Gerçek soykirimcilar kim ?

SALUR

Dost Üyeler
Katılım
23 Ara 2008
Mesajlar
859
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
(the_aci_show)
GERÇEK SOYKIRIMCILAR KİM ? Soykırım bir Avrupa icadıdır. Soykırım batılı beyaz adama yeni topraklar ve dolayısıyla büyük zenginlikler kazandırmıştır, temel dayanagıda ırkçılıktır. İnsanlık tarihinin en iğrenç dönemleri Avrupalılar yüzünden yaşanmıştır.Avrupalı çagımızda bile kendi soykırımlarını görmek özeleştiri yapmak yerine soykırım suçunu siyasal bir silah olarak görüp kullanmakta, tarihinin hiçbir döneminde soykırım yapmamış Türkiyeye , Türk insanına soykırımcı lekesini atabilmektedir.

Avrupalılar göçmen olarak gittikleri bölgelerin yerli halklarını köle yaptılar, avrupada köle pazarlarında sattılar yada topraklarına madenlerine hayvanlarına sahip olabilmek için işkencelerle öldürdüler.

Tüm Amerika kıtasında ,Avustralyada , Cezayirden Vietnama, Anadolu topraklarından Güneyafrikaya , Iraktan Afganistana Filistine kadar ,İngiliz, İspanyol, Portekiz, Hollanda ,Belçika ,Almanya, kötü taklitçi ve beceriksiz Yunanistan , İtalya kısacası Avrupa kıtasında kendini medeni sayan ne kadar devlet varsa hepsi ve bunların Amerikaya, Filistine göç eden çocukları, akrabaları dünyanın heryerinde sayısız soykırımlara imza attılar. Sömürgecilik ve sömürgeciliğin ırkçı tabiatından dolayıda hep aynı şekilde davrandılar.

Tarihin bazı dönemlerindede kendi vatandaşlarına yada Avrupalı ülkeler olarak birbirlerine dahi soykırım yaptılar.Tüm zenginliklerini sömürdükleri altın ,elmas madenlerine el koydukları, atalarını köle yapıp Avrupa pazarlarına getirip sattıkları Afrikadaki ülkelerin insanları bugün ya açlıktan ölüyor yada gene Bm ve Avrupalı askerlerin korumasında birbirlerine kırdırılıyor.Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayanları ise ikinci üçüncü beşinci sınıf insan muamelesi görüyorlar. Avrupalı bugün uluslararası şartlardan dolayı saldıramadıgı Türkiye gibi ülkelerde teröristlere silah dahil maddi ve manevi her türlü desteği vererek kan dökmeye devam ediyor.

Kendilerini üstün ırk olarak gören , gelişmekte olan yada gelişmemiş olarak nitelendirdikleri ülkelerin insanlarını alt ırklar olarak niteleyip onlara hertürlü soykırımı ve eziyeti layık bulan Avrupalının unuttugu ve unutturmak istediği soykırımları bu sayfalarda bulabileceksiniz. Sayfalar hazır oldukça bu sayfadan linkler vereceğim. Aşagıdaki soykırım listesi Ankara Ticaret Odası tarafından 2004 yılında hazırlanmıştır.


20. Yüzyıldaki Etnik ve Kültürel Soykırımlar
Soykırım Bilançosu
Jozef Stalin (RUSYA, 1934-39)
13,000,000 mülteci-100 binlerce ölü.
Adolf Hitler (Almanya, 1939-1945)
12,000,000 mülteci / kamplarda 2 milyon ölü-kayıp
Mao Tze Dong (Çin, 1966-1969)
11,000,000 kişiye kültürel asimilasyon / toplama kamplarında sayısı belli olmayan ölü ve kayıplar
İspanyol ve Amerikalı Kaşifler 1492-1800
7,972,000 ölü / kayıp,.
Hideki Tojo (Japonya, 1941-1944)
5,000,000 ölü/ kayıp
Pol Pot (Kamboçya, 1975-1979)
1,700,000 ölü
Kim Il Sung (Kuzey Kore, 1948-1994)
1.600,000 mülteci ve toplama kamplarında ölü / kayıp
Menghitsu (Etopya, 1975-1978)
1,500,000 ölü / kayıp
Charles DeGaulle (Cezayir, 1954-1962)
1,000,000 ölü / kayıp
Yakubu Gowon (Biafra, 1967-1970)
1,000,000 ölü / kayıp
Leonid Brezhnev (Afganistan, 1979-1982)
900,000 ölü / kayıp
Jean Kambanda (Ruanda, 1994)
800,000 ölü / kayıp
İngiliz Krallığı (Avustralya, 1849-1938)
719,000 ölü / kayıp , 100 bin mülteci
Suharto (Doğu Timor, 1976-98)
600,000 ölü /kayıp
Saddam Hüseyin (Iran ve Kuzey Irak 1980-1990
600,000 ölü / kayıp
Yahya Khan (Pakistan, 1971 ve Banglades,1990)
500,000 ölü / kayıp
Savimbi (Angola, 1975-2002)
400,000 ölü / kayıp
Molla Ömer - Taliban (Afganistan, 1986-2001)
400,000 ölü / kayıp
Idi Amin (Uganda, 1969-1979)
300,000 ölü / kayıp
B.Mussolini (Etopya,Yugoslavya 1936)
300,000 ölü / kayıp
Danimarka (Danimarka 1945)
250,000 Alman Mülteci ölüme terk edildi.
Mobutu Sese Seko (Zaire, 1965-1997)
250,000 ölü / kayıp, 200 bin mülteci
Charles Taylor (Liberya, 1989-1996)
220,000 ölü / kayıp
Foday Sankoh (Sierra Leone, 1991-2000)
200,000 ölü / kayıp
Amerika (Almanya Dresden,1943-1945)
200,000 sivil ölü (Dresden’e sığınan siviller)
S. Milosevic (Yugoslavya,1992-96)
180,000 ölü / kayıp
Michel Micombero (Burundi, 1972)
150,000 ölü / kayıp
Amerika (Hiroşima-Nagazaki 1944)
135,000 ölü atom bombasi lie bu şehirler yok edildi
Almanya (Namibya 1891)
117,000 ölü / kayıp, 15 bin mülteci
Hassan Turabi (Sudan, 1989-1999)
100,000 ölü / kayıp
Richard Nixon (Vietnam, 1969-1974)
70,000 ölü / kayıp
Papa Doc Duvalier (Haiti, 1957-1971)
60,000 ölü / kayıp
Marcos (Filipinler)
50,000 ölü / kayıp
Hissene Habre (Çad, 1982-1990)
40,000 ölü / kayıp
Vladimir Ilich Lenin (Rusya, 1917-1920)
30,000 mühalif infaz edildi
Francisco Franco (İspanya)
30,000 mühalif infaz edildi
Lyndon Johnson (Vietnam, 1963-1968)
30,000 ölü / kayıp
Hafız Esad (Suriye 1980-2000)
25,000 ölü / kayıp
Khomeini (Iran, 1979-1989)
20,000 ölü / kayıp
Eski Yugoslavya (1995 Bosna-Hersek)
15 ölü, 7500 kayıp, 45 bin mülteci
Paul Koroma (Sierra Leone, 1997)
6,000 ölü / kayıp
Usama bin Ladin(Dünya çapında,1991-2001)
4,000 ölü / kayıp
Augusto Pinoşe (Chile, 1973)
3,000 ölü / kayıp
Efrain Rios Montt (Guatemala)
2,000 ölü / kayıp
Sierra Leone
80,000 mülteci, kayıp rakamı belli değil.
Kıbrıs Cumhuriyeti (1912-1974)
25,000 sivil mülteci,1000’ni aşkın ölü,100 ingiliz ölü
Yunanistan (Batı Trakya,1923-1990)
400,000 mülteci evlerin terk etti.
Bulgaristan (1970-1989)
360,000 mülteci kültürel asimilasyon sonucu evlerin terk etti, 1000 kişi toplama kamplarına alındı
Norveç 1920-1930
Tatar göçmenleri kısırlaştırma ve toplama kamplarında izole etme
Amerika -Felluce 2004
Devam ediyor.

ABD SUÇ KRONOLOJİSİ 1898'de Meksika'yı işgal etti.
+ Aynı yıl Küba'ya girdi.
+ 1921 yılında Nikaragua'yı işgal etti. Ulusal Muhafızlar adlı ve başını Somoza'nın çektigi terör örgütünü kurdu. Anti-emperyalist direnişin başını çeken Sandino ve 300 kişiyi katletti. 40 yıldan fazla sürecek bir terör devrini başlattı. Sabotaj ve suikastlar düzenledi.
+ 1945'te Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atarak bir anda 250 bin kişiyi vahşice öldürdü.
+ 1950-53 yılları arasında yüzbinlerce yurtsever Koreliyi katletti.
+ 1954'te binlerce Guetamalalıyı öldürdü.
+ 1955'te Endonezya, Laos ve Kamboçya'da çok sayıda CIA operasyonu
düzenledi.
+ 1956-59 yılları arasında Kübada 60.000 kişiyi, ABD'li
danışmanların ve Batista'nın birlikte yürüttügü operasyonlarda katletti.
+ 1961'de Küba'ya karşı Domuzlar Körfezi çıkartmasını örgütledi.
+ 1965'te işbirlikçi Suharto, 1 milyon komünist ve ilerici
Endonezyalıyı katletti.
+ Aynı yıl Dominik'e paraşütçülerini indirdi ve 10 bin Dominikliyi
katletti.
+ 1975'te Vietnam'dan kovulduğunda arkasında milyonlarca ölü ve
sakat bıraktı. ABD'nin Vietnam'da halkın üzerine attığı 638 bin ton bomba,
II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa ve Afrika'ya atılan toplam bombaların
yarısıdır. Kişi başına aşağı yukarı 5 bomba atıldığı söylenmektedir. Milyonlarca insan stratejik köylere sürülmüş, onbinlerce kadının ırzına geçilmiş, yüzbinlerce insan sakat bırakılmıştır, Milyonlarca insan işkenceden geçirilmiştir.
+ 1970-75 yılları arasında Kamboçya ve Laos'ta 1 milyon insanı katlettiler.
+ 1973'te Şili'de CIA'nın düzenlediği darbe ile 30 bin kişi
katledildi.
+ Arjantin'de faşist generallerle yaptığı işbirliği sonucu 30 bin
kişi kaybedildi.
+ 1983'te Lübnan'a müdahale etti. 14 bin Deniz Piyadesinin katıldığı operasyonda binlerce ilerici yurtsever Lübnanlı katledildi.
+ Aynı yıl Lübnan'a ikinci bir müdahalede bulundu. Akdenizde eşkiyalık yapan Amerikan 6, Filosuna ait savaş gemileri Lübnan'a günlerce bomba yağdırdı.
+ Yine aynı yıl Grenada'yı işgal etti. Yüzlerce ilerici ve yurtsever
katledildi.
+ 1986'da uluslararası haydutluk örneği sergileyerek Libya'yı bombaladı, bine yakın sivili katletti. Ülkeye ambargo uygulayarak deniz ablukasına başvurdu.
+ 1989'da Panama'ya asker çıkarttı ve 5 bin Panamalıyı öldürdü.
+ 1991'de Irak'ın Kuveyt'e girişini bahane ederek diğer emperyalist güçleri de ardına takarak Irak halkına karşı bomba yağdırdı. 100 binin üzerinde insanı katlettigi bu vahseti iletisim kanallarıyla tüm dünyaya resmen izlettirdi. ABD uçakları Irak halkının üzerinde 12 bin sorti yaptılar.
+ Somali'deki durumu bahane ederek yine diğer emperyalist güçleri de peşine takarak ülkeyi işgale girişti.
+ İran'a karşı başlattığı ambargoyu yıllardır sürdürüyor.
+ Latin Amerika'da ABD'nin bulaşmadığı savaş, katliam, insan hakları ihlali yok gibidir. Nikaragua'dan kaçan işkenceci, halk düşmanı
kontraları Özgürlük Savaşçıları adı altında Honduras'ta üslendirdi ve silahlandırarak Nikaragua halkının üstüne saldırttı. Birçok Latin Amerika ülkesinde de Ulusal Muhafızlar adı altında Ölüm Mangaları'nı örgütledi, eğitti, finanse etti, silahlandırdı ve halkın üzerine
saldırttı.
+ ABD, sadece 1946-1975 yılları arasında amaçlarına ulaşmak için tam 215 kez askeri gücüne başvurmuştur. Aynı yıllarda insanlığa 19 kez nükleer
silah kullanma tehdidini savurmuştur. NOT:son 20 yıl buna dahil değildir

ALMANYA
Almanya'da sözde Ermeni soykırımı 2002 yılından itibaren bazı eyaletlerde ders kitaplarına girdi.
24 Nisan 2005 te Bremende sözde Ermeni soykırım anıtı açıldı.
15 haziran 2005 te sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir yasa çıkardı.
Almanların o dönemde Ermenilere soykırım yapılması baskılarına Osmanlı devleti karşı çıkmıştı.Eğer Almanların önerisiyle Osmanlı devleti böyle bir soykırım yapmış olsaydı bugün bizim topraklarımızda ki toplama kamplarından, gaz odalarından, insan yakma fırınlarından sözediliyor olacaktı.

1904-1905 tarihleri arasında batı Afrika Namibya`da Herero ve Nama soykırımı
Batı Afrika`daki Namibya`ya altın ve elmas madenleri için 1904 ten itibaren Almanlar gelmeye başladı. Kısa sürede buradaki Alman sayısı 14.000 i buldu.Verimli toprakların bulunduğu bölgelerdeki çiftliklere el koymaya başlayıp işkence tecavüz ve cinayetlerine Herero lar karşı çıkınca bu insanlar tehlikeli sayıldı. 4.000 Alman askeri modern silahları ve toplarıyla bölgede katliama başladı. Sadece birkaç yıl sonra 1911 de bölgenin yerlisi olan 100 bin Herero`dan 15 bin, 20 bin Nama`dan ise 9 bini hayatta kalabilmişti. Daha sonra Nazilerin kuracağı toplama kamplarının temeli burada atıldı.
Almanya 2. dünya savaşında ölen 30 milyon insanın ölümünden, 35 milyon insanın sakat kalmasından birinci derecede suçludur.​

Almanlar mükemmel Alman ırkı hedefiyle diğer milletlerden ve etnik gruplardan saf Alman saymadıkları 21 milyon insanı toplu kurşuna dizerek ,topyekün savaş şeklinde sivil asker ayrımı gözetmeksizin yaptıkları saldırılarla, toplama kamplarında özel insan yakmak için yaptıkları fırınlarda yakarak (holocaust), yada gaz odalarında zehirliyerek soykırıma uğrattılar.
Bu soykırımların ana hedefi kültürleri Avrupa kültüründen farklı Çingeneler, ve din bazında farklı tanımlanan Yahudilerdi.

Çingenelere yapılan ayrımcılığın temeli 1880 de başbakan Bismarck tarafından çıkarılan bir kanuna dayanır.1942 yılında Avrupa nın çeşitli yerlerinden getirilen 30.000 Çingene çalışma kamplarına kapatılmıştı.Bu yıldan itibaren Çingeneler toplu katliamlara uğratılmaya ve deneylerde kullanılmaya başlandı. Toplu insan öldürme yeteneklerini Çingeneler üzerinde yaptıkları deneylerle geliştirdiler. Bu deneylerde Dr. Jozef Mengele tarafından 6.432 Çingene katledildi. Ayrıca çalışma kamplarındaki 30 bin çingeneden hiçbiri bu kamplardan sağ çıkamadı. Almanya'da yaşayan diğer çingenelerin ise %94ü kısırlaştırıldı.

Hitler'e göre Yahudiler hem doğuda hem batıda çok güçlüydü ve dünyayı kontrol ediyorlardı.Bu nedenle de 17 milyon Yahudi mutlaka yok edilmeliydi. Nazi partisinin 1933 yılında iktidara gelmesiyle birlikte SS`ler Yahudilerin elit kesimini tutuklamaya ve işkence etmeye başladılar.1935 de Yahudilere ait işyerlerine saldırılar başladı. Aynı yıl çıkarılan bir kanunla kan analizleriyle insanlar saf Alman olanlar ve olmayanlar diye sınıflandırılmaya başlandı.
1938 yılında Almanya ile birlikte Avusturya`da Yahudiler toplama kamplarına yollanmaya başlandı.Yahudilere ait evler işyerleri sinagoglar yerli halkında katılımıyla yıkılmaya başlandı.Daha sonra işgal ettikleri Sovyet topraklarında da büyük katliamlar yaptılar.Sovyet topraklarında katledilen Yahudi sayısı 70 bindir.
Artık 1941 yılında neredeyse bütün Avrupa`dan getirilen Yahudiler Almanya ve Polonya?daki Yahudi katliam merkezlerinde toplanmaya başlamıştı.Bu kamplarda kurşuna dizerek,yakarak yada gaz odalarında zehirleyerek büyük çoğunluğu Yahudi 6 milyon insanı katlettiler.
1944 yılı haziran ayında her gün 10 bin kişi gaz odalarında zehirlenmekte 20 bin kişi ise yakılarak katledilmekteydi .Bu kıyım günün 24 saati devam ediyordu.

2. Dünya savaşından sonra Almanya Yahudi soykırım mağdurlarına tazminat ödemeye mahkum edildi.Bu tazminat sadece Almaya tarafından değil Yahudilere yardım etmemekle suçlanan İsviçre ve bazı doğu Avrupa ülkelerince de ödeniyor.Bu tazminatların tutarı 4.5 milyar doları çoktan aştı . Taksitler halinde ödenmekte olan tazminatlara ek olarak, yeni açılan birçok davada Yahudiler, yeni tazminatlar kazanmayı sürdürüyor.
Ancak Yahudi tarihçi Norman G. Finkelstein, Holocaust Endüstrisi adlı kitabında, bütün bu tazminatların kullanılmasında çok önemli yolsuzlukların yapıldığını da ispatlayarak, Nazi mağduru Yahudilere verilmek üzere Almanya ve diğer hükümetlerden çok büyük paralar alındığını, ancak, bu paraların gerçek sahiplerine değil, Siyonist örgütlerin finansmanında kullanıldığını belirtiyor. Buna Yahudi örgütlerinin geçtiğimiz yıllarda Nazi kamplarında köle işçi olarak çalıştırılan Yahudilerin emeklerinin tazminatı nı örnek olarak gösteriyor...
Bu konuda Yahudiler, Almanya'dan yeni bir ödeme istemişlerdi. Bu ödemeden yararlanacak Yahudilerin sayısı olarak verilen rakam 135 bin iken, Nazi kamplarında işçi olarak çalıştırılmış olup, halen hayatta bulunan Yahudilerin sayısının 14-18 bin civarında olduğu ortaya çıkmıştı. Yani sayının astronomik düzeylerde abartılması suretiyle muhatabı bulunmayan paralar, bu kuruluşlarca siyonist Yahudilerin hedefleri için kullanılmaktaydı.




FRANSA Fransa Nisan 1971 de Marsilya kentine Ermeni anıtı dikti.
Fransa 28 mayıs 1998 de meclisinde 18 ocak 2001 yılında senatosunda kabul ederek sözde Ermeni soykırımını tanıdı.
Fransa sözde Ermeni soykırımı olmadı diyenlere 45 bin euro para cezası verilmesini öngören bir yasa tasarısı çıkarmaya çalışıyor.
Paris Mahkemesi, geçtiğimiz temmuz ayında sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’nin tezlerine`de yer verdiği için Fransa’nın ünlü genel kültür ansiklopedisi Quid’i mahkum etti. Aynı mahkeme daha önce de ünlü tarihçi Bernard
Lewis’i Le Monde gazetesinde konu hakkında yayınladığı bir makaleden dolayı 1 euro sembolik tazminat ödemeye mahkum etmişti. Fransa’daki bir çok tarihçi Ermeni soykırımı iddialarına inanmamasına rağmen ceza baskısı yüzünden bu konuda görüş beyan etmekten çekiniyor.
Fransa geçtiğimiz yıl okullarda sömürge döneminin olumlu yönlerinin anlatılmasını öngören bir yasa çıkardı.
Cezayir Başkanı Abdülaziz Buteflika’nın Fransa’nın 1830 ve 1962 yılları arasında Cezayir kimliğini soykırıma tabi tuttuğu ve Cezayir bağımsızlık savaşında 1.500.000 kişiye uyguladığı soykırımı tanıması yönündeki çağrısı üzerine Fransa Dışişleri Bakanı Phlippe Douste-Blazy bir açıklama yaptı. Hafıza çalışması tarihçiler ve araştırmacılar tarafından yapılır. Soykırım bize filozofların ve entelektüellerin öğrettiği bir kelime. Bu tür ifadeleri asla küçültmemek (rezil etmemek) lazım.
Fransa kendisini hep en demokratik ülke olarak göstermeye çalışmıştır. Dünyada tarafsızlığın, adaletin, insan hakları`nın sembolü olduğunu iddia eder.Ancak Fransa’nın tarihi Fransa'nın hiçte böyle olmadığını açıkça gösteriyor.

Anadolu’da Gaziantep-Maraş bölgesini işgal ederek yüzlerce köyü yakıp, binlerce kişiyi öldürdü.
1946-1955 yılları arasında Fransızlar Vietnamlıların bağımsızlık hareketini bastırmak için soykırıma girişti. Bir milyondan fazla Vietnamlıyı katletti.
Benin, Burkina-Faso, Cibuti, Çad, Gabon, Gine , Kamerun , Komor Adaları, Moritanya, Nijer, Senegal, Tunus ve Fas Fransa’nın Afrika’daki sömürgeleriydi . Zaman zaman meydana gelen ayaklanmaları kan dökerek bastırdı. Ancak bunların en kanlısı Cezayir’de olandı.
Fransızlar 1800 lü yılların başlarından itibaren Cezayir’e yerleşmeye başladılar.Önce asimilasyon uyguladılar.Cezayir halkının diline, kültürüne müdahale ettiler. Cezayirliler bağımsızlık isteyince işkence ve katliamlara başladılar.En belirgin işkenceler 65 derece sıcaklıktaki suya sokmak ve vücuda elektrik vermekti.Fransa devletinin onayıyla 500 bin Fransız askeri yaygın ve kurumsallaşmış bir işkence yürüttü.
Bugün Fransa’da hala sahnede olan Le Pen`inde zaman zaman bizzat işkenceci olarak bulunduğu bu dönem 7.5 yıl sürdü.
Acımasızca sivil halk katledildi. Artık Cezayir de 300 kişilik toplu mezarlar vardı. 1960 ta ölü sayısı bir milyonu aşmış 8 bin köy yangın bombalarıyla yok edilmişti. 2 milyona yakın Cezayirli verimsizleşen topraklarını terk etmek zorunda kaldı. 2.5 milyon Cezayirli Fransız askerleri kontrolündeki toplama kampı şeklindeki bölgelere konuldu.
Cezayir’deki soykırım okadar vahimdi ki BM kan dökülmesinin önüne geçilmesi için bir karar aldığında Fransa’nın Cezayir’deki ordusunun komutanı şöyle demişti: Kan dökülmemesinin tek yolu dökecek kanın olmamasıdır.
Yaşları 90'a dayanan son şahitler, Fransız sömürge yönetiminin, Setif, Guelma ve Kherrata şehirlerinde binlerce Cezayirli`yi nasıl kireç fırınlarında yaktığını ve kamyonlarla nehirlere döktüğünü anlatıyor.
1945 Setif katliamı: Cezayir Halk Ordusu'nun, liderleri Messali Hac'ın serbest bırakılmasını istemesiyle başladı. 10 bin kişinin yaptıgı gösteride Fransız ordusu, deniz kuvvetleri ve uçaklarla saldırı başlattı. Olaylar 22 Mayıs'ta sona erdiğinde on binlerce kişi hayatını kaybetmişti.
Nazi Almanyası tarafından işgal edilen Fransa’nın özgürlüğü için gençlerini Avrupa’ya savaşa gönderen Cezayir’e bunun karşılığında bağımsızlık sözü verildi. Cezayir halkı, Fransa’nın Nazi işgalinden kurtulmasıyla kendilerinin de özgürlüğe kavuşacağına inanmıştı. Bu yüzden Almanya’nın yenilmesi, Avrupa gibi Cezayir’de de bayram havasıyla karşılandı. Bu zaferi kutlamak ve kendilerine verilen sözü hatırlatmak için 8 Mayıs günü yürüyüşler düzenleyen Cezayirliler, bağımsızlığın hiç de kolay olmayacağını anlayacaktı. Ülkenin doğusunda bulunan Setif, Guelma ve Kherrata şehirlerinde düzenlenen gösteriler, bir hafta içerisinde Cezayir ve Amerikalılara göre 40-45 bin, Fransızlara göre ise 20 bin Cezayirlinin katledildiği soykırıma dönüştü..
Fransa Cezayir Ulusal Kurtuluş hareketinin üzerine bütün vahşetiyle gitti. Savaş sonunda 1.5 milyon Cezayirli katledildi. Yüzlerce köy ve kasaba yerle bir edildi. İnsanlar mağaralara doldurulup sonra dumanla boğuldu.
Irak’a yönelik 1991 yılında gerçekleştirilen “Çöl Fırtınası” harekatına ABD’nin peşinde katıldı ve 100 bin Iraklının katledilmesinde suç ortağı oldu.
Ruanda’nın 1885’te Almanya ile başlayan sömürge tarihi I. Dünya Savaşı sonuna kadar Belçika ile devam etti. Sömürgeciler çekildikten sonra da 1959–65, 1973 yıllarındaki çatışmalarda on binlerce Ruandalı katledildi. Kıyım 1994 Nisan başında inanılmaz saldırılarla devam etti. Belki de tarihin en hunhar soykırımlarından biri Ruanda’da gerçekleştirildi. Bölgede etkin olan Fransa, Belçika ve ABD’nin olaylara seyirci kalmaları hatta önayak olmaları nedeniyle sadece ilk 100 gün içerisinde 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu palalarla doğrandı. Sonrasında 1,5 sene süren iç savaşta katledilen insan sayısı 1,5 milyona vardı. Batılıların soykırım öncesi ve sonrası ve soykırım esnasındaki rolü Ruanda’daki soykırımın başlıca sebebidir.
 

SALUR

Dost Üyeler
Katılım
23 Ara 2008
Mesajlar
859
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
(the_aci_show)
Cevap: Gerçek soykirimcilar kim ?

İSRAİL ORTADOĞUDA TERÖRİST KİM?
İSRAİL SOYKIRIMLARINDAN BAZILARI
İsrailde dogup büyümüş şu anda Southampton Üniversitesi'nde görev yapan Dr. Oren Ben-dor geçenlerde İndepent gazetesinde son derece doğru bir tesbitte bulunuyordu:
"İsrail terörle oluşturuldu ve özündeki ahlaksızlığı gizlemek için teröre ihtiyaç duyuyor. 1948'de, İsrail'e dönüşen Filistin'in bir bölümünde, Yahudi olmayanların çoğu etnik temizliğe maruz kaldı. Bu eylemler dikkatle planlanmıştı. O olmadan, Yahudilerin çoğunlukta olduğu bir devletin kurulması ve devletin Yahudi niteliğinin korunması mümkün olmazdı. 1948'den bu yana "İsrailli Araplar" olarak adlandırılan Filistinlilerden topraklarından atılmamayı başaranlar sürekli ayrımcılığa maruz kaldılar. Gerçekte çoğundan evlerini görünürde "güvenlik gerekçeleriyle" terk etmeleri istendi. Ancak gerçek amaç, onların topraklarına Yahudiler için el koymaktı."

Birde tarihe bakalım


1914 e kadar Filistin’e göç eden Yahudiler burada koloniler oluşturmuşlar ve nüfusları 12 bini bulmuştu.1918 de ingilizlerin Filistin topraklarını işgal etmesiyle dünyanın her yerinden bu topraklara akın etmeye başlayan siyonist yahudiler ,1920 de Haganah adlı örgütü kurdular.Haganah ibranicede savunma anlamına gelir.Haganah hakkında pekte bilinmeyen bir şey var. Örgüt, Araplara karşı kullandığı silahların bir kısmını Nazilerden temin ediyordu. Gene Filistin’deki Araplarla ve ilerleyen yıllarda İngilizlerle savaşmak için Irgun Zvei Leumi, kısaca irgun adlı bir örgüt kuruldu.1940 yılında irgun`dan ayrılan Avraham Stern’in kurdugu Lahome Herut kısaca Lehi`de Araplar’a karşı kanlı terör eylemleri gerçekleştirdi. İrgun ve Lehi ’nin iki aktif teröristi, yillar sonra tüm dünyanın tanıdıgı isimler haline geldi: Menahem Begin ve Yitzhak Shamir. İkisi de, sırasıyla, Başbakan oldular. Bu örgütler hem Müslümanlara hemde kendilerine Filistin kapılarını açmış olan İngilizlere karşı terör eylemleri düzenliyorlardı.

Teröristler, Israil’in kurulmasıyla eylemlerini bitirmedi, azaltmadı da. Aksine, daha da çok kan dökmeye basladılar. Kana katliamını Şimon Peres, Sayda katliamını ise Netanyahu gerçekleştirdi. 14 Ocak 1994’de Şimon Peres`e Nobel barış ödülü verildi.Ama bu teröristlerin efendisi olarak tarihteki yerini almasına engel olamadı.Ariel Şaron ise Sabra ve Şatila kamplarındaki katliamın baş aktörüdür. Sabra ve Şatila katliamlarının birinci dereceden sorumlusu Şaron ise Abd tarafından barış adamı ilan edildi.
BM Filistin topraklarının bölünmesine dair karar aldığında yahudilerin eğitim görmüş silahlı yetmiş beş bin militanı bulunuyordu. Bu silahlı militanların mevcut yahudi terör örgütlerine göre dağılımı şöyleydi: Hagana: 60 bin, Balamah: 5 bin, irgun: 5 bin, Şatiron: Bin. Diğer dört bin terörist de diğer terör örgütlerine mensuptu. İşte İsrail bu terörist militanlar tarafından kurulmuş ve yöneticileri de onların arasından çıkmıştır.
1948 Mayısı’nda kurulan Siyonist İsrail devleti Ortadoğu`da ABD’nin vurucu gücü ve önemli bir üssü oldu.Bunun karşılığı olarak da emperyalist devletlerden en büyük askeri ve ekonomik yardımı aldı.

İSRAİL’İN YAPTIĞI BAŞLICA KATLİAMLAR:

Kral Davut Katliamı (22 Temmuz 1946):

İsrail terör örgütü irgun’un Kral Davud Oteli’ne düzenlediği saldırıda, aralarında İngilizler, Araplar ve Yahudilerin bulunduğu 96 kişi öldü 58 kişide yaralandı.Katliam İsrail`in ilk başbakanı Ben-Gurion’un emriyle gerçekleştirildi.

Baldat Al-Şeyh Katliamı (30-31. Ocak 1947):
60 ölü, birçok yaralı
Yehida Katliamı (13 aralık 1947):
31 ölü, 63 yaralı
Hisas Katliamı (18.Aralık 1947):
10 ölü, çok sayıda yaralı
Kazaza Katliamı (19 aralık 1947):
5 ölü, çok sayıda yaralı
Semiramis Oteli Katliamı (05 Ocak 1948):
20 ölü, 16 yaralı

Deir Yasin Katliamı(9 Nisan 1948):
İrgun terör örgütüne bağlı militanlar tarafından Deir Yasin Köyü’nde gerçekleştirilen katliamda 254 Filistinli sivil hayatını kaybetti.Öldürülenlerin çoğu kadın ve çocuktu. Yahudi teröristler hamile bir kadının karnını yararak karnındaki çocuğu da öldürmüşlerdi. Teröre şahit olanların anlattıklarına göre yahudi teröristler bu baskında kadınların kulaklarını kesiyor, kulaklarındaki küpeleri alıyor sonra öldürüyorlardı.Örgütün lideri Begin yaptıgı açıklamada Bu önemli bir stratejik eylemdi. Bu eylemi gerçekleştirme şerefi sadece İrgun örgütüne ait değildir. Bu eylem Şatiron'un ve Balamah örgütündeki topçu birliğin katkılarıyla gerçekleştirilmiştir demişti.

Naser Al-Din Katliamı (13 Nisan 1948):
40 ölü, 40 yaralı

Tantura Katliamı (15 mayıs 1948):
200 ölü, çok sayıda yaralı

Beyt Daras Katliamı (21 Mayıs 1948):
Köyde yaşayanların tamamı katledildi

Lida Katliamı (9-18 Temmuz 1948):
İzak Rabin’in açık emirleriyle gerçekleştirilen Lida Katliamı’nda, 10 gün içerinde 60.000 kişi evlerinden atılırken, bunu takip eden El Tira, Tantoura ve Hayfa katliamları ile yüzlerce Filistinli sivil katledildi.

Dahmaş Camisi Katliamı (11 Temmuz 1948):
450 ölü, çok sayıda yaralı

Davayima Köyü Katliamı (29 Ekim 1948):
İsrail işgal ordusuna bağlı üç ayrı bölük El-Halil’deki Davayima Köyü’ne girdi ve hiçbir karşıkoyma olmamasına rağmen rasgele açılan ateşle kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere 80 Filistinliyi öldürdü.

Safsaf Köyü Katliamı (29 Ekim 1948):
İsrail ordusunun Safsaf Köyü’ne düzenlediği saldırı sırasında köylülerin üzerine rastgele açılan ateş 70 kişinin ölümüne neden oldu.

Houla Katliamı (31 Ekim 1948):
82 ölü, birçok yaralı

1948-1949 yılları arasında İsrail işgali altında kalan bölgelerde kalan 500 köy ve kasabadaki Arap nüfusu 950 binden 138 bine indirildi. Arapların evleri ve malları yok edildi. Bu şekilde enaz 400 köy ve kasaba haritadan silindi.

İarafat Katliamı,( 07 Şubat 1951);
10 ölü, 8 yaralı

Gazze Kenti Katliamı (05 Nisan 1956):
60 ölü, 103 yaralı

Kufr Kasem Katliamı (29 Ekim 1956):
İsrail’in Mısır’ı işgali arifesinde, bölgedeki bir Filistin köyüne saldıran işgal askerleri, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 49 Filistinli sivili acımasızca katletti.Çok sayıdada insan yaralandı.

2 Kasım 1956:
Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine, İsrail, Fransa ve İngiltere ile birlikte, Mısır’a saldırdı.

Samu Katliamı (Kasım 1956):
Batı Şeria’ya bağlı Samu köyüne saldıran işgalci askerler, köyü yerle bir ederken, imha operasyonunda 18 Filistinli hayatını kaybetti. Onlarcası yaralandı.

Kibya Köyü Katliamı (12 Ekim 1958):
Ariel Şaron liderliğindeki bir grup İsrail askeri tarafından, Batı Şeria’da bulunan Kibya Köyü’ne düzenlenen saldırıda 45 ev havaya uçuruldu. 69 kişi hayatını kaybetti, 75 kişi de yaralandı. Ariel Şaron bu evlerde kimsenin yaşadıgını bilmiyorduk dedi. Aynı gece iki Filistin köyüde ateşe verildi.

5 Haziran 1967:
İsrail, Mısır, Suriye ve Ürdün’e saldırdı. Sina Yarımadası, Golan Tepeleri, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ü işgal etti.Bu güne kadar meydana gelen 4 Arap-İsrail savaşında 300 bin insan öldü , milyonlarca insan yaralandı.

Ürdün Katliamı (15 Şubat 1968):
İsrail uçakları Ürdün nehri boyunca 15’ ten fazla Filistin köyüne havadan napalm bombası yağdırdı. Saldırıda resmi rakamlarla 56 kişi feci şekilde yanarak can verdi.

İrbid Katliamı (4 Haziran 1968):
İrbid şehrini bombalayan İsrail uçakları 30 Filistinlinin ölümüne neden oldu.

Abu Za’abel Katliamı (12 Şubat 1970):
İsrail uçakları Mısır sınırındaki Abu Za’abel’i havadan bombaladılar. Saldırıda hedef seçilen bir fabrikadaki 70 işçi öldü.
Sha’a Katliamı (8 Nisan 1970):
Mısır’ın başkenti Kahire’ye 80 kilometre mesafedeki Sha’a eyaletinde bir okulu bombalayan İsrail uçakları 46 çocuğu katletti.

Suriye Katliamı (8 Eylül 1972):
Suriye hava sahasını ihlal eden İsrail jetleri yedi köyü bombaladı. Saldırıda en az 200 kişi hayatını kaybetti.

Libya Katliamı (19 Şubat 1973):
Libya Havayolları’na ait bir yolcu uçağı İsrail tarafından düşürüldü. İçindeki 107 yolcu ve mürettebat hayatını kaybetti.

Güney Lübnan Katliamı (1979):
İsrail bölgeye 113 gün boyunca aralıksız saldırdı.Sadece mülteci kamplarını değil köyleri ve kasabaları da bombaladı. 200.000'den fazla Filistinli ve Lübnanlı Beyrut'la Sidon'daki mülteci kamplarına kaçmak zorunda kaldı. 300 kişi hayatını kaybetti 800 kişi yaralandı ve 7.000'den fazla ev tahrip edildi.

Beyrut Katliamı (20 Temmuz 1981):
İsrail jetleriLübnan’ın başkenti Beyrut’a hava saldırısı düzenledi. 45 dakikadan az süren bombalamada İsrail jetleri, 300 sivili öldürdü. Yüzlerce sivil aynı saldırıda yaralandı ya da sakat kaldı.

Batı Beyrut Katliamı (4 Haziran 1982-3 aya yakın sürdü)
Ölü sayısı 18.000 yaralı sayısı 30.000 olarak açıklandı.

Sabra ve Şatilla Katliamları (15-18 Eylül 1982):

1982'de Lübnan'ı işgal eden İsrail kuvvetlerinin başkomutanı Ariel Şaron'un gözetimi ve koruması altında Lübnanlı Hıristiyan Falanjist milisler tarafından gerçekleştirilen katliamda binlerce kişi öldürüldü. Sadece 328 kişinin kimliği tespit edilebildi. Saldırganlar öldürdükleri kişilerin cesetlerini tanınmaz hale getirdiklerinden çoğunun kimliği tespit edilemedi.Sabra ve Şatila bir kan gölüne dönmüştü. Her taraftan oluk oluk kan akıyor, Filistinlilerin cesetleri birbiri üzerinde duruyordu…Sabra Şatila katliamından sonra hazırlanan soruşturma dosyasında yer aldığı üzere; bu katliama katılan falanjist bir milisin 50 kadar Filistinli hakkında ne yapacağını İsrailli bir subaya sorduğunda aldığı cevap şu olmuştu: “Tanrının emrini yerine getir!” Sabra`da Kurbanlardan biride üç aylık Ziyauddin et-Tumeyzi idi. Üç aylık bebek Ziyauddin gerçekten tam "nokta vuruşu"yla, yakın mesafeden atılan tabanca mermileriyle alnından vurularak öldürülmüştü.
Şaron bu katliamdan sonra Beyrut kasabı olarak anılmaya başlandı.

Olay nasıl gerçekleşti:

Filistin kurtuluş örgütüne ABD`nin yazılı olarak verdiği garantiye ragmen İsrail 15 Eylül 1982 de Batı Beyrut`u işgal etti.Antlaşmaya göre FKÖ Beyrutu terkedecek, İsrailde Beyruta girmeyecektir.FKÖ kenti terkedince İsrail şehirde cinayet yağma ve tutuklamalara başladı.
Asıl akıl almaz vahşet ise Sabra ve Şatila mülteci kamplarında yaşandı.16 Eylül 1982 Perşembe günü İsrail ordusu Sabra ve Şatila`yı tamamen kuşattı.Kamp çevresine keskin nişancılar yerleştirildi.1500 kişiden oluşan bir grup ise daha önce İsrail ordusu tarafından çizilen oklarla yönünü bularak İsrail ajanı Said Haddad`ında yardımıyla batı Beyrut yönünde harekete geçti. Şatila kampının girişinde bekleyen askerler ise gece ile birlikte Falanjistler’in kampa girmelerine izin vermeleri emrini aldı.İlk katliamlar güneşin batmasından önce, İsrail karargahının önündeki Arsal ismindeki bölgede başladı. Katil sürüleri, İsrail ordusu tarafından kendilerine verilen jiplerle kampın her yanına yayıldılar. İnsan kıyımı hiç aralıksız 40 saat sürdü. İsrailliler, katliamı işgal altında tuttukları binanın 7. kat damından izlediler. Gece karanlık tamamen inince İsrail ordusu dört bir taraftan kampların üzerine aydınlatma fişekleri atmaya başladı. Kampların, geceleyin bu kadar güçlü ve sürekli aydınlatıldığını gören basın mensupları, Batı-Beyrut’taki İsrail askeri sözcüsünden açıklama istedi. Fakat askeri sözcü susmaktaydı.
16 Eylül Perşembe akşamından 18 Eylül Cumartesi sabahına kadar süren akıl almaz katliamdan sağ kurtulanlar, tanık oldukları tüyler ürpertici katliamı şöyle anlattılar:
“İlk saatlerde Falanjist milisler yüzlerce insanı öldürdüler. Dar sokaklarda hareket eden herşeyin üzerine ateş ettiler. Evlerin kapılarını kırarak, akşam yemeklerinin tam ortasında aileleri son ferdine kadar öldürdüler. Kamp sakinleri yataklarında, pijamaları üstlerinde öldürüldü. Birçok evde pijamalarıyla öldürülüp, kanlı bezlere sarmalanmış 3 ya da 4 yaşında çocuk cesetleri vardı. Fakat çoğu katiller salt öldürmekle yetinmedi. Birçok olayda, saldırganlar kurbanlarını öldürmeden önce organlarını kesti. Çocukların ve bebeklerin kafalarını duvarlara vura vura parçaladı. Kadınlar ve kızlar balta darbeleriyle öldürülmeden önce tecavüze uğradı. Bazen insanlar, sokakta toplu halde kestirmeden öldürülmek için evlerinden zorla dışarı çıkartıldı. Milisler baltayla, bıçakla, erkek, kadın, bebek,çocuk ve yaşlı ayırtetmeden öldürerek etrafa terör saçtı. Kimi kez, kurban gördüklerini ve yaşadıklarını sonradan anlatabilsin diye, ailenin bir ferdini sağ bırakıp diğer tüm fertlerini sağ kalanın gözleri önünde öldürdüler... Birçok kadının önce ırzına geçilip, ondan sonra öldürüldü. Öldürülen kadınlar sonradan çırılçıplak soyuldu ve vücutlar bir haç oluşturacak şekilde dizildi. Tecavüze uğrayan kızlardan biri sadece 7 yaşındaydı.”

Babası, annesi, büyükbabası ve tüm kardeşleri öldürülen 13 yaşındaki Filistinli bir kız çocuğu şunları anlatır: “... Yanımda sürekli ağlayan 9 aylık yeğenim vardı. Yeğenimin ağlaması askerden birini sinirlendiriyordu. Bu asker sonunda, ‘bu çığlıklardan bıktım usandım’ dedi ve bebeğin omuzuna bir el ateş etti. Bunun üzerine ağlamaya başladım ve ona, bu çocuğun ailemden sağ kalan tek çocuk olduğunu söyledim. Bu söz askeri daha da sinirlendirdi, bebeği yakaladı ve bıçakla keserek vücudunu ikiye ayırdı.”
(Sabra ve Şatila Katliamları sf. 38, Amnon Kapeliouk)

Bu tüyler ürpertici vahşetin yüzlerce örneği yaşanır Sabra ve Şatila’da. Kesin sayı hiçbir zaman bilinemedi, ancak binlerce ölü ve kayıp olduğu kesin. Ayrıca 3500 kişinin`de kamyonlarla götürüldüğü daha sonra hiçbirinden haber alınamadıgı biliniyor.

Eretz Kontrol Noktası Katliamı, 17 Temmuz 1984
11 ölü, 200 yaralı

Tunus Katliamı (1 Ekim 1985):
İsrail Tunus’taki FKÖ karargahına hava saldırısı düzenledi. Saldırıda 70 kişi hayatını kaybetti.

Oyon Kara Katliamı (20 Mayıs 1990):
13 ölü, çok sayıda yaralı

Kudüs Katliamı (8 Ekim 1990):
Mescid-i Aksa’yı yıkarak yerine Süleyman Mabedi yapmak isteyen Yahudilerle Filistinliler arasında çıkan çatışmada, İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu 30 Filistinli hayatını kaybetti, 850 kişi de yaralandı.

Hz. İbrahim Camii Katliamı (25 Şubat 1994) :Batı Şeria’nın El Halil kentinde bulunan Hz. İbrahim Camii’ne sabah namazı esnasında bir Yahudi tarafından gerçekleştirilen saldırıda, aralarında çocukların da bulunduğu 50’nin üzerinde kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 300 kişi de yaralandı.

Kana Katliamı (18 Nisan 1996):
Bu katliam İsrailin verdiği ismle gazap üzümleri olarakta bilinir.Başbakan Şimon Peres`in emriyle İsrail Lübnan’da bulunan BM korumasındaki Kana mülteci kampına saldırdı. Çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 109 Filistinli hayatını kaybetti. Katliam, kafaları kopan çocukların oluşturduğu acı manzaralarla zihinlere kazınırken, BM saldırının bilinçli olarak gerçekleştirildiğini açıkladı.

Kudüs Katliamı (27 Eylül 1996):
Kudüs belediye başkanının kendiliğinden yıkılması için Kubbet’üs-Sahra’nın altına tüneller açtırması sonucu patlak veren olaylarda üç günde 76 kişi öldü.İsrail askerleri cuma namazı esnasında 4000 askerle Mescidi Aksayı kuşatıp namaz kılan müslümanların kafalarına kurşun sıkarak öldürdü.

Ellinci Yıl Katliamı (14 Mayıs 1998):
İsrailin kuruluşunun 50. yıldönümünde, Filistinlilerin protesto gösterileri sırasında çıkan çatışmalarda dokuz Filistinli hayatını kaybetti, 1.200 Filistinli yaralandı.

Cenin Katliamı (3-15 Nisan 2002):
Batı Şeria’daki Cenin Mülteci Kampı’na zırhlı birliklerle saldıran İsrail ordusu yaklaşık 1.300 sivili katletti. Yani 13.000 mültecinin yaşadıgı kampta her 10 kişiden biri öldürüldü.Birleşmiş Milletler ise yayınladığı raporda İsraili çatışmalardan sonra kampa insani yardım ve doktor girmesini engellemekle suçladı.


Nuseyrat Katliamı (7 Mart 2004):
Gazze’deki Nuseyrat ve Bureyc mülteci kamplarına giren İsrail askerleri araslarında dört çocuğun da bulunduğu 14 sivili öldürdü.

Şeyh Ahmet Yasin Katliamı(22 Mart 2004):
Filistin’in manevi önderi Şeyh Ahmet Yasin sabah namazı çıkışında bizzat Şaron tarafından yönetilen bir askeri operasyon sonucu sekiz Filistinli ile birlikte hunharca katledildi. Yasin katliamı sonrası İsrail terörünün sınırlarının artık kalmadığı anlaşılırken BM’ nin katliamı kınamasının önünde yine ABD vetosu yer aldı.

Gökkuşagı operasyonu (Mayıs 2004):
Gazze şeridindeki Refah`ta İsrail askerleri Filistinlilere ait evleri yıkmaya devam etti.Enaz 40 filistinli öldürüldü.2000 yılında bölgede başlayan yıkımlarla yıkılan ev sayısıda 2.000 i aşmış oldu.

Refah katliamı (mayıs 2004):
İsrail, gökkuşağı operasyonunu protesto eden Filistinli kadın ve çocuklara helikopterden 4 roket fırlattı.İsrail askerlerinin ve tanklarınında otomatik silahlarla katıldıgı katliamda kadın ve çocukların 22 si öldü 50 si yaralandı.

Kana katliamı (Agustos 2006):
37’si çocuk olmak üzere 60’tan fazla sivil öldürüldü. Kana kasabası yerle bir edildi.BM`nin İsral`i
kınayamadı bile.Çünkü önünde gene ABD engeli vardı.


Lübnan katliamı (12 Temmuz-14Agustos 2006):
1152 ölü 3500 den fazla yaralı. Ölenlerin 400 den fazlası çocuk.

İsrail bu katliam esnasında ise modern dünyanın kendilerinden istediğini yaptıklarını söylüyordu.İsrail Lübnan`a saldırısında bir savaş suçu daha işledi.Kimyasal silahlar ve misket bombaları kullandı.Savaş sonrası İsrailli subayların İsrail gazetelerine yaptıkları açıklamalara göre Lübnan`a katliamın son on gününde 1800 misket bombası atıldı. İsraiin bölgeden çekilmesine ragmen sivil ölümleri bu bombalar yüzünden hala devam ediyor.
BM bırakın İsrailin bu katliamlarını kınamayı kendi askerlerinin kasıtlı olarak hedef alınıp öldürülmelerini bile ABD engelinden dolayı kınayamadı.34 gün boyunca savaşı Tv lerden izledi, İsrail katliam yaparken sessizliğini sürdürdü.
İsrail saldırıları esnasında Beyrutta bulunan Amerikan Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve İslam Tarihi uzmanı olarak görev yapan 44 yaşındaki Dr. Karen Pinto bakın İsrail`in Lübnan`a saldırısını nasıl anlatıyor.

“Daha önce de savaş görmüştüm. Ama bu çok farklı ve kötüydü. Önce uzaktan sesi duyuluyor, sonra bombaları görüyorsunuz. Tüyleri diken diken eden gürültü ve görüntüleri yaşıyorsunuz. Parkta çocuklar oynarken, sivillerin bulunduğu yerleşim alanına bombalar atılıyordu. İsrail, Lübnan saldırısında özel tip bombalar kullandı. Bu bombalar atıldığı bölgede mantar tipinde göğe doğru yükselen dev bulutlar oluşturuyordu. Orada gece ve gündüz duyduğunuz tek ses, uçak ve bomba sesleriydi. Sonra da bağırtılar. İsrail, Lübnan’a kimyasal bombalar attı. Misket, fosfor, napalm bombası ile yangına yol açan bombalar attı. Bu bombalar, Beyrut’un, Lübnan’ın birçok sivil yerleşim alanlarına atıldı. Binlerce insan bu bombalardan yandı, yaralandı.”



Hepsi bukadar değil , Bu sayfalarda bulunmayan yüzlerce binlerce katliamı, insanlık suçu var İsrailin.

Ramallah, Nablus, Beytlaham, Tulkerem; Kalkiliya, Rafah, Han Yunus defalarca katliamlara sahne oldu.
İsrailin katliamları saymakla bitmez.Gazzede hergün öldürülen birkaç Filistinli haberlere bile konu olamıyor artık.Halbuki oradaki soykırım dünyanın gözleri önünde devam ediyor.


İNGİLTERE İngilizler yakın tarihlerinde 26 soykırımın lekesini taşıyor.

İngilizler Amerika kıtasısı`nın keşfinden sonra İspanyollar ve Hollandalılar ile birlikte pek çok kıyıma imza attılar. Göçmen olarak gittikleri ülkelerde 200 yılda 400 e yakın anlaşma yaptılar. Ama canları istediğinde yada yeni kaynaklara ihtiyaç duyduklarında bu anlaşmaları tek taraflı bozdular.Yaşlı genç ,kadın çocuk demeden arazilerine yada hayvanlarına el koyabilmek için göçmen yada işgalci olarak gittikleri bölgelerin insanlarını acımasızca katlettiler.

AMERİKA`DA
Riogrande-Virginia bölgesinde Powhatans kabilesinin nüfusu 1600 yılında 50 bin iken sadece 7 yıl sonra 1607 de 5 bin kalmıştı.
Ohio ırmagı kıyısında ve çevre şehirlerde yaşayan 100 bin yerli çiçek hastalıgı taşıyan battaniyelerle hastalık bulaştırılarak öldürüldü.Bu yöntem daha sonra diğer soykırımcı Avrupalılarca pek çok yerde uygulandı.
İngilizlerin katliamları sonucunda 1900 lerin başında
Tonkavasların sayısı 1800 den 56 ya
Caddoların sayısı 8500 den 500e
Wichitaların sayısı 3500 den 350 ye
Kichailerin sayısı 1000 den 66 ya
Apache lerin sayısı 500 den 60 a
Comanche lerin sayısı 7000 den 1600 e düşmüştü.

AVUSTRALYA`da
1788-1938 yılları arasında İngiltere Avustralya`da soykırım yapıyordu.

Avustralyanın yerli halkı Aborjinleri (aborginal) siyah,zayıf,enalttaki hayvani ırk diye tanımlayarak büyük bir nefretle katllettiler. Hayvan avına çıkar gibi yerli avına çıkıp avlandılar. Yerlilerin kafalarını kesip herkesin görebileceği meydanlarda sergilediler.Bununlada büyük övünç duydular.
1824 yılında bölge sömürge yönetimi tarafından çıkarılan izinle görüldükleri yerde yerliler öldürülmeye başlandı.
Korkutup topraklarını ellerinden alabilmek amacıyla kadınlarını öldürüp yaktılar.
İngilizler avlayarak, çiçek, tifo, dizanteri mikroplarını kullanarak yada yiyeceklerine zehir katarak aborjinlere soykırımı yaptı.
İngilizler avustralyaya ayak bastıgında 750 bin olan yerli nüfusu 1911 de 30 bine düşmüştü.

2 Mayıs 1857’de Delhi yakınlarındaki Meerut’ta başlayan ve buradan Hindistan’a yayılan ayaklanma kanlı şekilde bastırıldı. İngiltere ayaklanmayı bir ırk savaşına dönüştürdü. İşgalci İngilizler girdikleri bütün köylerdeki insanları imha ettiler.
Aynı yıl İngilizler Delhi’yi ele geçirdiler. İşgale karşı ayaklanma Şubat 1859’a kadar sürdü. Yüzbinlerce Hintli katledildi.

İngiltere'nin 1876'dada Hindistan'da 25 milyon insanı katletti

1890’da Kenya ve Uganda’yı işgal etti. İngiliz terörü aralıksız onyıllarca sürdü. 1950’li yıllarda Kenya tam bir toplama kampına dönüşmüştü. Ekim 1953’te İngilizler 138 bin Afrikalıyı gözaltına aldı. Aynı yıl 1300 Kenyalı katledildi.İngiliz işgali boyunca köyler yakıldı, 39 toplama kampında 70 bin Kenyalı tutsak edildi ve bu süreç zarfında 30 bin Kenyalı vahşice öldürüldü.

1900’de Güney Afrika’da Boer’lere saldırıldı. İngilizlerin yakaladıkları ve toplama kamplarına koydukları çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 20 binden fazla Boer öldürüldü.

1902’de Vereeniging anlaşması sonunda Boerler bağımsızlıklarını yitirdi.

1915 te hiç sebepsiz Anadolu topraklarına saldırdı .Çanakkale`de beşyüzbinden fazla insanın ölümüne sebep oldu.

13 Nisan 1919’da barışçıl bir gösteriye ateş açan İngilizler 379 Hintliyi öldürdü, 1200 kişiyi yaraladı.

1 Nisan-14 Temmuz 1931 arasında Hindistan`da 103 kişi katledildi, 420 kişi yaralandı.

İngiliz işgali altındaki İrlanda’da 1922-23 arasındaki iç savaş boyunca İngiltere hükümeti pek çok insanı yargılamaksızın idam etti yada kurşuna dizdi.

1927’de Shanghay’da onbinlerce Çinli katledildi.

1929’da İngiltere işgali yıllarında Siyonist zulme isyan eden Filistinlilerden 200ü katledildi. Birçok Arap köylü idam edildi, birçoğu hapsedildi.

1931 Temmuzu’nda İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri Hindistan’a 500 ton bomba attı.
1936 yılı içinde 1000 Filistinli yine İngiliz emperyalistler tarafından katledildi.İngiltere, Siyonizmin silahlandırılması ve Ortadoğu’ya yerleştirilmesinde önemli rol oynadı. Bu destek nedeniyle İngiliz güçlerinin 1939 yılında Ortadoğu’dan çekilmesiyle binlerce Arap katledildi. Onbinlercesi yaralandı.
İngiltere, Ekim 1944’te Yunanistan’ı işgal etti. Larissa ve Makranissos toplama kamplarında binlerce Yunanlı vahşi işkencelerden geçirildi ve katledildi.
Amerikalılar ve İngilizler, Almanların savaşı kaybetmelerinin ardından, Almanyanın Dresden kentine sığınan Alman göçmenlerin üzerine 3 gün boyunca havadan bomba yağdırdılar. Savunmasız insanların sığındığı Almanyanın kültür merkezi Dresden kentine intikam amacıyla düzenlenen bombardımanlar sırasında 3 bin 900 ton tahrip gücü yüksek bomba ve 200 bin napalm (yangın) bombası atıldı. Sokaklar yanmış insan cesetleriyle doldu. Bu yoketme harekatı sonucunda çoğunluğunu çocuk ve kadınların oluşturduğu 200 bin kişi öldü. Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombaları sonucu 135 bin kişinin öldüğü gerçeği Dresden’e uygulanan soykırımın büyüklüğünü gözler önüne seriyor.
1952 de İngilizler Kenyada`ki ayaklanma girişimini 2 milyon Kenyalıyı öldürerek bastırdılar.
İrlanda’nın işgalinin 25 yılı boyunca çoğu sivil, katledilen İrlandalı sayısı 3 bin civarındadır.

1969-80 yılları arasında İngiltere’de gözaltında ölen insan sayısı 696 kişidir.
 

SALUR

Dost Üyeler
Katılım
23 Ara 2008
Mesajlar
859
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
(the_aci_show)
Cevap: Gerçek soykirimcilar kim ?

Tarihte Türklere Karşı Soykırım İddialarında Portreler: "Gladstone 1809-1898" Dr. M.Galip Baysan
Tarihte Türklere karşı ilk soykırım iddiaları, Osmanlı Devletinin zayıflığının açığa çıktığı “Napolyon Savaşları” döneminde, “milliyetçilik” akımlarının Osmanlı Gayrimüslim tebaasını harekete geçirmesiyle birlikte başlamıştır. Avrupa’nın Hıristiyan ülkeleri; İsyan eden Osmanlı Gayrimüslimlerine karşı kendilerini dinen ve ırk olarak borçlu hissettiler. Onlara doğrudan ve endirekt yardım için çareler aradılar. Bu devletler için en önemli husus, zayıf Osmanlı Ordusuna karşı savaşmaktan çok, kendi kamuoylarının Türklere karşı yapılacak müdahaleler için ikna edilmeleri ve savundukları “çağdaş, medeni ve insancıl ideallere” ters düşmemeleriydi. O zaman da propaganda ile “Türklerin ve Müslümanların karalanması” görüşü benimsendi. Osmanlının daha ziyade dinsel anlayışından kaynaklanan geniş hoşgörüsü nedeni ile yabancılar ve Gayrimüslimlere tanınan “özel haklar” ve kapitülasyonlardan yararlanarak oluşturulan ve 1800’lü yıllardan itibaren yayılan misyoner ve azınlık okullarının gayretleri ile içerde milliyetçi isyanlar başlatıldı. Avrupalı Güçler bu isyanların bastırılması sırasında meydana gelen olayları ve isyancıların kayıplarını olumsuz ve abartılı bir şekilde kendi halklarına aktardılar. Böylece Osmanlı devletinden ayrılmak isteyen değişik toplumlar için değişik soykırım iddiaları doğmuş oldu.
Mesela 1808’de “Sırp İsyanı” çıktığında, Sırplar bölgede tam bir kıyım yaptılar, İsyanı bastırma yolunda alınan tedbirlere, Avrupalılar; günümüze benzer şekilde “Sırplara Soykırım yapılıyor” iddiaları ile karşı çıktılar ve 10 sene bile geçmeden (1816’da) Sırbistan Devleti kuruldu. Benzer şekilde 1820 lerde başlatılan “Mora İsyanı” sırasında, isyancıların parolası: “ Hiçbir Türk kalmayacak ne Mora’da nede dünyada” idi. Bu şarkı her yerde söylenerek Mora’da Türk bırakılmadı, buna rağmen Avrupa başkentlerinde “Türklerin zalimlikleri anlatıldı ve masum Yunan halkının özgürlüğü için yardım kampanyaları başlatıldı ve gönüllüler toplandı.” Bu kampanyalar sonucu oluşturulan siyasi atmosfer içinde, Avrupa’nın güçlü ülkeleri kendi kamuoylarının baskısına fazla dayanamadılar! Ve müdahale kararı aldılar. İngiltere-Fransa ve Rusya Donanmaları, savaş ilanına bile gerek görmeden dost gibi yaklaşarak Navarinde Osmanlı Donanmasını bir baskınla yok ettiler. Olay tam bir “Soykırımdı”. O gün ( 20 Ekim 1827) 10.000’den fazla Türk genci; daha ne olduğunu anlayamadan denizin dibine gönderildi. Bir yıl geçmeden Rus Ordularının sınırı geçmeleri ile başlayan (1828–1829) Türk-Rus Savaşı sonunda imzalanan bir anlaşma (1829 Edirne Anlaşması) ile yeni bir “Yunan Devleti” doğmuş oldu.
Batıda “Barbar Türk- Zalim Türk” imajının verimliliğini gören Osmanlı’nın Gayrimüslim azınlıkları bu senaryoya sıkı sıkıya bağlandılar. Hele Kırım Harbi sonunda, 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanından sonra olaylar gittikçe gelişti. Lübnan’da çıkarılan isyanı bastırmak için Fransızlar: o bölgede yaşayan Hıristiyanlara “Soykırım uygulanıyor, bunu önlemek istiyoruz” bahanesi ile Lübnan’a 5000 kişilik bir güç gönderip, Hıristiyan Marunîlere özel haklar sağlarken (1861), isyanı önlemeye çalışan devlet görevlileri ve Müslüman Halk temsilcileri kurulan sehpalarda can verdiler. Benzer olaylar Eflak- Buğdan ve Girit Eyaletlerinde de oluştu, Avrupa Devletlerinin büyük baskısı ve emri vakileriyle tıpkı Lübnan gibi, Eflak-Buğdan’a da müşterek olarak bazı haklar tanındı (2 Kasım 1861) ve Girit’in yönetimine de yeni bir düzen getirildi(1867)
Türkler “Soykırım iddiaları” konusunda en büyük darbeyi 1875 yılında başlayan “Bulgar Ayaklanması” sırasında, hiç umulmadık bir yönden, o güne kadar Lord Palmerston’un ortaya koyduğu genel politika nedeni ile dost bilinen İngiltere’den yediler. 1870’lerde İstanbul da Rus Büyükelçisi General İgnatiev ve onun “Pan Slavist Politikası” sonucu Balkanlar’da büyük fırtınalar oluşurken, Batı dünyasında Türklerin güvendiği tek ülke olan İngiltere’de de bir adam, bu zamanın süper gücünün devlet politikasını, Türklerin aleyhine çeviriyordu. Bu kişi ilk defa 1868 yılında iktidara gelen, ülkesinde Türk aleyhtarı “bir ekol” yaratan ve günümüzde dahi bu ekole sıkı sıkıya bağlı taraftarları bulunan Başbakan Gladstone’dur. Bu kişiyi yakından tanımak ve bilmek, günümüz Avrupası’nda meydana gelen ve hatta gelebilecek olayları anlamak isteyen her Türk aydını için kaçınılmaz bir görev olmalıdır. İşte bu nedenle biz bu yazımızda, bu büyük “Türk Düşmanı” politikacıyı değişik yönleri ile ve ilk “Portre” olarak sizlere tanıtmak istedik. Gelecek yazılarımızda Batı Dünyasında “Soykırım iddialarının mimarları olan” diğer önemli isimleri sizlere sunmaya devam edeceğiz. Konuya ilgi duyan ziyaretçilerimizin bizi izlemelerini tavsiye ederiz.
William Ewart Gladstone: 1809–1898 yılları arasında yaşamış ve İngiltere’de 1868–1874, 1880–1885, 1886 ve 1892–1894 yılları arasında dört kez başbakanlık yapmış bir devlet adamıdır. İskoç kökenli bir aileden geliyordu. Eton’da ve Oxford’daki “Christ Church Collage ( Kilise İsa Koleji)’nde eğitim gördü. Din adamı olmayı düşündüyse de babasının etkisiyle bundan vazgeçti. Meslek olarak politikayı seçen Gladstone: ilk defa 1832 yılında Parlamentoya seçildi. Politik hayatı boyunca dinsel görüşler çerçevesinde kalmasının ve detaylarını açıklayacağımız, Türk aleyhtarı faaliyetlerin nedeninin, onun çocukluk ve gençlik döneminde aldığı bu dinsel eğitim olduğu
Kanaatindeyiz. Onun 1839 yılında yazdığı tek kitabı tamamen dinle ilgilidir ve “The State in Its Relations With Church” ( Kilise İle İlişkileri Bakımından Devlet) adını taşımaktadır. 1834–5 yıllarında ilk defa Maliye Bakanı olarak hükümette yer aldı. 1852’de ikinci defa Maliye Bakanı iken, Kırım Savaşını desteklememesi nedeni ile çıkan bir anlaşmazlık sonucu 1855 yılında hükümetten ayrıldı.
Türk taraftarı bir politika benimseyen Lord Palmerston’un ölümünden (1865) bir yıl bile geçmeden, Gladstone; Kırım Savaşı sonunda imzalanan Paris Antlaşması gereği, Rusya’nın Karadeniz’de donanma bulunduramayacağı maddesi aleyhinde ve mevcut kısıtlamaların kaldırılması lehinde konuşmalar yapmaya başladı. Genelde Kırım Savaşına katılmayı bir siyasi hata olarak kabul ediyordu. Bundan cesaret alan Rusya, 1870’de bu kısıntıyı tanımadığını ilan etti ve İstanbul’daki Büyükelçisi, o da ünlü bir Türk düşmanı ve Balkanlarda “Pan Slavizm” politikasının gerçekleştirilmesinin baş mimarı olan General İgnatiyev’in tavsiyesine uyarak Karadeniz ve Balkan topraklarındaki faaliyetlerini hızlandırdı. İngiltere-Türkiye arasındaki ittifakı bozmak için Bulgar Hıristiyanlığını kullandı. Gönderdiği silah ve ajanlarla değişik yerlerde isyanlar başlattı.
1874 senesi başlarında Parlemento’yu feshederek seçime giden Başbakan Gladstone ve partisi seçimlerde ağır bir yenilgi alınca, Parti Başkanlığından ayrılmış ve Hawarden’deki malikânesine çekilmişti. Rusların tahriki ile başlatılan isyanları bastırma konusunda Osmanlı Devletinin aldığı tedbirler Batı Başkentlerine bir “Soykırım” olarak yansıtıldı. Fırsatı kaçırmak istemeyen Gladstone isyanları bastırmayı başaran Osmanlı Devletine karşı, Başbakan Disraeli tarafından gerekli müdahalenin yapılmadığı iddiası ile yeniden siyasete döndü. Gladstone artık bir devlet adamından çok bir “Haçlı Savaşçısı” gibi davranıyordu. Her fırsatta bir Rusya dostu ve Türk düşmanı olduğunu göstermekten sakınmıyordu. Adeta gençliğinde hayal ettiği “Din Adamı” kimliğine kavuşmuş gibi idi. Kendi Partisini de, dış politikada Türklerin aleyhine yönlendirdi. İşte o zaman Liberal Partiye mensup gazeteler, Rus basınından daha fazla “Türk zulümleri ve barbarlığı” yazılarıyla doldu.
Gladstone’un bizzat kaleme aldığı Bulgar Dehşeti ve Doğu Meselesi “ Bulgarian Horrors And The Question of The East”adlı broşürü, Sultan Abdülhamit’in Eyüp’te kılıç kuşanmasından bir gün önce Londra’da piyasaya çıkmıştı. Bu broşür İngiltere’de 1 hafta içinde 40.000 adet sattı. Hemen Rusça’ya çevrildi ve bu çeviri de Moskova’da bir ay içinde 10.000 alıcı buldu. Bu baskı o günlerin Rusyası için bir rekordu. Broşürdeki “broşürü okuyanın çok hoşuna gidiyordu. Mevcut bunalımı Balkan Yarımadası dışına çıkarmakta yarar görmeyen devlet adamları bu çağrıyı fazla ateşli buluyorlardı. Yine de gerek eski bir Başbakanın yayınladığı broşür, gerekse İngiltere ve Rusya’daki protestolar, kamuoyunu hareketlendirdi ve hükümetlerin politikalarının geliştirilmesinde etkili oldu.
Bulgaristan Dehşeti” adlı broşür, İngiliz halkı üzerinde o kadar etkili oldu ki, adeta kapışıldı ve bir ay içinde satışı 200.000’e yükseldi. Böylece Bulgar davası kısa süre içinde sayısız taraftar kazandı. Gladstone’un taraftarları gerek Liberal Parti içinde gerekse dışında çalıştılar, toplantılar yaparak bir grup oluşturdular. Bu grup 8 Aralık 1876 günü ( Yani Balkanlardaki karışıklıkları önleme amacı ile 23 Aralıkta İstanbul’da yapılan tarihi Tersane konferansından sadece iki hafta önce) St. James Hall’de “Doğu Sorunu” konusunda büyük bir ulusal toplantı düzenledi. Bu konferanslara İngiltere’nin belirli bir konuda dış politikasına baskı yapmak amacıyla, o güne kadar görmediği şekilde bir aydınlar grubu katıldı. Konuşmacılar değişik fikirler öne sürdüler ama sonunda Türkiye’yi reformlar yapmaya zorlamak için, İngiliz Hükümetinin Rusya ile işbirliği yapması gerektiği hususunda fikir birliğine vardılar. Bilindiği gibi Rusya Türkiye’nin en büyük düşmanı, Hıristiyan ve Slav olan Bulgarların da en büyük destekçisi idi. Konferansın sonunda en önemli konuşmacı kabul edilen Gladstone İngiltere ve Rusya’nın Türk tebaası olan Hıristiyanlara özgürlüklerini sağlamak için verdikleri müşterek desteği açıklama anlamı taşıyan bir Jestte bulundu. Rusya’nın İngiltere’deki propaganda temsilcisi Bayan Olga Navikoff’un koluna girdi ve salondan birlikte çıktılar. Savaşa kadar 1876–1877 kışı boyunca “Doğu Sorunu” tartışma konusu olmaya devam etti. Ama artık olan olmuş, İngiliz devlet politikası Gladstone sayesinde değişmiş, İngiltere, Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyanları koruma amacı ile Rusya’nın dostu ve Türklerin baş düşmanlarından biri haline getirilmişti.
1870’lerin ortalarında İngilizleri Türk düşmanı haline getiren olay sadece Rusların propagandası ve Gladstone’un tek taraflı gayretleri değildi. Dinsel ve ırksal dayanışma arzusunun dışında asıl sebep ekonomikti. 1869’ da İngiliz, Fransız sermayesi ve Mısırlıların iş gücü ile açılan Süveyş Kanalı; geçen 5–6 yıllık süre içinde bütün hisseleri ile tamamen bu iki ülke sermayedarlarının eline geçmişti. Ayrıca Osmanlı Devletine verilen borç faizlerinin tamamının zamanında ödenemeyeceği ile ilgili 6 Ekim 1875 tarihinde çıkarılan kararname, İngiliz ve Fransız halkı üzerinde çok olumsuz bir etki yaratmıştı. Bu olumsuz akımlardan en çok yararlananlar da Bulgar davasını destekleyen Rus ve İngiliz propagandacıları oldu.
Gladstone’un çalışmalarının dönemin İngilteresinde ne kadar önemli kabul edildiğini açıklarken, hepimizin çok iyi tanıdığı iki ünlü ismin görüş ve davranışlarını da sizlerle paylaşmak istiyoruz. Bu iki isim Karl Marx ve Charles Darwindir.
11 Aralık 1876’da Marx, Friedrich Engels’e yazdığı bir mektupta, yukarıda belirttiğimiz St. James Toplantısını detaylı bir şekilde anlatıyor ve Gladstone’un Bn. Navikoff’la beraber konferanstan nasıl “çalım satarak” kol kola çıktığını tarifle, İngiltere ve Rusya arasında daha şimdiden bir ittifak kurulmasından duyduğu endişeyi dile getiriyordu. Marx Çarlık Rusyası’na, Avrupa’daki bütün reaksiyoner hareketlerin büyük desteği ve Batı Uygarlığı için ciddi bir tehlike gözü ile bakmaktaydı. Das Kapital’in 2nci ve 3ncü ciltleri üzerindeki çalışmalarını konferanstan sonraya bıraktı ve Gladstone’un Rus taraftarı politikasını eleştiren üç makale yazdı. Makaleler en çok okunan muhafazakâr bir İngiliz gazetesinde imzasız olarak yayınlandı. Bu makalelerinde Marx nazik, fakat güçlü ve inandırıcı bir şekilde; Gladstone’un yalanlamalarına rağmen, Bn.Navikoff ile gizli bir siyasal yazışma sürdürdüğünü ve Polonya’daki Rus baskısı karşısında sesini çıkarmazken, Bulgaristan’daki Türk baskısını protesto etmenin bir riyakarlık olduğunu savunuyordu.Gladstone’un Hıristiyan Bulgarların halklarını yüceltmesine karşı, Marx; Türk köylüsünün ahlaki değerlerini ve “Muhammedin Çocuklarının” bütün Hıristiyan sahtekarlara ve iki yüzlü gaddarlık tacirlerine karşı aldıkları sağlam, şerefli durumu yüceltiyordu.
Konuyla yakından ilgilenen ünlü bilgin Darwin’e gelince; “Bulgaristan Dehşetlerinin 6 Eylül 1876’da yayınlanmasından hemen sonra başlatılan Bulgaristan’a yardım kampanyasına ilk yardım edenlerden biri olmuş ve 19 Eylül günü 15 Pound yardımda bulunmuştur. Darwin St. James toplantısının yapılmasına büyük destek vermiş ve “Bulgaristan’a yardım için Aralık1876 ve Ağustos 1877’de 15 ve 10 pound olmak üzere iki defa daha yardımda bulunmuştur. Darwin’in Bulgar Hıristiyanlarına yardım için verdiği bu destek pek çok hayranı için teşvik edici olmuştur. Gladstone’un Türk-Rus Savaşından hemen önce, 20.Mart 1877 Pazar günü yaptığı bir toplantıya Darwin de katılmış ve konuşmacıları desteklemiştir. O gün Gladstone’un yazdığı “Katliam Dersleri” adlı ikinci kitabı elindeydi ve konuşmalarının esasını bu kitap teşkil ediyordu. “Türk terörizmi-Barbarlığı” bu toplantıda uydurma senaryolarla düzenlenmiş olarak ele alınan tek konu oldu ve Darwin Gladstone’u büyük bir zevkle dinledi.
Burada dikkatinizi İstanbul’da yapılan “Tersane Konferansına” çekmek isteriz. Uzmanlar genellikle tarihsel gelişmelere bakarak, konferansın başarısız olmasını; “Mithat Paşanın aynı gün Meşrutiyeti ilan etmesine” veya Sultan Abdülhamit’in acemiliğine bağlarlarsa da biz aynı kanıda olmadığımızı, aslında konferansın başarısız olmasının Londra’da olduğu gibi diğer Avrupa başkentlerinde önceden planlandığını ve suçun Osmanlı Yönetimi ve siyasetinde olmadığını belirtmek istiyoruz. Nitekim Konferansa İngiltere’yi temsilen katılan, farklı siyasi parti mensubu olmalarına rağmen, bizce Gladstone ekolünün en büyük temsilcilerinden biri sayılması gereken Salisbury Markisi’nin İstanbul’daki ve daha sonra, Bakan ve Başbakan olduğu zamanlardaki tutum ve davranışlarını hatırlamak, bu iddiamızı kanıtlamak için yeterli olacaktır. ( Bu kişi yazı serimizin üçüncü ismi olacak ve etkili bir Portre olarak sizlere tanıtılacaktır.)
1877–78 Türk-Rus Savaşı bilindiği gibi Türk toplumuna büyük acılar getiren, maddi ve manevi çok ağır kayıplara uğratan bir savaş olmuştur. Biz sadece Bulgaristan’la ilgili kısa bilgiler vermek istiyoruz. Acaba gerçekte Gladstone ve dostlarının Avrupa’da fırtınalar estirdiği soykırım iddialarının esası ve sonucu nasıl olmuştu?
1876 yılında isyanlar başlayınca, Bulgar isyancılar ilk adımda köylerinde yaşayan 1000’den fazla Türk köylüsünü öldürdüler. Olayın boyutu devlet görevlileri ve halkı fazlası ile heyecanlandırdı. Osmanlı Ordusu Sırbistan ve Karadağ’la savaş halinde olduğundan olaylara zabıta güçlerinin yanında halkın oluşturduğu milisler de katıldı. Çok fazla can ve mal kaybına sebep olan asiler yer yer sıkıştırılıp imha edilmeye başlandı. Olaylar bu hale dönüşünce de Hıristiyan Batı Dünyası daha önce ve daha sonra da göreceğimiz gibi “Bulgar Soykırımı, Bulgar Vahşeti” iddiası ile ayağa kalktı. Muhtelif resmi kayıtlara göre isyan sırasında ölen Bulgar sayısı3.000 ila 12.000 arasında tahmin edilirken Batılı Başkentlere bu rakamlar çok abartılı bir şekilde 100.000–200.000 olarak yansıtıldı.
Türk tarafına gelince, savaş sonunda Osmanlı sınırlarının İstanbul kapılarına kadar itildiğini hatırlıyoruz. Balkanlarda yaşayan milyonlarca Türk insanı Ruslar, Romenler, Sırplar ve Bulgarlar tarafından yok edildiler, sürüldüler. Tanıkların ifadesine göre Edirne ve İstanbul şehirlerinde camiler göçmenlerle doldu. Açlık, yorgunluk ve salgın hastalıklar nedeni ile 300.000’den fazla insan sadece yollarda öldü. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin sayısı yarıdan fazla azaldı. 260.000’den fazla Bulgar Müslüman halkı uygulanan zulüm ve baskı nedeni ile yok edildiler. Bu dönemde yine sadece Bulgaristan’dan göç ettirilen Türklerin sayısı 515.000 kadardır. Böylece Bulgaristan’daki Türklerin sayısı %52 azaltılınca, Bulgarlara da yaşadıkları toprakların çoğu üzerinde nüfus üstünlüğüne dayanan bir hak iddiasında bulunma şansı yaratılmış oldu.
Savaş sonunda imzalanan “Yeşil Köy- Ayastefanos” ve daha sonra “Berlin” Anlaşmaları ile Osmanlı Devleti büyük toprak kayıplarına uğradı. Romanya, Sırbistan, Karadağ tam, Bulgaristan yarı bağımsız hale geldi. Bosna-Hersek Avusturya-Macaristan, Kıbrıs İngiltere’nin kontrolüne, Kars, Ardahan, Batum bölgesi de Rusya’ya terk edildi. Yapılan gizli anlaşmalar sonucu 3 yıl sonra Tunus Fransızlar,4 yıl sonra da Mısır-Sudan İngilizler tarafından işgal edildi. Ayrıca her iki anlaşmaya kasten konulan 16ncı ve 61nci maddelerle Anadolu Hıristiyanlarından Ermenileri kurtarmak için ilk büyük adımlar atıldı.
Gladstone’un bu olaylar sonucu elde ettiği prestij ona ve partisine 1880 seçimlerini kazandırdı. İkinci defa Başbakan Olan Gladstone hiç vakit kaybetmeden yeni bir “dinsel sorun” Ermeniler ve Ermenistan la ilgilenmeğe başladı. İstanbul’da Sultan Abdülhamit’in çok değer verdiği İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’a bir mektup göndererek onun “ Ermeni Katliamının derhal durdurulması ve Ermeniler lehinde ıslahat yapması için Padişaha baskı uygulamasını” istedi. Büyükelçi :”Bu konuda padişaha baskı uygulanamaz” cevabını verince hemen geri çağrıldı ve politik yaşamı sona erdi. Böylece Gladstone Başbakan olur olmaz yeni bir “Soykırım” iddiasını hiç yoktan ortaya atmış oldu. Bildiğiniz gibi, bu tohum yeşerecek ve günümüze kadar büyüyerek gelecektir. Oysa daha Hınçak, Taşnak gibi Ermeni Örgütleri henüz kurulmamış ve isyanlar başlamamıştır. Ama ne olursa olsun çıkacak olayların Batıda ismi ve değerlendirilmesi hazırdır, “Soykırım”. Gladstone bu döneminde Osmanlı Toplumuna en büyük darbelerden bir başkasını Mısır ve Sudanı kopararak vurdu.
Gladstone Ermenilere en büyük desteği yaşlılık nedeni ile siyasetten ayrıldığı 1894 yılında verecek ve Avrupa’da dağınık halde faaliyet gösteren Ermeni örgütlerini Londra’ya davet ederek onları yeniden organize edecektir. Böylece Ermeniler Avrupa’da kendilerine dev bir sığınak bulmuş olurken, Gladstone son günlerinde yeniden din kardeşlerine yardım ederek büyük sevap kazanma imkânına sahip oluyordu.
Gladstone tıpkı Bulgar Meselesinde olduğu gibi, yeni doğup büyüttüğü Ermeni meselesinde de fanatik bir taraftardır. “Ermenilere yardım, insanlığa hizmettir” ve “Doğuyu ilerletip aydınlığa kavuşturmak isterseniz, Ermenilere istiklal veriniz” sözleri onun Ermenileri yüceltmek onlara olan desteğini açığa vurmak için söylediği sözlerdir. Buna karşılık tıpkı benzerleri gibi, söyledikleri ve yazdıkları arasında, Türkler ve Türkiye hakkında olumlu bir tek cümle bile bulmak imkânsızdır.
Gladstone: 3Mart 1894’te yaşlılık nedeni ile görevinden ayrılarak malikânesine çekildi ve dört yıl sonra kanserden öldü ve Westminster Abbey’e (İngiliz Devlet büyüklerinin gömüldüğü mezarlığa) gömüldü.

REFERANSLAR:
-W.E.Gladstone, Bulgarian Horrors and the Question of the East (John Murray, London,
1876; Lessons in Massacre (London–1877)
- Richard Millmon, Britain and the Eastern Question,1875–1878,p.184 ( Oxford, Clerandon Press–1979)
-Richard T.Shannon, Gladstone and The Bulgarian Agitation,p.26 (Hamden,Conn. Archan Book,2nd Edition–1976)
-Andre Maurois, İngiltere Tarihi, Cilt–2,s.649 ( Çev. Hüseyin Cahit Yalçın, Kanaat Kitabevi, İstanbul–1939
-Eastern Question Association,Reort of Proceedingof The National Conference at St.James Hall, London, December 6th 1876 –Londra p.1-136
-Ralph Colp Jr. William Gladstone, Karl Marx, Charles Darwln,Klement Timiriazev ve 1876-78 “Doğu Sorunu” Üzerine Notlar ( Tarih ve Toplum, 20 Ağustos 1985,Cilt.4.s.82)
- Marx’ın söz konusu üç makalesi şunlardı:
Mr. Gladstone and Russian İntrigue (Gladstone ve Rus Entrikası),The Whitehall Review,3Şubat 1877; Mr. Gladstone Vanity Fair (Gladstone Gösteriş Fuarı/ Sergisi) 3.Mart–1877 s.126-127; Vanity Fair 10 March 1877.s.142-143
-Tarih ve Toplum Cilt –4, (1985)
-Jhon Merley, The Life of William Evert Gladstone,2.cilt ( New York, Mac Millan Company-1932)
-Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu, Son Üç yüz Yıl, Bir Çöküşün Tarihi s.162 ( Çev. Belkıs Çorakçı Dışbudak, Sabah Kitapları, İstanbul–1995)
-Ana Britanica, Cilt 13,s.328-329 ( Hürriyet Yayınları,İstanbul-1994)

Kaynak>>>http://www.efrasyap.com/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=97
 
Üst