iştanbul lalesinin yok olus öyküsü

kerem71

Guest
Katılım
25 May 2008
Mesajlar
1,739
Tepkime puanı
0
Puanları
0
"İstanbul Lalesi" son zamanlarda daha çok adını duyuyoruz.
İstanbul lalesi hakkında merakettiğiniz bütün soruların cevaplarını fazlası ile bu yazıda bulacaksınız.
halktan uzak, şaşalı bir dönemin simgesi de olsa, yok oluş öyküsü
insanın içini acıtıyor.
Beğenerek okuyacağınızı umuyorum.





mail
'Cennet Nuru'nun inanılmaz öyküsü

İstanbul
Lalesi nasıl yok oldu?


İstanbul Lalesi, bugün bildiğimiz laleden çok farklıydı. Çiçeği bademe, yaprakları hançere benzerdi ve uçları tığ gibi sivriydi. 'Cennet Nuru’ adı verilen bu lale türü, 1730'un Eylül günlerinde, Patrona Halil İsyanı sırasında yok oldu.

Sema Göksu - Popüler Tarih / Eylül 2000 Sayı 4

Bir İstanbul Lalesi vardı; adına, 'Nur-u And' ya­ni 'Cennet Nuru' de­nirdi. Eski zaman bahçelerini aydınlatan bu 'nur'unelimizde sadece birkaç sureti kaldı. Hiçbir kelime onun güzelliğini anlatmaya yetmedi. Şairlerin dizelerinde her gün ye­niden canlandı. O narin ve ince­cik endamıyla, 200 yıl direnebil­di başından geçenlere...

(Üstteki resim) İstanbul Lalesi'nin türleri ve özellikleri hakkındaki en ilginç kaynaklardan biri, Bendegah Mehmed adlı Çiçek ressamı tarafından 1725 yılında hazırlandığı tahmin edilen 'Lale Albümü'dür.albümden bîr sayfa: Nîze-i Rummânî (Nar Mızrağı).
mail


İstanbul Lalesi’ni Ebusuud Efendi üretti
Osmanlı, 'İstanbul Lalesi’ni Kanuni dönemi Şeyhülislamı Ebusuud Efendi'ninçabalarıyla tanıdı. Daha önce sadece Ke­fe'den saray bahçeleri için getir­tilen 'Kefe Lalesi' tanınıyordu. Şeyhülislam'ın elde ettiği bu ye­ni tür öylesine narin ve zarifti ki, artık 'İstanbul Lalesi' ilahi anlamını bulmuştu.

Lale isminin gizemi
Lale soğanı sadece bir sap ve bir çiçek verdi­ği için tevhidi, 'Allah'ın birliği­ni' simgeliyordu. Lalenin Arap­ça yazılışında kullanılan harfler­le, Allah ve kelime-i tevhid yazı­labiliyor olması, lalenin önemini bir kat daha arttırıyor, ebced hesabıyla 'Allah' ve 'Lale' keli­melerinin aynı sayıyı yani 66 sa­yısını veriyor olması ile lalenin kutsallığı büsbütün tescilleni­yordu. Böylece lale, Allah'ın ya­ratıcılığını en güzel yansıtan varlık olarak kabul ediliyordu. Ancak İstanbul Lalesi, bugün bildiğimiz laleden çok farklıydı. Çiçeği bademe, yaprakları han­çere benzerdi ve uçları da tığ gi­bi sivriydi.
(Sağda minyatür) 1720 Şenliğini canlandıran Levni'nin geçit töreni minyatüründe, İstanbul Lalesi de var.


İstanbul Lalesi eski metin ve minyatürlerde kaldı
Defteri Lalezar-ıİstanbul'da, İstanbul Lalesi şöyle tanımla­nır: "Rengi nar çiçeğine meyyaldir. Yapraklan bade­mi, birbirine müsavi, İnce ve ser-tiz olup tığları sülsani tığ­dır. Bün nebati ve haricen da­hi perverde nebati. Fitilleri sarı, tohum hanesinden yük­sek, rişteleri nebati, letafet, nezaket ve kavaid-i hüsn-ü behçet üzredir."

İŞİN TİCARETİ BAŞLIYOR
Daha sonraki yıllarda özellikle III. Ahmet'in salta­nat yıllarına gelindiğinde her­kesi yeni türler yaratma sev­dası sarmıştı. Artık lale yetiş­tirmek için bahçeler düzenle­niyor, mevcut türler günden güne çoğalıyordu. Saray-ı Hü­mayun'un bahçesinde renk renk laleler çiğ taneleri arasında göz­leri kamaştırıyordu.
Lale ticareti daha önce Avru­pa'da olduğu gibi, İstanbul'da da yeni bir iş kolu haline gelmiş­ti. Lalenin bu kadar rağbet gör­mesi halk arasında da müsabaka duygusunu uyandırmıştı.
mail


Lale soğanı fiyatları el yakıyor
Bu ye­ni İş kolu ile uğraşanlar çoğalmış ve birbirleriyle değiş tokuş yapa­rak yeni türler üretmeye başla­mışlardı. İstanbul Lalesi'nin fi­yatı son derece artmış, karaborsada bin altına kadar yükselmiş­ti. Dönemin sadrazamı İbrahim Paşa suiistimalleri önlemek ama­cıyla Şeyh Mehmed Lalezari'yi 'Serşükufeci' (çiçekçi başı) tayin ederek 1725 yılında lale soğanlarının fiyatını saptayan bir liste (narh defteri) hazırlatmış ve so­ğanlarını liste fiyatı üstünde sa­tanların sürgüne gönderilmesi hakkında ferman çıkartmıştı. Narh defterinin 1725 yılı liste­sinde, 239 lale çeşidi arasında en yüksek fiyat 50 kuruş (bugün 7.5 Cumhuriyet Altını) "Nize-irummanı" isimli lale soğanı için saptanmıştı. 1726 yılı lis­tesinde de, aynı çiçek 306 lale arasında birinciliğini korumuş ve 200 kuruş değer biçilmişti.

LALE DEVRİ
17. yüzyıl sonlarında Os­manlı, artık savaş istemiyor­du. Viyana Seferi'nin başarı­sızlığı, ardından 1699'da im­zalanan Karlofça Barışı, Os­manlı'ya, artık Batı'ya doğru genişleme şansı kalmadığını göstermişti. Daha sonra, 1718'd.e imzalanan Pasarofça Anlaşması'yla Avrupa cephe­sinde önemli kayıplar da ve­rilmişti. Dönemin padişahı III. Ahmet girilecek bir savaşın hazinede yol açacağı kayıplar­dan son derece kaçınıyor, Avru­pa ile elçiler düzeyinde diplomasi yolunu tercih ediyordu. Hem damadı hem de veziri Nevşehirli İbrahim Paşa da padişahın bu politikasını destekliyordu.

İstanbul yeniden imar ediliyor
Bu dönemde Avrupa kültü­rünü daha iyi tanımak için Pa­ris'e, XII. Louis'nin sarayına Yirmisekiz Mehmet Çelebi elçi olarak gönderilmişti. Mehmet Çelebi'nin Versailles Sarayı'na yaptığı bu beş aylık seyahati sonrasında yazdığı rapor, İbrahim Paşa'nın kafasındaki İstan­bul'a ilişkin imar düşüncelerini iyice geliştirmişti. Peşpeşe gelen deprem ve yangınlarla harap olan kenti yeniden yapılandıracaktı.
Paşa, kentte bir Rönesans yaratmak istiyordu. Bu doğrul­tuda çeşmeler yaptırdı; surlar onarıldı; kütüphaneler yaptırıl­dı; yirmisekiz Mehmet Çele­bi'nin oğlu Said Çelebi ve İbra­him Mütefferrika tarafından ilk Türk matbaasının kurulması teş­vik edildi.
Saray, bir bakıma yitirmekte olduğu saygınlığı, Batı'dan esin­lenen ihtişam ve lüksle koruma­ya çalıştı.

SADABAD GÜNLERİ
İstanbul'da saray ve çevre­sindeki yaşam tarzında, bir zara­fet hemen kendini göstermeye başlamıştı. İbrahim Paşa çok sevgili padişahı III. Ahmet için Kağıthane'de yüksek bir kasr yaptırmaya başladı. Kasrın inşa­ası Avrupa'dan gelen mimarlarla sadece 60 günde gerçekleşti. İbrahim Paşa, Kağıthane deresinin yatağını değiştirtti ve Sultan'ın memnuniyetine katılmak isteyen harem kadınları için yeni kasra kapalı bir bahçe yaptırdı.

mail


'Hübanname ve Zenanname' adlı eserden, Kağıthane'de eğlenen kadınlar minyatürü


Haremdeki kadınlar ilk kez saray dışına çıkıyorlar
Yirmisekiz Mehmet Çele­bi'nin Versailles Sarayı gözlem­leriyle şekillenen yeni sarayın açılışı, 21 Temmuz 1722'de ya­pıldı. Açılışa, III. Ahmet başta olmak üzere, bütün saray men­supları ve yabancı elçiler de ka­tıldılar. Yabancı elçiler yazdıkla­rı raporlarında bu yüksek kasr­dan ve haremdeki kadınların ilk kez saray dışına çıkabilmelerinden bahsediyorlardı. Marki de Bonnac'ın anlattıklarına göre, "Saraylı kadınlar da Sultan'ın memnuniyetine katılmak istiyor­lardı. Ve daha önce hiç yaşamadıkları bir gezinti hürriyeti bul­dular".
Hollandalı bir gezgin, o günleri şöyle anlatır: "Ne kadar önemli İngiliz ve Fransız varsa hepsi oradalar. Şehirde tutsak hayatı yaşayan kadınlar burada keyiflerine göre yaşıyorlar. Bay­ramlar ve eğlenceler o kadar sık birbirini kovalıyor ki, zamanın nasıl akıp gittiği hissedilmi­yor..."
mail

Zevk ve sefanın merkezi Kağıthane’nin yeni adı
Sadabad“Mutluluk Ülkesi” oluyor
İnşaası henüz tamamlanan yeni sarayın her tarafı, Versailles Sarayı'na benzerliği nedeniyle Fransa'dan gönderilen portakal ağaçlarıyla süslenmişti. Artık bölge saray erkanının, zevk ve sefanın merkezi olmuştu. III. Ahmet bölgenin bu yeni çeh­resinden duyduğu memnuniyeti, yörenin adını değiştirerek anlat­tı. Artık Kağıthane ve yeni sa­ray, Sadabad yani 'Mutluluk Ül­kesi' olarak anılacaktı. İstan­bul'un bütün zevk ve mevki sahibi kimseleri, lalelerin açılışı­nı seyretmeye, Mutluluk Ülkesi'ne gidi­yordu.
Zevk, safa ve Kağıthane alemlerine pek düşkün olan pa­dişah, bir Hatt-ı Hümayun'd a Sadrazam'a şunları yazmıştı: "Cuma günü, Sadabad'a gidi­lüp gündüz ziyafette oyun ve at koşusu seyre­dilir. Gece de orada kalı­nır. Gece için meydanda çokça fişenk hazır ettir. Şehrin güzel hatunlarını da kayık veya kara yolu ile ısmarla. Kızım Sul­tan'ın gözlerinden öpe­rim. "

'ÖTEKİ İSTANBUL'
İstanbul Lalesi, sa­vaşlardan yorulan dev­let ricalinin maddi zevklerle kendinden geçişini simgeliyor­du. Öte yandan İstanbul’un yoksul halkının bu manzaraya kin ve öfkesi, her geçen gün büyü­yordu. Osmanzade Taib isimli bir halk şairi dönemin "öteki İstanbul”undaki sefaleti şöyle anlatır:

"Odun ateş pahasına çıktı. Ud ağacı gibi dir­hemle satılıyor. Ya kömür? To­zunu bulsak sürme diye gözü­müze çekeceğiz. Bir gözde arpa­cık çıksa adam kendisini arpa torbasına düşmüş kabul edip ne­redeyse sevinecek. Kahveyi mez­hebimize uydurduk. Nohudu kavurup içiyoruz. Bu pahalılığın ve kıtlığın sebebini anlayamıyo­rum, ortalıkta her şey var. Li­man gemilerle dolu, her taraftan zahire geliyor, mahzenlerde zahire koyacak yer yok. Buhranın sebebi ortada. Tüccarı sorup iz­leyecek kimse bulunmaması... Hakimler tamaha düşmüş. Ve­zirlik vazifesini yap sultanım!.. Yap da halk sana sabah akşam dua etsin..."
mail


İstanbul halkının öfkesi
Lale bahçelerinin göz kamaş­tırıcı güzelliklerinin karşısında, her an isyana hazır bir kitle yaşıyordu. Damat İbrahim Paşa, kendisinin, yakın çevresinin ve padişahın şahsi zevklerini tatmin etmekle yetinmiş ama İstanbul halkının öfkesini göz alıcı me­kanlardan, hatta lalelerden uzak tutamamıştı.
İsyan, an meselesiydi. Nite­kim 1730 yılının 25 Eylül günü, için için kaynayan İstanbul'da, Patrona Halil kısa sürede etrafına binlerce insan toplayıp hare­kete geçti.

PATRONA HALİL İSYANI :
“Sadrazamın kellesini isterük”
Başkenti korumakla görevli Kaptanıderya Kaymak Mustafa Paşa, Çengelköy'deki köşkünde, laleleriyle meşgul olurken patlak vermişti isyan...
İsyancılar, başta Damat İbra­him Paşa olmak üzere saraydan 37 kişinin kendilerine teslimini istediler. Durumun vahametini kavrayan Damat İbrahim Paşa, isyancılara verilmeden önce ken­disini öldürmelerini istedi. Sa­rayda boğdurulan İbrahim Paşa ve iki damadı bir ot arabasına konularak kapı önünde kayna­yan kalabalığa verildi.

İsyancılar Sa­dabad köşklerinin yakılmasını da istediler
İsyan sonrasında, asiler Sa­dabad köşklerinin yakılmasını istediler. III. Ahmet'ten sonra tahta geçen Sultan Mahmud, "Yakılmalarına rızay-ı hümayu­num yoktur, bu kadar din ve devlet düşmanına gülme vesilesi olur; ancak hedm va tahribine ruhsat ve iznim olmuştur" diye­rek iznini verdi; Sadabad'ın ma­mur sahilleri, Kağıthane üç gün içinde harabeye döndü.
mail


İstanbul Lalesi yok oluyor
Kağıthane'yi yerle bir eden isyanda, tabii ki İstanbul Lalesi de tamamen ortadan kalktı. An­cak bugün Avrupa'da yetiştirilen laleler arasında, görünüşüyle İs­tanbul Lalesi'ne benzeyen T. acuminata Vahl türü, hâlâ varlı­ğını sürdürmektedir. Petallerinin ucu biz gibi sivri bu tür, gerçek­ten de İstanbul Lalesi'nin formu­na çok yakındır.

'Lale Devri' adını nasıl aldı?
Dönemin edebiyatçıları yaşadıkları çağa, devr-i lale, lale mevsimi, lale faslı, lale zamanı, lale vakti, çağ-i lale, lale hengamı gibi isimler verirler. Ahmet Refik de 'Lale Devri' adlı yapıtını 1913'te yazar. Bu adlandırma, genel bir kabul görür ve tarih literatürüne yerleşir. Oysa İbrahim Paşa'nın iktidar yıllarını ilk kez 'Lale devri' diye nitelendiren, Yahya Kemal Beyatlı'dir.

Avrupalılar Laleyi tanıyor… ama adını yanlış anladılar?
16. yüzyıl öncesinde, Avrupa laleyi tanımıyordu. Bu tarihlerde İstanbul'a gelen elçi ve gezginler, ilk kez gördükleri bu çiçeğe 'kırmızı zambak' gibi isimler veriyorlardı. Günümüzde hemen bütün Batı dillerinde lale, 'tulip' kökünden türetilmiş sözcüklerle isimlendirilir. Bunun nedeni, Viyana'dan İstanbul'a gelen elçi Busbecq ile tercümanı arasında meydana gelen bir yanlış anlamadır. Bu konuda birçok iddia vardır.
mail


Sarıkta ki lale
Örneğin bunlardan biri, Busbecq'in tercümanına, sarığının üzerine işlenmiş lale motifini sorduğu ve tercümanın soruyu yanlış anlayıp, "Tülbent" diye yanıtladığı yolundadır.
Sarığa benzetilen lale
Bir başka iddiaya göre, Busbecq laleyi sarığa benzettiği için bu isimle anmıştı.
Tülbent örtülen lale
Bazı kaynaklara göre ise binbir titizlikle yetiştirilen lalelerin üzerine öğle vakti rengi uçmasın diye tülbent örtülmesine dayanır, isim meselesi... Busbecq bu manzarayı görüp tercümanına sormuş da olabilir.
Tülbent Avrupa’da Lalenin ismi oluyor
Ama ne olursa olsun, bu yanlış anlama Busbecq ülkesine döndüğünde daha da önem kazanmış, Avrupa laleyi tülbent kökünden gelen tulip' olarak tanımıştır. (Lale, Latince tulipa gerneirana, Almanca tulpe, Fransızca tulipe, İngilizce tulip, İtalyanca tulipano, Rusça tulparı sözcükleriyle karşılanmaktadır.)

Lale Hollanda yolunda… Güle güle Lale
mail

Viyana'dan gelen elçi Busbecq, 1592'de ülkesine dönerken yanında birkaç lale soğanı; götürmüştü ve bu soğanları Kraliyet botanikçisi arkadaşı Carolus Clusius'a vermişti. Özellikle Hollanda, ilk kez gördüğü bu çiçeği çok hoş karşılamış ve lale soğanları, bu ülkeye gelişinden yaklaşık 50 yıl sonra, Hollanda'nın amblemi olacağının ilk sinyallerini vermeye başlamıştı. Artık lale soğanları olağanüstü fiyatlarla alınıp satılıyordu. Aristokratlar arasında lale bahçesine sahip olmamak, 'zevksizlik' anlamına geliyordu. Genç kızlar bir tek lale soğanını çeyiz olarak götürüyorlar ve bu çok değerli çiçek gittiği her aileyi onurlandırıyordu. Aleksandre Dumas yazdığı Siyah Lale romanında, Cornelius'un çok zor elde edilen siyah laleyi yetiştirirken başından geçen entrikaları anlatır.
1637 yılında Amsterdam Lalesi 4.600 florin, çok değerli olmayan iyi cins bir lale ise 2.000 florin ediyor ve bu parayla yeni bir binek arabası, birkaç at vs. alınabilirdi. Lale, 'tulipmania' denilen bu
dönemden yüzyıllar sonra bile en pahalı çiçekler arasındaki yerini muhafaza eder ve Hollanda, bu çok sevdiği İlkbahar çjçeğiyle özdeşleşir. Hollanda'da düzenlenen lale festivalleri, ülkenin her yıl yaklaşık iki milyar lale soğanı ihraç etmesine yol açıyor. Örneğin Keukenhof Lale Festivali, gökkuşağının tüm renklerindeki laleleri her yıl yaklaşık 250 bin ziyaretçinin beğenisine sunuyor.

Bu yazı; Popüler Tarih Eylül 2000 sayısında yayınlanan Sema Göksu'nun "İstanbul Lalesi Nasıl Yok oldu?" başlıklı yazısından alınmıştır.
 
Üst