastlanmayan iki duyguya gereksinme vardır.Sabır, yüklendiği rol gereği bir tuğlaya, sadakat ise bir köke benzer. Sabır acelenin, sadakat ise tüketimin panzehiridir.Bu iki duyguyu fiziksel bir imge olarak düşünürsek,

DOSTLUK TUğLALARLA ÖRÜLÜR, KÖKLER SAYESINDE GELİŞİR"

Değerli, değeri azalmayan ve kalıcı dostluklar dileğiyle...
 

ÇAĞATAY

Dost Üyeler
Katılım
27 Şub 2008
Mesajlar
473
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
"ADRİYATİK'DEN ÇİN SEDDİNE SAVAŞ NEREDE İSE ORADAY
Hocaefendi mezarlıktaki işini bitirmek üzereydi... O anda 50 yıllık karısını kaybeden 78 yaşındaki adam, "ONU NE KADAR ÇOK SEVDİM!" diyerek çığlık çığlığa ağlamaya başlamışt... yaşlı adamın sesi merasimin sessizliğini bozmuştu... mezar başındaki diğer aile üyeleri ve dostlar şok olmuşlardı, birazda mahcubiyet içindeydiler...yetişkin çocukları alı al, moru mor babalarını yatıştırmaya çalıştılar: "TAMAM BABA! SENİ ANLIYORUZ!" ... yaşlı adam gözlerini dikmiş, kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta bakıyordu... merasime devam edildi... sonunda aile fertleri kefenin üzerine toprak atmaya başladılar... yaşlı adam hariç hepsi sırayla toprak attlar... ihtiyar hala "ONU NE KADAR ÇOK SEVDİM!" diye sesli sesli konuşuyordu... kızı ve iki oğlu konuşmasını engellemek istediler ama o devam etti, "ONU ÇOK SEVMİŞTİM!" ...kalabalık, mezarlığı terketmeye hazırlanırken yaşlı adam gitmemekte direniyordu... gözlerini mezara dikmiş, bakıyordu... hocaefendi yaklaştı:"KENDİNİZİ NASIL HİSSETTİĞİNİZİ BİLİYORUM AMA GİTME ZAMANI GELDİ. BURADAN AYRILMALI VE KENDİMİZİ HAYATIN AKIŞINA BIRAKMALIYIZ"dedi... yaşlı adam çaresizlik içinde bir kere daha "ONU NE KADAR ÇOK SEVDİM!"diyerek söylendi ve ekledi:



"BENİ NEDEN ANLAMIYORSUNUZ?BEN BUNU ONA SADECE BİR KERE SÖYLEYEBİLDİM!"

alıntı


İhtiyarı sevemedim, hem de hiç. Madem bu kadar seviyordun söyleyemeyecek kadar sen de atlasana mezara, sen de gömülsene onunla...

Demek ki sevmeden sevmeye fark varmış.

Teşekkürler Sayın BURLAHATUN, yazıdaki insanı ne kadar sevemesem de anlamlı bir yazıydı, sağ olunuz...
 
Son düzenleme:
Üst