Zekat Hakkında Geniş Bilgi

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
ZEKÂT​
Allah-u Teâlâ zekât verecek kadar zengin olan müslümanların mallarının belli bir miktarını fakirlere tahsis etmiştir. Bunun içindir ki zekât verilmeyen malda fakirlerin hakkı vardır. Bu hakkı sahibine veren kimse Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirip borcundan kurtulmuş olur. Üzerine zekât farz olan kimse ise zekâtını vermezse, fakirlerin malını gasbetmiş olur.
İslâm'da imandan sonra en önemli iki esas vardır. Bu rükünlerden birisi namaz, diğeri ise zekâttır.
Zekât ibadeti bir çok Âyet-i kerime'lerde namazla birlikte emredilmiştir:
"Namazı kılın, zekâtı verin." (Ahzâb: 33)
Bunun da sebebi namaz ile zekât arasında kuvvetli bir bağlılığın oluşudur. Namaz İslâm'ın direğidir, namazı terkeden dinini yıkmış olur. Zekât ise "İslâm'ın köprüsüdür." Bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.
Namaz gibi zekâtın da çok yerde emrolunması, zekâtın önemini gösterdiği gibi, bu kadar emirlerden sonra yapılmamasının ise Allah-u Teâlâ'nın gazabına sebep olacağı aşikârdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde, zekâtı İslâm'ın beş temel esasından birisi saymıştır.
Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"İslâmiyet'inizin kemâli zekât vermenize bağlıdır." (Münâvî)
Zekât vermekle dünyada borç ödenmiş, âhirette ise azaptan kurtulmuş olunur.
Zekât malı temizlediği için bu ismi almıştır. Kuyudan su çektikçe yerine su geldiği, budanan bağların daha çok üzüm verdiği gibi, zekât da malı hem temizler hem de bereketlendirir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlardan mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fâiz, Allah katında artmaz.
Fakat Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekâta gelince, o böyle değildir. O zekâtı veren kimseler (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır." (Rûm: 39)
İyiliklerinin karşılığı kat kat verilecek kimseler bunlardır.
Zekât fakirlerden önce zenginlerin menfaatınadır. Çünkü hem kat kat sevap kazanıyorlar, hem malları bereketleniyor, hem de malları zekâtla korunmuş oluyor.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Zekâtı vermek suretiyle malınızı muhafaza ediniz. Fakirlere sadaka vererek hastaları tedavi ediniz. Duâ ve tazarru ile belâ ve musibetleri reddediniz." (Münâvî)
"Sermayeden zekâtın çıkarılıp verilmesi serveti azaltmaz." (Müslim)

Zekât farz olan bir vergi, sadaka ise gönülden kopan bir yardımdır. Zekât farizasını yerine getirmekle sadakadan kurtuluş olmayacağı gibi, sadaka vermekle de zekât emri yerine getirilmiş olmaz.
Zekât verenler Kuran-ı kerim'de övülmektedir:
"Onlar verdiklerimizden hayra sarfederler." (Bakara: 3)
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise:
"O müşrikler ki, zekâtlarını vermezler ve ahireti de inkâr ederler." (Fussilet: 7)
Buyurularak, zekât vermemenin âhireti inkâra alâmet olduğu anlaşılmaktadır.

Zekât Vermekten Kaçınanlar:
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri'nden rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Kim ki Allah kendisine mal verir, o da malın zekâtını vermezse, zekât verilmeyen mal kıyamet gününde mat zehirli, iki boynuzlu, gözleri kuru üzüm tanesi gibi bir ejderha olup, sahibinin boynuna dolanır, avurtlarını ağzı ile tutar, sonra 'Ben senin malınım, ben senin hazinenim!' der." buyurdu ve şu Âyet-i kerime'yi okudu:
"Allah'ın, kereminden kendilerine verdiği şeyde cimrilik edenler hiçbir zaman onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Bu onların zararınadır. Cimrilik ettikleri şeyler kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır." (Âl-i imrân: 180)
Zekât vermekle dünyada borç ödenmiş, ahirette ise azaptan kurtulmuş olunur. En mühimi, emr-i şerif yerine gelmiş olur.
Kulların mülkiyetinde olan her şey gerçekte Allah-u Teâlâ'nındır, müstakilen O'nun mülküdür. Bunlara sahip olanların hakiki mülkleri yoktur, kısa bir müddet için verilmiş birer emanettir. Herkes şu kısa ömür içinde kendisinin olduğunu zannettiği serveti, gün gelecek bırakmak zorunda kalacaktır. Sonra hepsi O'na dönecektir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Altınla gümüşün haklarını vermeyen hiçbir altın ve gümüş sahibi yoktur ki, kıyamet gününde bunlar ateşten levhalar hâline getirilip de cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla sahibinin yanları, alnı ve sırtı dağlanmasın.
Bu levhalar soğudukça miktarı ellibin sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar sahibine azap için tekrar kızdırılarak geri çevrileceklerdir. Nihayet kendisine ya cennet ya da cehenneme doğru (giden yol) gösterilecektir."
–Yâ Resulellah! Ya (zekâtı verilmeyen) develer ne olacak?
"Hiçbir deve sahibi de yoktur ki, bu hayvanların hakkı su başlarına geldikleri gün sağılıp muhtaçlara vermek iken, onların hakkını vermesin de, kıyamet gününde o develerin altına alabildiğine düz ve geniş bir sahaya yatırılarak develerden bir tek yavru bile hariç kalmamak şartı ile onu ayakları ile ezmesin ve dişleri ile ısırmasınlar.
Deve sürüsünün baş tarafı üzerinden (çiğnenip) geçtikçe son tarafı onun üzerine iade edilir. Bu iş, miktarı ellibin sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar devam eder. Nihayet ya cennete yahut cehenneme giden yolu kendisine gösterilir."
-Yâ Resulellah! Sığırlarla koyunlar ne olacak?
"Hiçbir sığır ve koyun sahibi yoktur ki, onların hakkını vermesin de, kıyamet günü geldiğinde düz ve geniş bir yerde onların altına serilerek, o hayvanlardan hiçbirisi hariç kalmamak ve içlerinde çarpık boynuzlu, boynuzsuz, kırık boynuzlu bulunmamak şartı ile onu boynuzları ile sürmesin, tırnakları ile ezmesinler.
Bu hayvanların önde bulunanları, üzerinden çiğneyip geçtikçe, sondakiler onun üzerine tekrar iade edilirler. Bu, miktarı ellibin sene olan bir günde tâ kullar arasında hüküm bitinceye kadar devam eder. Nihayet ya cennete veya cehenneme giden yolu kendisine gösterilir."
-Yâ Resulellah! Ya atlar ne olacak?
"Atlar üç kısımdır: Bir kısmı sahibi için bir yük, bir kısmı sahibi için örtü, bir kısmı da sahibi için ecirdir.
Bir kimsenin övünmek, gösteriş ve müslümanlara düşmanlık için bağlayıp beslediği at, sahibine bir yüktür.
Bir kimsenin Allah yolunda bağlayıp beslediği ve onun sırtında ve boynunda Allah'ın hakkı olduğunu unutmadığı at, onun için bir örtüdür.
Bir kimsenin Allah yolunda müslümanlar için çayır ve bahçede bağlayıp beslediği at, sahibi için ecirdir.
At bu çayırdan veya bahçeden ne yerse, yediği şeyler sayısınca sahibine sevap yazılır. Ona atın pislikleri ve idrarı sayısınca dahi sevap yazılır.
At, ipini koparır da bir veya bir iki tur atarsa, sahibine onun izleri ve pislikleri miktarınca sevap yazılır. Yahut sahibi onu bir nehir kenarından geçirirken, sulamaya niyeti olmadığı halde o nehirden su içerse, Allah sahibine onun içtiği su yudumları miktarınca sevap yazar."
-Yâ Resulellah! Ya merkepler ne olacak?
"Merkepler hakkında bana şu bir tek şümullü âyetten başka bir şey indirilmedi. Her kim zerre miktarı hayır işlerse onun mükâfatını görür, zerre miktarı kötülük işleyen de onun cezasını görür." (Müslim: 987)
Diğer Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Deve (kıyamet) gününde bugünkü şeklinden daha güçlü ve kuvvetli bir halde sahibine gelir. Zekâtı verilmedi ise sahibine musallat olup tabanlarıyla onu çiğner.
Zekât verilmeyen koyun da gayet semiz ve kuvvetli hâli ile gelerek sahibine musallat olup tırnaklarıyla onu çiğner, boynuzlarıyla da süser.
Sakın sizden biriniz, kıyamet gününde omuzuna zekâtını vermediği koyununu yüklenip avaz avaz bağırarak ve 'Yâ Muhammed!' diye imdat isteyerek bana gelmesin. Ben ona 'Bugün seni kurtarmak için hiçbir yetkiye sahip değilim, dünyada ben sana hükm-i ilâhi'yi ulaştırdım' diye cevap veririm.
Deveyi yüklenerek gelip de 'Ya Muhammed' diye feryad etmesin. 'Bugün seni kurtaramam, ben sana hükm-i ilâhi'yi ulaştırmıştım.' diye cevap veririm." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 690)
"Cenâb-ı Allah zekât vermeyenlerin imanını da namazını da kabule şâyân buyurmaz." (Münâvî)
"Malının zekâtını vermeyen kıyâmet gününde cehennem ateşindedir." (Câmiu's-sağir)
"Fâiz yiyenlerle zekât vermeyenleri cehennem ateşi ile müjdele." (Münavî)
•​
Hazret-i Allah bize vermiş, bizim de vermemiz gerekir. Verilen şeylerle insanın malı eksilmez. Biz cahil insanlarız, vermekle azalacağını zannederiz.
Zekât veren bir insan ayrıca "Allah'ım! Bana verdiriyorsun, dileseydin aldırırdın, sana şükürler olsun." diye de şükretmelidir.
Zekât dinde zengin sayılan erkek ve kadın her müslümanın, zekâtı hak eden bir kısım müslümanlara sırf Allah rızası için senede bir kere malının muayyen bir miktarını vermesidir. Zekâtın farz olması için mülkiyetteki malın nisaba ulaşması şarttır. Nisab miktarından az mala zekât düşmez.

.
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
A) Nisab:
Nisab demek, zekâtın farz olması için dinin tanıdığı mal miktarı demektir. Zekât verilecek malın cinsi değişmekle nisab şekli de değişir.
Allah-u Teâlâ'nın kuluna ihsan ettiği mal, borcundan ve hâcet-i asliyesinden yâni aslî ihtiyaçlarından sonra, zekât verecek nisab miktarına yükselirse, bu gibi kimseler dinde zengin sayılırlar.
Meselâ koyun kırka, sığır otuza, deve beşe ulaşır; gümüş iki yüz dirhemi, altın yirmi miskali bulursa veya bunların değerinde ticaret malı mevcut olursa, zekât vermek farz olur.
Böyle altını olmaz da, onların tutarı kadar nakit para bulunursa, onların da zekâtı verilecektir.
Zekât verebilmek için eldeki malın Nâmî yani artmaya müsait olması, Hakikaten veya Hükmen artıcı olması gerekir. Malın hakikaten artıcı olması, ya ticaret yolu ile veya hayvanlarda olduğu gibi üreme sureti ile olur. Hükmen artıcı olma, ticarete konmayan altın, gümüş ve paradır.

B) Aslî İhtiyaçlar (Hâcet-i Asliye):
Hâcet-i asliye demek, hayatta oldukça insanın muhtaç olduğu şeyler demektir. İnsanın geçimini sağlayan zarurî ihtiyaçlar her şeyden önce gelir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Her mal sahibi malında daha çok hak sahibidir." buyurmuşlardır. (Beyhâkî)
Ev-apartman, dükkân-mağaza, bağ-bahçe, han-hamam-otel, ev döşemesi, mobilyalar, altın ve gümüş olmayan kap-kacak gibi eşyalar, ev eşyaları, silahlar, ilim adamının kitapları, her türlü sanat aletleri, binek hayvanları, otomobil, ihtiyaçtan fazla bile olsa yazlık-kışlık elbiseler, yatak-yorgan, cariye, kişinin geçindirmek mecburiyetinde olduğu kimselerin bir yıllık masrafları aslî ihtiyaçlardır.
Bu sayılanlardan ayrı ayrı her biri veya hepsi ihtiyaçtan fazla ve kıymetleri de zenginlik derecesinden aşırı bile olsa, meselâ lüzumundan fazla halı, buzdolabı, çamaşır makinesi olsa, bunları bulundurmakta ticaret kasdı yoksa, zekât lâzım gelmez.
Hatta değerlendirildiği takdirde nisaba baliğ olsalar bile, zekât vermeye mecbur değildirler.
Ancak bunlar zengin durumda oldukları için kurban kesmeleri gerekir. Zekât da alamazlar.
Kadınların ziynet için kullandıkları inci, elmas, zümrüt, yakut veya bunlara benzer mücevherlerden ticaret kasdı olmadıkça zekât lâzım gelmez.
Sanat erbabının kullandığı aletlerden, meselâ bir doktorun âlet ve makinalarına da zekât gerekmez. Yalnız bu yollardan elde ettiği sermayenin gereken şartlardan sonra zekâtını vermesi fârzdır.
Fabrika, dükkân, daire, otomobil gibi enval, ticaret malı olmazsa zekâta tabi değildir. Bunların gelirlerinden zekât verilir.

Mühim Bir Husus:
Zekât verilecek malın hem borçtan, hem de sahibinin aslî ihtiyaçlarından artmış olması şarttır.
Aslî ihtiyaçların başında orta halli bir mesken gelmektedir. Aynı zamanda âile fertlerinden bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir yıllık nafakası olması gerekir.
Elinde bulunan altını veya hazır parası nisab miktarına ulaşsa bile, başını sokacak orta halli bir evi ve bir yıllık nafakası olmayan bir kimseye zekât farz değildir.
Bu neye benzer? Suyu bulunan bir yolcu, yolda susuz kalabileceğini hesaba katarak, suyunu kullanmayıp teyemmüm etmektedir. Böyle bir durumda su yok hükmünde olduğu için teyemmüm câizdir. Bunun gibi, bir kimsenin aslî ihtiyaçlarına sarfedilmek üzere nisab miktarının üstünde parası olsa bile yok hükmündedir.
Meselâ bir kimsenin kırk koyunu olunca birini zekât olarak vermesi gerekiyor. Otuz dokuz olunca, arada bir fark olmasına rağmen zekât düşmüyor.
Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez." buyuruyor. (Bakara: 185)
Allah-u Teâlâ hiç kimseye takatinin dışında bir yük yüklememektedir


C) Zekât Verilmesi Gereken Mallar:
Altın, Gümüş, Nakit Para:
Nisab miktarındaki altın ve gümüşten, ticaret niyet edilsin veya edilmesin zekât vermek farzdır.

Altının zekât nisabı 20 miskal,
Gümüşün zekât nisabı ise 200 dirhemdir.
Bugünkü ölçüye göre 20 şer'i miskal 80.18 gram, 200 şer'i dirhem ise 561.2 gramdır.
Şu halde borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak 80.18 gram altını veya 561.2 gram gümüşü, yahut bunlardan birinin karşılığı parası olan bir kimse dinen zengin sayılır ve üzerinden bir sene geçmişse zekât vermekle mükelleftir.
Altın, gümüş ve parada zekât nisbeti kırkta bir yâni yüzde ikibuçuktur.
Her 20 miskal altında yarım miskal (1/40), her 200 dirhem gümüşte 5 dirhem (1/40) zekât verilir.

Altın ve gümüşün antika değerleri göz önüne alınmayıp, tartılarına göre değerlendirilir. İtibar kıymete değil tartıyadır.

Ticari muâmelâtta kullanılan ve tedavülde olan banknot paraların kıymeti üzerinden zekât verilir. Çünkü zamanımızda altın ve gümüş paralar tedavülden kalkmıştır.
 

Göktuğ

Halkla İlişkiler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
1,534
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Anadolu
Zekât Kimlere Verilir?
Zekât verilecek sekiz sınıf Kur'an-ı kerim'de belirlenmiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Zekâtlar: Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalbleri müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah bilendir, hakîmdir." (Tevbe: 60)
Allah-u Teâlâ her şeyi ve herkesin durumunu, derecesini, neye hakkı olup neye olmadığını bilir. Her şeyi yerli yerine koyar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Yemen halkına vali olarak gönderdiği Muâz bin Cebel -radiyallahu anh-e şu talimatı vermiştir:
"Onları, Allah'tan başka tapacak ilâh olmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğumu tasdik etmeye çağır. Bunu yaparlarsa, Allah'ın her gün beş vakit namazı farz kıldığını onlara bildir. Bunu da yerine getirirlerse, Allah'ın onlara zenginlerinin mallarından alınacak ve yoksullara dağıtılacak zekâtı farz kıldığını bildir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 686)
Zekât verilmeye hak kazanan sekiz sınıf:
1. Fakirler:
Sahip olduğu malı ve elindeki parası nisap miktarını doldurmayan muhtaç kimselerdir. Bu gibi kimselere, meskenleri de olsa iş ve güçleri de olsa zekât verilebilir.
Nice fakirler vardır ki zengin görünümündedirler, muhtaç durumda olduklarını gizlerler.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Onlar yüzsuyu dökmediklerinden, durumlarını bilmeyen onları zengin sanır. Onları simâlarından tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler." (Bakara: 273)
Bunları tanımak müminlerin ferasetine bırakılmıştır.
2. Düşkünler:
Günlük yiyecekleri olmayacak kadar aşırı derecede düşkün kimseler.
Bir Âyet-i kerime'de onlar için:
"Yere serilmiş miskin." (Beled: 16)
İfadesinin kullanılması, bu gibi kimselerin son derece yoksulluk ve sıkıntı içinde bulunduklarına işaret etmektedir.
Miskinlik, fakirlikten daha aşağı bir durumda olmak mânâsına gelir. Dışarıdan bakıldığı zaman da belli olan kişi demektir.
Hasılı, zekât herşeyden önce fakirler ve düşkünler içindir.
3. Zekât Memurları:
Bunlar zekâtları toplamak için görevlendirilen memurlardır. Tahsildarların, kâtiplerin, koruyucuların, hâsılı bütün bu işlerde görevli olarak çalışanların hizmetleri karşılığı olarak bu zekâtlardan ücretleri verilir. Onların yaptıkları bu gibi hizmetler, sonucu itibariyle fakirlerin ihtiyaçları yönünde yapılmaktadır.
Günümüzde ise zekât memuru yoktur.
4. Kalpleri İslâm'a Isındırılmak İstenenler:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mekke'nin fethinde yeni İslâm'a girmiş bazı kimselere zekâttan pay vermiştir. Bunların içinde henüz İslâm'a girmeyenler de vardı.
Bunlardan bazıları Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in hilâfeti zamanında yine zekâttan hisse almak için geldiklerinde Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- "Bu, Resulullah Aleyhisselâm'ın sizi İslâm'a ısındırmak için verdiği bir şeydi. Bugün ise Allah dini, size ihtiyaç olmayacak derecede yükseltti." buyurdu. Başta Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- olmak üzere bütün Ashab-ı kiram bunu muvafakat ettiler.
5. Köleyi Kölelikten Kurtarmak İçin Harcama Yapılması:
Gerek kölenin bizzat kendisine, gerekse köleyi satın alıp azad edecek kimseye verilebilir.
Fakat günümüzde bu sınıf fiilen bulunmamaktadır.
6. Borçlarını Ödeyemeyecek Durumda Olan Borçlular:
Borcu yüzünden darda bulunan kimseye zekât vermek, borçsuz fakire vermekten daha faziletlidir.
Şu kadar var ki, Allah-u Teâlâ'nın nehyettiği fâiz, içki, kumar gibi haramları işleyerek borçlu düşenlere asla zekât verilmez.
7. Allah Yolunda Savaşa Katılmak İsteyenler:
Allah-u Teâlâ'ya itaat ve hayır yolunda bulunan herkes, ihtiyaç sahibi ise bu sınıfa girer. Böylece Allah yolunda cihad eden ve hayır işlerine koşturan kimseler desteklenmiş olur.
Allah için ilim öğrenen kimseler de bu sınıfa girerler.
8. Yolda Parası Bitip, Memleketine Gidemeyecek Duruma Düşmüş Olan Yolcular:
Kendi memleketlerinde zengin de olsalar, yolculuk sırasında muhtaç duruma düşenlere, gideceği yere ulaştıracak kadar zekât verilebilir. Ancak böyle bir yolcunun, mümkünse zekât yerine borç alması daha hayırlıdır.
• Bir kimse zekâtını bu belirtilen sınıflardan herhangi birine verebileceği gibi, ikisine üçüne veya hepsine dağıtabilir.
Zekât yakınlık sırasıyla önce yakın akrabaya, erkek kardeşlere, kız kardeşlere ve bunların çocuklarına, amca-hala ve bunların çocuklarına dayı ile teyzeye ve bunların çocuklarına, sonra diğer yakın akrabalara, komşulara, meslektaşlara, bulunduğu mahalle, kasaba ve şehir fukarasına, sonra diğer şehirlerdeki müslümanlara verilmesi daha sevablıdır.
Aynı zamanda aldığı parayı isyân ve israf yolunda sarfedecek olan kimselere vermemek, fukaranın işine yarayacak surette vermek, borçlu olanları borçlu olmayanlara tercih etmek efdâldir.

E) Zekât Kimlere Verilmez?
Ana-baba, dede ve ninelere, oğul, kız ve torunlara, karı veya kocadan herbiri diğerine, zekât vermekle mükellef bulunanlara, gayr-i müslim fakirlere zekât verilmez.
Zekât verilmesi câiz olmayan kimselere bile bile zekât vermek, verilmemiş hükmündedir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Malının zekâtını zekât düşmeyen kimseye veren, zekât vermemiş gibi olur." (Tirmizî)
Fâsık olanlara zekât verilemeyeceği gibi, dinde bölücülük yapanlarada zekât verilmez.
Çünkü bir başka Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Fâsığa ikram eden kimse İslâmiyet'in yıkılmasına yardım etmiş olur." (Münâvî)
Zekât fakirin hakkıdır. Bunlar ise fakirin boğazındaki lokmayı alıyorlar, süse lükse harcıyorlar.

F) Zekâtın Ödenmesi:
Bir müslüman sahip olduğu zekât malının miktarını bir yere yazmalı, zekâtın mutlaka hesabını yapmalıdır. Hesabı yapıldıktan sonra da belki boşluk kalmıştır diye fazla vermelidir. Saçıp savurmak da doğru değildir. Birden verirse, yarın veremeyecek hâle gelinebilir.
Zekât verecek olan bir kimse, sene dolmadan evvel zekâtını verebileceği gibi, gelecek bir kaç senenin zekâtını da önceden verebilir.
Senenin dolmasını beklemeden, zekât niyetiyle mübrem ihtiyaçlılara ödemede bulunmak daha iyidir. Verdikçe kaydedilir, sonunda hesabı yapılır. Fazla çıkarsa gelecek senenin zekâtına sayılır, az ise tamamlanır.
Diyeceksiniz ki Ramazan-ı şerif'te vermek daha çok sevaplıdır. Ramazan-ı şerif'te herkes veriyor. Sen yapacağını Allah için yap, rızâyı gözetle, ötesini bırak. İhtiyaç zamanında ver, yeter ki ver...

G) Zekâta Âit Bazı Meseleler:
Zekât, fakir borçludaki alacağa sayılmaz.
Başka birinden alacağı olan kimse, alacağını aldığı vakit, geçen seneler için zekâtını verir.
Akrabaların fakir çocuklarına verilen bayram bahşişleri bile, niyet ile zekât yerine geçer. Yalnız çocuklar kâr ve zararı ayırt edebilecek yaşta olmalıdırlar.
Bir kimse, hanımının başka kocadan olan fakir çocuklarına zekât verebilir.
Zekât hesabedilirken kadının malı erkeğin malına ilâve edilmez.
Zekât fakirlere helâldir. Zenginin zekât alması ise haramdır.
Fâiz alandan da fâiz verenden de zekât alınmaz.
Borcun kul borcu olması gerekir. Yoksa kefâret, adak ve Hacc'ın farz oluşu gibi borçlar zenginin zekât vermesine mani değildir.
Vergi borçları, borç hükmündedir. Nisabdan düşülür.
Senetlerin veya çeklerin hepsi alacak veya borç hükmündedir.

H) Zekâta Âit Bazı Edepler:
• Zekâtı gönül hoşluğu içinde ayırıp vermelidir.
• Kazancın en helâlinden ve en hayırlısından vermelidir.
• Zekâtı gizli olarak çıkarıp vermek daha faziletlidir. Çünkü bu durum gösterişten uzaktır.
• Zekâtı vermekte acele etmelidir. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın emirleri, acele yerine getirilmesi gereken işlerdendir.
• Fakirliğini gizli tutanları, hastalıklı ve âilesi kalabalık olanları, zâhid ve takvâ sahibi kimseleri bilhassa arayıp bulmak gerekmektedir.
Bir çok Aşevleri'nde fakirlere aş dağıtılmaktadır:
 
Üst