Muharrir Hessen'in bu beyanlarından anlaşılıyor ki, farmasonluğun hakiki gayesi, Yahudi mes'elesini Yahudilerin arzu ettikleri şekilde halledilmesi, Hıristiyanlığın ve onun ahlakî temelleri üzerine kurulmuş cemiyetin ortadan kaldırılmasıdır.
Muharrir Hessen, aranan adamın G.E. Lessing'in şahsında bulunduğunu haber veriyor. Daha doğrusu,karanlıklar içinde bulunan Alman farmasonluğu Lessing birliğiyle esasa ve aydınlığa kavuşacaktır.
Lessing adı, bizi, yukarıda adı geçen «ileri Yahudiler» grupları ile temasa getirmektedir.
Rahip Leemann, bu hususta esaslı tetkiklerde bulunmuştur. Bu tetkiklerde vardığı neticeler dikkate değer:
«Bu cemiyettekiler felsefeye meraklıdırlar. Ayni zamanda kendilerini insanlık sevgisine vermiş görünürler. Bununla beraber, bozucu ve bozguncu Yahudilikle ayni zemin üzerinde hareket etmekten geri kalmazlar. Öte yandan, bu grubun içinde bulunanların davranışları aşağı yukarı diğer gizli Yahudi cemiyetlerinde bulunanların davranışlarından farksızdır. İlerleyişlerinin bir sınırı vardır. Ama herşeyin arkasında eski Yahudilik ideali gizlidir. Dünyevî sağlam mevkilerini asla terk etmezler ve bunun muhafazası için de her türlü ihtiyat ve temkini elden bırakmazlar.
«İleri Yahudiler» her yere ve herşeye hakim olabilmek için, görünüşte an'anelerîni ve ırkî bağlarını terketmek hususunda tereddüt göstermezler. Yani, hıristiyanların tam aksine hareket ederler.
«Bunun için Dünya hakimiyetine inanırlar. Bir gün gelecek, Dünya hakimiyetini ellerine geçireceklerdir. Bütün inanışları onlara bir kuvvet verir ve bu kuvvetle cemiyet içinde hareket ederler.
«ileri Yahudiler Cemiyetinin başında o sıralarda Moses Mendelssohn bulunuyordu. Bu adam kambur, ufak tefek bir Yahudiydi. Talmud bilgisine olan derin vukufu ile tanınıyordu. Bundan ayrı olarak da, tam bir Avrupalı terbiyesi almıştı. Çarpık çurpuk olmasına rağmen, kendisini övenlerin sayesinde, meşhur zengin Yahudi Hugenheim'in kızını kendisine aşık etmeye muvaffak oldu. Daha önce bahsedilen «İleri Yahudiler»
Cemiyetini kurduktan sonra, bunun bir kolu olan ve «Hascala» adını taşıyan Cemiyeti Rusya'da teşkilatlandırdı ve bu Cemiyet 1917 yılına kadar faaliyetine devam etti.
Bu Cemiyet, Yahudilerin Avrupa Cemiyetine girmelerini zorlaştıran bazı hususiyetlerini ortadan kaıdırmak yolunda çalışmak üzere kurulmuştur. Bununla beraber, bu ortadan kaldırma işini yaparken, Yahudilik esaslarının zedelenmemesine büyük bir dikkat gösteriliyordu. Kambur Yahudi Mendelssohn, bu hususta inceliklere sahipti. Nitekim, onun inceliğini göstermek için, zengin Yahudi Hugenheim'in kızıyla evlenmeden önce aralarında geçen şu konuşma sık sık zikredilir:
«Hugenheim'in genç kızı, genç Yahudi alimi ile buluşmayı oldukça uzun zaman hayal etti. Nihayet karşılaştılar. Genç kız, onun çirkinliğinin tesiri altında kaldı. Mendelssohn da bunun farkındaydı. Genç kız büyük bir heyecan içinde ona sordu:
— Evlenmelerin bir alın yazısı olduğuna, eşlerin önceden birbirleri için seçildiklerine inanır mısınız? Mendelssohn:
— Hiç şüphesiz böyledir, diye cevap verdi. Tahnud kitabımızın bildirdiğine göre, gökten yere bir ruh gönderildiği zaman, dünyada ona eş olacak kimsenin adı da bildirilir. Benim doğuşumda da böyle oldu. Ayni zamanda bana şunu da bildirdiler ki, kanm bir kambur yüzünden son derece şekilsiz olacaktı. Bunun üzerine: Allahım, benim kanm olacak insanı bırak da boylu boslu olsun ve ona musallat olacak kamburu bana musallat eyle! diye haykırdım.
Bunun üzerine genç kız, bakışlarını Mendelsohn'un gözlerine doğru çevirdi.
Böylece evlenmeye karar verilmişti.»
Rahip Lemann'ın kitabından aldığımız bu parçada yalnız bu Yahudinin gayeye erişmek için nasıl diller döküp yalanlar söylediği hadisesiyle karşılaştıklarını sananlar elbette aklanacaklardır. Bu hareket tarzı, bütün Yahudilere hastır. Ama, bunda bazıları az, bazıları çok muvaffak olurlar. Bu konuşmada dikkate değer olan taraf, Yahudinin bir yandan kadını avlamaya çalışırken, bir yandan da kendi çirkinliğinin onun korunmasından geldiğini inandırmaya çalışmasıdır. Böylece, kendi çirkinliğinin, o kadının güzel kalması pahasına olduğu iddiasını'ortaya atacak ve yaptığı telkin, karşısındakinin iyi kalpliliği ölçüsünde hedefine varacaktır. Mendelssohn'un bu konuşmada kullandığı taktik, aşkta da, evlilikte de, ticarette de Yahudilerin kullandıkları hileli taktik'in dikkate değer bir örneğidir.
Mendelssohn'un Rusya'da kurduğu «İleri Yahudiler» kolu ve kurucusu üzerinde «Siyasî Siyonizm ve Kurucusun adı ile bir kitap yazmış olan Baruch Haganı, şunları söylemektedir:
«Avrupa Cemiyetine uygunluk hareketi İhtilal için gerekliydi. Böylece, eski Yahudi an'aneleri ile modern hayat arasında bir uygunluk kurulmuş oluyordu. Hayat bunu zarurî kılmaktaydı. Bununla beraber, eski Yahudilik an'aneleri birşey kaybetmiş olmuyorlardı. Yahudi, bu an'anelerle zırhlı bir halde, Avrupa Cemiyetine dalıyordu.»
Mendelssohn'un Rusya'da kurduğu «Hascala» adlı ve ihtilale giriş mahiyetinde olan cemiyetin adı hakkında «Yahudi Ansiklopedisi) nde şu satırları okuyoruz:
«18. asrın sonunda doğan cemiyeti isimlendiren «Hascala» kelimesi hikmet, anlayış manalarına geldiği gibi, serbestiyetçilik ve terbiye manalarına da gelir.
«Hascato» cemiyeti mensupları «Maskilinı» adını almışlardır.»
«Moses Mendelssohn'un bir halk ilim ve felsefe adamı olarak kazandığı fevkalade muvaffakiyet, o zamana kadar bilinmeyen bir imkanlar dünyasının kapılarını ardına kadar açtı. Böylece, bilgili Yahudiler bu imkanlar dünyasında tesirlerini sonuna kadar götürebilirlerdi... «ffascata» hareketi, Onsekizinci Asrın sonunda Almanya'da gelişmeye başladı. Friedlander gibi zengin ve Daniel îtzik gibi hem zengin hem nüfuzlu Yahudiler, tabiî Mendelssohn başta olmak üzere Yahudilerin şehirlerde serbestliği üzerinde giriştikleri mücadeleyi kazandılar...»
İşte, Yahudi Ansiklopedisi, «HascoZa» hareketini meydana getiren Yahudilerden bu şekilde bahsetmektedir. Bu harekete, Alman Yahudi gençlerinin oldukça mühim bir kısmı katılmakta gecikmediler. Yahudi tarihçisi Graetz'e göre, bu gençler kendilerini yeni fikir ve kötü zevklere verdiler.
«İleri Yahudiler» Cemiyetinin idareci topluluğu arasına diğer memleketlerden bazı Yahudiler de katılıyorlardı. Bunlardan en mühimi, Fransız Yahudisi Banker Cerfber'di. Bu adamın şaşılacak bir enerjisi ve üstün zekası vardı. Devlet tahhüd işlerinde çalışarak muazzam bir servetin sahibi olmakla kalmamış, Fransa kralı Onaltıncı Louis'nin yakınları arasına da girmişti.
«İleri Yahudiler» Cemiyetinin bir de «hıristiyan cephesi» diye anılan kolu vardı. Bunun da idarecileri arasında kudretli şahsiyetler bulunmaktaydı.
«İleri Yahudiler» Cemiyetinin başında dört şef bulunduğunu söyleyen rahip Lemann, bu dört kişiden iki Yahudi olarak Mendelssohn ve Cerfber'in, iki hıristiyan olarak da Dohn ve Lessing'in isimlerini vermektedir.
Dohn, Prusya kralının hizmetinde arşivci olarak
çalışıyordu. Wilhelmebad Meclisinde, Yahudilerin siyasî yayılmalarını düzenleyen programını ortaya koydu ve Jacobins'lerin Mason Locaları bu programı, Paris'te 1791'de harfi harfine tatbike koyuldular.
Bu «İleri Yahudiler» gurubunda Dohn kadar mühim bir rol oynamış olan Gothold Ephraim Lessing'dir.
Rahip Lemann, Lessing'den şöyle bahsetmektedir.
Lessing Yahudi olarak doğmuş değildi. Fakat, bütün silahlan ve eşyaları ile İsrail cadın altına geçmiş olduğu söylenebilir. Bunun sebebi, Mendelssohn'a ve büyük Yahudi ailesine duyduğu sevgiydi. Yazdığı eserler arasında «Hakim Natham» hala şöhretini muhafaza etmektedir. Bu isimle, Lessing, eski talebesi Mendelssohn'u anlatmakta ve İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik olarak üç dini kıyaslamakta taraf tutarak, Yahudiliğin üstünlüğünü belirtmektedir.»
Daha önce de bahsettiğimiz Hessen, Lessing'den «Alman farmasonluğunu hakikat yolu üzerine oturtan ve dolayısıyle Yahudi meselesini halleden, karanlık Alman masonluğuna aydınlığı gösteren adam...» diye söz etmektedir. Yine aynı muharrire göre, bu adamın «Mason için Koauşmalar» adlı kitabı da meşhurdur. Yine ayni muharrir, Lessing için Findel'e dayanarak görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır.
«Lessing, eseriyle farmansonluğun esaslarının daha iyi anlaşılmasına hizmet etmiştir. Yazdığı kitap, Alman mason localarının istihalelerini hızlandîrdı/O Alman masonluğu içinde Yahudi meselesinin ehemmiyet kazanmasına büyük ölçüde yardım etmiştir. Ayrıca, Yahudileri de birliğe girmeleri bakımından harekete getirdiğinden şüphe yoktur. Böylece, bir müddet sonra, Yahudiler «Asyalı Kardeşler» tarikatına girmeğe muvaffak oldular.»
Muharrir Hessen verdiği uzun izahatın sonunda belirttiğine göre, Lessing'in eserinin neşrinden sonra yahudiler «Asyah Kardeşlen tarikatına sadece girmekle kalmamışlar, bu tarikati kendileri kurmadıkları halde, onun için de son derece ehemmiyetli roller oynamışlardır.
Bu hususta tam bir fikir edinmek için yine muharririn satırları üzerine eğilelim:
«Asyalı Kardeşler tarikatının Avrupa'daki tarihi karanlıklar
içinde kalmaktadır. Yalnız, Asyalı Kardeşlerin 1750'de mevcut bulundukları oldukça meçhul hususlarla bilinmektedir. O tarihte, gayesi Avrupa'daki kardeşleri daha yakından biraraya getirmek olan bir plan hazırlamışlardı. Bu plan oldukça uzun yıllar sonra tahakkuk ettirildi. Daha sonraki yıllarda, 1780'ler civarına ait olmak üzere son derece açık bilgilere sahip bulunmaktayız. Bu bilgiler, Saksonya kırallık müşaviri Baron Hans Heirch Eckhofen, Viyana'da bu tarikati kurduğu, daha doğrusu meydana getirdiği devreye aittir. Eckhofen önceleri Haç Gülleri tarikatına mensuptu, fakat 1780'e doğru, inaç, disiplin ve anlaşma noksanı yüzünden buradan atılmıştı. Bunun üzerine intikam duygusuyla Abraham Tarikatı adı altındaki Asyalı Kardeşler topluluğuna girdi. Bir çok Asya kolonilerini teşkil etti, kendi düşüncesine bir çok dostlarını çekti. Brunswick Dükü Ferdinand, İsch Zadik (Doğu insan) adı altında Asyalı Kardeşler tarikatına alındı. Prens Charles de Hesse de ayrı bir isimle ayni tarikate alındı. Hesse, o zaman meşhur ilmi simyacısı kont do Saint Germain'i yanına getirtti ve ölümüne kadar bu sun'i şekilde altın elde etme işiyle uğraştı.
Saint Germain Portekizli bir Yahudiydi. Bazı işaretler yakından incelenince, Asyalı Kardeşler gizli cemiyeti Gül Haç'ın bir kolundan başka bir şey değildi. Eckert de başka sistemleri tanımıyordu. Yüksek dereceler, altın araştırmaları, ruhların çağırılması gibi hususlar, iyi tahsil gömüş kimseleri buraya çekiyordu...»
«Şu nokta üzerinde hiç şüphe yoktur ki, tarikatın faaliyeti, Yahudilerin girmesiyle genişlik kazanmıştır ve bu da 1784'de olmuştur. Yine şurası da bir hakikattir ki, Eckert, tarikatını Yahudi Hırchmann'ın yardımı ile kurabilmiştir..»
«Yahudiler bu tarikata geniş ölçüde giriyorlardı. Ve teker teker değil, bir seferinde bir çok kişi olmak üzere tarikatta görünüyorlardı. Sanki Sckert'le aralarında gizli bir anlaşma vardı ve böylece, onun meydana getirdiği esere devamlılık, uzun ömür sağlamak istiyorlardı. Bu tarikata giren Yahudiler Alman mason localarında yer bulamıyan kimselerdi.
Tarikatın gayelerinden biri de hıristiyanlarla Yahudileri yaklaştırmaktı. Hiç şüphesiz bu gaye, tarikatın hayatında hakim bir rol oynadı. Yahudilerin çoğu, hıristiyan cemiyetiyle bu yakınlaşmadan bazı fikirler edindiler. Bu fikir ve düşünceler, bilhassa «Kabbale» mevzuunda kendisini göstermiştir denebilir. Bazı Yahudiler bu kitabı Localarda bulunan Yahudileri tarikata çekmek için bir cazibe vesikası sayarlarken, hıristiyanlarla temasları fazla olanlar, böyle bir teşebbüsün hıristiyanlar üzerinde ürkütücü bir tesiri olabileceğine dikkati çekiyorlardı. Fakat, birincilerin görüşü doğru çıktı ve Alman Localarında bulunan bir çok kimseler Asyalı Kardeşler Tarikatına geçmekte gecikmediler. Bu geçişin başlıca sebebi, orada ihtirasla araştırılacak gizli ilimlerin gözde olduğuna inanmalarıydı. Yahudi kısmının temsilcileri, hiç şüphesiz Eckert'ın ve Hirschmannln işbirliği yaptıkları kimselerdi. Tarikat içinde bunlar «Marcus Ben Mira» unvanını taşıyorlardı. Diğer Yahudilere gelince, bunlardan ancak başlıca üstadın, «îtzik» in adını bilmekteyiz.»
Muharrir Hessen'in «Farmasonlukta Yahudiler» adı kitabında Asyalı Kardeşler tarikatı hakkında verdiği malûmat bu kadardır.
Tarikatın Sanhedrin azasının Isch Zadik adı anıldığını hatırlıyalım. Bu aza, Dünya farmasonluğunun şefi ve meşhur 1782 Wilehlmsbad Meclisi tanınmış reisi Brunswick Dükü Ferdinand'dan başkası değildi. Daha sonra, onu Paris'i almak, Fransız İhtilalim bastırmak için 1792'de harekete geçirilen Prusya birliklerinin meşhur Başkumandanı olarak görüyoruz. Ama bu Başkumandan Fransız İhtilalinin bastırıcısı değil, aksine kurtarıcısı olacaktır. Çünkü, en küçük baskı karsısında geri çekilmektedir. Bu da İhtilal ile Yahudiler arasında münasebet kuran görüşleri doğrulamaktadır. Zira, topçu ateşi karşısında, karşı tarafa ağır zararlar verdirmek mum künken Ric'at hareketine başlamanın başka hiçbir manası olamazdı. Yahudilerle ihtilal arasındaki münasebetler, daha doğrusu Yahudilerin bu ihtilali hazırlamaları, ancak kendilerinin tesiri altındaki «hıristiyan cephesi» niri maskeleme hareketleri ile mümkün olabilmiştir.
Deschamps bu hususta, daha doğrusu Bruwick Dükünün hareketini izah için «Gizli Cemiyetler ve Cemiyet» adlı eserinin ikinci cildinin 166. sayfasında şunları kaydediyor:
«O tarihe kadar borçlar altında ezilmiş bulunan Brunswick Dükü, 1792 yılında borçlarından kurtuldu ve bu borçların sekiz milyondan fazla olduğunu bütün Almanya öğrendi.
Yahudi tesiri gizlenmiş olmasına rağmen Onsekizinci Asırda gizli cemiyetlerin en fazla ihtilalcisi olan cemiyetin faaliyeti üzerinde görülmüştür. Bu cemiyet, Bavyera'da 1775'de Weisshaupt Spartacus tarafından kurulan Aydınlar Tarikatı» dir. Rahip Lemann Weisha^ upt için Wilhelmsbad Meclisi'nin «İlham edMsi» demekte ve onu Yahudi tesirinin belli başlı amillerinden biri saymaktadır. Kont Joseph de Maistre de, Yahudilerin «Aydınlar» üzerindeki kuvvetli tesirlerinden bahsediyordu. Yahudilik üzerinde son artışmaları yapanlardan biri olan Madam Fry, Welshaupt'un, Naphtali Hirsch wesseli'den doğrudan doğruya talimat aldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Nihayet Ondokuzuncu Asır Yahudi muharrirlerinden Bernard Lazare'in şahadetime büyük bir ehemmiyet vermek uygun olur ki, bu muhamrir de weishaupt'un etrafında Yahudiler bulunduğunu» ileri sürmektedir.
Bilindiği gibi, Weishaupt, tahsilini Jestates'ler nezdinde yapmış ve sonra hıristiyanlığa karşı zalimcesine kin duymuştu. Peşinden Fransız felsefesini! tetkike koyulmuş ve Manicheisme doktirinlerini de öğrenmişti. Madam Nesta Webster «Dünya İhtilali» adlı kitabında şöyle demektedir.
«Weishaupt, Mısır gizli ilimlerini, adı Kolmer olan, fakat milliyeti bilinmeyen Jutlad'lı bir tacirden öğrenmiştir. Kolmer 1771'de Avrupa'da dolaşıyor ve müridler topluyordu.»
Hiç şüphesiz bu adam de Rus rahiplerini Yahudilik .çılgınlığı içine sokan Scharia tarzındaki ortaçağ Kabbalisleri gibi hareket ediyordu.
Rahip Barruel bu mevzuda dikkate «diğer sözler söylemektedir:
«Açıklamam gereken ihanet, Allah tanımıyan aydınlar ile alakalı olandır... Bunlar istisnasız bütün dinlere, bütün cumhuriyetlere karşı idiler. Bütün medeni cemiyetleri ve mülkiyenin her türlüsünün amansız düşmanları idiler. Kendisine isim olarak «Ayflm» ı seçmiş olan bu gizli cemiyet, prensiplerinde ve vasıtalarında en yıkıcı olandı. Bu aydına ilk yalancı bağlılığı gösterenler Manes ve müritleri oldu.»
Birer kaynak değerindeki bu eserlerin verdiği bilgilerle Weisshaupt'un şahsiyeti iyice aydınlanmaktadır. Bu şahsiyet, hiç şüphesiz, bu kadar bilinen tarafiyle bile marazidir ve ihanetle doludur. Yıkıcılığı ise aşikardır. Bu şahsiyetin, bilhassa mülkiyet hakkında davranışı ve anlayışı, Fransız ihtilalinden sonrası için de dikkate şayan tesirler saçmış olmaktan uzak kalamazdı.
Wilhelmbad Meclisinin, Wesshaupt'un tesiriyle vardığı neticelerden birini iyice anlamak için yine «Dünya İhtilali» adı eserin muharriri Madam Nesta Webster'in kitabına gelelim:
«Hiç şüphesiz Lessing ve diğer Yahudiler, belirli maksatlarla Yahudilerin Alman mason Localarına girmeleri hususundaki engelleri ortadan kaldırmaktaki mak şadları bu suretle daha iyi anlaşılıyordu.
Ayni zamanda «Aydın» farmasonluğu genel karargahının Francfort'a nakledilmesine karar verildi. Bu şehir, Yahudilerin mali kalesiydi ve başta kendi ırklarından Mayer Amshel Rothschild ve sonradan Rothschild kadar kudretli olacak idareci azalar vardı. Bu diğer şahsiyetler arasında Oppenheimer, wertheimer, Schuster, Speier, Stern gibi tanınmışlar sayılabilir. Bu yüksek locada dünya ihtilali bütün teferruatiyle tetkik edildi. Yine burada büyük mason kongresinde, 1786'da sonradan iki Fransız masonunun da itiraf ettikleri gibi Onaltıncı Louis ile İsveç kralı Üçüncü Güstav'ın ölüm karan verildi.»
Yine orada, Francfort yakınlarındaki bir mahzende, Cagliostro «Aydınlar» tarafına girdi. Bunu, Louis Blanc'ın Fransız İhtilali Tarihi» adlı eserinde zikrettiği, 1790 yılında Kamadaki davada kendi ifadesinden öğreniyoruz:
... içi vesikalarla dolu demir bir kasa açıldı. Beni tarikata dahil edecek olanlar kasadan el yazması bir kitap çıkardılar: Kitabın birinci sayıfasında şu satır vardı: Biz, Mabed Tarikati büyük üstadları. Bundan sonra, kanla yazılmış bir yemin formülü geliyordu. Bunun altında on bir imza vardı. Kitap Frasızca yazılmıştı. Aydınlıkçılığın tahtlara karşı girişilmiş bir ihanet olduğu belirtiliyordu: İlk darbe Fransa'ya indirilecekti Fransız krallığının düşmesinden sonra, Roma'ya karşı hücuma geçilecekti. Cagliostro, kendisini tarikata alanların ağzından bundan böyle azası olacağı gizli cemiyetin geçmişte derin kökleri olduğunu, Amsterdam, Rotterdam, ve Geneve bankalarına dağıtılmış hadsiz hesapsız para bulunduğunu öğrendi; bu para, yıllık aidat olarak sandıklar tarafından toplanan meblağlardan meydana geliyordu. Kendisine büyük bir miktarda para verildi ve bunun propaganda işi için olduğu söylendi. Cagliostro aldığı talimatla Strasbourg üzerine yola çıktı ve oraya varınca Kardinal de Röhan ile münasebet kurdu. Böylece meşhur Gerdanlık meselesini gerçekleştirme teşebbüsüne geçti.»
Cagliostro'nun Louis Blanc tarafından anlatılan bu şahadetinin hiç şüphesiz büyük bir ehemmiyeti vardır. Zira, böylece sadece Fransız İhtilalinin suikasçılan ortaya çıkmakla kalmamakta, bu iş için harcanan paranın kaynağı öğrenilmektedir. Gizlenmek istenmesine rağmen, bu iş için Yahudilerin nasıl ve nerden idare edildikleri de gün ışığına çıkmaktadır.
Batı Avrupa Yahudilerinden ayrı olarak, Onsekizinci Asrın sonunda, Doğu Yahudileri de, ayni şekilde Farmasonluğa katılıyorlardı. Muharrir Hessen'in anlattığına göre Szklow'lu bir RusPolonyalı kırması Yahudi olan Baruch Schick, sonradan Minsk şehrinde yerleşen bu adam, İngiliz Localarından birine girdi: J «Wilnalı Gaon*un talebesi olan Baruch Schick,
Rusya Yahudilerinin zihnî inkişaf lan tarihinde, Talmuddist «Gaon» ekolün en iyi temsilcilerinden biri olarak bir yer işgal etmektedir. Baruch 1777'de Berlin'deki Mendelssohn taraftarlarını Mecenes'ler cemiyetinde gördü. Hiç şüphesiz o sırada Farmason oldu.»
Böylece anlaşılıyor ki, Mendelssohn tarafından kurulan «ilerici Yahudiler» mahfili, yalnız Batı Avrupa'da değil, ayni zamanda Doğu Avrupa'da da Yahudilerin mason teşekküllerine girmeleri işini temin etmekteydi. Yani, Sanhedrin ve esaret prenslerinin bulunduğu Babil'de kurulan iki akademinin azaları üzerinde de tesir sahibiydi. Bu akademilerden biri, muharrir Hessen'in beyanına göre, Onsekizinci Asırda Wilna'da bulunmaktaydı.
«İlerici Yahudiler» mahfili, mühim vazifeler yüklenmiş bulunuyordu. Bilhassa, yıkılmasına karar verilen memleketler idarelerinde mühim vazifeler başında bulunanlarla münasebetler kurmak işinde bu teşkilatın gösterdiği maharet son derece dikkate şayandır.
«İlerici Yahudiler» mahfili, bir zamanlar Fransız hükümetinin Berlindeki gizli ajanlık vazifesini yapmış bulunan 1789 Fransız İhtilalinin müstakbel hatibi kont do Mirabeau ile sıkı münasebet halinde bulunuyordu. Bilindiği gibi, Kont Mirabeau daima büyük para ihtiyacı içindeydi. Bunun sebebi, kendisinin tatmin edilmesi gereken çeşitli ihtirasları olmasıydı ve bu yüzden, kont, son gününe kadar satın alınabilir bir adam olarak kaldı,
Şu husus kayda değer ki, kendisi Fransız masonluğunun mühim şahsiyetlerinden biriydi. Weiszhaupt'un «Aydmlar»ı arasında en yüksek derecelere kadar çıkmıştı ve orada kendisine Arceilas adı verilmişti. Bu bilgiler, onun «İlerici Yahudiler» le çabucak yakınlık kurmasını izah etmektedir. Bu mahfil, Mertdelssbhn,
Dohn ve Cerfbeer tarafından kurulan birleştirici idare altında, tam bir hareket ahengi göstermekteydi.
Rahip Lemann, «İhtilale takaddüm eden yıllarda, Mirabeau bir taraftan İhtilali, bir yandan da Yahudilerin tam serbestlik kazanmaları hareketini hazırladı» demektedir.
Mendelssohn 1756'da öldü ve bu yüzden de Mirabeau onunla doğrudan doğruya temasa geçmek imkanını bulamadı. Bununla beraber, Dohn ve diğer «İlerici Yahudiler »le yakından temaslar kurdu.
Yahudi tarihçisi Graetz «Yahudilerin Girişi» adlı eserinde şu bilgiyi vermektedir:
«O devirde, Berlin'de güzelliği ve zekasiyle dikkati çeken genç ve güzel (Yahudi) Henriette Lemos, bütün dikkatleri üzerinde topluyordu. Henriette Lemos, doktor Herz'ın karısıydı. Kibar çevreler mensupları onun salonunda biraraya geliyorlardı. Diplomatlar da bu salonda karşılaşıyorlardı. Berlin'deki gizli vazifesi sırasında (1786), Kont Mirabeau bu salonun hemen hiç eksik olmayan müdavimlerindendi... Bir müddet sonra yüksek sosyeteye mensup kadınlar, Henriette Herz ve onun konuşmalarındaki sevimlilikle çekici olan küçük Yahudi çevresiyle münasebet kurmakta gecikmediler. Aralarında müsavi şartlarla münasebetler teessüs etti. Henriette'in bu küçük Yahudi çevresinde genç Yahudiler bulunmaktaydı. Aralarında Mendelsschn'un kızları da vardı. İşte tam bu sıralarda, Mirabeau, Yahudilerin hürriyeti hakkındaki bir kitabın muharriri olan Dohn'la münasebete geçti.
Yahudi menfaatleri de, Mirabeau'nun kalbine Henriette'in salonunda iyice nüfuz etti. Bu salonda Mendelssohn'un eserlerinin okunmasını dinliyor, hemen her fırsatta, Yahudiliğe hayranlığını belirtmekten geri kalmıyordu..» Bu arada rfırtınajaı^n teşekkül ettiği Londra'ya gidip tekrar Berlin'e geldi. Wühelsbad yeminlileri Mirabeau üzerinde dikkatlerini koyulaştırdılar.»
Böylece, Yahudiler, ihtilali beklerken kendi sahalarını da hazırlamaktan geri kalmıyorlardı. Fakat diğer taraftan, başka vasıtalara da başvurarak medenî haklar mevzuunda müsavilik iddiasını da ihmal etmiyorlardı. Cerfbeer'inkinden ayrı olarak diğer tesirler altında da kalan Onaltıncı Louis, ihtilalden biraz evvel, halkın diğer kısmiyle müsavat halinde bulunmalarını sağlamak üzere Yahudiler hakkındaki kanunu değiştirmeye karar vermişti. Nazırı Malesherbeş Krala bu mesele üzerinde bir muhtıra sundu ve bu reformu hazırlamak üzere bir komisyon kuruldu.
Fakat, ihtilalin başında bulunanlar, Yahudilere medenî haklarda müsavîlik temin etmek üzere ayrı bir acelecilik göstermekten geri kalmadılar.
Rahip Lemann'ın yazdığına göre Yahudilerle ihtilal arasında kurulacak anlaşmanın teşebbüsü Embermenil rahibine aittir.
Generaller Devletinin çağırılmasından üç ay önce, Embermenil rahibi Gregoire, Metz şehrinin en nüfuzlu Yahudilerinden biri olan İsaie Bing'e şu satırları yazıyordu:
«Söyle bana aziz Bing, generaller devletinden önce, vatandaş hakları ve imtiyazları talebinde bulunmak üzere milletinizin diğer azalan ile biraraya gelmek mecburiyetinde değil misiniz? Bunun zamanı, her zamandan fazla olarak şimdidir.
Unutulmaz dostunuzu daima seviniz.»
«Gregoire, Embermenil rahibi.»
Fakat, tabiî bu mektubu beklemeksizin, Fransız Yahudileri ihtilalin başlamasiyle, harekete geçmek için uzun zamandanberi hazırlanıyorlardı. Başlarında dikkate değer şekilde hareketli iki ins&n vardı. İEwejtee adı geçen banker Cerfbeer ve Berr Isaac Berr. Bu iki şefin idaresi altında, Yahudiler Millî Meclis önüne kürsüyü yerleştirdiler.
Bu kürsü, Generaller Devletinin başlamasından hemen sonra faaliyete geçti ve iki yıl boyunca 27 Eylül 1791'e kadar devam etti. Bununla beraber, Yahudiler tam bir zafer elde edemediler.
Bu iki yıl boyunca Yahudilere medenî müsavat verilmek üzere 15 kere teşebbüse geçildi ve bir çok hatip tarafından otuz beş nutuk söylendi. Bu hatipler arasında Mirabeau, Robespierre, rahip Gregoire, rahip Sieyes. Camille Desmoulins, Vernier, Bamave, Lameth, Duport ve diğerleri vardı.
Rahip Lemann'ın söylediğine göre bu adları sayılanlar ve Danışma Meclisinde Yahudiler lehinde oy kullananlar, aynı zamanda mason listelerinde de yer alan kimselerdi. Bu uygunluk, Paris Mason Localarında Yahudilerin hürriyeti kararının bir delilinden başka ne olabilirdi?
Bununla beraber, ihtilalci ruhuna rağmen, Millî Meclis, Yahudilere medeni haklar bahşetmek mevzuunda pek az mütemayildi. Bu reforma karşı, aslında Alsace mebusları isyan ettiler. Çünkü, bunlar, Fransız Yahudileri çoğunlunun Alsace'da kalacağını gözönünde tutuyorlardı. Mesela, Nancy piskoposu ve Lorraine mebusu olan La Fare, Yahudi haklarından yana çıkan bir ruhanî meslekdaşma şu korkunç sözleri söylüyordu:
«— Evet muhterem ruhanî, sizi kaybettiğimiz takdirde, bir Yahudinin piskopos olduğunu göreceğiz. Çünkü onlar her şeyi elde etmekten yana pek kaabiliyetlidirler.»
Fakat, Millî Meclisdeki bu,muhalefet Yahudileri yıldırmadı. Gayelerini*, elde etm&k için mutlak; olarak bütün vasıtaları kullandılar. Rahip Lemanh'a göre bu vasıtalar şöyle sıralanabilirdi:
Birinci vasıta: Yalvarıp yakarma. Millî Meclisin bir çok reislerine sevimli görünme.
İkinci vasıta: Altın kullanarak tesir etmek.
Üçüncü vasıta: Mantık. Millî Meclisin «İnsan Hakları» m ilan etmesinden sonra, Yahudiler, bunların mantıken kendilerine de tatbiki gerektiği yolunda İsrar ediyorlardı ve bu mevzudaki düşücelerini «zalim ve saygısızlıkla» ileri sürmekten geri kalmıyorlardı.
Dördüncü vasıta: Paris kasaba ve vilayet dairelerine başvuruyorlar, böylece Millî Meclisi, Yahudilere müsavîlik hakları verilmesi mevzuunda «zor tehdidi» altında tutuyorlardı.
En iyi Yahudi tarihçileri bile bu manevraların hiçbirini saklamak lüzumunu duymamışlardır. Bunlara göre bu binlerce ve faydasız teşebbüsten yorgun düşen Yahudiler son bir çare düşündüler. Kendilerinin hakları dedikleri şeyi akıl ile elde etmenin imkansızlığım gördüklerinden, hürriyetlerini tasvip ettirmek mevzuunda Millî Meclisi zorlamaya karar verdiler.
Tabiî, bu gayenin tahakkuku için muazzam paralar sarfedildi ve böylece, istedikleri «Hıristiyan cephesi» ni meydana getirdiler.
Millî Meclisin 1791 yılı 18 Ocak tarihli celsesinde Dük de Broglie bu mevzuda düşündüklerini açıkça bildirdi: «Bu Yahudilerin içinde bilhassa bir tanesi vardır ki, devlet masraflarından muazzam bir servet edinmiştir ve bu adam şimdi, davasına müdafîler kazanmak için Paris'de büyük paralar sarfetmektedir.» Dük de Broglie, bu sözleriyle Yahudi Cerfbeer'i kastediyordu.
Yahudilerin; sen çarelerini tahakkuk ettirmek üzere meydana! getirdikleri bjristiyan cephesinin başında avukat Godard ve üç din adamı bulunuyordu: Rahip Mulot, Bertoliot, Fauchet.
Rahip Fauchet, meşhur bir aydındı ve rahip Mulot, kudretli Paris Komünü'nün başkam bulunuyordu. Bu komün vasıtasiyle Jakobenler Millî ve Teşriî Meclisler üzerinde baskılarını gösteriyorlardı. Daha sonra Konvansiyon üzerinde de ayni şeyi yapacaklardı.
Embermenil rahibi Gregoire Millî Meclis içinde Yahudiller için ne rol oynadıysa, rahip Mulot da, Paris Komünü'nde ayni rolü oynadı.
Bununla beraber, Jakobenlerin çılgına dönmelerine rağmen, Paris Komünü azaları, başkanlarının teklifine uyarak Millî Mecliste Yahudi haklarının müdafii olmayı şiddetle reddettiler. Bunun üzerine, Cerîbeer'in kudretli altınlarının, Fauchet ve Bertoliot'un yardımı ile yeni bir çare bulundu. Rahip Bertoliot, Komün'ün bir celsesinde meseleyi ortaya atarak, .şöyle konuştu: «İhtilalin gelip Fransa'yı gençleştirmesi için bu kadar mes'ud ve beklenmedik bir hadise gerekiyordu. Babalarımızın cinayetlerini unutturmaktan yana acele edelim.»
Bu konuşmadan hemen sonraki celsede, avukat Godard, millî muhafız üniformalı ve üç renkli kordelalar taşıyan elli «vatandaş» la salonu bastı. Bunlar, tabiî para ile temin edilmiş elli Yahudiydi. Paris Komünü'nün bütün kısımlarını ve ilçe dairelerini dolaştılar. Bu arada Yahudilerin müsavat taleplerine taraftar bulmak için bol bol nutuk çektiler. Bu tezahürat tesirini gösterdi. Paris'in altmış bölümünden elli dokuzu Yahudi"haklarından yana olduklarını bildirdiler. Yalnız «Haller» mahallesi, bu meselede sükûtu tercih etti. Bu neticeden sonra Paris Kcmün'ü, Yahudilerin müsaviliğinin derhal kaMl edJteıesi hususunda rahip Mulot, Bertoliot, Fauchet ve diğer azalar tarafından imzalanmış bir ihtarnameyi Millî Meclise şevketti.
Bununla beraber, ihtarnameden sonra da Millî Meclis talebedilen manada karar vermekte tereddüt gösterdi.
Bunun üzerine, 27 Eylül 1791'de, Millî Meclisin dağılmasından iki gün önce, Jakobenlerden olan mebus Adrien Duport, Yahudilerin müsaviliği meselesini kat'î olarak ortaya attı. Meclis, Adrien Duport'un şahsiyetini pek iyi biliyordu. Meclis çok yakından biliyordu ki, İhtilalden önce farmasonluk şeflerinin yaptıkları gizli bir toplantıda, bu adam tedhiş usûllerine başvurulması hususunda İsrar etmişti. Meclis boyun eğdi. Bunu da, Kral Onaltıncı Louis'in imzasını taşıyan ve Fransız Yahudilerine tam ve bütün müsavilik tanıyan bir kararname takibetti.
Bu bölümde Yahudilik ve Masonluk arasindaki bag kurulurken, tamamiyle masonlarin kendi kaynaklarindan faydalanilmistir.
Büyük Üstad : Kimden sakinmaliyiz?
1. Nazir : Düsmanlarimizdan ve kardeslerimizden
Büyük Üstad : Kardeslerimizden sakinmamizin sebebi nedir?
1. Nazir : Israilogullari esarettedir. Biz onlarin kurtulmalari maksadini takip ediyoruz. Lakin yeni kardeslerimiz bizim bu projemizi anlamayacaklar ve tatbikini engelleyeceklerdir.
Büyük Üstad : Kardslerim nizam vaziyeti alalim, Yahudi diyarinin kurtaracisini selamlayalim.15. Derece Çalisma Rehberi Sf. 9-33
Kitabın ilk bölümünde incelediğimiz gibi, Yahudi dinini çarpıtan ve ırkçı/faşist bir ideolojiye alet eden Siyonizm, sadece Ortadoğu'yu değil tüm dünyayı içine alan bir stratejiye sahiptir. Tüm milletler ve dinler üzerinde hakimiyet kurma amacındadır. Bu amaca ise çeşitli örtülü yöntemlerle hizmet etmektedir. Bu yöntemler uygulandiginda, milletler içten çökertilecek ve, ne hedef alinan milletler bunu farkedebilecek ne de olaylarin arkasinda bir Siyonistin ismi duyulacaktir.
Yalniz kendi, gizli ritüellerinde, Yahudilikle iliskileri anlasilan MASONLUK; Tevrat'a sokulan muharref unsurları aynen benimseyen, Siyonizmin iste bu gizli faaliyet gösteren kollarindan biridir.
Masonlar Yahudilikle olan alakalarini gizli tutmayi lüzumlu görmektedirler; çünkü siyonizm ile ayni amacin güdüldügünü anlatarak faaliyet göstermek yerine, yardim kuruluslarini paravan yapip hayirsever kisiler görünümü altinda bu amaca hizmet etmek kendileri açisindan daha verimli sonuçlar dogurmaktadir.
Masonluk yahudilik ile dogrudan alakali oldugu için mason mahfillerinde uygulanan törenler ve ritüeller, ayni zamanda mason düsünceleri tabiatiyla Tevrat'tan alinacaktir.
"Ritüellerimizde Tevrat'tan sayisiz alintilar mevcuttur..." (Mimar Sinan-1993-S: 47, sf:39)
1. KRALLAR
BAB: 7
AYET: 13
S: 343 Ve kral Salamon gönderip Sur'dan Hiram'i getirtti.
Naftoli siptindan dul bir kadinin oglu idi. Ve babasi Sur'lu bir adamdi. Tunç isçisi idi. Hiram bütün tunç isleri islemekte hikmetle ve anlayis ve hünerle dolu idi. Ve Salomon'a gelip bütün onun islerini yapti. Hiram Usta'nin hikayesi yukaridaki Tevrat ayetleri ile baslamaktadir.
Hiram efsanesi bir rittir ve tekrisin verecegi bütün ilkeleri de kapsamaktadir. Adayin yasadigi ve bizzat Hiram'i temsil ettigi Hiram efsanesi tekris töreni sembolik bir oyundur (ÇIRAK, KALFA, USTA) S: 102
"Zaten Masonluk mutlak hakikatin ancak bu ihata ve sezislere ve bizzat tekamül etme neticesinde yasanabilecek bir sirdir. Bu sir mühr-ü Süleyman'in üç dil'inda ne güzel resm ve remz edilmistir. Birbirlerine irca edilmek suretiyle mütemadi bir devrin sayruret'i Hiram'da en mükemmel seklini bulur" (TÜRK MASON DERGISI-Ocak 1951-S: 1 sf:22)
"Çünkü Hira .·. babamizin(*) eseri nihayet tas yapi idi yikilabildi"
(BÜYÜK SARK-No:16, sf:22)
(*)Mason dergilerinde kelime sonlarina konan üç nokta (.·.) isareti kelimenin bitmedigini gösterir. Mesela:
Mas.·.=Mason, B.·.=Birader, Mah.·.v=Mahfil gibi...
Masonik takvime göre, tarih atmak için, cari takvim yilinin binler hanesine dörtbin ilave edilir. Bu, Masonlugun baslangicini, sembolik olarak, Tevrat ananesine göre, dünyanin yaradilisina kadar indirmek içindir.
Masonik takvime göre tarih atarken, Mart senenin ilk ayidir, Subat son ay olur. Mart Koç burcuna, Subat Balik burcuna tekabül eder.
(ÇIRAK KALFA USTA) (S.46)
"Ingiltere'de Mah...i Kebirin tesekkülünden sonra Reverend James Anderson'un tahti riyasetinde bir komisyon teskil edilerek masonluk tarihinin tetkikine memur edildi. Komisyonun vazifesini yalniz basina deruhte eden bu zat (Farmasonlarin kavanini esasiyesi, tarihi ve nizamati umumiyesi) namile 1723 senesinde bir eser nesretti. Eserin kabinda bu tarihe mukabil mason senesi olmak üzere (5723) görünüyordu."(BÜYÜK SARK-Nisan, Mayis 1932 - No:6)
Mason Dergisi Büyük Sark'tan alinan yukaridaki izahta dikkat edilecek husus masonlarin bilinen tarihlerden farkli olarak günümüz tarihini "Besbin"li rakamlarla ifade etmeleridir. Dünyada bu tarihi masonlardan baska, yalniz bir toplum daha kullanmaktadir ki, bunlar da Yahudiler'dir.
MASON ALFABESİ
Masonlar, kendi aralarinda gizli, özel bir alfabe gelistirmislerdir.
Gönyelerden meydana gelmis Masonik alfabenin kökeni Ibrani Alfabesi'ne dayanmaktadir.(Çirak, Kalfa, Usta) (S.45)
MUKADDES TOPRAKLAR
"Yalniz masonik efsane ile olan iliskileri degil Hazreti Süleyman Mabedi'nin bulundugu mevzi olmasi itibariyle Mukaddes Topraklar Masonlari yakindan ilgilendirir."(Mimar Sinan-1982-S: 45,sf7(Masonic Square Dergisi-Eylül 1976'dan alinti)
Yukarida bahsedilen Yahudilerin mukaddes topraklarinin, Masonlarca da mukaddes sayilmasi ve onlari yakinen alakadar etmesinin iki sebebi vardir.
1- Masonik tarihin (masonik efsanenin) Mukaddes Topraklar'da baslamasi
2- Babamiz tabirini kullanarak yücelttikleri Hiram'in insa ettigi Süleyman Mabedi'nin bu topraklarida bulunmasi;
Asagidaki sema yahudilerce kutsal addedilen -Kudüs- Süleyman tapinaginin planini gösteren bir resim olup mason kaynaklarindan alinmistir. Resmin kenarindaki masonik semboller, yahudilik masonluk iliskisini gözler önüne sermektedir.
Yahudisiz hiç bir Mason locasi yoktur. Yahudi Havralarinda hiç bir mezhep mevcut degildir. Orada Masonlarda oldugu gibi yalniz semboller vardir. Bundan dolayidir ki Israil Mabedi bizim tabii müttefikimizdir.
MASONLARIN LOCADA DİZİLİŞİ
Kabala, Tanri'yi göksel Adem, Adam Katmon, seklinde mülahaza eder ve Sefirotlari, zitlar ve cinsiyet kanunlarini uygulayarak, onun her bir adelesine yerlestirir. Böylece ilk ve en yüksek Sefirotdan, biri erkek ve aktif olan Aklühikmet veya Baba'yi, digeri disi ve pasif, Zeka veya Anne'yi çikartir. Aklühikmet ve Zeka Ilim'i dogururlar. Zeka'dan iki ayri Sefire çikar, biri erkek ve Aktif Lütuf, digeri disi ve pasif Kuvvet. Bunlar Adam Kadmon'un kollari gibidir. Lütuf ve Kuvvet gögüs kalbe yerlesmis Güzellik'te birlesirler. Nihayet Kuvvet'ten erkek ve aktif sefira Zafer, disi ve pasif sefira San çikar. Bunlar iki bacagi tekabül ederler ve Esas'da birlesirler. Esas'in sembolü tenasül aletidir. Bir sefira basin üstündedir: Taç, bir digeri de, Adem Kadmon'un ayaklari altindadir: Krallik.
[SIZE=+2]PROTESTANLIK, AYDINLANMA ve IBRANI MISTISIZMI[/SIZE]
Bu yazinin basligi, okuyucuya ilk anda oldukça sasirtici görünebilir. Protestanlikla Aydinlanmanin yaninda bir de "Ibrani Mistisizmi" gibi bir kavramin ne aradigi sorusu akla gelebilir. Bu kavramlarin yanyana konmasinda, bir tür zorlama oldugu gibi bir düsünce de uyanabilir insanin zihninde.
Oysa bu kavramlarin arasinda gerçekten de son derece ilginç ve açik baglantilar var. Bu baglantilar simdiye dek akademik çalismalarda fazla konu edilmemis, ya da "resmi" tarihte fazla gündeme gelmemis olabilir. Bu klasik kaynaklari referans alarak, konuya, "böyle sey olur mu?" gibi bir önyargiyla yaklasmanin hata olacagi düsüncesindeyiz. Bu yazi içinde, sözkonusu kavramlar arasindaki iliskiyi birlikte incelerken, bu tür önyargilardan siyrilmanin gerekliligini de saniriz yine birlikte görebilecegiz.
Protestanlik ve Aydinlanma, okuyucularimizin kuskusuz oldukça asina olduklari kavramlar. Ayni çizginin iki ayri asamasi oldugu süphe götürmeyen bu iki büyük olayin olusturdugu etkileri de biliyoruz. Bati insaninin - daha dogrusu önce batililarin, daha sonra da diger medeniyetlerin insanlarinin önemli bir bölümünün - evren, dünya ve hayat hakkindaki düsünce ve inançlarini kökten degistiren bu iki büyük olayin, din-disi bir dünya olusturdugunu biliyoruz. Olusan bu din-disi dünyayla birlikte, insanin temel görevi "kendisini yaratana kul olup, O'nu yüceltmek" olarak degil, "kendi kendini yüceltmeye çalismak" haline dönüstürüldü. Yine bu iki büyük olayin, dünyanin geçici ve degersiz bir yurt oldugu inancini ortadan kaldirip, onu mutlak, sonsuz ve son derece degerli bir yer olarak sundugunu da biliyoruz. Ayrica, bu olaylarin, dinin insan için tasidigi anlami degistirdigi ve dini yalnizca mabed duvarlariyla sinirli bir alana sikistirdigi tartisilmaz bir gerçek. Böylece dini - yani ilahi - otoritenin "dünyaya nizam verme" olarak tanimlanabilecek vazgeçilmez vasfinin ortadan kaldirilmak istendigi de ortada.
Biz, Protestanlikla baslayip Aydinlanma ile devam eden bu sözkonusu süreci bir baska yönüyle incelemek istiyoruz. Bu iki büyük olayin etkilerinin ne oldugundan çok, bu iki büyük olayin nelerden etkilendigi sorusuna cevap arayacagiz.
Bu soruya cevap ararken, klasik referanslari kayitsiz-sartsiz kabul etmeyi bir yana birakip, Kuran'in verdigi "hikmet"leri referans alinca da, bu iki büyük olayin ardinda önemli bir Ibrani faktörü oldugunu görüyoruz.
[SIZE=+1]YERYÜZÜ CENNETLERININ KÖKENI[/SIZE]
Protestanlikla baslayip Aydinlanma ile devam eden sürecin en önemli sonucu, insan ve toplum yasamini dine bagli olmaktan çikarip, ideolojilere bagli hale getirmesi. Böylece "uhrevi" olana yüzçevirip, "dünyevi" olana yönelmesi.
Yeni Dünya Düzeni'yle birlikte zaferi kutlanan liberalizm, gittikçe sönen sosyalizm ve yerel etkileri süren ulusçuluk, arada bir hortlayan fasizm ve hatta zaman zaman din ile karistirilmasina ragmen bir din degil, ideoloji olan muhafazakarlik... Bunlarin hepsi de Fransiz Devrimi'yle sembollesmis olan Aydinlanma felsefesinin söyle ya da böyle sonuçlari. Bu ideoloji patlamasinin altinda dinin devre disi birakilmasi yatiyor.
Avrupa toplumlari, Protestanlikla, hele hele Aydinlanma felsefesiyle tanisana kadar, bu toplumlarin insanlarinin aklinda pek fazla çözülmemis sorular yoktu. Insanin ne oldugu, hayatin ne anlam tasidigi, insanin nasil dogruyu bulabilecegi ve neyin dogru - neyin yanlis oldugu konusunda farkli düsünceler tasimiyorlardi. Bu sorularin cevabi din tarafindan verilir, yetkisini yine dinden alan yöneticiler insanlari yönetirdi. Dinin insana ögrettigi temel degerlerin basinda da, yeryüzünün insan için geçici bir yurt oldugu ve ölümden sonra sonsuz bir hayatin varligi, insanin bu asil yurt için çalismasi gerektigi - yani kisaca ahiret inanci - geliyordu. (Burada "din" olarak adlandirilan yapinin hiristiyan dini oldugu ve gerçek dinin aslinda bozulmus bir sekli oldugunu göz önünde bulundurmak gerek.)
Protestanlikla baslayip Aydinlanma ile devam eden süreç ise, dinin etkisini ortadan kaldirdi. Bu durumda üstte sözünü ettigimiz sorulara yeni cevaplar aranmaya ve verilmeye baslandi. Ideolojiler böyle dogdu. Burada ilginç olan, sözünü ettigimiz tüm bu ideolojilerin de - liberalizm, sosyalizm, muhafazakarlik, ulusçuluk ve fasizm - hayatin, insanin ve dünyanin ne oldugu konusunda ortak bir "dindisi"likta bulusmasi. Diger bir deyisle, hepisinin, dinin insana gösterdigi temel hedef olan Cennet'ten yüzçevirip, insanlara "yeryüzü cennetleri" vaad etmesi, insanin ölümden sonra neleri yasayacagini göz ardi edip, yalnizca dünyada neler yasayacagi ile ilgilenmesi.
Bizim için burada önemli olan, Avrupa toplumlarini ölümden sonrasini öngören - dejenere olmus da olsa - bir dini birakip, yeryüzü cennetlerine neyin, daha dogrusu hangi düsünce biçiminin yönelttigi.
Aydinlanma felsefesinin mimarlari - birazdan daha ayrintili olarak inceleyecegimiz gibi - aslinda Hiristiyan düsüncesini reddederken "dinsiz"lesmiyor, tam tersine yeni ve daha farkli bir "din"i kabul ediyorlardi. Bu yeni din "Allahsiz" bir din degildi, Aydinlanmacilar'in çogu bir yaraticinin varligini kabul eden "deist"lerdi. Hiristiyanlikla bu yeni dinin arasindaki asil önemli fark, ölümden sonra yasam (ahiret) düsüncesinin reddedilmesiydi. Kisaca, ideolojilerle birlikte, "yeryüzü cennetleri"ni hedef seçen "ahiretsiz din"ler çikti ortaya.
Protestanlik ise, ahiret beklentisini zayiflatan ilk önemli faktör olarak "ahiretsiz din" akiminin öncülügünü yapmistir.
Peki acaba Aydinlanmacilar'in bu "ahiretsiz din" düsüncesine kapilmalarina etki eden düsünce nedir? Rönesansi sekillendiren batili düsünürlerin eski Yunan medeniyetinden etkilendikleri söylenir. Protestanlari ve Aydinlanmacilar'i etkileyen bir medeniyet ve düsünce biçimi, "yeryüzü cennetleri"ni çoktandir arayan bir "din" var miydi acaba?
Bu soruya isik tutabilecek bir yorumu, Bosna - Hersek Devlet Baskani ve önemli bir Islam düsünürü olan Alia Izzetbegoviç'ten aliyoruz:
"Dinler arasinda Yahudilik dünyevi, 'sol egilim'i olusturuyor. Dünyevi cennet perspektifini vaad eden ve sonradan ortaya atilan bütün yahudi teorileri bu egilimden ileri gelmistir. 'Eyüp Kitabi' daha bu dünyada gerçeklesmesi gereken adaletin rüyasidir. Yani öbür dünyada degil, bu dünyada ve hemen simdi!... Hz. Isa'nin gelmesinden önce yahudiler, gelecegini haber verdikleri Tanri Melekutunu hiristiyanlar gibi ahirette degil, bu dünyada bekliyorlardi. Yahudi dini (apocalyptic) edebiyatinda Mesih öç alan ve adaleti uygulayan kisi olarak övülmektedir... Dogru dürüst olanlarin mutsuz olduklari bir dünya anlamsizdir. Yahudi adaletinin ve her "sosyal" adaletin esas tutumu iste budur. Burada, yani bu dünyadaki cennet fikri özünde yahudidir ve sadece içerigi bakimindan degil, kaynagi bakimindan da öyledir. 'Geçmis ve gelecek tarih için yahudi kalibi, bütün devirlerde ezilenlere ve mutsuzlara kuvvetli bir çagridan ibarettir. Bu kalibi Aziz Augustin hiristiyanliga, Marks ise sosyalizme aktarmistir.(B. Russell, The History of Western Philosopy) 'Yeryüzünde cennet' isteyen bütün ihtilaller, ütopyalar, sosyalizmler ve diger akimlar özünde Eski Ahit (Tevrat) kaynaklidir, yahudi kökenlidir." (1)
Bu son derece akilci bir degerlendirme. Gerçekten deYahudilikte, Hiristiyanlik ve Islam'in aksine ahiret inanci yoktur, tam tersine güçlü bir "yeryüzü cenneti" özlemi, diger bir deyisle "dünyaya baglilik" vardir. Bu bagliligin siddetini Kur'an ayeti söyle vurguluyor:
"Andolsun, yahudileri hayata karsi diger insanlardan ve ortak kosanlardan bile daha ihtirasli bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yil yasatilsin ister; oysa bunca yasamasi onu azabtan kurtarmaz. Allah, onlarin yapmakta olduklarini görendir." (Bakara, 96)
Bu nedenle, Protestanlikla baslayip Aydinlanma ile devam eden sürecin hareketinin gerçek Cennet'ten "yeryüzü cennetleri"ne yaptigi dönüs, bir anlamda, Katolik hiristiyanliktan yahudilige bir dönüs olarak karsimiza çikiyor. Hele, Aydinlanma akiminin doruguna ulastigi, "hedonizm"in, dünyaya bagliligin en üst derecede yasandigi su dönemin, dünyadan "elini etegini" çekmeyi emreden Katolik hiristiyanliktan çok uzak ve üstteki ayette önemli özelligi belirtilen yahudilige çok yakin oldugu kuskusuz.
Ama felsefi düzeyde açik bir Ibrani etkisi olan bu dönüsüm, pratik olarak nasil açiklanabilir. Bu yalnizca bir rastlanti midir, yoksa gerçekten Protestanlikla Aydinlanmanin mimarlari elle tutulur bir "yahudilesme" yasamislar midir?
[SIZE=+1]PROTESTANLIK, ESKI AHIT VE 'MESIHIN YOLLARINI AÇAN' LUTHER[/SIZE]
Protestanlik, Katolik kilisesinin denetiminde kurulmus olan Avrupa düzenini yikan en büyük hareket oldu. Protestanlikla birlikte, din, asil anlamindan koparilarak, seküler düsüncenin amaçlarini takdis eden ve böylece dünya hayatinin insanin temel hedefi haline getirilmesinin öncülügünü yapan bir toplumsal katalizöre dönüstü.
Bunun bir sonucu olarak, iktidar, ilahi otoriteden tümüyle ayrildi. Din, "düzen kurma" misyonundan koparilarak, kurulu düzene tabi olma düzeyine indirildi. Protestanligin - bütün bunlarla ilgili olan - bir diger sonucu da, Max Weber'in ünlü çalismasinda vurguladigi ve hemen her sosyalbilimci tarafindan kabul edildigi gibi, Avrupa'da kapitalizmin olusumuna uygun bir ahlak anlayisi gelistirmek olmustu.
Acaba Protestanligin mimarlarini Katolik düsüncesinden böylesine kökten bir sapmaya götüren sey neydi? Yeryüzü cenneti kavramina nasil olmus da yönelmislerdi?
Protestanligin en önemli önderi olan Luther'in nasil olup da böyle bir dönüsüme kapildigini ararken, karsimiza Luther'in Ibrani dinine ve kaynaklarina olan olaganüstü yönelisi çikiyor. Luther, kurdugu yeni dinin esaslarini belirlerken, Katolik kilisesinin geleneginden farkli olarak, asil olarak Eski Ahit'e yönelmisti. Ibranice ögrenen ve Ibrani kaynaklarini hatmetmeye baslayan Luther ve fikirdaslari, yahudi kaynaklarinda çok sey buldular. "Yahudi Ansiklopedisi" The Universal Jewish Encyclopedia, konuyla ilgili olarak su bilgileri veriyor:
"Hiristiyanliktaki reform hareketleri çok büyük ölçekte yahudi edebiyati ve felsefesinden etkilenmisti. Hatta reform hareketlerinin, rakipleri tarafindan 'yahudilesme' olarak görülmesi ve gösterilmesi bunun bir göstergesi sayilabilir... Çesitli protestan gruplari, Eski Ahit'in bir emri olan ve Katoliklerce uygulanmayan sünnet, Sabat'in kutlanmasi gibi ibadetlere geri döndüler: Kisacasi, Eski Ahit'e (Tevrat) Yeni Ahit'ten (Incil) daha fazla baglandilar.
15 ve 16. yüzyildaki Hiristiyan reformunun önemli liderlerinin hepsi, Ibranice biliyor ve yahudi kaynaklarini inceliyordu. Istisnasiz hepsi Eski Ahit teolojisine geri döndüler. John Huss, Zwingli, Michael Servetus, Calvin ve Luther; bu isimlerin hepsi, karsitlari tarafindan 'yari-yahudi' olmakla hatta tümüyle yahudilesmekle suçlandilar.
Eski Ahit'in etkisi bunun ardindan Püritenlikte ve daha sonraki Anglo-Amerikan mezheplerinde de kesin biçimde görüldü." (2)
Luther ve fikirdaslarinin Eski Ahit teolojisinden etkilenmeleri, dogal olarak, Katolik kilisesinin tasidigi din anlayisinda var olmayan büyük degisimler dogurdu. Bir kere Eski Ahit'te ahiret inanci yoktu; cennete ya da cehenneme inanilmiyordu. "Ne varsa", bu dünyada vardi. Cennet, yeryüzünde - Mesihin gelisi ile birlikte - kurulacak bir yerdi.
Eski Ahit'e dönüs, çok önemli bir baska sonuç daha dogurdu. Faiz, Eski Ahit'te yasaklanmiyor, tam tersine tesvik ediliyordu. Oysa ki Katolik kilisesi, asirlardir Yeni Ahit(Incil)den çikardigi yorumla faizi "haram" sayip, yasaklamisti. Bu nedenle Ortaçag Avrupasinda, yahudiler disinda, faiz alip-veren hiristiyan pek bulunmuyordu. Protestanligin mimarlari, Eski Ahit'in etkisiyle, Incil'deki faiz yasagini "içtihat"la kaldirdilar. Calvin, De Usuris (Faiz) adli kitabinda, Incil'in Luka bölümünde 6/35'te ki cümle üzerinde su yorumu yapmisti: "Burada faizi kötüleyen hiçbir yazili kanit bulunmamaktadir." (3)
Böylece asirlardir yalnizca "yahudi meslegi" olarak bilinen tefecilik ve bankacilik, Protestanligin etkisini gösterdigi tüm Kuzey Avrupa'da hizla yayildi.
Luther ve fikirdaslari, Eski Ahit'i böylesine ön plana çikarirken dogal olarak bir baska ilginç hükmü de kabul etmis oluyorlardi: Eski Ahit'e göre, yahudiler "Tanri'nin seçilmis kavmi"ydiler. Diger irk ve dinlerden üstündüler. Kutsal Topraklar, onlara Tanri tarafindan armagan edilmis ve onlarin "hakki" olan yerlerdi. Luther, Eski Ahit'in bu hükümlerini göz ardi etmedi. Kendisini "yahudilesmekle" suçlayanlari hakli çikartacak bir biçimde, yahudileri övmeye, onlarin "Tanri'nin seçilmis halki" olduklari tezini islemeye basladi. 1523'de yazdigi Jesus Christ Was Born A Jew (Isa Mesih bir Yahudi Olarak Dogdu) adli kitabinda bu düsüncelerini uzun uzun anlatiyordu. Protestanligin büyük önderi söyle diyordu:
"Yahudiler bizim Tanrimizin akrabalari, kuzenleri ve kardesleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kafir demekten yorulduklarinda Yahudi desinler." (4)
Luther'in yahudilere karsi olan bu ilginç yaklasimi, çok daha ilginç boyutlara vardi. "Yahudi Ansiklopedisi" The Jewish Encyclopedia, bunu söyle anlatiyor:
"Luther, yahudilerin Tanri tarafindan mesajini dünyaya yaymak için seçildiklerini söyleyerek onlari över. 'Yahudiler,' der, '...dünyadaki en üstün kani tasimaktadirlar. Kutsal Ruh, onlarin eliyle Kutsal Kitabi dünyaya yaymistir. Onlar Tanri'nin çocuklaridir, bizse yabancilariz. Aslinda, Kenanli kadinin hikayesinde anlatildigi gibi, bizler sahiplerinin masasindan düsen ekmek kirintilari ile yetinen köpekler gibi olmaliyiz'." (5)
Luther'in yahudilere sempati duymasinin yanlis bir sey oldugunu söylenemez; isteyen istedigine sempati duyabilir. Ama bu kadari da biraz garip, öyle degil mi?..
Böylesine ilginç tezler gelistiren Luther - tahmin edilebilecegi gibi - devrin yahudilerinden büyük "takdir" görüyordu. Yahudiler, hem Luther'i, hem de gelistirdigi Protestan akimini gönülden desteklediler. "Yahudi Ansiklopedisi" Encyclopedia Judaica "Luther'in Roma Katolikligine getirdigi yikici darbe ilk olarak Yahudiler tarafindan benimsendi." diyor. (6) Ayni kaynak, konunun devaminda "Özellikle Sefardi diasporasindan olan Joseph ha-Kohen gibi bazi Yahudi bilimadamlarinin Reform'a karsi oldukça büyük sempatileri vardi." diye bildiriyor. (7) Yine ayni kaynaktan, "Kabbalist haham Abraham B. Eliezer ha-Levi, Luther'in Hiristiyanlari yavas yavas egitmeye çalisan bir 'Gizli Yahudi' oldugunu söyledi" cümlesini okuyoruz. (8)
Yine Judaica'dan, Luther'in yahudi perspektifindeki görüntüsünü ögreniyoruz:
"Martin Luther kilise tarafindan 'Yari Yahudi' olarak adlandirildi...Abraham Farissol gibi bazi Yahudiler de, Luther'i 'gizli bir Yahudi', dini gerçegi ve adaleti ayakta tutan bir yenilikçi olarak tanimlarken, getirdigi yenilikleri Yahudilige dönüs olarak belirtti." (9)
Yahudilere karsi diger insanlari "masanin gerçek sahiplerinin düsürdügü ekmek kirintilarini yemekle yetinmeleri gereken köpekler" olarak nitelendiren Luther'in baslattigi Reform hareketi, yahudiler tarafindan - asirlardir beklenen ve yahudi teolojisinde, yahudiler için bir "yeryüzü cenneti" kuracagina inanilan - Mesih'in gelisi için gerekli ortami saglayacak bir hizmet olarak görüldü:
"Yahudiler, Martin Luther'i, Hiristiyanlari egitip yanlis düsüncelerinden kurtararak, Mesih'in gelisi için yolu temizleyen bir adam olarak gördüler." (10)
Fakat Luther, bütün bunlara ragmen, son yillarinda yahudiler aleyhine yazdigi yazilarla, "resmi tarih"e antisemit (yahudi düsmani) olarak geçmeyi basardi. Kendini "yahudilere köpek olmaya layik" görecek kadar "fanatik yahudi hayrani" olan bir adam birden bire fikirlerini degistirip yahudi düsmani olur muydu? Ya da olusturdugu yeni mezhebin yahudilere böylesine garip bir bagla bagli olmasinin getirecegi tepkileri durdurmak için görüntü mü degistirirdi? Ikinci tez daha akilci gözüküyor...
Luther, hiristiyanlikta, Aziz Paulus'dan sonraki ikinci büyük sapmayi gerçeklestirdi. Bu arada, Luther'in ardindaki Ibrani etkisinin Aziz Paulus'da da açik bir biçimde gözüktügünü hatirlatalim. Hiristiyanliga Üçleme (Baba-Ogul-Kutsal Ruh) inancini yerelestiren Paulus gerçek adi Saul olan bir yahudiydi. Hem de hiristiyan olmadan önce(?) Kudüs'te - Ibrani mistisizminin kaynagi olan - Kabala üstüne çalismalari yapiyordu. (11)
Hiristiyanlik içinde Paulus'un baslattigi ve Luther'in pekistirdigi bir baska sapkin öge de "kayitsiz sartsiz boyun egme" psikolojisiydi. Paulus, zalim ve baskici yöneticilere karsi da olsa, baskaldirmanin yanlis oldugunu söylemisti. Roger Garaudy, son kitabi "Avons-nous besoin de Dieu?"de Paulus'un bu teorilerinin sömürgeciligin kurumsallasmasina neden oldugunu söylüyor. Garaudy, Paulus'un "hiristiyanligi insanlara tahakküm eden zalimlerin hizmetine kostugunu" bildiriyor. Ayrica Luther'in de ayni çizgiyi pekistirdigini vurguluyor. Çünkü Luther, "Tüm yasalar Tanri'dan gelir" diyerek, ne kadar sapkin olursa olsun, her türlü kurulu düzene karsi çikmanin Tanri'ya isyan oldugunu söylemisti. Hiristiyanligin hak dinin temel kavramlari olan aksiyon ve mücadeleden koparilmasi da böylece önemli bir Ibrani etkisi altinda gerçeklesmis oldu.
Bu tür bir "yahudilesme"yi barindiran Protestan akimi tüm Kuzey Avrupa'yi kasip kavurdu. Sira, daha sonra Ingiltere'ye gelecekti. Judeo-Protestan çizgisinin özellikleri olan "dünyada cennet" beklentisi,alabildigine mal biriktirme imkani, Ingiliz tüccarlari ve sanayicileri arasinda da yayginlasmisti. Faizi yasaklayan Katolik kilisesiyle bütün baglar kopartilmis,faizi kutsayan Protestanlik ve de özellikle Calvin ve ona bagli tarikatlar,bastaci edilmisti.
Calvin de "yahudilesme" alametleri tasimaktaydi. Faizin helal olmasi, M. Tevrat'in asil kaynak kitap kabul edilmesi, - Kur'an deyimiyle - "mal biriktirip-yigma"nin makbul tutulmasi, Ibrani dininin özellikleriyle örtüsüyordu. Zaten Calvin de, yahudiler hakkinda, ayni Luther gibi, çok övücü sözler söylemisti. Ve diger bazi mezhepler, onun bu ifadeleri ve yahudilerle olan dostluklarini kullanarak, onu yahudilerle bir tutup 'yahudilesmis' olmakla suçladilar. (12)
Protestanlikla devrin yahudileri arasindaki paralellik, Hollanda örneginde açikça gözlemlenebilir. Hollanda, protestan oldugunu ilan eden ilk devlet olmustu. Bunun hemen ardindan çok sayida Sefarad Yahudisi Hollanda'ya ve de özellikle Amsterdam'a yerlesti. Kisa sürede büyük ekonomik güç elde eden Amsterdam yahudileri, tarihteki ilk kapitalizm uygulamalarini ortaya koydular. Yeni Kudüs olarak anilmaya baslayan Amsterdam'daki yahudi cemaatinin özelliklerini, Encyclopedia Judaica'dan ögreniyoruz:
"1648'e dek Amsterdam'da yahudilerin ekonomik olarak çok büyük bir fonksiyonu yoktu. Bu tarihten sonra pek çok eski-converso (Ispanya'dan göçen yahudiler) Amsterdam'a yerlesti ve yahudi cemaatinin etkisi çok büyük oranda artti. Amsterdam'daki Yahudi tüccarlar, ilk modern-tip kapitalizm yöntemleri ile faaliyet gösteriyorlardi.Onlarin dis ticarette ilgi alanlarinin içine Iber Yarimadasi, Ingiltere, Italya, Afrika, Hindistan ve dogu-bati Hint Adalari giriyordu.Amsterdam'da ki yahudiler,endüstri ile de ilgilendiler:tütün,baski ve elmas endüstrisi; özellikle elmas endüstrisi tümüyle yahudilerin eline geçmisti... 17. yüzyilin sonuna gelindiginde, Amsterdam'daki yahudilerin çok büyük bir kismi borsada oldukça aktif durumdaydi... Borsaya büyük ölçüde hakim oldular ve onun gelistirilmesine ve organizasyonuna öncülük ettiler. Bazi yazarlar, Amsterdam'in o dönemdeki büyük zenginligini tümüyle yahudilerin ekonomik gücüne baglarlar." (13)
Amsterdamli yahudiler, sömürgecilik devrinin ünlü sirketi Dutch East India Company ve Dutch West India Company (Hollanda Dogu Hindistan ve Bati Hindistan Sirketleri)nin hisselerinin büyük bölümünü ele geçirip, sirketin yöneticileri oldular. (14) Amsterdam'daki elmas piyasasi bugün hala yahudi cemaatinin elindedir....
Sonuçta Protestanlik, Eski Ahit'i ve Ibrani dünya görüsünü kabul etmekle önemli bir "yahudilesme" sürecini baslatmis oldu. Bu "yahudilesme"nin en açik gözüktügü Protestan mezhebi ise, kuskusuz - Ingiltere ve Amerika'yi derinden etkileyecek olan - Püritenlikti...
[SIZE=+1]PÜRITENLER - YA DA 'INGILIZ YAHUDILERI'...[/SIZE]
Universal Jewish Encyclopedia, Püritenligi söyle tanimliyor: "Etik yapisi Tevrat 'la tümüyle es olan Püritenlik, 'Ingiliz Yahudiligi' olarak adlandirilmistir." (15)
Püritenlik, Calvinizm'in William Tyndale adli bir protestan tarafindan kurulmus ve Ingiltere'de gelismis olan bir koluydu. Kisa sürede sayilari ve güçleri artan Püritenler, kendisi de bir Püriten olan Cromwell'in krali devirip basa gelmesinin ardindan Ingiltere'de iktidari büyük ölçüde ele geçirdiler. Cromwell'in ardindan iktidari yitirseler de, Anglo-Sakson kültürüne derin izler biraktilar. Püritenler, Amerika'da da önemli rol oynamislar, Yeni Dünya'nin kolonilestirilmesinde öncülük yapmislardir. Amerikan kültürü de Püritenlikten etkilenmistir. Bugün ABD'deki köktenci ve evanjelik Protestan mezhepleri Püritenlerin devami sayilabilir. Hatta, Amerikan dis politikasinin halen önemli bir "Püriten Etkisi" tasidigi kabul edilir. (16)
Asil ilginç olansa Püritenlik-Yahudilik iliskisidir. "Yahudi Ansiklopedisi" Judaica, Püritenlik'ten, "Judaizers" (yahudiciler/yahudi sempatizanlari) basligi içinde söz ediyor. "Judaizers" deyimini ise söyle açikliyor: "Judaizer: Yahudi olmadigi halde yahudi dininin bir kismini ya da bütününü uygulayan veya yahudi oldugunu öne süren kimse." Bu sinifa dahil ettigi Püritenler için de ayni sayfada sunlari söylüyor: "Ingiltere ve Amerika dahil, Kuzey Atlantik'te Püritenligin güçlenmesiyle birlikte, Tevrat'in incelenmesi ve buna bagli olarakta 'yahudilesme' (judaizing) hareketleri basladi. Bu ibrani dilini kullanma, anayasanin Tevrat'a dayandirilmasi ve Sabbath'in yahudi dinine göre kutlanmasi taleplerine kadar vardi." (17)
Yahudilik gibi, ahiret degil, dünya-merkezli bir felsefeye dayanan Püritenlik, kapitalizmin gelismesinde de kilit rol oynamisti. Bu "judaizer" mezhep, zenginligi bir seçkinlik belirtisi sayarak, Ingiltere'de kapitalist burjuvazinin olusmasina ve parlemento rejiminin gelismesine katkida bulundu. Püritenligin dana sonra liberal protestanligin gelismesinde de katkisi olmustur.
Püriten mezhebinin yahudilikle olan baglantilari ise diger Protestan mezheplerini bile geride birakacak düzeydeydi. Gerçekten de Püritenlik, "Ingiliz Yahudiligi"ydi. Püritenligin özelligi, Protestanliktaki Eski Ahit bagliligini da daha da ileri götürmüs ve böylece de "yahudi olmadigi halde yahudi dinini uygulayan ya da yahudi oldugunu öne süren kimse" yani "judaizer" sifatini hak etmis olmasidir.
Püritenler, özellikle Tevrat'in kaidelerini çok titiz bir sekilde uyguluyor ve hiristiyan ögretisi içinde de özellikle Yeni Israil diye adlandiran Aziz Paulus'a büyük ilgi gösteriyorlardi.(18) Püritenler,kendilerini Tevrattaki yahudilerle özdeslestirerek yeni bir yahudi kimligi kazandilar. Çocuklarina, Samuel, Amos, Sarah veya Judith gibi yahudi isimleri takiyorlardi. (19)
Püritenlerin Tevrat'a bu denli baglanmalari, dogal olarak yahudilere karsi da büyük bir hayranlik beslemelerine neden oldu. Tevrat bir bütün olarak kabul edilince, Tevrat'in sürekli övdügü yahudilerin "üstün irk" oldugunu kabul etmemek de olmuyordu.
Bu, Püritenlerin, devrin yahudilerine "stratejik" yardimlar yapmalarini da sagladi. O dönemde Ingiltere'de yahudi yoktu; Ingiliz krali 13. yüzyilin sonlarinda "tefecilik yapip, halki sömürdükleri" gerekçesiyle yahudileri ülkesinden sürmüstü. Ama yahudiler Ingiltere'ye geri dönmek istiyorlardi. Çünkü Kutsal Kitap'larinda "Mesih gelmeden önce yahudiler tüm dünyaya yayilmalidir" hükmü yer aliyordu. Püritenler, bastaci ettikleri Tevrat'in bu kehanetine ve hayran olup "üstün irk" saydiklari yahudilerin bu kehaneti gerçeklestirme projesine heyecan ve "ihlas"la destek verdiler.
"A History of Jews" adli kitabinda, Paul Johnson Püritenlerin, yahudi önde gelenlerinin "Mesihin gelisinin sartlarini olusturma" projesine verdigi destegi söyle açikliyor:
"1649'un zafer sarhosu günlerinden birinde,Cromwell, Amsterdam'da yerlesmis bulunan Püriten kolonisinden bir rica mektubu aldi. Mektup, Anne ve Ebenezer Cartright tarafindan yollanmisti ve onu Mesih'in ikinci defa gelisini hizlandirmasi konusunda zorluyordu. Kutsal Kitap'in kehanetine göre bunun için yahudilerin 'dünyanin uçlarina' kadar yayilmalari gerekiyordu,ancak bu kehanet gerçeklesemiyordu, çünkü Ingiltere'de yahudi toplulugu yoktu." (20)
Yahudi tarihçi Eli Barnavi ise, Püritenlerin yahudilerin yalnizca Ingiltere'ye degil, Kutsal Topraklar'a dönmeleri için de hizmete hazir olduklarini bildiriyor:
" Püritenligin güçlenmesi, Ingiltere'ye, yahudilere karsi yeni bir bakis açisi kazandirdi. Calvinizmin militan bir biçimde uygulandigi bu tarikatin mensuplari yahudilere karsi-Puritan teolojisinin temeli olan Tevrat kültürü ve dilinin koruyuculari olduklari için-büyük bir saygi ve sevgi duyuyorlardi. Püritenlerin inancina göre Mesih'in ikinci gelisinden önce, yahudilerin Kutsal Toprak'lara dönmeleri gerekiyordu." (21)
Bir baska yahudi yazar, Regina Shariff, "Non-Jewish Zionism" (Yahudi Olmayanlarin Siyonizmi) adli kitabinda konuyu söyle açikliyor:
"Amsterdam'daki Püriten kolonisinin basi Cartright mektubunda sunu da belirtti: Bu Ingiliz Devleti, Hollanda'dan gelen yeni yurtaslariyla, Israil'in ogullarini ve kizlarini Vaadedilmis Topraklar'a,atalari Ibrahim'in Ishak'in ve Yakub'un topraklarina, gemilerle tasiyacak olan ilk ve en istekli ülke olacaktir." (22)
(Püritenlerin verdigi bu "siyonizme destek" vaadi gerçekten de yerine getirilmistir. 20. yüzyilda Filistin'de bir yahudi devleti kurmak için destek arayan siyonist liderler, en büyük yardimi "Hiristiyan Siyonistler" olarak tanimlanacak olan ve Püritenlerin devami durumundaki Köktenci Protestan kiliselerinden aldilar. Öyle ki, Filistin'de bir yahudi devleti kurulmasi için ilk önemli politik destegi veren Lord Balfour'un bu kararinda, politik hesaplarindan daha çok, Kutsal Topraklar'in Tanri tarafindan yahudilere verilmis oldugunu öngören dini inançlari geliyordu.) (23)
Bu Püriten etkisi sonucunda yahudiler Ingiltere'ye tekrar kabul edildiler. Cromwell, büyük dostu Amsterdam hahami Menasseh Ben Israel'i Ingiltere'ye davet ederek, Püritenlerin parlementodaki destegi sayesinde, yahudileri Ingiltere'ye kabul etti. Ingiltere'ye giren yahudi cemaati kisa sürede büyük ekonomik güç kazanmis, Rothschild hanedani, bu cemaatin içinden çikmistir. Sömürgeciligin uzakdogudaki en önemli temsilcisi olan British East India Company (Ingiliz Dogu Hindistan Sirketi)nde de Ingiliz yahudilerinin büyük hissesi ve sirket yönetiminde rolü vardir. (24)
[SIZE=+1]PÜRITENLER AMERIKA'DA...[/SIZE]
Püritenlerin, tasidiklari "judaizer" (yahudici/yahudi sempatizani) misyonu, yalnizca Ingiltere ile sinirli kalmadi. Püritenlik, bir baska ülkeyi daha etkileyecek, onu da kendi çizgisine oturtup "judaizer" yapacakti.
Püritenlik, Ingilizce konusan halklar arasinda 16. ve 17. yüzyildaki en yaygin protestan mezhebi konumundaydi. Amerika'daki-ya da o zamanki adiyla New England'daki-Püriten çagi ise, 1620'de Massachussetts'deki kurulan büyük Püriten kolonisi ile basladi.
Aslinda Kuzey Amerika'da kurulan tüm Ingiliz kolonilerinde Püriten etkisi vardi. Massachussetts'de ve daha sonra da Plymouth'da kurulan büyük Püriten kolonileri ise genisleyerek tüm New England'a yayildilar.
Britannica'nin Ingilizce baskisi, Amerikan Püritenleri ile ilgili olarak sunlari kaydediyor.
"Avrupa kolonizasyon tarihinde hiç bir koloni Massachussetts kolonisinin ulastigi zenginlik seviyesine ulasamadi. Koloniyi kuran Püritenlerin amaci Amerikan'in uçsuz bucaksiz topraklarinda yeni bir Siyon yaratmakti. Bu, Ingiltere'de saglanan reformasyonun bir benzerini olusturmalarini saglayacakti... Püriten mirasi, Amerikan ruhunun sekillenmesinde süphesiz büyük bir faktör olarak yerini aldi." (25)
Püritenler, kendilerini Eski Ahit'e öylesine kaptirmislardi ki, Amerika'ya New England (Yeni Ingiltere) yerine New Israel (Yeni Israil) adini vereceklerdi. (26)
Püritenlik Amerika'nin kurulusunda böylesine önemli rol oynayip, "Amerikan ruhunu sekillendirirken", bu ülkeye "yahudici/yahudi sempatizani" (judaizer) misyonunu da yükledi elbet. Püritenlik, daha sonra gelisen tüm Amerikan protestanligini da etkisi altina almistir.
Püritenler, Yeni Dünya'ya M. Tevrat'in içerdigi vahset boyutunu da getirmislerdir. M. Tevrat, yahudilerin, Filistin'i sözde haksiz olarak gasp etmis Kenan halkina karsi girisecekleri savasta uygulamalari gereken bazi vahset emirleri içerir. Bu vahset emirleri, geçmis yillarda Israil ordusu tarafindan Filistinliler'e karsi uygulanmistir. (27) Kendilerine rehber olarak Tevrat'i kabul etmis olan Püritenler de, Amerika topraklarindan uyguladiklari vahsetler için Tevrat emirlerini referans kabul etmislerdir. Noam Chomsky, Year 501: The Conquest Continues (Yil 501: Isgal Sürüyor) adli kitabinda Amerikan yerlilerinin Kristof Kolomb'la baslayan baski ve "etnik temizlik" dolu tarihine el atiyor. Ve Püritenlerin, Amerikayi "Vaadedilmis Toprak" olarak gördüklerini, üzerindeki Kizilderilileri de "Kenan Halki" saydiklarini bildirdikten sonra, Püriten vahsetini söyle anlatiyor:
"New England'daki ilk büyük soykirim hareketlerinden biri, 1637'de Pequot Kizilderilileri'nin yok edilmesiydi. Sömürgeci Püritenlerin, uyguladiklari bu vahseti göklere çikaran resmi açiklamalari ise söyleydi: 'Yeryüzü cennetinde Tanri'nin istemedigi bu Pequot yerlileri temizlendi. Öyle ki, sükürler olsun, artik Pequot ismi tasiyan kimse kalmadi.'
Bugün, 'Tanri'nin izni altinda' yurduna baglilik yemini eden her Amerikan çocugu, aslinda, bu katliami uygulayan Püritenlerin tasidigi retorigi ve Eski Ahit'ten (M. Tevrat) kaynaklanan düsünceyi ödünç almaktadir. Püritenlerin Eski Ahit'ten aldiklari düsünce ise sudur: 'Bilinçli bir biçimde, Tanri'nin seçilmis halkina ait olan Vaadedilmis Topraklar'daki Kenan halkini yok etmek'.
Katliami uygulayan Püritenler, yaptiklari isi tümüyle dini liderlerinin kontrolünde gerçeklestiriyolar, 'kutsal misyon'larini yerine getiriyorlardi. Öyle ki, kizilderili erkek, kadin ve çocuklar tümüyle Eski Ahit emirlerine göre katlediliyorlardi. Kendi kullandiklari Tevrat deyimlerine göre, Püritenler, kizilderili çadirlarini 'kizgin atesli firinlara' döndürüyorlar, içindeki kurbanlari Tevrat deyimiyle 'olabilecek en kötü ölümle' öldürüyorlardi. Bir baska Tevrat ayetinin deyimiyle ölenler 'atesin içinde kizariyor, ancak oluk oluk akan kanlari atesi söndürüyor'du. Katliami uygulayanlar ise 'Rab (Yehova)'nin övgüsüne layik' oluyorlardi.
Bundan bir kaç yil sonra ise New York bölgesindeki yerlilerin 'temizlenmesi' operasyonu düzenlendi. Örnegin, Subat 1643'de Güney Manhattan'da Hollanda'li askerler tarafindanAlgonquin Kizilderilileri'ne karsi gerçeklestirilen ve David de Vries tarafindan aktarilan katliam söyleydi: 'Askerler pek çok Kizilderili'yi uykularinda öldürdüler. Annelerinin gögüslerinden çekilip alinan bebekler anne-babalarinin gözleri önünde kiliçla parçalaniyor ve bebeklerin parçalari atese atiliyordu. Kundaktaki bebekler besikleri içinde parçalaniyor, kafalari eziliyor, en tas-yürekli adamin bile vicdanini sizlatacak bir vahsilikle öldürülüyorlardi. Bazi bebekler nehire atildi, onlari kurtarmak için anne ve babalari da suya atladi. Ama askerler ne çocuklarin ne de anne-babalarin sudan çikmalarina izin vermediler, hepsi boguldu." (28)
Modern dünyanin uygulamaktan bir türlü vazgeçmedigi vahsetin ardinda, bir de bu tür bir "judaizer" gelenegi yatmaktadir....
Püritenlerin uyguladiklari vahsetin Ibrani ögretisine dayandigina, Arnold Toynbee de dikkat çeker. Amerikali sosyolog Thomas F. Gossett'in Race: The History of an Idea in America (Irk: Amerika'daki Bir Düsüncenin Tarihi) adli kitabinda yazdigina göre, Toynbee, "Amerika'daki Ingiliz kolonicilerinin Eski Ahit üzerinde yogunlasmalarinin, onlara, dinsizleri yok etmekle görevli seçilmis bir halk olduuklari inancini verdigini" savunuyor. Gossett, bunun ardindan, "Tevrat'taki Israilliler Kenan halkini nasil yok ettilerse, Massachusettes kolonisindeki Israilliler (yani Püritenler) de Kizilderilileri öyle yok ettiler" diyor. (29)
Püritenlerin, "Amerikan ruhu"na enjekte ettikleri bu "judaizer" etki, Amerika'nin yahudilik konusundaki yaklasimini bugüne dek yönlendirmistir. Amerikan protestanligi, Püriten düsüncesinin bir devami olarak, yahudilerin hep "seçilmis irk" oldugu düsüncesini benimsemistir. Amerikan-Ibrani iliskilerinin tarihsel gelisimini inceleyen Israel In The Mind of America (Amerika'nin Zihnindeki Israil) adli kitapta, Amerikan protestanliginin tasidigi bu ilginç misyon, ayrintilariyla inceleniyor.
Israel In the Mind of America kitabinda üzerinde durulan bir isim, William Eugene Blackstone ise, hem Amerikan elitinin yahudilige bakisini hem de protestanlik-yahudilik paralelligini göstermesi açisindan oldukça ilginç:
"1841'de New York'da bir metodist protestan olarak dogan William Eugene Blackstone, gençlik yillarinda Kutsal Kitap üzerinde uzmanlasti... 1878'de Blackstone büyük eseri 'Jesus Is Coming'i (Isa Geliyor) yayinladi ve kisa sürede ün kazandi. Evanjelik cemaatleri onu alkisladilar. Kitabi bir milyonun üstünde satti ve Ibranice'yi de kapsayan 48 dile çevrildi.
Blackstone, arkadaslari Dwight L. Moody ve Cyrus I. Scofield ile birlikte, Kutsal Kitab'in yahudilerin 'Tanri'nin seçilmis halki' oldugu seklindeki hükmünün hala geçerli oldugunu savundu.... Aralarinda John D. Rockefeller, Cyrus McCormik, J. Pierpont Morgan gibi isimlerin ve Parlemento sözcüsünün, senatörlerin, hakimlerin, avukatlarin, gazetecilerin bulundugu 413 seçkin Amerikali Blackstone'un bu fikrine destek verdi. Yahudilerin seçilmis halk oldugunu destekleyenler, Amerikan elitinin kapsamli bir listesi durumundaydi...
Blackstone, daha sonra Rusya'dan göçen yahudilerin sözkonusu oldugu dönemde, su öneriyi getirdi: 'Niçin Filistin'i yahudilere vermiyoruz?'...
Peki Filistin 'bizim' miydi ki onu yahudilere verecektik? Buna karsilik Blackstone, 1878 Berlin Anlasmasi ile birer Türk eyaleti olan Bulgaristan ve Sirbistan'in Bulgarlara ve Sirplara verildigini hatirlatiyor ve söyle diyordu: 'Bulgaristan'in Bulgarlar'a, Sirbistan'in da Sirplara ait oldugu kadar, Filistin de yahudilere ait degil mi?'... Yahudi devleti, ayni Bulgaristan ve Sirbistan gibi, Türk Hükümeti'nden anlasma sonucu alinacak Filistin topraklari üzerine kurulabilirdi...
Böylece Amerikali bir protestan olan Blackstone, Avrupali bir yahudi olan Theodor Herzl'den yillar önce siyasi siyonizmi ortaya atimisti....
Blackstone, ölümünden iki yil önce, 1933'de Chicago'daki protestan cemaatine yazdigi mektupta, asirlar önce Püritenlerin eliyle Amerika'ya yüklenmis olan misyonunun hala geçerli oldugunu vurguluyor ve, 'Israil'in uyanisiyla simdi her zamankinden daha çok ilgileniyorum' diye yaziyordu, 'dualarimiz sayesinde beklenen Mesih'lerine kavusabilirler'." (30)
Püritenlikten kaynaklanmis olan Amerikan protestanliginin yahudilikle olan paralelligini ve yahudilerle ilgili olarak tasidigi misyonu baska kaynaklar da vurguluyor. The Lobby: Jewish Political Power and American Foreign Policy (Lobi: Politikadaki Musevi Gücü ve Amerikan Dis Politikasi) kitabinin yazari Edward Tivnan, konuyu söyle dile getiriyor:
"Amerikan Siyonist hareketinin önderi Brandeis, yeni kurdugu Amerika Siyonist Organizasyonu'nu gelistirmeye çalisirken, siyonist hareket birdenbire Beyaz Saray'da bir dosta sahip oldu. Bu dost Baskan Wilson'di. Wilson, Brandeis'i yalnizca 1916'da Anayasa Mahkemesi'ne atamakla kalmayacak, ayni zamanda bu genç arkadasinin seslendirdigi siyonizm teorisine de destek çikacakti...
Wilson'in bu tavri, pragmatik bir siyasi karar olmaktan çok daha öteydi. Bir Prespiteryen papazin oglu ve Kutsal Kitab'in sürekli bir okuyucusu olarak Wilson, yahudilerin kaderi ile duygusal olarak ilgiliydi. Amerikan protestanliginda Siyon idealine karsi büyük bir sempati gelenegi vardir. Grose, Wilson'in 'Ben, bir protestan papazin oglu olarak, Kutsal Topraklar'in oranin gerçek sahiplerine verilmesine destek olmakla yükümlüyüm' dedigini de belirtir." (31)
Amerika'daki Protestan cemaatlerinin önemli bir bölümü, bugün de ayni etkiyi tasimaktadir. ABD'deki köktenci protestan cemaatleri, Israil'i "Tanri'nin yerine gelmis bir vaadi" olarak degerlendirirler. Israil'e yapilan Amerikan yardimi hakkindaki en ufak bir elestiri, bu cemaatlerden büyük tepki alir.(32) Israil Devleti, Tevrat'ta adi geçen yahudilerle özdeslestirilirken, Gazze ve Bati Seria'da yasayan Filistinliler, Kenan Halki olarak degerlendirilmektedir. (33) Öyle ki, bu cemaatler, Amerika'nin gücünü koruyabilmesini de Israil'e yaptigi destege baglamaktadirlar. Sayilari kirk milyonu asan Evanjelik protestanlarin liderlerinden Jerry Falwell, "Diger milletler Israil milletine nasil davraniyorsa, Tanri da onlara öyle davranir" diyebilmektedir (34) Aralarinda çok yakin bir dostluk bulunan Evanjeliklerin ve yahudilerin önemli bir bölümünün, "ortak düsmanlari" ise, Noam Chomsky'nin hatirlattiigi gibi, müslümanlardir. (35)
Sonuçta, Protestanligin büyük ölçüde Eski Ahit'e ve Ibrani dünya görüsüne dönüs hareketi oldugunu ve bu dönüsün hem sosyo-ekonomik boyutta (kapitalizmin dogmasi, faizin mesrulasmasi) hem de sosyo-politik boyutta (yahudilere karsi olagandisi bir sempati ve hayranlik dogmasi gibi) sonuçlari oldugunu söyleyebiliriz.
Bati kültürünün, ahireti temel hedef olarak belirlemis olan Katolik düsüncesinden kopup, Kuran'in "Her biri, bin yil yasatilsin ister" (Bakara, 96) hükmüne uygun bir dünyevilige dönmesi de, kuskusuz önemli ölçüde bu "Ibranilesme" sürecinden kaynaklanmaktadir.
Acaba Avrupa'yi sekülerlestiren sürecin ilk asamasi olan Protestanlik böyle bir Ibrani etkisi tasiyordu da, bu sürecin ikinci asamasi olan Aydinlanma ne durumdaydi?
[SIZE=+1]NUR-U ZIYA ILE AYDINLANANLAR[/SIZE]
Yazinin basinda, yüryüzü cennetleri kuraminin Ibrani kökenli olduguna deginirken, Aliya Izzetbegoviç'ten bir alinti yapmistik. Izzetbegoviç, "'Yeryüzünde cennet' isteyen bütün ihtilaller, ütopyalar, sosyalizmler ve diger akimlar özünde Eski Ahit (Tevrat) kaynaklidir, yahudi kökenlidir." diyordu. Bosna lideri, bu analizinin ardindan bir baska önemli noktaya deginerek söyle diyor:
"... Insanligin bilimsel esas üzerinde rönesansini vaad eden mason düsüncesi de pozitivist ve yahudidir. Pozitivizm, masonluk ve yahudilik arasindaki iç ve dis baglantilari arastirmak ilginç olurdu. Böyle bir arastirma sadece düsünce boyutunda degil, son derece net iliski ve etkileri de ortaya çikaracaktir." (36)
Gerçekten de böyle bir arastirma son derece net iliski ve etkileri ortaya çikariyor. Aydinlanma'nin öncülerini inceledigimizde, Izzetbegoviç'in sözünü ettigi mason etkisini açikça görebiliyoruz.
Burada masonlugun "pozitivist ve yahudi" oldugunu ispatlamaya çalismayacagiz. Bu simdiye dek çok yazilmis ve hemen herkesçe de bilinen bir gerçek. Yine masonlugun, özellikle yahudilikle olan baglantisinin kökeni ayri bir yazinin konusu olabilir. Biz simdilik, Aydinlanma-masonluk ve Aydinlanma-Ibrani mistisizmi baglantisini incelemekle yetinelim.
Ingiliz Aydinlanmasi'nin ilk kurucularindan, ya da en azindan öncülerinden birinin Francis Bacon oldugu kabul edilir. Deneye dayali bilgi düsüncesini gelistiren Bacon, kendini izleyen Aydinlanmacilara esin kaynagi olmustur.
Bacon'un bir de ütopyasi vardir. Yazdigi Yeni Atlantis adli öykü, tam bir yeryüzü cenneti modeli sunar. Bacon, Yeni Atlantis'te Bensalem adli ütopik bir adada yasayan insanlarin öyküsünü konu edinir. Ilginç olan, Yeni Atlantis'in "judaizer" etkiler tasimasidir.
Bacon, Bensalem adasinda yasayan yahudilerden söz eder. Bu yahudiler, son derece mutlu ve görkemli bir hayat sürdürmektedirler. Öykünün içinde bu hayali yahudi cemaatinden Joabin adli bir tüccarla konusan Bacon, ondan yahudilerin "Rabbe çok sayida adak adadiklarini" ögrenir. Joabin isminin, Tevrat'a yahudilerin kutsal mabedi olan Süleyman Tapinagi'nin girisinde yer alan Jakin ve Boaz sütunlarinin isimlerinin bir karisimi oldugu kabul edilmiktedir. (37) (Jakin ve Boaz sütunlari, bilindigi gibi mason localarinin girisinde de yer alir ve masonlugun önemli bir sembolünü olustururlar.)
Bacon'in öyküsünde yer alan bir baska ilginç nokta daha vardir. Bensalem'de Solomon's House (Solomon'un Evi) denen bir kurum vardir. Bu bir tür "bilim evi"dir; burada deneyler yapilir, "evrenin yasalari" kesfedilir. Öykünün içinde, Bensalem'li birisi, Ev'in isminin nereden kaynaklandigini söyle açiklar: "Biliyorsun, Solomon Ibranilerin büyük kralinin adidir."
Francis Bacon, ütopyasina acaba neden israrla Ibrani etkiler serpistirmistir. Yoksa Bacon bir "judaizer" midir? Ya da "judaizer" bir örgüte mi üyedir?
Evet, Francis Bacon böyle bir örgüte üyedir. Ingiliz Aydinlanmasinin öncüsü, masondur. (38)
Bacon'in Ibrani izleri tasiyan ütopyasinin mesajlari, onu izleyen "birader"leri tarafindan iyi algilanacaktir. Bacon'in Solomon's House olarak tanimladigi "Bilim Evi", Yeni Atlantis'in yayinlanmasindan 19 yil sonra, 1645'de Invisible College adiyla ilk toplantilarina baslar. Invisible College'in üyelerinin ortak özelligi, hepsinin istisnasiz mason olmasidir. (39)
Invisible College üyeleri, daha sonra önemli bir misyon üstlenecek ve yahudilerin yeniden Ingiltere'ye kabul edilmeleri konusunda, Cromwell'e büyük destek vereceklerdir. (40)
Invisible College, daha sonra daha resmi bir yapiya kavusarak, protestan Kral II. Charles'in himayesi altinda, 1662 yilinda Royal Society ya da uzun adiyla The Royal Society of London for the Improvement of Natural Knowledge (Dogal Bilginin Gelistirilmesi Için Kurulmus Londra Kraliyet Dernegi) adini alir. Newton, 1671'de dernege kabul edilecek, 1703'te de baskan seçilecektir. Newton'in yanisira, Christopher Wren, Robert Boyle ve John Locke gibi isimler de dernege katilacaktir. Royal Society, 18. yüzyil rasyonalizminin ve 19. yüzyil pozitivizminin en önemli kalelerinden biri olacaktir.
Ingliz Aydinlanmasi'nin baska önemli isimleri de ayni masonik gelenegi korurlar. John Locke'in Güney Carolina'daki koloni için hazirladigi anayasanin da masonik ilkeleri ön plana çikardigi kabul edilir. (41) Zaten daha sonra Güney Carolina, ABD'de mason örgütlenmesinin ilk büyük kalesi olacaktir.
Fransiz Aydinlanmacilarindaki mason etkisi de çok açiktir. Rousseau, Montesquieu, Voltaire, Diderot ve ansiklopedistler, hepsi de ünlü örgütün üyesidirler. Öyle ki, Türk masonlarinin yayin organi Mimar Sinan, "1789 Fransiz Ihtilali Mason düsünürler tarafindan hazirlanmistir. Hürriyet, esitlik, kardeslik ilkesini benimseyen insan haklari Beyyanamesi, Montesquieu,Voltaire, Rousseau, Diderot gibi üstadlarimizin ilham ve irsadlariyla yayinlanmistir" demektedir. (42)
Alman masonlugu ile ilgili tarihi belge fazla bulunmadigi için Alman Aydinlanmasini bu yönden incelemek pek mümkün görünmüyor. Ama Alman ekolünün de bazi ilginç baglantilari var, birazdan inceleyecegiz.
Ama asil cevabini bulmamiz gereken soru, Aydinlanmacilar'in neden genelde bir de mason olduklari sorusudur. Yoksa Aydinlananlar,-mason literatüründe "ermek" anlamina kullanilan-"nur-u ziya" ile mi "aydinlanmis"lardir? Acaba mason düsüncesinde Aydinlanma ile örtüsen ne vardir?
Bunu cevabini bulmadan önce, mason düsüncesinin temel kaynaginin ne oldugunu belirlemek gerek. Daha sonra bu temel kaynagin Aydinlanma ile bir ilgisi olup olmadigina bakabiliriz.
Mason düsüncesine kaynaklik eden en önemli ögreti, Ibrani mistisizminin temel kaynagi olan Kabala'dir. Aslinda masonluk-Kabala iliskisi çok genis incelenecek bir konu. Ve baska bir çalismada ele alinabilir. Burada yalnizca masonik kaynaklardan alinmis birkaç küçük bilgiyi aktaralim. Örnegin, Amerikan masonlugunun yayin organi olan New Age Dergisi, masonluk-Kabala iliskisine söyle deginiyor:
"Kabala, bilinçaltinin kapilarini açan ve ruhu saran manevi degerlerin disari çikmasini saglayan anahtardir. Masonluk, onu insanin yasami anlamasi için gerekli görür." (43)
Türk masonlarinin kaynaklarinda da Kabala ile ilgili incilere rastlamak mümkün:
"Görüyoruz ki, Kitab-i Mukaddes'in haricinde yahudiligin gizli bir ananesi, bir gelenegi (tradition orale - Kabbala) vardir. Ve yalniz buna vakif olanlar, Kitab-i Mukaddes'in hakiki manasini anlayabilirler. Bizde bu Gelenek (Kabala) etrafinda teessüs eden (kurulan) yüksek felsefeyi hülasa etmeye çalisiyoruz." (44)
Masonluk, Ibrani mistik gelenegi olan Kabala "etrafindan teessüs eden yüksek felsefeyi hülasa etmeye" çalistigina göre, Aydinlanma'ya yaptigi katki, acaba bu "yüksek felsefe"den mi kaynaklanmaktadir?
Bu sorunun cevabi için, bu "yüksek felsefe" ile Aydinlanma arasindaki iliskileri incelemek gerekiyor.
[SIZE=+1]HÜMANISTLERI SARAN KABALA TUTKUSU[/SIZE]
Kabala etkisi, Rönesans ve Reform hareketlerini besleyen Hümanizm akiminda da büyük roy oynadi. Hümanizm, Ortaçag'in sonlarinda özellikle Italya'daki bazi entellektüellerin, eski Roma ve Yunan kaynaklarini arastirarak, Katolik düsüncesine karsi çikma çabasi olarak bilinir. Ilginç olan, Avrupa'nin dinden kopmasina ve kapitalistlesmesine öncülük eden bu hümanizm akiminin da, gerçekte asil olarak Ibrani kökenli olmasidir.
Hümanistlerin, resmi tarihte fazla vurgulanmayan "Kabala baglantisi", Vatican's Pontifical Biblical Institute (Vatikan Papalik Kutsal Kitap Enstitüsü)nde profesör olan ünlü yazan Malachi Martin tarafindan vurgulaniyor. Martin, The Keys of This Blood: The Struggle for World Domination Between Pope John Paul II, Mikhail Gorbachev, and the Capitalist West adli hacimli kitabinda, Katolik, kapitalist ve sosyalist dünyalarin arasinda yüzyillardir süren çekismeyi konu ediniyor. Bu çekismenin içinde, önemli bir unsur olarak masonluktan ve "Ibrani etkisi"nden söz ediyor. Martin, Hümanistler'de açikça gözelemlenen "Ibrani faktörü"nü ise söyle anlatiyor:
"Rönesans Italyasi'nin erken dönemlerinde kendini gösteren alisilmisin disindaki belirsizlik ve isyan atmosferinde, kurulu düzenin tüm kontrolünü etkisiz hale getirmeyi amaçlayan hümanist derneklerin faaliyetleri basladi. Bu tür amaçlara sahip olduklarindan bu dernekler, en azindan baslangiç için, gizlilik yoluyla korunmaliydilar. Ancak gizliligin yanisira bu hümanist gruplarin belirgin bir özellikleri daha vardi; bu dernekler kilise ve diger otoriteler tarafindan yapilmis olan Kutsal Kitap'in geleneksel yorumuna ve kilisenin sivil ve politik alanda getirdigi felsefi ve dini zorunluluklara baskaldiriyorlardi...
Bu cemiyetlerin Kutsal Kitabin orijinal mesaji ile ilgili farkli yorumlari vardi. Bu anlayislarini Kuzey Afrika'da, özellikle Misir'da bulunan birtakim mezhep ve dogaüstü kaynaklardan aliyorlardi; bunlarin basinda da Yahudi Kabalasi geliyordu.
Yahudi Kabalasi, Musa geleneginde, insanla Allah arasindaki ayirimin sinirlari içerisinde ölümlü insanin, ilahi gücün bilgisine ve aslinda kendisine nasil ulasilacagini belirler. Tevrat'nin hükümleri, sadece Kabala ile karsilasmadan önceki bir hazirliktir; ve bu insanin maddesel evreninde büyük etki ve degisiklikler yaratacaktir...
Italyan hümanistleri zamanla Kabala konusunda daha da ileri giderek, Kabala'yi bir yol gösterici olarak kabul ettiler.
Gnosis (Hiristiyanligin ilk dönemlerinde dogmus ve yine Kabala ile baglantili olan metafizik gelenek) kavramini tekrar yorumladilar. Ve bu kavrami, büyük ölçüde bu-dünya merkezli hale getirdiler. Yapmak istedikleri sey, Kabala yoluyla, tabiatin gizli güçlerini sosyopolitik amaçlar için kullanmakti.
Aydinlanma ve bilim döneminden önce, Francis Bacon, 1600'lerdeki rasyonalizm akimini henüz baslatmamisken, Hümanistlerin baslattigi bu akim, baska seylerin yaninda, bir 'Kabalistik' olarak yorumlanan simya yönemlerini içeriyordu. Simya, basta metaller olmak üzere maddelerin element yapisini degistirme gücüydü. Aslinda hümanist Kabalacilarin asil aradiklari, temelmetalleri degistirebilen ve 'filozofun tasi' adini verdikleri bir mineraldi. Bu mineralin, örnegin kursunu altina çevirebilecek bir gücü olduguna inaniliyordu.
Bununla beraber, Kabalacilarin doganin gücüyle ilgili gizli bilgiyi aramalarinin ve filozofun tasi ile ilgili efsanenin en önemli amaci, dünyayi yeniden düzenleyebilecek bir güce erismekti.
Bu hümanist derneklerin üyeleri, 'Kainatin Ulu Mimari'ni aradiklarini ve kendilerini ona adadiklarini söylüyorlardi. 'Kainatin Ulu Mimari', dört kutsal Ibranice harfle yani, YHWH ile tanimlaniyordu. YHWH (Yehova), ölümlüler tarafindan telaffuz edilemeyecek olan Yahudi ilahinin adidir. Hümanistler, bunun yanisira, piramit ve göz gibi genelde Misir kaynakli olan sembolleri de aldilar.
Rönesans öncesi olusan bu hümanist dernekler zamanla yeni Avrupa ittifaklarini kuran ve uluslarin kaderlerini belirleyen uluslararasi dini ve sosyopilitik güçler haline geldiler.
Hümanist düsüncelerin kuzeye dogru yayilmasi ve kabul edilmesi 1500'lerdeki Protestan Reformu ile olmustur. Bilindigi gibi Reformun bas mimarlari Martin Luther, Philip Melanchthon, Johannes Reuchein, Jan Amos Komensky degisik okültizm derneklerine bagliydilar..." (45)
Hümanistlerin "Kainatin Ulu Mimari"yla ilgilenmeleri oldukça önemli, çünkü bilindigi gibi "Kainatin Ulu Mimari", masonlarca da "Tanri"yi tanimlamak için kulanilan deyim. Bu "Tanri"nin YHWH (Yehova), yani yahudi dinindeki ilah olmasi, ise Ibrani etkisinin açik bir göstergesi.
Zaten Martin, sonraki satirlarda, Hümanistlerle masonlar arasindaki paralellikten söz ediyor:
"Bu arada, Avrupa'nin diger kuzey bölgelerinde, hümanistlerle paralel olan daha önemli bir birlik olustu. Hiç kimsenin önemini hemen kavrayamadigi bir birlik..
1300'lerde Kabalist-hümanist cemiyetler kendilerini yeni yeni olusturmaya baslamisken, Ingiltere, Iskoçya ve Fransa'da Ortaçag duvarci loncalari bulunmaktaydi. Bu loncalar, yavas yavas mason localari haline geldiler. Ve o dönemlerde yasayan hiçkimse masonlara Italyan hümanistler arasinda bir fikirbirligi oldugunu tahmin edemezdi...
Masonluk, hümanistler gibi, Roma Katolik Kilisesi'nden tamamen uzaklasti. Ve yine, Italyan hümanist mezhebin de oldugu gibi, masonlar, kendilerini büyük bir gizlilik prensibi içinde koruyorlardi.
Bu iki grubun baska ortak yönleri de vardi. Spekülatif Masonluga ait yazi ve kayitlardan, Italyan hümanistlerindeki 'Kainatin Ulu Mimari' inancinin masonlarca da aynen kabul edildigi anlasilmaktadir.... Bu 'Ulu Mimar', (Katolik geleneginden farkli olarak) maddesel evrenin bir parçasi, ve 'aydinlanmis' düsünce yapisinin bir ürünüdür...
(Hümanistlerin ve masonlarin kabul ettigi) bu yeni inancin, klasik Hiristiyan düsüncesi ile uzlasan hemen hiç bir yönü yoktu. Günah, cehennem, cennet, peygamberler, melekler, din adamlari ve papa gibi pek çok kavram inkar ediliyordu." (46)
Rönesans ve Reform hareketine kaynaklik eden hümanizm, iste böyle bir kaynaktan geliyordu. Reform, ayni Ibrani etkisini daha da açiga vurmus, Luther'in Ibrani kaynaklarindan etkilenerek gelistirdigi yeni mezhep, kapitalizmin ve dini otoritenin zayiflatilmasinin yolunu açmisti. Protestanliktan sonra Avrupa'nin dinden kopmasinin ikinci büyük asamasi ise Aydinlanma felsefesiyle olmustur. Aydinlanma ise, yine ayni kaynaktan büyük ölçüde etkilenmis ve deneysel bilgiyi tek kistas olarak kabul edip, dinin insan yasamindaki etkisini bütünüyle reddeden bir harekettir.
[SIZE=+1]AYDINLANMA VE KABALA....[/SIZE]
Aydinlanma sürecinin Ibrani mistisizmi ile baglantisini arastirirken, bu konuda ilginç bazi görüslen ileri sürmüs olan Frankistler adli yahudi tarikatini da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Jacop Frank adli - Sabetay Sevi benzeri - Kabalaci bir "sahte Mesih"in kurdugu bu "dönme" tarikati, Aydinlanma ile Ibrani mistik gelenegi olan Kabala arasinda baglanti kurmustu. (Ya da var olan baglantiyi ortaya koymustu) Bunun yaninda tarikatin lideri Frank, Fransiz Devrimi'nin yapilacagini önceden, her nasilsa, haber vermisti. Bunun, da sözde "Mesih"in kehanet ilminden çok, kurdugu baglantilardan kaynaklandigini düsünmek daha mantikli. Hele bu sözde Mesih'in varisinin de sonradan Jakobenlere katildigini göz önünde bulundurursak, olay daha da ilginç hale geliyor... "Yahudi Ansiklopedisi" Judaica, sözkonusu bilgileri söyle aktariyor:
"Jacop Frank, müridleriyle birlikte Çekoslovakya'nin Bruenn kentinde 1786'ya kadar kaldi. Burada yöneticilerin destegini ve korumasini kazandi. Baglilari arasinda yari-askeri bir rejim kurdu. Erkek müridler üniforma giyiyor ve askeri egitim görüyordu... Bazi kaynaklar, Frank'in müridlerine, Türkiye'nin bazi bölümlerini de içine alan bir fetihi vaad ettigini bildiriyorlar. Bu siralarda Frank, bazi müridlerini, bir ihtimal Avusturya hükümetinin politik ajanlari olarak, Türkiye'ye yolladi. Bu Frankistler, Türkiye'deki 'dönme'lerle isbirligi içinde çalistilar.
Bu dönemde Jacop Frank, monarsileri devirecek ve özellikle Katolik Kilisesi'ni ortadan kaldiracak bir devrimin yaklastigindan bahsediyordu. Ayrica bu devrimden sonra çikacak savaslarin ardindan Frankist Dominyonu olark adlandirilacak topraklari ele geçirmek istiyorlardi. Yapilan askeri egitim bunun için bir hazirlik niteligindeydi... Frank'in ölümünün ardindan Moravya ve Bohemya'da yahudiliklerini sürdüren müridler, o dönem yahudi cemaatlerinde yayilan Haskalah (Haskalah, 'Yahudi Aydinlanmaasi' olarak adlandirilir) akimiyla yakin iliski içine girdiler, ayrica Kabala'nin devrimci mistisizmi ile Aydinlanma'nin rasyonalist düsünceleri arasinda bag kurma yoluna gittiler... Frankistlerin geleneksel Kabala ve Aydinlanma düsüncesi arasinda kurduklari bag, hem Prag'da biraktiklari yazili belgelerde hem de Bohemya ve Moravya'daki ailelerin tutumlarindan açikça anlasilmaktadir...
Jacop Frank'in kuzeni Moses, son dönem Frankist akminin önde gelenlerindendi... Moses, daha sonra Franz Thomas von Schoenfeld adiyla ünlü bir Alman yazari ve mistik bir yahudi Kabala sisteminin kurucusu olarak ünlendi. Daha sonra da Junius Frey adiyla devrimci bir Jakoben oldu." (47)
Kabala-Aydinlanma iliskisi baska yahudi kaynaklarinda da vurgulaniyor. Aydinlanma'ya Kabala adina sahip çikan tek yahudi grubu Frankistler degil. Bir baska "sahte Mesih" hareketi olan Sabetaistlerin Aydinlanma'nin temeli olan rasyonalizm akimiyla olan yakinliklari da, ayni iliskinin bir göstergesi. Kudüs Ibrani Üniversitesi'nin yayinladigi Major Trends in Jewish Mysticism (Yahudi Mistisizmindeki Büyük Trendler) adli kitaptan Kabala-Aydinlanma iliskisiyle ilgili bilgileri aliyoruz:
"19. yüzyilin ortalarinda, Macaristan'daki yahudi hareketinin önderi Leopold Loew, Moravia'daki Sabetaistlerle iliskiye geçmisti. Loew'in yazdiklarindan, Sabetaistlerle birlikte yeni rasyonalizm akiminin yayilmasi yönünde önemli propaganda yaptiklarini ögreniyoruz. Buna ragmen, yahudi literatüründe, mistik yahudi gelenegiyle rasyonalizm akimi arasindaki önemli iliskiden genellikle söz edilmez...
Pragli yahudi mistiklerinin ruhani lideri olan Jonas Wehle'nin 1800'lerde yazdigi yazilar da, rasyonalizmle yahudi mistisizminin çarpici bir iliskisini ortaya koyar. Çok genis olan çalismalari arasinda, Talmud'un Aggadoth öyküsüne getirdigi ilginç bir yorum vardir: Buna göre, yahudi ulusunun büyüklerinin konacagi anit-mezarda, Sabetay Sevi ve Isaac Luria gibi Kabalacilarin yaninda, Moses Mendelssohn ve Immanuel Kant gibi Aydinlanmacilar da yer alabilir..." (48)
Kant'in devrin önde gelen yahudileri tarafindan bu kadar tutulmasi bosuna degildir. Aydinlanma'nin bu büyük mimarinin gelistirdigi ahlak teorisi, Ibrani görüsüne tümüyle uygundur. Kant, "ahlak Tanri korkusuna dayanmamali" derken, yahudi dininin yüzyillardir tasidigi bir inanci seslendirmistir. Çünkü yahudi dininde, ahiret inanci olmadigi gibi, Allah korkusu da yoktur ve yahudi ahlak sistemi Allah korkusuna dayanmaz.
Konuyla ilgili ilginç bir yorumu da - ünlü Gülün Adi romaninin yazari - Ortaçag uzmani Umberto Eco yapiyor. Eco, "laik modernistler, ortaçag karanliklarindan siyrilir siyrilmaz, kendilerini Kabala'ya adamaktan daha iyi bir sey bulamislar" diye yaziyor. (49)
[SIZE=+1]AYDINLANMA, AKIL, INSAN-MERKEZLI DÜNYA DÜSÜNCESI VE KURAN[/SIZE]
Yahudilerin kurdugu sözkonusu Kabala - Aydinlanma baglantisinin ne gibi bir felsefi boyuta dayanabilecegi düsünülmesi gereken bir soru. Buna bir cevap bulmak için, önce Aydinlanma'nin mantigini inceleyelim.
Aydinlanma, o döneme kadar toplumda yerini belli ölçüde korumus olan "Allah-merkezli" dünya görüsünün yerine, "insan-merkezli" dünya düsüncesinin yerlestirilmesinden ibaretti. Yani Aydinlanmacilar, insanin yaratilmis ve Yaratici'sina karsi sorumlu bir "kul" oldugu ve ölümden sonra O'na hesap verecegi gerçegini reddettiler. Onlarin çoguna göre bir Yaratici vardi, ama insanlarin üzerinde pek bir tasarrufu yoktu, insanlar kendilerini O'na göre düzenlemek zorunda degildiler. O'ndan yardim istemelerine gerek yoktu, herseyi kendi baslarina halledebilirlerdi. Insanin "dogru"yu bulmasi için, Yaratici'sindan gelen mesaji izlemesi gerektigini de reddettiler. Onlara göre, insan, kendiliginden yüce bir varlikti, Yaratici ikinci plandaydi...
Aydinlanmacilar, insani yüceltmeye çalisirken, onun en önemli gücünün "akil" oldugunu söylediler. Aslinda bu dogruydu, Islam'a göre de insanin en yüce vasfi akildi. Öyle ki Kuran indirilmesi bile insanlari akla davet etme amaci tasiyordu:
"Iste Allah, size ayetleri böyle açiklar, umulur ki aklinizi kullanirsiniz." (Nur, 61)
"Gerçekten Biz onu, belki aklinizi kullanirsiniz diye Arapça bir Kur'an kildik." (Zuhruf, 3)
Kuran, çok yerde insanlari akillarini kullanip düsünmeye davet eder. "Hiç düsünmez misiniz" (Hud, 30), "Yine de aklinizi kullanmayacak misiniz?" (Müminun, 80) gibi yüzlerce ayet düsünmeyi teklif ederken, Kuran'in amacinin yine insanlari düsünmeye davet oldugu bildirilir:
"Sana da zikri (Kur'an'i) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açiklayasin ve onlar da iyice düsünsünler, diye." (Nahl Suresi, 44)
Ama Islam'in anlattigi bu gerçek akilla, Aydinlanmacilarin "akil" sandiklari sey arasinda çok fark var.
Islam'in kastettigi aklin merkezi "kalp"tir. Kuran, çoguayette "akleden kalpler"den söz eder. Dolayisiyla gereçk akil, beynin bir fonksiyonu olan zekadan çok farklidir. Akil, "vicdan"in da yeri olan kalpte bulunur. Kuran ayetleri aklin kalpte oldugunu ve "akilsiz"larin kalpleri kapali oldugu için akledemediklerini açikça ifade ediyor:
"Yer yüzünde gezip dolasmiyorlar mi, böylece onlarin kendisiyle akledebilecek kalpleri ve isitebilecek kulaklari oluversin? Çünkü dogrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir." (Hac, 46)
"(Savastan) Geri kalanlarla birlikte olmayi seçtiler. Onlarin kalbleri mühürlenmistir. Bundan dolayi kavrayip-anlamazlar." (Tevbe, 87)
Öyle ki, aklin merkezi olan kalp, bazilarinda olur, bazilarinda ise olmaz! Kuran, ancak "kalbi olanlar"in ögüt almaya - ve dolayisiyla iman etmeye - istidatli oldugunu bildiriyor:
"Hiç süphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir sahid olarak kulak veren kimse için elbette bir ögüt (zikir) vardir." (Kaf, 37)
Dolayisiyla, Kuran'in sözünü ettigi gerçek akil, dogrudan kalple ve vicdanla ilgilidir.
Ilginç olan, bu aklin artip-azabilmesidir. Evet, beynin bir fonksiyonu olan zeka, önemli bir yaralanma ya da hastalik disinda, artip-azalmaz, herkesin "IQ"su sabittir. Ama akil azalip-artabilir.
Aklin bu artip-azalabilme özelligi, insanin vicdani ile ilgilidir. Vicdan güçlenir ve Allah'tan korkup-sakinma (takva) artarsa, "dogruyu yanlistan ayiran bir anlayis" kazanilir. Tümüyle "metafizik" olan bu sirri, Kuran ayeti bildiriyor:
"Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakinirsaniz, size dogruyu yanlistan ayiran bir nur ve anlayis (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bagislar. Allah büyük fazl sahibidir." (Enfal, 29)
Allah'tan korkup-sakinmayan bir kisi ise, bu "dogruyu yanlistan ayiran nur ve anlayis"tan mahrumdur. O çok zeki olabilir. Iyi bir fizikçi, sosyolog ya da baska her hangi bir "saygin kisi" olabilir. Zeka ürünü yapitlar ortaya koyabilir. Ama, gerçek vicdandan ve dolayisiyla gerçek akildan yoksundur. Iyi bir bilim adami olup, sözgelimi insan vücudunun bilinmeyen sirlarini ortaya çikarabilir, ama o vücudun kim tarafindan yaratildigini düsünecek vicdana ve kavrayacak akla sahip degildir. Kesfettigi seyin mükemmelligi ile hayrete düsüp, o seyi Yaratan'a yönelecek ve onu övecek (tesbih edecek) yerde, buldugu seyden dolayi gururlanip kendisini övmeye (tesbih etmeye) baslar. Bu "bilim adami", "hevasini ilah edinmis ve bir bilgi üzere sapmistir." Kalbi de - elbette - mühürlü"dür:
"Simdi sen, kendi hevasini ilah edinen ve Allah'in bir ilim üzere kendisini saptirdigi, kulagini ve kalbini mühürledigi ve gözü üstüne bir perde çektigi kimseyi gördün mü? Artik Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de ögüt alip-düsünmüyor musunuz?" (Casiye, 23)
Kisacasi, Aydinlanma, Allah'tan tümüyle yüz çevirerek, in
sani yüceltmeye çalisan ve insanin Allah'a ihtiyaci olmadigina inanan kökten yanlis ve sapkin bir düsünceyi kabul etti. Bunu yaparken, insanin eline de "akil" sandigi bir düsünce metodunu verdi. Bu düsünce metodu, insanin kendisini (hevasini) ilah edinmesi temeline dayaliydi. Dolayisiyla, "Allah'tan korkup-sakinma"dan hiç nasibini almamisti ve bunun bir sonucu olarak "iyiyi kötüden ayiran bir nur ve anlayis"tan tümüyle yoksundu. "Kalpsiz" ve "akilsiz"di. ("Kalpsiz" derken, duygusuz demek istemiyoruz. Tam tersine, akilsiz düsünce büyük ölçüde duygusaldir. Kuran'da anlatilan kalp, Kuran-disi toplumda anlasildigi gibi duygusalligin sembolü degildir, aklin sembolüdür. Vicdan da duygusal bir kavram degildir)
Zaten Aydinlanma da, büyük öçüde kalpsiz, zalim, fakat zekice düzenlenmis sistem ve ideolojiler üretti...
Simdi bunlarin isiginda Frankistlerin ve diger baska Ibrani mistiklerinin vurguladigi Kabala-Aydinlanma iliskisi ile ilgili olarak su soruya cevap arayabiliriz: Peki Aydinlanmanin Kabala ile ne gibi bir paralelligi olabilir?
Aydinlanmanin temel sapmasi, insan-merkezli, Allah'i degil insani yücelten bir düsünce yapisini kabul etmesiydi. Ilginç olan ayni sapmanin Kabala'nin ve dolayisiyla yahudi inanisinin da temeli olmasi.
Evet, Kabala da insan-merkezli-daha dogrusu yahudi-merkezli-bir dünya öngörüyordu. Yahudi dininin temeli, Allah inanci degil, yahudilerin üstün ve egemen olduklari görüsüydü. Önemli olan yahudiligin korunmasi, yahudiligin yüceltilmesi, yahudiligin savunulmasiydi. Allah inanci degil, "yahudi olmak" önemliydi. Türk Yahudilerinin yayin organi Salom'da yayinlanmis olan yahudi teolojisi ile ilgili bazi ifadeler, konuyu açikliyor:
" 'Tanri'ya inanmak' yahudiligin temel baslangiç noktasi degildir. Resul Jeremiah bile (16:11) Israil'in baskaldirisini Tanri'nin agzindan söyle anlatir: 'Beni terkettiler ve kanunlarimi uygulamadilar'. Eski hahamlarin bu sözü yorumlama sekli ise söyledir: 'Inançlarindan vazgeçsinler ama kanunlari uygulasinlar'." (50)
Hahamlarin ögüdü "inançlardan vazgeçip, kanunlari uygulamak"ti. Çünkü kanunlar, "yahudi olmak" anlamina geliyordu. Bu, Islam'daki "abd" yani "kul olma" kökeninden gelen "ibadet" kavramindan tümüyle farklidir. Yahudilikteki çogu motif, yahudilerin Allah'i degil, kendi kendilerini yüceltmeleri yönündedir. Sözgelimi, yahudi dininin sembolü durumundaki sapka, yahudilerce - dünyanin egemenliginin kendilerine ait oldugunu gösteren bir isaret olarak - "taç" olarak kabul edilir.
Yahudi dininde bu yönde oldukça ilginç bir inanç daha vardir: Buna göre, yahudiler, sözde "Allah'la güresip O'nu yenmis" olan Yakub'un ogullari"dirlar. Hz. Yakub'un "Allah'la güresip O'nu yenmesi" ile ilgili M. Tevrat'a eklenmis olan uydurma hikaye (Tekvin, 33/24-30), insanin(yahudinin) Allah'tan üstün tutulmasi seklindeki sapkin anlayisin açik örnegidir. Yahudilige göre, Tanri Yehova zaten "yahudilerin Allahi" olmasi nedeniyle bir önem tasir.
Aydinlanmanin ikinci sapmasi, akleden kalbi ortadan kaldirmasiydi. Yani, Aydinlanmacilar, gerçek aklin kaynagi olan kalpten tümüyle vazgeçmisler, beyin seviyesine inmislerdi.
Aydinlanmadaki ilginç bir Ibrani benzesmesi bu noktada da belli oluyor. Bu benzesmeyi anlamak için, Kuran'in yahudiler, hiristiyanlar ve onlarin "kalp"leriyle ilgili haberlerine bakmak gerekiyor.
Kuran, hiristiyanlardan söz ederken, onlarin genelde kalp ve dolayisiyla akil yönünden tümüyle ölü olmadiklarini, kalplerinde bir tür "yumusaklik" oldugunu söyler. Bu nedenle onlar daha "mütevazi" ve müminlere daha yakindirlar:
"Sonra onlarin izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardinca gönderdik. Meryem oglu Isa'yi da arkalarindan gönderdik; ona Incil'i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir sefkat ve merhamet kildik. (Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanligi ise, Biz onlara yazmadik (emretmedik). Ancak Allah'in rizasini aramak için (türettiler) ama buna da gerektigi gibi uymadilar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçogu da fasik olanlardir." (Hadid, 27)
"Andolsun, insanlar içinde, mü'minlere en siddetli düsman olarak yahudileri ve müsrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakimindan en yakin olarak da: 'Hiristiyanlariz' diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakim) papaz ve rahiplerin olmasi ve onlarin gerçekte büyüklük taslamamalari nedeniyledir." (Maide, 82)
Ikinci ayette belirtildigi gibi, hiristiyanlar daha alçakgönüllü ve müminlere yakin iken, yahudiler en siddetli düsmandirlar. Bu onlarin-tabi hepsinin degil, ama önemli bölümünün-kalplerinin "kati", hatta "tastan bile kati" olmasindandir. Kuran Israilogullarina hitaben söyle der:
"Bundan sonra kalpleriniz yine katilasti; tas gibi, hatta daha kati. Çünkü taslardan öyleleri vardir ki, onlardan irmaklar fiskirir, öyleleri vardir ki yarilir, ondan sular çikar, öyleleri vardir ki Allah korkusuyla yuvarlanir. Allah yaptiklarinizdan gafil (habersiz) degildir." (Bakara, 74)
"Sözlesmelerini bozmalari nedeniyle, onlari (yahudileri) lanetledik ve kalplerini kaskati kildik. Onlar, kelimeleri konulduklari yerlerden saptirirlar. (Sik sik) Kendilerine hatirlatilan seyden (yararlanip) pay almayi unuttular. Içlerinden birazi disinda, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onlari affet, aldiris etme. Süphesiz Allah, iyilik yapanlari sever." (Maide, 13)
Dolayisiyla yahudi ruhu, akleden ve vicdanin kaynagi olan kalpten tümüyle kopmustur. Kuran'da baska hiç bir toplulugu ifade etmek için kullanilmayan "tastan bile kati" kalp, bu ruhun özelligidir.
Ve dolayisiyla, hiristiyanlik (özellikle "Ibranilesme" geçirmemis olan kesimi), yahudilige göre akleden kalbe daha yakindir. Nitekim Kuran'da, hiristiyanlarin müminlere daha yakin oldugunu bildiren ayetin hemen ardindan, Kuran dinleyince iman eden hiristiyanlardan söz edilir:
"Elçiye indirileni dinlediklerinde hakki tanidiklarindan dolayi gözlerinin yaslarla dolup tastigini görürsün. Derler ki: 'Rabbimiz inandik; öyleyse bizi sahidlerle birlikte yaz'." (Maide Suresi, 83)
Aydinlanma, aynen "yeryüzü cenneti" kavraminda oldugu gibi, akleden kalpten kopma yönünde de bir anlamda hiristiyanliktan yahudilige dogru bir ilerleyistir. Frankistler ve diger Kabalaci yahudiler bu nedenle Aydinlanma'yi Kabala'ya yakin bulup benimsemis olmalilar.
Sonuçta Aydinlanma, ilahi kaynakli bir bilgiye sahip olmadan, "akil" sandiklari hevalarina uymus olan ve gerçek akildan tümüyle kopmus insanlarin kuruntularindan ibarettir:
"Insanlardan kimi, hiç bir bilgisi, yol göstericisi ve aydinlatici kitabi olmaksizin Allah hakkinda tartisir-durur. Allah'in yolundan saptirmak amaciyla 'gururla salinip-kasilarak'..." (Hac, 8)
Aslinda Aydinlanma'nin gerçek aydinliktan(nur) da hiç bir nasibi yoktur. Gerçek aydinliga, Kuran'in bildirdigine göre, ancak Allah'in rizasina uyan ve O'nun kitabini rehber kabul edenler çikabilir:
"Allah, rizasina uyanlari bununla kurtulus yollarina ulastirir ve onlari kendi izniyle karanliklardan nura çikarir. Onlari dosdogru yola yöneltip-iletir." (Maide, 16)
"Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tir ki, Rabbinin izniyle insanlari karanliklardan nura, O güçlü ve övgüye layik olanin yoluna çikarman için sana indirdik." (Ibrahim, 1)
Zaten insanin varliginin amaci, O güçlü ve övgüye layik olanin rizasini kazanmaktan baska bir sey degildir ki...
[SIZE=+1]NOTLAR[/SIZE]
(1) Alia Izzetbegoviç. Dogu ve Bati Arasinda Islam. Nehir Yayinlari, Istanbul 1992, sf. 275-277
(2) The Universal Jewish Encyclopedia, cilt 3, sf. 185
(3) Encyclopedia Judaica, cilt 5, sf. 66
(4) Leon Poliakov. History Of Anti-Semitism. sf.221
(5) The Jewish Encyclopedia, cilt 8, sf. 213
(6) Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 584
(7) Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 584
(8) Encyclopedia Judaica, cilt 14, sf. 21
(9) Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 585
(10) Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 1426
(11) (edited by) James B. Pritchard. The Concised Atlas of The Bible. Times Books, London, 1991. sf. 124
(12) Karen Armstrong. Holy War. Macmillian London Limited, 1988. sf. 344
(13) Encyclopedia Judaica, cilt. 1, sf.898
(14) Elie Kedourie. Spain and The Jews: The Sephardi Experience 1492 and After. Thames and Hudson Ltd. London, 1992. sf. 208
(15) Universal Jewish Encyclopedia, "Calvinism", cilt 2, sf. 648
(16) (edited by) David L. Larson. Puritan Effect in US Foreign Policy. D. Can Nostrand Company, Inc. New York. 1966
(17) Encyclopedia Judaica, cilt 10, sf. 398
(18) Karen Armstrong. Holy War. Macmillian London Limited, 1988. sf.344
(19) Age, sf.34
(20) Paul Johnson. A History Of The Jews. Harper & Row Co., New York, 1987. sf. 276
(21) Eli Barnavi. A Historical Atlas of The Jewish People: From the Time of the Patriarchs to the Present. Hutchinson Press. London. 1992. sf.140
(22) Regina Sharif. Non-Jewish Zionism. sf.24
(23) Encyclopedia Judaica, "Zionism", cilt 16, sf. 1152-1153
(24) Encyclopedia Judaica, cilt 8, sf. 1356
(25) Encyclopedia Britannica, cilt 18, sf. 881
(26) Nathan C. Belth. A Promise to Keep: A Narrative of the American Encounter with Anti-Semitism. Times Books, New York, 1979. sf. 3
(27) Bu konuda ayrintili bilgi için bkz: Harun Yahya. Yahudilik ve Masonluk ve Bilim Arastirma Grubu. Masonluk ve Kapitalizm
(28) Noam Chomsky. Year 501: The Conquest Continues. South End Press, Boston, 1993. sf. 263-264
(29) Thomas F. Gossett. Race: The History of an Idea in America. Southern Methodist University Press, Dallas, 1963. sf. 25
(30) Peter Grose, Israel In the Mind of America: The untold story of America's 150-year fascination with the idea of a Jewish state and of the complex role played by this country and its leaders in the creation of modern Israel, Knopf Co., New York, 1983, sf. 35-38
(31) Edward Tivnan, The Lobby: Jewish Political Power and American Foreign Policy, Simon & Schuster, New York, 1987, sf. 17-18
(32) Paul Findley. They DareTo Speak Out: People and Institutions Confront Israel's Lobby. Lawrence Hill Books, Illinois, 1989. sf. 238-245
(33) Age, sf. 240
(34) Age, sf. 242
(35) Noam Chomsky. Kader Üçgeni: ABD Israil ve Filistinliler. Iletisim Yayinlari, Istanbul 1993. sf.38
(36) Alia Izzetbegoviç. Dogu ve Bati Arasinda Islam. Nehir Yayinlari, Istanbul 1992. sf. 277
(37) John J. Robinson. Born In Blood: The Lost Secrets of Freemasonry. M. Evans & Company/New York, 1989. sf.286
(38) Age, sf. 286
(39) Age, sf. 284
(40) Lucien Wolf. American Elements In The Resettlement. sf. 76
(41) John J. Robinson. Born In Blood: The Lost Secrets of Freemasonry. M. Evans & Company/New York, 1989. sf. 285
(42) Mimar Sinan, sayi 6, sf 66
(43) New Age, sayi 77, sf. 31
(44) Selamet Mahfili, 4. Konferans, sf. 48
(45) Malachi Martin. The Keys of This Blood:The Struggle for World Domination Between Pope John Paul II. Mikhail Gorbachev. and the Capitalist West. Simon & Schuster, New York 1990, sf. 519-521
(46) Age, sf. 521-522
(47) Encyclopedia Judaica, cilt 7, sf.67, 68
(48) Gershom G. Scholem. Major Trends in Jewish Mysticism. Schocken Publishing House, Jerusalem, 1941. sf. 301-304
(49) Umberto Eco. Foucault Sarkaci. Can Yayinlari, 1993, sf. 171
(50) Salom, 8 Mart 1980