Bize Anlatılan Kocaman Bir Yalan: Türk- Kürt Kardeşliği

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Bize anlatılan kocaman bir yalan putunu devirmek istiyorum, yalan putlarını devirmek oldukça zevklidir:) Kürtlerin tarihine kısa bir giriş yapıp tarih boyunca Türk – Kürt ilişkilerine göz atacağım ve esasında geçmişimizde böyle bir dostluktan söz etmenin mümkün olmadığını gözler önüne sereceğim. Bu kısımda Cumhuriyet dönemine girmeyeceğim, daha eskilere giderek konuyu inceleyeceğim, çünkü bize bin yıldır kardeş gibi yaşadığımız masalı anlatılmaktadı r. Cumhuriyet tarihini ise aşağı yukarı herkes bilmektedir, bilmese de öğrenmesi oldukça kolaydı. Bu yüzden eski zamanlarda dolaşacağım.

Kürtlerin tarihi adına ileri sürülen bilimsel olan ve olmayan birçok sav vardır. Fakat genel kabul gören sav İrani olduklarıdır. Fakat Arabi oldukları konusunda ısrarcı olan Kürtler de vardır. Fakat Kürt (ya da Kürd) sözcüğü İrani’dir. Bu yüzden İran’i oldukları sav’ı daha mantıklıdır. Bunun yanı sıra Sümerlerdeki Guti halkı ile ilişkilendirilmeye çalışılmış ve 5000 yıllık bir tarihe sahip oldukları iddiasını öne sürmüşlerse de bu iddia uzmanlar açısından genel kabul görmemiştir. Bu elbette Kürtlerin işine gelen bir durumdu, ne de olsa bir devlet kurmak isteyince belli bir tarihselliğe ihtiyaç duyulduğu kesindir. Bu Kürtlerin kendine güvenmelerini sağlamak açısından aslı bulunmayan, sadece kurnazlık yolu ile elde edilen bir savdır, kültürel ve tarihsel bağlar kurulması mümkün değildir. Veya Kardukhoi Ermeni tanımı ile ilişkilendirerek Ermenilere dayandırmak istekleri doğmuşsa da Vladimir Minosrky gibi Kürdoloji uzmanları İrani olduklarını kabul etmektedir, nitekim Sasaniler döneminde yazılan Kârnâmag î Ardashîr î Babagân destanında da bu sözcüğe rastlanır. Bu destan Sasani ve Kürt savaşından bahseder ve M.S 226’da yazılmıştır.

Bir diğer sav ise, İran'ın üç büyük halkından biri olduklarıdır. İran halkları: Medler (Media), Persler (Persis), Kirmanlar (Carmanians) , Sasaniler (Susiana), Soraniler (Sagartians) , Partlar'dır (Parthia). Kirmanlar (Carmanians) , önce Med (Media), sonra da Pers (Persis) halkının yanında yer aldılar. Perslerin Anadolu fetihleriyle birlikte daha büyük gruplar halinde Med ülkesinin kuzeyine Tebriz civarına göçtüler. Ahameniş hanedanlığının güç kaybettiği 2.Artakserkes döneminde Kürt adını verdikleri küçük bir prenslik kurmuşlardır. Sasaniler (Susiana) döneminde de imparatorluk için çalışmışlardır. Daha sonraları Tebriz'den çeşitli bahanelerle çıkartılmışlar, batıya (Anadolu) ve güneybatıya (Kuzey Irak) doğru göçe zorlanmışlardır.

Tüm bu savlar ele alındığında en mantıklı ve tutarlı olanın İrani topluluklardan olduklarıdır. Bunun dışında kendilerini Sümer veya başka medeniyetlere dayandırmaları çok da mantıklı gözükmüyor. Diğer taraftan Kürtleri Vikinglere dayandıran iddialarda ortaya çıkmıştır ama Vikingler ile Kürtlerin kan bağları olmasından ziyade Azerbaycan Berda bölgesinde 943 yılında bir karşılaşma olduğu bilinmektedir. Bu da kan bağı değil daha çok yağma ve talan maksatlı olarak yapılan bir sefer sonucunda Vikinglerin kuvvetle muhtemel Kürtlerden yağmaladıkları para ve mülkleri kendi yurtlarına taşımış ve bugün o taşınan paralara dayanarak Vikingli olabilecekleri üzerinde durulmuş.

Ayrıca Selçuklu Hakanı Alparslan, emrinde 10 bin Kürt bulunduğu ve Anadolu’ya bunlarla girdiği yönünde kayıtlarda bulunmuştur. Bu da bize gösteriyor ki en az bin yıllık bir arada yaşamışlığımız var gibidir. Fakat bu dostça mıdır?

Verimli topraklara sahip olmak açısından Selçuklu devleti ile Kürtler sürekli çatışmışlardır. Türkler bu çatışma sürecinde şehirleri ele geçirmiş Kürtler ise dağlarda egemenliği elinde bulundurmuştur. Bu çatışmalardan dolayı Anadolu içlerine doğru kayışları gözlemlenmiştir.

Özellikle 1174 – 1179 arası ciddi bir Selçuklu Türkleri ile Kürtler arasında çatışmalara sahne olur. Fakat Ermeniler bu çatışmayı fırsat bilip Bizans ile anlaşarak Selçuklu üzerine yürümüştür. Bundan dolayı Kürtler ile arada olan çatışmalara son verilmiş ve ortak çıkar gereği Bizans’a karşı savaşmışlar. Fakat bu durum ilerleyen zamanlarda değişerek yerini yine Türk – Kürt çatışmasına bırakmıştır.

Hülagü Han’ın bu bölgeye saldırısı sonucunda yine bölgedeki Türkler ile Kürtler’in Hülagü Han’a karşı birlikte savaşmaları söz konusu olmuş. Fakat burada etken olan durum varlıklarını korumaktan kaynaklanmaktaydı . Nihayetinde zaman içerisinde durum yine değişecektir.

Ayrıca Akkoyunlu(1400 - 1507) ve yine aynı bölgelerde yerleşen Karakoyunlu( 1380 - 1469) devleti Türkler tarafından kurulan ve Kürtlerin yerleşik olarak yaşadığı bölgelerde bulunduğu bölgeleri de almaları sonucunda Türkler ve Kürtler bir arada yaşadılar. Fakat bunun zamanla Türkler içerisinde ciddi kimlik asimilasyonları na yol açtığı görülüyor. Uzun bir dönem savaşıldığı ortadadır. Yani ortada dostça bir yaşamdan söz etmek mümkün değildir.

Karakoyunlulara ve onların devamında kurulan Akkoyunlulara baktığımızda sürekli olarak Kürtler ile savaş içinde oluğumuz görülecektir. Özellikle kimliklerden dolayı yaşanan ciddi sıkıntılar doğacaktır. Ayrıca inanç konusunda koyu Sünni olan Kürtlerin Türklere saldırdıkları gözlenecektir. İskân politikalarında izlenen yanlışlıklar Türkler arasında kimlik erimesine ciddi anlamda yol açmıştı. Devlet erki Türklerde olsa da alt yaşam birimlerinde Kürtler arasında bulunan Türklerin kimlik olarak yok oluşları gözlemlenebilir. Bu dönem Türkleri arasında İslam inancı içerisinde Alevi inancını benimsemişlerdir, bu benimseyiş sürecinde de koyu Sünni olan Kürtler ile karşılaşmışlar ve çatışmalar yaşamışlar ve dinsel kimliğini yitirmese de etnik kimliğini ve dilini yüksek ölçüde yitirmiş ve Kürt diline ciddi katkılar yapmıştır. Bugün Alevi Kürt aşireti diye bahsedilenler esasında Türk kökenli olup izlenen yanlış iskân politikalarından dolayı kimliklerini kaybetmelerine yol açmıştır.

Burada bir Türk ve Kürt kardeşliğinden dem vurmak mümkün değildir. Kürtler feodal yapılarından ötürü daha güçlü bağlara sahip olduklarından Türklerin ise göçebe hayatından ileri gelen Oğuş (Aile) şeklinde yaşaması Kürtlerin bu küçük parçalar halinde Türkleri kendi içlerinde asimile etmesi söz konusudur. Bozkır yaşamında verimli toprakların az olmasından ve çok kalabalık bir topluluğun bir bölgede yerleşmesi mümkün olmadığından Oğuş haline yaşamaları burada Türklerin aleyhine dönmesine ve kimliklerini yitirmelerine neden olmuştur.

Bugün bile bakıldığında Türkler hala Kürtler gibi büyük topluluklar halinde yaşamıyor ve onlar gibi güçlü sülaleleri oluşturmuyorlar. Oğuş birliği olan Boy haline gelmeleri eskiden beri büyük olaylar, savaş gibi zamanlarda mümkün oluyordu, bunun dışında çok fazla kalabalık yaşamıyorlardı. İşte bu gerçek Türklerin bir kısmının Kürtler içerisinde erimesine neden olacaktı.

Akkoyunlu devletine son veren Şah İsmail’in Safevi devleti aynı bölgeye egemen olmuştur. Safevi devleti kuruluşunda tamamen Türklere dayanır ve hâkim olan unsur da yine Türklerdir. Safevi döneminde de Türkler ve Kürtler arasında ciddi çatışmalar görülür. Şah İsmail’in Kürtleri hiç sevmediği ve güvenmediği açıkça görülür, bu yüzden ciddi boyutta çarpışmalar olmuştur. Şah İsmail birçok kürt emiri ve Kürt tarikat önderlerini kılıçtan geçirmiştir. Bu açıdan bakılınca bir Türk – Kürt dostluğundan söz etmek mümkün değildir. Neredeyse Kürtler ile her ortak alan paylaşımında bu savaşlar yaşanmıştır. Zira Kürtler, Safevi devleti ile baş edemeyince çareyi Yavuz Sultan Selim’in anlaşmalı olduğu Kürt beyi İdris Bitlis-i ile anlaşmış ve Safevi üzerine sefer için Yavuz ile güç birliğine gitmişlerdir. İlk defa Türklere dayanan devlet Kürt ile birlik olarak sadece Kürt çıkarlarının bölgede korunması için sefer yapmaya kalkmıştır. Aslında bu Osmanlı’nın Türklere vurmuş olduğu ilk darbede değildir!

Osmanlı devletinde resmi mezhebin Sünnilik olması yüzünden Alevi kökenli Türklere karşı sefer yapmak için Sünni Kürtler ile anlaştılar. Esasında Yavuz bu seferi daha önceden planlıyordu fakat Kürtlerinde kendine destek olması ve yol üstünde Alevi Türklerin katledilerek sefere çıkılmasından anlaşılıyor ki Kürt desteği bu seferi yapması için daha da cazip hale gelmiştir. Zira Çaldıran savaşında Kürtlerin etkin olarak kullanılması söz konusudur ve Yavuz Sultan Selim ayrıca Kürtler için özerklik vereceğinin sözünü de vermiştir yani Kürtler kendi kendini yöneteceklerdir!

Bu aşamada Türklerin ve Kürtlerin dostluk içinde yaşadığını söylemek mümkün değildir. Daha çok Osmanlı – Kürt dostluğundan söz edilebilinir. Uzunca bir süre çıkarları uyuştuğu için sıkıntıları olmamış ciddi bir destek almışlardır. Osmanlı zaten kendini Türk olarak tanımlamaz ve Türk’ü hakaret ile eş anlamlı kabul eder. Bu yüzden Osmanlı için Türk demek mümkün olmaz. Kuruluşu Türklerin egemenliğine dayansa da sonradan çok uluslu hale gelmesi, saray ve yönetim kısmında devşirme Yahudi veya Ermenilerin bulunduğu ve yönetimde kendilerinin etkin olduklarını söylemek doğru olacaktır. Diğer taraftan konuyla ilgili olmasa da Orhan Gazi zamanında bütçe planlaması yapılmasının Türk töresine aykırı kabul edilmesi ve dönemin Türk önderleri arasında ciddi eleştiriye neden olduğunu söylemekte fayda var.

Çok uzun bir süre Osmanlı ile Kürtler iyi anlaşarak yaşamış fakat Osmanlı’nın çöküş zamanlarına yakın Kürt isyanları başlamıştır. Tanzimat Fermanı döneminde itibaren başlayan ciddi Kürt isyanlarına neden olmuştur. Bunun akabinde ise Cumhuriyet tarihinde Şeyh Sait isyanı gibi Kürt isyanları da söz konusudur. Yani tarihsel çerçeveye baktığımızda bin yıldır kardeş gibi yaşadığımız ya da Türk ve Kürt kardeştir sadece kocaman bir yalandan ibarettir. Tarihsel olarak bizler ile azılı düşman olmuşlardır. Bu yüzden insanlarımızın bunlara karşı uyanık olması ve bu sorun sanki pkk ile başlamış gibi gösterilmesine inanmamalıdır. Bizim tarihimiz boyunca Kürtler ile dostluğumuzun söz konusu olması mümkün değildir.

Ulu Kök Tengri Türk'ünü Korusun
Ferhat SARIKAYA
 
Üst