ADİL DAVRANMAYAN BİR AB ÇÖZÜMDE ARABULUCU OLAMAZ
ABAD kararından sonra görüşmeler devam eder mi diye sormuştum 24 Nisan tarihli köşe yazımda.
Bir anlaşmaya varabilmek için müzakere şarttır.
Müzakere dediğimiz görüşmeler de umutları yeşertmek için sürdürülür.
Ancak; bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm Rum liderleri gibi Hristofyas da, Kıbrıs konusunu bütün Dünyaya yanlış aksettirmiş ve müzakerelerdeki tutumları gibi bütün gayretleri, ABD ve AB ülkelerinin, hatta BM’nin konuyu tamamen Rum’ların mağduriyeti konusu gibi algılanmasını sağlamaktır. Bunu başardılar mı ? Kısmen de olsa başardılar. Çünkü Kıbrıs sorununun 1950’li yıllardan itibaren kendileri tarafından başlatıldığını değil, sanki 1974 sonrası başladığı yalanını yaydılar. Kıbrıs Türkü’ne yaşattıkları zulmü ve katliamları da unutturmaya çalıştılar. Bu yalanla da, Güney Kıbrıs’ın tek taraflı olarak AB’ye alınmasını sağladılar.
Peki o zaman, “AB” tarihi gerçekleri göz ardı edip, adil davranmadıkça, Kıbrıs sorunu nasıl çözülecek ? Bu kadar taraflı bir tutum sergileyen AB, aslında bir Hristiyan klubü olduğunu ispatlamaya mı çalışıyor?
Kıbrıs sorununun mutlaka çözülebilecek olduğunu iddia eden Avrupalı yetkililerin savunma noktaları adalet olmalı. Onların adaleti, teraziyi güneye doğru ağırlaştımak mıdır?
Şu bir gerçek ki; Orams Davası sadece KKTC’deki bir taşınmaz malı konu alan bir mülkiyet davası değildir. KKTC’deki her türlü ticari ve sivil olayları da konu alan her konuda Rum mahkemelerini keyfi kararlar üretmeye yetkili kılan durumu yaratan bir davadır.
Sonuçta, Orams Davası, Rum’lara, KKTC’deki tüm özel ve tüzel kişileri, özellikle de AB ülkelerinde yaşayan Kıbrıs Türklerini, KKTC’de mülk edinen, ülkemize yatırım yapan AB vatandaşı tüm yabancıları yargılama hakkını vermiştir.
Zaten, 2004 Referandumundan bu yana Kıbrıs Türküne verilen vaadlerin, hiç birini yerine getirmeyen ve bugün de bizi, Yunanlı ve Rum yargıçların kararlarına mahkum eden AB’den her iki tarafa eşit mesafede bir duruş ya da adil bir davranış beklenir miydi?
Kısacası, Yunanlı Yargıç Vassilios Skouris başkanlığındaki “Avrupa Toplulukları Adalet Divanı(ATAD) Orams davasını sonuçlandırmış ve Rum Otoritesine bizi teslim etmiştir.
Şimdi de nereye baksanız, hangi kanalı açsanız “Orams Davası” konuşuluyor.
Peki bu günler “geliyorum” dememiş miydi?
Aylar önce bugünün geleceğini öngörüleriyle beyan eden, ASAM Kıbrıs-Yunanistan Uzmanı Sema Sezer “Kıbrıs’ta hukuk yoluyla kansız soykırım” ve “KKTC'ye geliyorum diyen felaket: “Orams Davası” adlı makalelerinde, ABAD’ın kararının olumsuz olacağını ve bugünTalat-Hristofyas müzakerelerinin anlamsız hale gelebileceğini uyarılarıyla birlikte vurgulamış mıydı? Müzakerelerin selameti için olsun neden birşeyler yapılamadı?
Konuya suskunluk “toplumsal duyarsızlığımızdan” mı kaynaklanıyor? Bunlara net bir cevap bulamıyorsak; AB’nin gollerini bilerek yemeğe devam edeceğiz.
Üstelik bu İngiliz pasıyla atılan bir goldü sanırım.
Bu dava ile ilgli yapılması gerekenler vardı. Ancak ne iktidar ne de muhalefet üzerine düşeni yapmadı. Hepsi bir seçim derdine düştü vatandaş da zaten geçim derdinde, gereken önem maalesef verilmedi..Bu konuya duyarlılık gösteren 3-5 kişi feryat etse de sonucu değiştirememiş ve durum noktaya gelmiştir.
“Dünyanın sonu muymuş bu dava ?” diye yorumlayanlar da var. Yok hayır, dünyanın sonu değil. Ama herkesin dünyası kendinin yaşadığı yerdir. Dolayısıyle bizim dünyamız eğer KKTC ise, evet bu kararlar, KKTC’nin sonunun gelmesi için verilmiş kararlardır.
Evet Hukuk adaleti sağlamak üzere kurulmuş bir sistemdir ve ortada uluslararası gerçekler de vardır ama Kıbrıs Türk Halkının yaşadığı izolasyonlar da bir gerçektir ve tarihte yaşanan haksızlıklar ve acılar da bir gerçektir.
Ama bunları görecek o adil AB nerede? Bir Yunan Yargıçın aldığı kararla, Kıbrıs Türklerinin egemenliğini de sonlandırmıştır. Tek taraflı AB’ye aldığı GKRY mahkemelerini , KKTC’de yaşayan herkese açılacak davalarda yetkili kılmıştır.
Kısacası bu kararla, en az 100,000 kişinin mağdur olacağı bir durum yaratılmıştır. Gerek KKTC’de yaşayan yabancılar, gerekse KKTC’de mal mülk edinmiş yurt dışında yaşayan Kıbrıs’lı Türkler veya KKTC’de yaşayan Türkler.
Hatta, bu karardan sonra iki kesimlilikten, iki ayrı devletten, iki ayrı halktan ve iki ayrı egemenlikten bahsetmek sizce mümkün mü?
Bir futbol takımı düşünün, oyuncuların hepsi AB’li hakem tarafından kırmızı kart görmüş ve dışarıya atılmış, sahada tek bir kalecimiz kalmış.
Habire gol yiyoruz...Yedikçe de adeta hazmetmeyi öğreniyoruz...
Hani biz gol yemeğe alışmış bir milletiz ama bu kadarı da olmaz yani bu kadar haksızlıkla değil.
Bir Annan Planı çıktı çıkalı, Kıbrıs Türk halkı gol yiyor..
Gerçekten nereden gelirse gelsin çok kolay gol yiyoruz.
Bazen diyorum ki, acaba bu gol yeme hastalığımız, artık zevke mi dönüştü? Çünkü kendi içimizde de birbirimize gol atma yarışı gelişti.
Maalesef, Kıbrıs sahasında Türkler ve Rumlar arasındaymış gibi görünen bu maçta kaç millet oynuyor da farkında değiliz.
Sonuç olarak, AB Rumların ekmeğine yağ sürerken, Kıbrıs’lı Türklerin ekmeğine de biber sürüyor. Orams kararı çok acı ve çok yakacak...
Emine Sütcü
29 Nisan 2009