3 MAYISI ANMAK ve UNUTMAMAK

kaptan

Dost Üyeler
Katılım
5 Tem 2008
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
3 MAYISI ANMAK ve UNUTMAMAK

Degerli arkadaslarim,

3 Mayis 1944 tarihi Turkiye Cumhuriyeti Devletinin o zamanki yonetimi icin kara bir gun, TURKCULUK adina ise seref duyulacak bizlere isik tutan bir gun olarak tarih sayfalarinda yerini almis bulunmaktadir.
Dunyanin hicbir devletinde gorulmemistir ki adini milletinin adindan alan bir devlet, kimligini savunan bir tek kisiyi yargilasin.
Duydunuz mu hic Rusculuk yapti diye yargilanan bir rus, rumculuk yapti diye hapse atilan bir rum, ingilizcilik yapti diye surgune gonderilen bir ingiliz vs. Duymadiniz degil mi sevgili kandaslarim , soydaslarim. Ama ne yazik ki benim vatanimda, millet adini devletine vermis TURK vatandasim TURKIYE CUMHURIYETINDE TURK’um dedigi icin yargilanmistir.
Maalesef bu ilk de bircok ilklerin oldugu gibi Turkiyemizde gerceklesmistir 3 Mayis 1944 yilinda.

Soruyorum sizlere TURK olmaktan gurur duymak,TURK’luk suur ve bilinciyle bir toplum olusturmak ,
Bir milletin kendi soyunu sevmesi ve soydaslarinin sevmesini saglamak, Bu bilincle kendi oz benligi ile disaridan ithal fikirle degil,Kendi ideolojilerini olusturarak ve olusturduklari ozbe oz TURK ideolojisi ile kalkinmak ve milletinin huzurunu sagliyayip ilimde fende ileri bir toplum yapmak gayesi guden bu toplum yargilanmayi ,tabutluklarda hapsedilmeyi ,surgune gonderilmeyi haketmismidir. Tabi ki hayir.

Hangi devlette gorulmustur bu utanc verici durum. Bu devletin kurucusu Ulu onder ATATURK, adina TURKIYE vatandasina da TURK vatandasi demis.TURK’un kurdugu ,TURK’un ve TURK vatandasinin yasadigi ve adi TURKIYE olan bu devlette TURKCU’luk yerine rumculuk mu, ermenicilik mi , arapcilik mi ,kurtculuk mu yapsalardi.
Maalesef devlet yoneticilerimiz o zaman oldugu gibi suanda da gaflet ve dalalet icerisinde bulunmakta ve ne yazik ki suan rumculuk yapan (Kibris gercegini gozardi eden) Kurtculuk yapan (Kerkuk,Musul gercegini gozardi eden) , ermenicilik yapan (sozde ermeni soykirimini kabul eden Azerbaycan Karabag daki TURK soykirimini gormemezlikten gelen sozde aydinlar), adina TURK vatandasi dedigimiz grublar birakin yargilanmayi TURKIYE BUYUK MILLET MECLISI icerisinde ve devlet kurumlarinda el bebek gul bebek el usutunde tutulmaktadirlar.
Bu satirlari yazarken bile tuylerim diken diken oluyor utancimdan, hirsimdan.

Suan memleket oyle hale gelmis ki universitelerinde talebesinden tut kademeyle rektorune kadar kurtculuk propagandasi ,birak propogandayi resmen Kurtculuk yapiliyor.Ermeni yandasi grublar tarafindan Turkiyede okuyan Azeri soydaslarimizin toplantilari basilip tehdit ediliyor,Ve yine maalesef ki TURK devleti kendi icinden olan ve kendini icten ice yikma durumuna getiren bu kansizlara, sutu bozuklara soru dahi soramazken 3 mayis 1944 de suan gonullerde taht kurmus olan degerli TURKCU dusunurlerimize olmadik hakeretleri soyleyip ,olmadik eziyetleri yaparak cezalandirmislardir.

Neydi suclari:
TURK OLMAK, TURKCU OLMAK, VATANSEVER OLMAK, TURKLUK SUUR VE BILINCI ICINDE HAREKET ETMEK, DAMARINDA DOLASAN ASIL KANIN HAKKINI VERMIS OLMAK,
TUM TURK SOYDASLARINI DUSUNMUS OLMAK, ADI TURKIYE OLAN CUMHURIYETTE TURK OLDUGUNU HAYKIRMAKDI.
Degerli arkadaslarim,

OZ BENLIGINI KAYBEDEN, BILMEYEN TOPLUMLAR YIKILMAYA MAHKUMDURLAR.

TURK toplumu, binlerce yildir ozbenligini kaybetmedigi icindir ki yasadigimiz suana kadar gelmisler ve bundan sonra da, icerimizde her turlu kani bozuklara, sutu bozuklara, hainlere, yabanci kiskirtmalarina, misyonerlere, siyonistlere, ic ve dis dusmanlara ragmen birlik olmasini bilecek ve dusmanini guldurmeyecek TURK’luk suur ve bilinci icerisinde hareket ederek sonsuza kadar TURK’lugunu yasatacaktir.

Icimizdeki ve disardaki soysuzlar hic sevinmesinler ve heveslenmesinler ve bilsinler ki ULKUCU, TURKCU, TURANCI goruse sahip ve inaniyorum ki daha adlarini sayamayacagim kendi adlarina her ne derse desinler vatanini, bayragini sevip TURK’lugu herseyin ustunde bir deger olarak tutan onmilyonlarca vatansever yurttasim vardir bu vatanda. Her sey TURK icin, TURK’e gore ve TURK tarafindan diyecek, yeri geldiginde birlik olmasini , tek yumruk , tek vucut olmasini bilecek onmilyonlarca insanimiz var memleketimde.
Degerli kardeslerim,
Bu bizim ozel ve anlamli gunumuzde bizi kiskirtici hareketler olabilir. Yuce Allahtan dilegim Insaallah boyle bir durum olmaz. Hepinizden sag duyulu olmanizi ve kiskirtmalara kapilmamanizi, Herhangi bir olay cikarmamanizi ve TURK dusmanlarindan olay cikartmak isteyenlere kesinlikle bulasmamanizi, sizin mudahale etmemenizi, karsilik vermemenizi bir abiniz bir gonuldasiniz bir soydasiniz olarak rica ediyorum. TURK dusmanlarinin ekmeklerine yag surmeyelim arkadaslar.(Pislige bulasip elini pisletme.Masa varken atesi elinle tutma ,bosyere elini yakma). Inaniyorum ki Devletin guvenlik gucleri olay cikmasina karsi onlem alir ve buna musaade etmez.
Gecmiste oldugu gibi ULKUCU ,TURKCU VE TURANCI dusuncedeki arkadaslarim sag duyulu davranacak devletin guvenlik guclerine de karsi koymayacaklardir.

Bize dusen burda sag duyulu ve sabirli olmaktir.Inaniyorum ki sizlerde bu dusuncedesinizdir.

Hak şerleri hayr eyler
Ârif anı seyreyler
Zan etme ki gayreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Sen Hakk’a tevekkül kıl
Sabreyle ve râzı ol
Tefviz it ve rahat bul (Tefviz it =Allaha havale et)
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Tum arkadaslarimin 3 MAYIS TURKCU’LUK GUNU (BAYRAMINI) KUTLU ,MUTLU VE COSKULU OLSUN.
Bana gore BOZKURTLAR’in yeniden dirilis gunudur bu gun.
TURKIYE CUMHURIYETI’nin o zamanki yoneticilerinin de kara gunudur.
Yoneticiler gelip gecicidir ama TURK MILLETI ve TURKIYE CUMHURIYETI sonsuza dek yasayacaktir.
Degerli arkadaslarim,

TURK’luk suur ve bilinciniz hic eksilmesin yureginizden,
Onderiniz BOZKURT,
Sevgiliniz ULKU,
Ulkunuz KIZILELMA,
Kizilelmaniz TURAN,
Yardimciniz ALLAH olsun .

Hepiniz ALLAH’a emanet olun.

NE MUTLU BIZE KI ULU BIR ULKUMUZ VAR,
NE MUTLU BIZE KI ULU TANRIM BIZI TURK YARATMIS,
TEPEDEN TIRNAGA, TENIMIZDEN KANIMIZA
BEYNIMIZDEN KALBIMIZE, KALBIMIZDEN RUHUMUZA
YUCE ALLAHIM TURK’LUKLE DONATMIS.
ULU TANRIM TURKU YUCE YARATMIS.
NE MUTLU BIZE KI TURKUZ, TURKCUYUZ, TURANCIYIZ VE ULKUCUYUZ.

NE MUTLU TURKUM DIYENE
TANRI TURKU KORUSUN

HAKKIN RAHMETINE ERMIS TUM TURKCU BUYUKLERIME YUCE ALLAHTAN
RAHMET DILERIM. RUHLARI SAD, YATTIKLARI YER NUR, MEKANLARI CENNET OLSUN.


SAYGILARIMLA

UFUK YALCIN

Not: Bu yazimi 3 Mayis 2008 de yazmistim.
 

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
3 Mayıs

3 MAYIS 1944


Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1944 yılına gelene kadar denilebilir ki; görünüş itibariyle de olsa kuruluş ülküsüne bağlıdır. Bu ülkü de Türkçülüktür. Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi Türkçü düşünürlerin, Türk Ocaklıların ortaya atmış olduğu tezler, Mustafa Kemal Atatürk tarafından ustaca yaşam alanına geçirilmiş ve uygulanmasına başlanmıştır. Türkçülüğün önerdiği yeni hayatta, ümmet devleti yerine millet devleti vardır. Saltanat yerine cumhuriyet vardır. Kadınların toplumsal hayata katılımı vardır. Dini kurumların Türkleşmesi, Türkçeleşmesi vardır. Camilerdeki hutbelerden Kuran'a, Kuran'dan ezana kadar Türk dili ile yapılması vardır. Ekonominin Türkleşmesi vardır. Kısacası hayatın her alanında Türkleşme teklifi vardır. Mustafa Kemal bu önerileri cesaretle yeni Türkiye'de hayata geçirir. kadın haklarından ezanın Türkçeleştirilmesi, ekonomik Türkleşmeden hukuka kadar. Cumhuriyetin ilk partisinin program umdelirinin hazırlayıcısı da yine Türkçülüğün ve aziz Atatürk'ün fikir babası Ziya Gökalp'tir. Dolayısıyla 1940-1944 döneminin devlet yönetenleri Türkçülük ideolojisinin hem ırkî yönüne, hem de Turan yönüne yabancı değillerdir.

Mustafa Kemal ile başlayan Türk aslından burjuva yaratma özlemi 1940'larda gerçekleşemedi, azınlıkların milli ekonomideki hakimiyetlerinin kırılamadığı görüldüğü için; azınlıkları ekonomiden kovmak amacıyla "Varlık Vergisi" konulur. Müslüm'e M, gayri müslime G, dönmeye D deyip üçlü bir sınıflamaya gidilerek azınlıklardan takatlerinin üzerinde vergi alınmaya çalışılır. Milli ekonomideki hakimiyetleri yok edilmeye çalışılır. 1944'e gelinene kadar çeşitli okullara girişleri dahi yasaktır.

1944'lerde bile Türk ırkından olma esası aranır. Dahası ikinci cihan harbinin başlarında Ankara hükümeti Almanlarla gizli pazarlığa bile oturmaya çalışır. Pazarlığın konusu da Kafkasya ve Türkistan Türkleridir. Bu tür pazarlık arayışlarını o dönemin Alman Dışişleri Bakanı "Ribbendtrop" ile dönemin Almanya'nın Ankara Büyük Elçisi Von Papen ve diğer siyasiler arasındaki yazışmalar ve gizli belgelerde açıkça görmek mümkündür. Bakınız bu gizli yazışmalardan bir kaç örnek verelim:

Alman Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Vaiszoeker'in bakan Ribbentrop'a gönderdiği 05/08/1941 tarihli gizli yazışmadan:

"Türkiye Büyük Elçisi bugün bana yeni elçilik müsteşarını tanıttı. Ve konuşmayı hemen Sovyet Bölgesi'nde yaşayan Türk-Moğol asıllı sınır kabileleri üzerine çevirdi. Bu Türk-Moğol kabilelerinin yapacakları Sovyetler'e karşı propagandaya dikkati çekti. Hazar Deniz'inin doğusunda bağımsız bir Türk-Moğol Devleti kurulabileceğini imada bulundu.

Hüsrev Gerede, bunları sırasına getirip resmi olmayan tarzda söyledi. Fakat bu sözlerin tesadüfen ortaya çıkmış olmadığını gösterir. Ali Fuat'ın sayın Von Papen ile olan görüşmesinde kullandığı ifadelere aynen uymaktadır. Nitekim Gerede, Bakü'nün bütün halkının Türk dilini konuştuğunu kastederek, propleme girmekten geri durmamıştır." (..)

Gene Alman Dışişleri Bakan Yardımcısı Hending'in Alman diplomatları Ermandatof ve Vahraman'a gönderdiği yazıda şöyle der:

"Türk Genel Kurmay Başkanı, Türk-Alman ilişkilerinin sadece Turancılık temeline dayanabileceğini ifade etmiştir."

Meraklıları o dönemin Alman gizli belgelerini araştırırlarsa buna benzer herhalde daha bir sürü gizli yazışmaları göreceklerdir.

İşte böyle atmosferdeki Türkiye Devleti'nde dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu 05 Ağustos 1942 tarihli Meclis kürsüsünden okuduğu kabine programının sonuç konuşmasında;

"Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. (Mecliste alkış ve bravo sesleri) Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız." diyerek devletin başbakanınca devletin temel ülküsü anlatılmaya çalışılmıştır.

Dönemin gençliği hassas derecede Türkçüdür. Milliyetçidir. Zaten 3 Mayıs 1944'ü yaratanlar da bu yüksek Türklük şuuruna erişmiş Türk gençliğidir.
1944 Türkçülük Olayının Meydana Geliş Şekli:

Büyük Türkçü Nihâl Atsız Beğ; devletin ülküsünün Türkçülük ve dönemin Başbakanı Saraçoğlu'nunda Türkçü olduğu inancı içindedir. Buna karşılık devletin her tarafına komünist ve hain kadroların yerleştirilmekte olduğunu görmektedir. O günkü Başbakanı ve devlet yetkililerini uyarmak için Atsız Beğ; devrin başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na Orhun Dergisi'nde 1 Mart 1944'te ve gene bir ay sonra 1 Nisan 1944'te olmak üzere iki açık mektup kaleme alır. Devletin içine hatta beynine sızmaya çalışan virüsleri haberdar eder. Ve Başbakan'a şikayet ve uyarıda bulunur. Bu virüslerin içinde -sonradan Bulgaristan'a kaçarken öldürülen- Sabahattin Ali de vardır. Devrin Milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel'i bu mektuplar büyük bir telaş ve endişeye düşürür. Hasan Ali Yücel ile o günlerin Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay'ın teşviki ile Sabahattin Ali tarafından Atsız Beğ mahkemeye verilir.

1944.html_txt_3mayisdavasi.gif


26 Nisan 1944'te Ankara'da başlayan ilk mahkeme, dönemin üniversite gençliği tarafından hınca hınç doldurulur. Bu yoğun kalabalık ve tezahurat karşısında Mahkeme heyetinin içeriye pencerelerden girebildiği söylenir.

Nihâl Atsız Beğ Mahkeme Heyetine;

"Sabahattin Ali'den sorulsun, hıyanetini ispat edelim mi? Buna razı mı?" diye sorar. Sabahattin Ali ise bu sözler karşısında sessiz kalmış ve bir cevap verememiştir.

Mahkeme 3 Mayıs 1944'e ertelenir. Ne olduysa davanın ikinci celsesi 3 Mayıs 1944 günü olur. 3 Mayıs 1944'te Türk gençliği bir volkan gibi patlar. Türklük ülküsüne ve onun ideolojik lideri, hocası Hüseyin Nihal Atsız'a sahip çıkmak için Ankara Adliyesinin koridorları, salonları doldurulduğu gibi adliyenin önü de yüzlerce genç tarafından doldurulur. Topluluğun bir kısmı adliyede Atsız'ı yalnız bırakmazken diğer binlerle ifade edilen büyük bir topluluk Ulus Meydanına doğru protesto yürüyüşüne geçer.

İşte bu "3 Mayıs" günü Atsız Beğ'in de isteği doğrultusunda 3 Mayıs 1954 tarihinden itibaren "Türkçüler Günü" olarak anılmaya başlanır. 3 Mayıs Türkçüler Günü budur.

Bir kaç yıldır MHP'li ve Ülkü Ocaklı gençlerin de bu anmalara Atsız Beğ'in mezarının başında katıldıklarını görmekteyiz. Bu partililerle ülkü ocaklılar bu anma sırasında; "Başta sayın Başbuğumuz Alparslan Türkeş olmak üzere" diye başlamaktalar ve 3 Mayıs anma toplantısını hem de Atsız'ın mezarı başında siyasi bir slogan haline getirdikleri "tekbir" sesleri ile bitirmektedirler. Bir kere "Başta Başbuğumuz" demek ile Başbuğlarına da saygısızlık yapmaktadırlar. Çünkü 3 Mayıs 1944 de Alparslan Türkeş, her hangi bir özelliği olmayan sadece Atsız Beğ'in yanına gelip gitmekten dolayı tutuklanan bir üsteğmendi. Diğer yandan kendisinin bu olaylara tesadüfen katıldığını beyan eden Mahkemeye verilmiş bir "pişmanlık mektubu" da söz konusudur.

Elbette ki 3 Mayıs 1944'ün bir sürü kahramanı vardır. Fakat 3 Mayıs 1944'ün yaratıcısı doğrudan doğruya Türkçü fikirleri ve hareketleriyle Atsız Beğ ve O'nun yanındaki arkadaşlarıyla Türk gençliğidir. Türk gençliğinin kendi ideolojisi olan Türk Milliyetçiliğine sahip çıkmak ve gene bu ideolojinin düşünürü, konuşanı, yazanı Atsız Beğ'i yalnız bırakmamak için patladığı anlamlı bir gündür.

Yukarıda anlata geldiklerimiz meselenin görünen yönüdür. Bir de görünmeyen yönlerine bakalım. Sonradan, bu 3 Mayıs olayından sonra bildiğimiz üzere Türk Milliyetçilerinin önde gelenlerinin çoğunun tutuklanmalarına gidildi. Gardist, Troçkist "düzen düşmanı" ihtilalci gibi savlarla mahkemeye sevkedildi. Hem de dönemin reisi cumhuru İsmet Paşa'nın meşhur 19 Mayıs 1944 nutku ile. Peşin hükümle Türk Milliyetçileri potansiyel suçlu ilan edildi. Milliyetçilik ideolojisini temel felsefe yapan bir devlet, milliyetçiliği savunan insanlarını nasıl olur da böylesine acımasızca suçlayabilir?! Potansiyel suçlu ilan edebilir?! Bir devletin hem kuruluş felsefesi milliyetçilik olacak hem de milliyetçilik ideolojisini ve onu savunan idealistlerini mahkemelere verecek! Bu gerçekte eşyanın tabiatına aykırı bir olay.

Yukarıda bu meselenin görünen yönüdür derken, bir de görünmeyen yönü var mıdır acaba? İşte bu görünmeyen yönüne dikkati çekmeye çalıştım! Nasıl olur da "Bizim ülkümüz Türkçülük'tür" diyen bir başbakana sahip devlet, yine Türkçülüğün diğer ayağı olan Turan için Almanlar ile gizli pazarlıklar arayan bir devlet, birden bire ters yüz ederek kendi ideolojisini savunanlara karşı sert tavır alır?! Onları ve onların şahsında Türkçülük ideolojisini mahkum ettirmek için mahkemelere verir!.

Bunun cevabını Almanların yenilgisinde ve bu yenilginin sonucu daha bir kabaca çıkan Sovyet Rus sömürgeciliğinin aşırı bir istek ve yayılmacılığında aramak gerekir. Nitekim, Moskova'nın kışkırtması ve yönlendirmesi ile gene Sovyet istihbaratının bilgileri ile enforme edilen komünist partisi "Tan Gazetesi" vasıtası ile 1 Temmuz 1943 tarihinden beri Türk milliyetçilerine karşı hücum halindeydi. "Cumhuriyet döneminde ırkçı Türkçülük nasıl doğdu, Türkçülüğün menşei ve mahiyeti, Türk milliyetçiliğinin esasları" gibi seri yazılar ile adeta Moskova adına Ankara'yı kendi ideolojisini katletmesi için zorluyordu. Gene aynı dönemde T.K.P. Merkez Komitesi'nin hazırlamış olduğu "En Büyük tehlike" adlı büroşür T.K.P. militanlarından "Faris Erkman" imzası ile çıkarılıp dağıtıldı. Bugün de "Irkçı-Türkçülük" deyimi size bir şey hatırlatmıyor mu?

O gün Cumhuriyet Türkiyesi'nin başında, bu Sovyet yayılmacılığına karşı cesaretle karşı durabilecek bir insan göremiyoruz. Cumhuriyetin başı ikinci adam İsmet Paşa'dır. Bu İsmet Paşa hayatı boyunca ikinci adam olmuş, Kurtuluş Savaşı'na bile hasbel kader katılmış, tanzimat sonrası geleneksel Osmanlı oportünist politikalarının devamcısıdır. Tanzimat sonrası Osmanlı politikacıları güçlü devletin her istediklerini yapmakla, Osmanlı'nın ayakta kalacağı inancı içinde idiler. Yahut da onların hoşuna giden şeyleri yapmakla. Paşa da bunu yaptı. Sovyet Emperyalist koloniyel yayılmacılığına karşı tanrılar kurban istiyordu. Ve 19 Mayıs 1944 Nutku ile kurbanlarını işaret etti. Meşum nutku aşağıdaki gibidir:

"Turancılar, Türk milletini bütün komşuları ile onarılmaz bir surette derhal düşman yapmak için bire bir tılsım bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine, Türk milletinin mukadderatını teslim etmemek için elbette Cumhuriyetin bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar genç çocukları ve saf vatandaşları, aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve daha çok aldanacaklardır.

Şimdi vatandaşlarımdan iki suale zihinlerinde cevap bulmalarını isteyeceğim: Irkçılar ve Turancılar gizli tertiplerle teşkillere başvurmuşlardır. Niçin? Kandaşları arasına gizli fesat tertipleri ile fikirleri memlekette yürür mü? Hele doğudan batıdan ülkeler, gizli Turan cemiyeti ile zapt olunur mu? Bunlar o şeylerdir ki devletin kanunları ve esas teşkilatı ayak altına alındıktan sonra başlanabilir. Şu halde yaldızlı fikirler perdesi altında doğrudan doğruya Cumhuriyetin, Büyük Millet Meclisinin mevcudiyetinin aleyhinde teşebbüsler karşısındayız."

Bu konuşmanın akabinde başta Türkçü mütefekkir Nihâl Atsız olmak üzere çeşitli milliyetçi aydınlar ve genç kurbanlar, aylar boyunca en ağır zulümlere tâbî tutuldukları tabutluklara, işkence odalarına, zindanlara gönderilmişler ve hayali suçlamalarla engizisyon cezası çektirilmişlerdir. Aralarında üniversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencileri bulunan 34 sanık, sorgulama adı altında çeşitli işkencelere maruz bırakıldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır. "Irkçılık-Turancılık davası'' adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız Beğ 6,5 yıl hapse mahkûm olmuştur.

Atsız Beğ, bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nin kararı esastan bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.

Gerçekte bu durum padişahların, isyancılar karşısında isyancıları yatıştırmak için verdikleri kellelere benzemektedir. Türkçüler ve Türkçülük önceden senaryosu hazırlanmış, tiyatromsu mahkemelerde yargılanmış ve mahkum olmuşlardır. Ancak ikinci adam İsmet Paşa'ya rağmen askeri temyiz nezdinde itiraz edilen bu mahkumiyet kararları bozdurulmuştur.

Askeri Temyiz Bozma Kararı'nda:

"1 Numaralı Sıkıyönetim mahkemesi tarafsızlıktan ayrılmıştır. Mahkeme 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından görülmelidir." der.

Mahkemeler tutuksuz olarak bu kez 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesince görülmeğe başlanır.

Savunmalarında Atsız Beğ şu son sözleri söyler:

"- KİMSEDEN HAKSIZ BİR YERE BİR ŞEY TALEP ETMİYORUZ. ATALARIMIZDAN KALAN MİRASIN MEFAHİRİMİZİN GÖMÜLÜ OLDUĞU TOPRAKLARIN BİZİM OLMASI ÜLKÜSÜNÜ KALBİMİZDE TAŞIYORUZ. ORALARI UNUTMAMAK İSTİYORUZ.

BEN BUNLARI ŞAHSIM İÇİN İSTEMİYORUM. ORALARDA ÇİFTLİK VEYA APARTMAN YAPACAK DEĞİLİM. MİLLETİM İÇİN DÜŞÜNDÜĞÜM HAKLARDAN DOLAYI DA KİMSE BANA VATAN HAİNİ DİYEMEZ. BU ÇİRKEF İFTİRAYI İADEYE DE TENEZZÜL ETMİYORUM. KİMİN HAİN, KİMİN VATANPERVER OLDUĞUNU TARİH TAYİN EDECEKTİR. HATTA ETMİŞTİR BİLE."

3 Mart 1947 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi sanıkları suçsuz bularak beraatlerine karar verir.

Beraat Kararının Gerekçesi:

187 sayfa tutan karar çok ilgi çekici ve ibret verici aynı zamanda da Türklük mücadelesinde tarihe şeref sayfası olarak geçecek bir karardır. Bakınız bu beraat kararında ne diyor:

"- Bu nümayış (3 Mayıs 1944) milli bir ideolojinin, milli olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir.

- Her milletin içindeki azlıklar o milletin hakim ırkının adını alır. Fakat o millet içinde ayrı ırklardan bahsedilemeyeceği anlamına gelmez." diyen Mahkeme "ayrıca ırk bakımından kamu haklarının bir kısım vatandaşlara tanınmaması keyfiyetinin anayasaya aykırı olabileceği fakat bu aykırılığın cezalandırılacağına dair T.C. kanununda hiç bir kayıt bulunmadığından sanıkların bu fiilden beraatlerine, uzun bir tahlilden sonra hükmet darbesi bulunmadığını söyledikleri ve reddettiklerini, mantıken de buna imkan olmadığı delilleriyle Vali Dr. Lütfi Kırdar dahil dinlenen pek çok şahitlerden ve mektuplardan anlaşılmış, aksine polise verilen tek bir ifadeden başka bir şey görülmemiş olup, bu suretle sabit olmayan, bilakis MİLLİ BİR GAYE İÇİN ÇALIŞTIKLARI tebeyyün eden Zeki Velidî ve arkadaşlarının beraatine karar verilmiştir."

Bu mahkeme kararlarında dikkati çeken bir nokta var. Kararda diyor ki: "Her milletin içindeki azlıklar o milletin hakim ırkının adını alır."

Bu gün acaba "Türkiye mozaikler ülkesidir" yahut da "Bu vatan hepimizindir" diyenler acaba yukarıdaki mahkeme kararlarındaki sözle çelişip suç işlemiyorlar mı? Kanaatimiz odur ki hem çelişiyorlar hem de bugünkü anayasanın başlangıç ilkelerini de çiğnemiş oluyorlar. Yani düpedüz anayasal suç işliyorlar.

Biz bu "Türk" adını devletimize yeniden vermek için tam 900 yıl bekledik. Aman devletimize zeval gelmesin diye Arab'ı, Fars'ı kardeş bilip ümmet olduk. Rum'u, Bulgar'ı tebamız bilip Osmanlı olduk. Bir türlü ne kendi kimliğimiz söyletildi ne de devletimiz bu kimliğini söyledi. hem kan ve can vergisi verdik fakat nimete gelince kovulduk. 900 yıl sabırla bekledik. Ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halka Türk denir dedik. Devletin adı da Türkiye Cumhuriyeti Devletidir dedik. Bu nedenle "bu ülke mozaiktir" diyenler de, "bu vatan hepimizindir" diyerek Türk vatanına ortak arayanlar da hem tarih ve şehitler huzurunda hem de anayasa huzurunda suç işlemektedirler.

1944 hadiseleri ve görülen dava sonuçlarının kısaca yorumlanmasına gidersek neler söyleriz?

Bakınız bu davalarda devletin başı ile devletin hukuku karşı karşıya gelmişlerdir. Devletin başı meşhur ve meşum 19 Mayıs 1944 konuşmasında "bunlar haindir" diyor, "bunlar devlet düşmanıdır" diyor. Ve totaliter bir kafa yapısı gereği kendini hem hakim hem de savcı yerine koyuyor. Şimdi buna karşılık olarak da o günkü devletin en üst hukuk kurumu da "hayır" diyor. "Bu düşünce suç olamaz". "Bu düşünceyi taşıyanlar da suçlu olamaz." Dahası "Irkçılık suç değildir" diyor. dahası "bu ideoloji devletin ideolojisidir" diyor ve Mahkeme sonucu yargılananlar aklanıyor.

Türk milliyetçiliğinin Türk'ün tabii ideolojisi olduğuna dair o günkü Türk hukuku adeta beraat kararı veriyor. Mahkeme sonucu güzel bir olay olması gereken bir sonuç. Ne var ki oportünist, korkak, aciz yönetimce (ki başı milli şef İnönü) ekilen gayrı Türk tohumunun acısını Türk devleti ve Türk milleti bugün hala çekmekte. Her yanılgının ve tıkanmanın kökeninde o günkü ikinci adamın 19 Mayıs 1944'te yaptığı Türk milliyetçiliğini ve Türk milliyetçilerini karalayan konuşmada aramak gerekir. O günden sonra Türk milliyetçiliği ve milliyetçiler devletten sürekli şekilde dışlanmışlardır. O günlerde devlete bulaşan virüs, Türk devletini milletin temel ülküleri doğrultusunda karar almasını daima bozar hale getirmiştir.

Sovyetler Birliği çözülürken "hazırlıksız yakalandık" diyenlere sormak gerekir. Neden hazırlıksız yakalandınız? Sebebi nedir? Kanaatimiz odur ki, hazırlıksız yakalanmanın ana nedenini 3 Mayıs 1944 öncesi ve sonrası hadiselerde aramak doğru olsa gerekir. Bu hadiseler 1944'ten sonra Türk Milliyetçiliğini devletten dışlamış, onun yerine yani ULUSALIN yerine EVRENSELİ koymuştur. Sonuçta da, EVRENSELİN kapısından önce millici olmayan batıcılık ve Amerikancılık ile onun ekonomik anlayışı kapitalizm girmiş bu da yetmemiş ardından marksizm ve siyasi ümmetçilik girmiştir. Dünün marksist hareketlerini yerine bugün siyasi ümmetçiliği karşımızda görüyorsak bu Türkçülüğü devletçe 1944'ten bu yana sırt çevirmenin bir bedeli olsa gerektir.

Nejdet Sançar, "İnönü ve Dış Türkler", Ötüken Dergisi, sayı 98, sayfa 4-7.
İlhan Darendelioğlu, "Türkiye'de Milliyetçilik Hareketleri", sayfa 142-143-144, Toker Yayınları.
Altan Deliorman, "Tanıdığım Atsız", sayfa 135-136, Boğaziçi Yayınları.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Cevap: 3 Mayıs

TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ;1944 lerde İnönü'nün gazabına uğrayan TÜRK Ülküsüne gönül vermiş kahramanları anma gündür... ATATÜRK'ten sonra TÜRKÇÜLÜK politikası terkedilmiştir...ATATÜRK'ün resimleri; paraların, pulların üzerinden çıkartılmakla kalınmamış, TÜRKLÜK ve TÜRKÇÜLÜK ile ilgili herşey, herkes adeta cezalandırılmıştır.Devşirmeler köşe başlarını tuttuğu ve gerçek anlamda milli bir eğitim uygulanmadığı için; hiçbir ülkede görülmeyen bu durumlar yaşanmıştır...Rus zulmünden kaçıp, TÜRKİYE ye sığınan Azerbaycanlı kardeşlerimiz de bundan nasibini almıştır.Bütün yalvarmalara rağmen bu kardeşlerimiz Sovyet Rusya ya teslim edilmiş ve sınır kapısında Rus askeri tarafından kurşuna dizilmişlerdir.(kaynak: Nejdet Sancar'ın İnönü İle Hesaplaşma kitabı)1944 lerde tabutluklarda can çekişen NİHAL ATSIZ ve ALPARSLAN TÜRKEŞ lerin ne suçları vardı vatanlarını ve TÜRKLÜĞÜ sevmekten başka? O kahraman önderlerin, ruhları şad olsun...ALLAH mekanlarını cennet eylesin.

TÜRKÇÜLÜK BAYRAĞI
Türk duygusu her Türkçüye en tatlı kımızdır;
Türk ülküsü candan da aziz bayrağımızdır.

Bayrak ki onun gölgesi Bozkurtları toplar;
Bayrak ki bütün kaybedilen yurtları toplar.

Nerden geliyor? Tanrıkut`un ordularından!
Lakin bize bir beyt okuyor kutlu yarından:

Darbeyle gönüllerde yatan ülkü silinmez!
Atsız yere düşmekle bu bayrak yere inmez!...

6/7 Aralık 1973
 

DELİKURT

Dost Üyeler
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
1,103
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Turan
Cevap: 3 MAYISI ANMAK ve UNUTMAMAK

3mayis.jpg


3 Mayıs yüce Türk milletinin kanına, ırkına, tarihine sadık bireyleri için ayrı bir önem taşır. Bu gün Türkçülerin bayramı olarak bilinir, kutlanır. Biz bu güzel günü büyük bir coşkuyla kutlarken, soysuzların ise uykuları kaçar; bizim bu heyecanımızı, yüreğimizdeki dinmez Türklük ateşini gördükleri için.

Çünkü bilirler ki; her 3 Mayıs'ta dünyanın neresinde olursa olsun bütün Türkçüler daha bir güçlenir, daha büyük bir azimle, şevkle, heyecanla bu davaya biraz daha sarılır.

Elbet az önce de söylediğimiz gibi bu durum bizim günümüz kansızlarının hoşuna gitmez.Çünkü bu kansızlar; gariban fukara milletimizin yüreğindeki saflık kokusunu biraz almışsa; marksizm, komünizm, sosyalizm, vs. gibi üç kuruşluk değeri olmayan palavralarla kandırıp, damarlarındaki asil Türk kanına bu zehri enjekte etmeleri için bir engeldir Türk Ülkücüleri!

Ancak... Bu günü biz dünya üstünde son Türk kalana dek kutlayacağız yine de.Kutlayacağız ama,3 Mayıs 1944 tarihinde ülkeyi hakimiyeti altına almaya çalışan ve bu uğurda da bir çok ülkücüye, başta rahmetli Başbuğ'umuza, Atsız'a elinden geldiğince bela yaratmaya çalışan, zamanında Atatürk'ün vefatından sonra paralardan bile resmini kaldıran zihniyeti ve bu devirde neler olduğunu da unutmayacağız.

Bu duygu ve düşüncelerle, Türklük bayrağını her türlü fırtınaya karşı dalgalandırmayı kendilerine hayat felsefesi edinmiş ülkü devleri,ve daha birçok Türk milliyetçisini rahmet ve minnetle anıyor,
Hakkın Rahmetine Kavuşmuş Bütün Türk Büyüklerine Yüce Allah'tan rahmet diliyorum.

Damarlarında dolaşan asil Türk kanını taşımaktan şeref duyan tüm Oğuz soyluların 3 Mayıs Türkçülük Günü kutlu olsun.

TANRI TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN

ata1.jpg

 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: 3 MAYISI ANMAK ve UNUTMAMAK

Atatürk’ün ölümünden yalnızca 6 ay sonra Türkiye, 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrı deklarasyona imza attı. Deklarasyona göre taraflar “Akdeniz bölgesinde savaşa yol açabilecek bir saldırı halinde, etkin bir biçimde işbirliği yapmayı” kabul ettiler.

Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu İngiltere Büyükelçisine antlaşmalarla ilgili olarak “Türkiye’nin bütün nüfuzunu Batı ülkeleri hizmetine verdiğini” söylemişti.!!


24 Ekim 1945’de kurulan BM’ye girildi.

14 Şubat 1947’de Dünya Bankasına girildi.

11 Mart 1947’de İMF’ye katılındı.

22 Nisan 1947’de Truman Doktrini kabul edildi.

4 Temmuz 1948’de Marshall Yardım Planı kabul edildi.

Türkiye 15 Şubat 1952’de NATO’ya girdi.


ABD ile yapılan ilk ikili antlaşma 23 Şubat 1945’de ki “Karşılıklı Yardım Antlaşması”.

Adı “Karşılıklı Yardım” olan bu antlaşmanın temel özelliği, ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi, Türkiye’yi ağır yükümlülükler altına sokması ve hiçbir yükümlülük altına girmeyen ABD’nin haklarının korunmasıdır.

Antlaşmanın 2.maddesi şöyledir: “T.C. Hükümeti,sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ne temin edecektir.”


27 Şubat 1946’da yapılan bir kredi antlaşmasıdır.

Bu antlaşmanın özü, dünyanın değişik yerlerinde ABD’ nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş, bozuk savaş artığı malzemeyi satın alması koşuluyla Türkiye’ye 10 milyon dolar borç verilmesidir.

Antlaşmanın II.bölüm 1.maddesi şöyledir : “ABD Dış Tasfiye Komisyonu, Türk Hükümetine satacağı malzemelerin fiyatlarının, envanterini ve listelerini verecektir. Satış fiyatı ilgili mümessiller tarafından görüşülecektir. Türk Hükümeti tarafından malzeme bulunduğu yerden ve bulunduğu gibi alınacaktır. Alınan malzemenin mülkiyeti Türkiye’ye geçmeyecektir. ABD Hükümeti alınan malzeme için herhangi bir teminat vermeyecektir.


27 Aralık 1949’da imzalanan “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Antlaşma…

Bu antlaşma Türk Milli Eğitimine yön verecek iradeye, ABD’nin önce ortak edilmesi daha sonra belirleyici olmasını sağlayacak koşulları yaratan bir antlaşmadır.

Antlaşmanın 1.maddesi; “Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu antlaşma ile belirlenen ve parası Türk Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracaktır.”

Antlaşmanın en dikkat çekici 5.maddesi ise; “Komisyon dördü T.C.Vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır.ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir…”

Atatürkün ölümünden sadece altı ay sonra “Türkiye’nin bütün nüfuzunu Batı ülkeleri hizmetine verdiğini” söyleyerek övünen bir dış işleri bakanına dur demeyenlerin, başka türlü davranabilmesi mümkün değildir ki!


Yukarıda belirtili tüm anlaşmalar Türk ve Türkiye karşıtı anlaşmalar, ne güzel gemilerini yürütürken birden bire ortaya teslimiyete hayır diyecek Atatürk sevdalısı insanlar çıkıyor, başka nasıl davranacaklardı ki!

Adam sıradan biri değil, cepheden kaçarken tespit edilmesine, cezalandirilmasi gerektiği halde, adam yokluğunda paye alamış koskoca milli (!) şef. (Anlaşilan birileri eş başkan yapmadan önce başka birilerini de milli (!) şef yapmişlar.)

Her birine nabzina göre şerbetler vermişler!

El alem bu şekilde başarısının keyfini çıkarırken üniversite gençliği Milliyetini hatırlıyor ve hatırlatanlar da cezalandırılıyor.

Hemen arkasından milliyetini unutmak istemeyen üniversite gençliğinin karşısına milliyetinden utanacak bir siyasi fikir ve bir de dini fikir de ürettiler ki Türklük arada boğulsun.

Bu sürecin kısa özeti bu şekilde canlandı zihnimde.

Şimdi bize düşen, bu yanlış çarkı önce yavaşlatmak sonra dudurmak ve ardından devreden çıkarmaktır.


saygı ile,
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

SALUR

Dost Üyeler
Katılım
23 Ara 2008
Mesajlar
859
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
(the_aci_show)
Cevap: 3 MAYISI ANMAK ve UNUTMAMAK

3 mayıs Türkçülük bayramı kutlu olsun.
 

B E N T Ü R K

New member
Katılım
29 Nis 2009
Mesajlar
35
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İstanbul
Cevap: 3 MAYISI ANMAK ve UNUTMAMAK

HAKİKAT NEREDE​

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Hakikat nerede?​
M.KEMAL ATATÜRK​

2ccl477.gif


3 Mayıs Türkçü Günümüz Kutlu Olsun
 

Mustafa KÖSE

Dost Üyeler
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
24
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Kıbrıs 1974 Forum Disiplin Kuralları

-------------------------------------------------------------------------
3 MAYIS TÜRKÇÜLÜK BAYRAMI ..
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]TÜM TÜRKLERİN TÜRKÇÜLÜK BAYRAMI KUTLU OLSUN.
Dilde birlik, işte birlik, fikirde birlik ..
-------------------------------------------

TÜRKİYE VE TÜRKLÜK DÜŞMANLARININ
HEDEFİ:"ALPARSLAN GRUBU" ..
HAÇLI İRTİCA, YERLİ ASALA .. RAHATSIZ ..
--------------------------------------
MUSTAFA KÖSE
Tarih Bilinci

index_04.jpg


GİRESUN'DA GENÇLER HALK OYUNLARI OYNUYOR ..
------------------------------------------------------------------------------
GİRESUN'DA GENÇLER HALK OYUNLARI OYNUYOR ..
------------------------------------------------------------------------------



"ALPARSLAN GRUBU ve GİRESUN YÖRESİNİN
MİLLİ MÜCADELEDEKİ ÖNEMİ " :

T. Ön. T. - AÇIKLAMALAR -
SEMİNER KONUSU: Mütareke ve Türk İstiklal Savaşı’nda
İstihbarat ve (Direniş) Örgütlenmeleri .. (2006) ..
------------------------------------------------------------------------------------------------------
1- Hüseyin Avni, 1.Dünya Savaşında Doğu Cephesi, Teşkilat-ı Mahsusa Alayın'ında Ruslara karşı savaşmaktadır:
Hüseyin Avni, Kafkas Cephesinde Bahattin Şakir'in Teşkilatı Mahsusuna girmiştir. Erzurum, Artvin yörelerinde Gönüllü taburlarla Ruslara karşı savaşır. Çoruh Müfrezesinde ve Bayburt savunmasında en önlerde savaşır. İşgale karşı ve Azerbeycan'da ele geçen Gence, Ahıska gibi yerlerde halkı örgütleyerek gönüllü birlikler kurmuştur.

2- Harşıt Çayı Savunması, Sis dağı Milisleri:
Harşıt Çayında Ruslara karşı cephe oluşturan ordumuzun Sahil Müfrezesi (37. Tümen) birliklerinin, Teşkilatı Mahsusa Alayı, gönüllü taburlar, Samsun Jandarma Taburu asıl gücünü oluşturuyordu. Ordunun vurucu, gerilla savaşı bilen gücü Harşıt Çayı boylarındaydı. Bu birlikler önemli taarruz ve baskınlar gerçekleştiriyordu. Sis dağında da yerli halktan milis güçleri savaşıyordu. H.Avni 110. Alay Komutan Vekili olarak bölgedeydi.

3- Teşkilat-ı Mahsusa nedir:
İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından oluşturulmuş önemli bir istihbarat ve örgütlenme kuruluşudur. Bir siyasi kolu birde vurucu gücü vardır. Teşkilat, 1.Dünya Savaşında kurduğu, ekserisi mahkum ve kaçaklardan oluşan, gönüllü milis birlikleri ile savaşlara katılmıştır. Savaş alanlarında ve işgalle karşılaşan bölge halkını örgütlemiş ve silahlı güçler kurmuştur. Ayrıca Osmanlı Devletinin kaybedilen topraklarında ve İslamcı özellikle Türkçü, Turancı düşüncelerinin etkisiyle, Azerbeycan, Kafkasya ve Orta Asya’da istihbarat ve örgütlenme faaliyetlerinde bulunmuştur.

4- Mütareke ve İşgal günlerinde İstanbul, Türk direniş ve istihbarat örgütlenmeleri:
Mütareke ve İşgalle birlikte başta İstanbul olmak üzere askeri ve esnaf, halk kesimi hızla örgütlenmiştir. Bu örgütlenmelere, başta Teşkilat-ı Mahsusacılar olmak üzere tüm millici kesimler katkı vermiştir. Karakol adında örgütlenen teşkilat daha sonra diğer yapılanmalarla gelişmiş, Anadolu’ya subay, silah ve bilgi akışı sağlamıştır. Ankara hükümetine bağlı M.M.(Mim-Mim) grup ve teşkilatıyla resmilik kazanmıştır.

5- Müdafaa-i Hukuk Teşkilatlanmaları, M.M grubu, Karadeniz ve Giresun yöresindeki yapılanmalar:
Müdafaa-i Hukuk Teşkilatlanmaları, Mütareke ve İşgalle Atatürk'ünde talimatlarıyla hız kazanan ve yurdu savunmak için örgütlenme yapan teşkilatlardır.
M.M. grubu ise düşmana karşı istihbarat toplayan ve silahlı teşkilatlar kuran örgütümüzdür. Bunların Karadeniz ve Giresun yöresindeki faaliyetleri önemlidir.
Binbaşı Hüseyin Avni Bey, bu yapılanmaların içinde öncü bir konumdadır. Bu faaliyetler Karadeniz bölgesindeki Kuva-yı Milliye direnişini örgütlemişlerdir.

6- Ermeni ve Pontus Rum faaliyet ve saldırıları:
Osmanlı devletinde geçmişte barış içinde birlikte yaşadığımız topluluklar batının ve Kilisenin kışkırtmasıyla ayaklanmışlar, 1.Dünya Savaşından yenik çıkmamız üzerine silahlanarak faaliyetlerini arttırmışlardır. Bu dönemde özellikle, Yunan Ordusu’nun İzmir ve Batı Anadolu içlerine ilerlemesinden de cesaret alan ve Karadeniz’de Pontus Rum Devleti kurmayı amaçlayıp, yaygın çete örgütlenmesiyle ayaklanma başlatan Pontus tehlikesi önemlidir. Giresun yöresi, Osman Ağa kuvvetleri ve Hüseyin Avni Bey(ALPARSLAN)bu ayaklanmaların bastırılmasında önemli rol oynamışlardır.

7- Topal Osman Ağa Kuvvetleri - Kara Zıpkalılar:
Balkan savaşından beri savaşların içinde olan Ermeni ve Rum ayaklanmacılara karşı radikal tavır içinde olan Osman Ağa, cezaevindeki mahkum ve dağlardaki eşkiya ve çeteleri toplayarak gönüllü birlikleri, Teşkilat-ı Mahsusa alayının taburunu oluşturmuşlardır. Kurtıluş Savaşı’nda Topal Osman Ağa ve milisleri en önemli Kuva-yı Milliye gücüdür. Gönüllüleri Kara Zıpkalılar olarak anılmaktaydı. Ankara’ya Mustafa Kemal’e bağlılıkları önemlidir. Atatürk'ün ilk muhafız bölüğü de bu birliklerden oluşmuştur.

8- Giresun Nizamiye Alayı-Alparslan Grubu, grupların özelliği:
1 Ocak 1920'de, Giresun Askerlik Şube Başkanlığına atanan Hüseyin Avni Bey, Osman Ağa’yla birlikte hareket ederek ve bölgedeki halkı yeni asker toplayarak, teşkilatlandı- rarak, eğiterek birlikleri güçlendirdi. Giresun Nizamiye Alayını (Alparslan Grubunu) oluşturdu. Bu birlikler gerçekleştirdiği görevler bakımından da ÖZEL durumdaydı.

9- 42. ve 47. Gönüllü Alaylar, Hüseyin Avni ALPARSLAN'ın Sakarya'da şehit oluşu:
Fevzi Paşanın talimatıyla, Osman Ağa ve H.A.Alparslan tarafından oluşturulan birlikler, 42. ve 47. Alaylar adını alarak görev yapmışlardır. Bu birlikler Pontus hayaline son verilmesinde, iç ayaklanmaların bastırılmasında önemli görevler yapmışlardır. Sakarya Savaşının en kritik safhasında, alayının büyük bir kısmını da şehit vererek (Mangal Tepe- Taşlı Tepe) savaşın kazanılmasında etkili olmuştur. Hüseyin Avni ALPARSLAN bu savaşta, 30. Ağustos 1921 günü şehit olmuştur. Mezarının yeri belli değildir.

10- Hüseyin Avni Bey'in eserleri, makaleleri ve düşünce yönü, önemi:
Hüseyin Avni, Türk Yurdu dergisinde, Türk kültürünün Arapça ve Farsça’nın istilasına karşı, öz Türkçe’yi savunan, 2. Mehmet ve sonrasında, Türk asıllıların kenarda bırakılarak, daha çok Hıristıyan dönmelerin yönetici ve askeri kadrolarda yer almasına karşı çıkıyordu. Ancak ırkçı yaklaşımın dışında, Türk kimliği ve tek millet yapısının, Devletin devamı açısından önemini anlayan H. Avni Bey, Atatürk'ün gerçekleştirdiği Cumhuriyet devrimlerinin, Türk kültürüne ve kimliğine dayanan Ulus Devlet'imizin kuruluş felsefesine yazılı eserleriyle ipuçları vermektedir.

11- Hüseyin Avni'nin ailesi, Kökeni, bugün yaşayan akrabaları:
H.Avni Alparslan, babası aslen Amasya Suluova'dan, Hüseyin Yazıcıoğlu ailesindendir. Annesi Tirebolu'lu Yanıkömeroğulları'ndan Kadın Hanım'dır. Hanımı Trakyalı olan Hüseyin Avni, çocuğu olmadığından 1.derece yakınları yoktur. Ancak diğer ikisi öz beşi üvey kardeşlerinin torun, çocukları ve diğer akrabaları Tirebolu ve civarında ve Türkiye' nin çeşitli yerlerinde yaşamaktadır. Bunlara tarafımdan ulaşılmıştır…
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
KONUYLA İLGİLİ TARİHİ RESİMLER EKTEKİ DOSYADA .. EK DOSYADA BALKANLARDAN BİR KAHRAMANLIK TÜRKÜSÜ: DRAMA KÖPRÜSÜ-DEBRELİ HASAN ..
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
res01041.jpg


(AKÇAYURT) - TİREBOLU-(TRİPOLİS) = ÜÇ ŞEHİR ....
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
TİREBOLU'NUN TARİHİ
eskitire2.jpg
eskitire.jpg

Bölgemizin ilk sakinleri hakkında elimizde yeterli kaynak ve veriler bulunmamaktadır. Ancak çeşitli kavimlerin muhtelif zamanlarda bölgemize geldikleri ve ayrıldıkları tahmin olunmaktadır.
M.Ö. 800. yıllarda Miletoslular’ın Doğu Karadeniz’de bir takım koloniler kurdukları, bu koloniler arasında Karasus adıyla, şimdiki Giresun ilinin çok yakınlarında bir koloni bulunduğu bilinmektedir.
Bölge, M.Ö. 47 yılında İmparator Sezar tarafından Roma İmparatorluğu topraklarına katılmış, İmparatorluğun bölünmesine müteakip M.S. 395 -1204 yılları arasında Bizans hakimiyeti altında kalan bölge daha sonra Pontus Krallığının egemenliği altına girmiştir. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u almasından sonra Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır.
Tirebolu’nun kuruluş tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte Osmanlılardan önce de yerleşim yeri olduğu, İlçe merkezindeki ve çevresindeki tarihi kale kalıntılarından anlaşılmaktadır. Önceki adı Tripolis olup, üç şehir anlamına gelmektedir. Bu günkü ismini de Tripolis kelimesinden almaktadır.
Tirebolu, 1839 yılına kadar Gümüşhane sancağına bağlı iken daha sonra Trabzon sancağına bağlanmıştır. 1922 yılında da müstakil mutasarrıflık olan Giresun’a bağlanmıştır. Tirebolu ilçesinde “Kaza Teşkilatı” ise 1869 yıllarında kurulmuştur.
1. Dünya savaşında Rus orduları, ilçe merkezinde denize dökülen Harşıt çayına kadar gelmişler ancak şehre girememişlerdir.
Cumhuriyet döneminde Tirebolu ilçesi, Giresun ilinin bir İlçesi olmuştur. http://www.tirebolu.gov.tr/
-----------------------------------------------------------------
COĞRAFİ YAPI
Resim%20049.jpg
Tirebolu ilçesi, bugün Giresun ilinin merkez ilçe ile birlikte 16 ilçesinden biridir. Tirebolu ilçe merkezi Giresun il merkezinin doğusunda Karadeniz kıyısında bulunur. İlçenin doğusunda Görele ve Çanakcı, güneyinde Doğankent ile Güce, batısında ise Espiye ilçeleri yer alır. Bu sınırlar dahilinde Tirebolu ilçesinin bugünkü yüzölçümü 210 km².dir. Ancak, 1935 yılında ilçe yüzölçümü 1180 km² idi. İlçe arazisi, Tirebolu’nun doğusunda denize dökülen Harşit Çayı ile batısında denize dökülen Özlüce Deresinin arasında kalan derin vadilerden ve bu vadileri kaplayan kesif ormanlarla örtülü dağlık sahadan ibarettir. Bu dağlık arazi Harşit Çayı ve kolları tarafından derin bir şekilde yarılmıştır. İlçenin en yüksek yeri güney batısındaki Akılbaba tepesidir (2184 m).
Doğu Karadeniz sahil şeridinde yer alan ilçemiz, çok engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Kıyıda % 5-10 arasında bulunan eğim, iç kesimlerde % 45’i bulmaktadır. Arazilerin tamamı eğimlidir. Bölgede alüvyon arazi fazla yer tutmaz. İlçemiz genellikle dağlık olup, dağlar kıyıya paralel olarak uzanmıştır. Güney kesiminde yer alan Doğu Karadeniz sıra dağları içerisinde 130 km. uzunluğundaki Giresun dağları en yüksek kesimi oluşturur.
Giresun ve Zigana dağlarını birbirinden ayıran, iç bölgeleri kıyıya bağlayan Harşıt vadisi ilçeyi, dolayısı ile Giresun İlini İç ve Doğu Anadolu’ya bağlayan tek yoldur. Bu açıdan Harşıt vadisi ulaşım açısından çok önemlidir.
İlçemiz sınırları içerisinde Harşıt çayı ve Gelevera deresi akmakta olup, Harşıt çayı İlçemiz sınırları içerisinde, Gelevera deresi ise Espiye İlçesi sınırları içerisinde denize dökülmektedir.
Tipik karadeniz ikliminin yaşandığı ilçede, ortalama sıcaklık 14 derecedir. En sıcak ay ortalaması 22 dereceyle Ağustos, en soğuk ay ise ortalaması 4 derece ile Şubat ayıdır. Yıllık ortalama yağış miktarı 1660 mm’dir. Hakim rüzgar yönü batı yönüdür.
Bitki örtüsü olarak 600 metre yüksekliğe kadar fındık, kızılağaç, kavak, kayın, karaağaç, kestane, kiraz, gürgen ve ceviz bulunur. Eğrelti otu, ısırgan yonca, asma, orman gülü ve benzeri bitki türleri de yaygındır.
Toplam İlçe alanı 41.053 hektardır.
Resim%20056.jpg

- Harşıt vadisi -




-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------


 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst