Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in İdamı
Mondros Mütarekesi sonrasında İstanbul başta olmak üzere Türk topraklarını işgal eden güçlerin en önemli istihbarat kaynağı Ermeni-Rum şubesiydi. O dönemde kişi olarak 600-700 kadar Türk fişlenmişti.
Kişilerle ilgili olarak yurdun her tarafından Rumlar, Ermeniler, kiliseler, okullar ve ajanlar vasıtasıyla toplanan bilgiler bu fişlere işleniyordu.
1919 yılı başlarken işgalcilerle Hükümetin aynı amaçta birleşmeleri sonucu artık Türkiye’de bir insan avı başlamıştı. Yabancılar soykırımı ispatlamak, Osmanlı yöneticileri de ittihatçılara karşı besledikleri kini tatmin etmek telâşındaydılar. Bu karışık ortamda ilahlara kurban gerekiyordu. Bu kurbanlar Ermeniler tarafından özenle seçilir ve yargılama sırasında her türlü hile acımasızca kullanıldı.
Bakanlar Kurulu (Meclis-i Vükelâ) 14 Aralık 1918’de zorunlu göç sırasında suç işleyenlerin harp divanlarında yargılanmalarına karar verdi. İlk Divan-ı Harp İstanbul’da kuruldu. Zorunlu göç faillerinin yargılanması için kurulan bu ilk Harp Divanı’nı başkanlığına Emekli Korgeneral (Ferik) Mahmut Hayret Paşa getirildi. Mahkeme yedek üye ile birlikte sekiz üyeden oluşuyordu ve bu üyelerin dördü (1/2’si) azınlıklar arasından seçilmişti. İstanbul’da kurulan mahkemeden sonra 8 Ocak 1919’da, başka illerde de aynı amaçla mahkemeler kurulmasına karar verildi. İstanbul’da ilk yargılama 5 Şubat 1919 günü başlatıldı.
İngilizler 23 Ocak-20 Nisan 1919 günleri arasındaki dönemde, yakalanmaları için, 223 kişinin adını Tevfik Paşa ve daha sonra gelen Damat Ferit Hükümetine vermişlerdi. Bunların arasında otuz yedi Türk subayı bulunmaktaydı. Yakalananlar yargılanmak üzere önce İstanbul’da toplandılar. Bu kişilere isnat edilen en büyük suç,
“Ermeni Soykırımı” iddiası idi. Osmanlı arşivlerinde soykırımla ilgili kişi ve belgeler bulunmamasına rağmen İngilizlerin isteği ile tevkifler Mart ve Nisan aylarında da devam etti. Ciddi bir itham olmamasına rağmen bu tutuklular
“Bekir Ağa Bölüğü” diye adlandırılan bir hapishanede toplatıldı.
Ermeni zorunlu göç olayını tetkik için kurulmuş olan Komisyonun gördüğü lüzum üzerine 16 Aralık 1918’e kadar şu isimler tutuklandı. Sivas eski valisi Muammer Bey, Diyarbakır eski valisi Dr. Reşid Bey, Mamuretülaziz eski valisi Sabit Bey, Musul eski valisi Memduh Bey, Divan-ı Muhasemat temsilcilerinden Macid Bey ve Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey.
Kemal Bey’in yargılanması 5 Şubat 1919’da başladı ve 7 Nisan 1919’da sona erdi. Mahkeme heyetinin değişmesi nedeni ile Kemal Bey iki safhada toplam 18 duruşmaya çıkarıldı. Ermeni üyelerin de aralarında bulunduğu mahkeme, bir Ermeni şovuna dönüştürüldü. Boğazlayan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf vekili olan Kemal Bey, Ermeni tehciri (zorunlu göçü) sırasında ölümlere sebebiyet verdiği iddiasıyla daha önce Yozgat İstinaf Mahkemesinde yargılanmış, suçsuz bulunmuş ve serbest bırakılmıştı. Savunmasını Sadettin Ferid Bey adında cesur bir avukat yapıyordu.
Savunmasından sonra söz Kemal Bey’e verilince, şu ibret verici sözü söyledi.
“Düne kadar bir hâkimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz.”
Kemal Bey’in konuşmasından sonra mahkeme reisi Hayret Paşa:
“Kemal Bey, emin olun, mahkeme hükmünü hiçbir dış etki altında kalmaksızın, sadece vicdani kanaatine göre karar verecektir.” demek ihtiyacını hissetti.
Fransız ve İngiliz işgal kuvvetleri komutanlarının ve Ermeni Patriği Zaven Efendinin baskısı devam edince Sadrazam (Damat ) Ferit Paşa Divan-ı Harp Reisi Hayret Paşayı uyarmak gereğini duymuş; Bu nedenle sadrazamla adalet anlayışından taviz vermek istemeyen Reis Hayret Paşa arasında sert bir tartışma geçmiş sonra da
Hayret Paşanınyerine “Nemrut” lâkabıyla tanınmış Kürt Mustafa Paşa getirilmiştir.
Artık mahkeme, bir mahkeme olmaktan çıkmış, hükümetin emrini yerine getiren bir görevliler grubu halini almıştı. Kemal Bey işte bu mahkemenin verdiği 8 Nisan 1919 tarihli kararla idama mahkûm edildi. Kemal Bey’i ölüme, mahkûm eden karar Vahdettin’in huzuruna getirilince, Sultan Şeyhül İslâm’ın fetvasını istedi.
Şeyhül İslâm Mustafa Sabri Efendi cezanın haksızlığı konusunda en net kanıtı, şu sözlerle ortaya koydu:
“Kemal Bey hakkında istenen fetva itfa değil kaza olur; benim ise kazaya salahiyetim yoktur.” Buna rağmen bir formül bulundu ve ceza’yı onayladı. Şeyhül İslamın fetvası ile Kemal Bey 10 Nisan 1919 Perşembe günü Beyazıt Meydanı’nda asılarak idam edildi.
Kemal Bey’in idam sehpasındaki son sözleri şunlardı:
“Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu milletim uğruna yetim bırakıyorum... Asil Türk milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah Vatan ve Milletimize zeval vermesin, Âmin.”
O sırada manzarayı küçük köşkün penceresinden seyreden “İngiliz Sevenler Cemiyeti” liderlerinden
Said Molla cellâtlara bağırıyordu.
“Söyletmeyin bu alçak herifi! Hemen asın bu köpeği!” Kemal Bey’in ölümünden sonra, kendisinin hiç göremediği ve ailesinin Adnan (Ergüder) adını verdiği bir oğlu dünyaya geldi.
İdamdan sonra TBMM 19 Ekim 1922’de Kemal Bey’i ‘şehid-i millî’ ilân eder. Bunun üzerine dede Arif Bey Atatürk’ü makamında ziyaret eder. Orada ‘vatanın babası’ iltifatlarıyla karşılanır. Atatürk, torunlarını evlat edinmek istediğini söyler. Arif Bey ise, “Onlar bana oğlumun bediasıdır. Müsaade edin, bende kalsınlar. Nafakalarını karşılamanız yeterlidir” der. Bu görüşmenin bir sonucu olarak TBMM’de kanun çıkarılır ve Beşiktaş’ta dört daireli bir apartman, Beyoğlu’nda bir ev ve kayd-ı hayat şartıyla tüm çocuklara maaş bağlandı.
İşte Atatürk’ün büyüklüğü ve Said Molla’ nın çukurluğu, günümüzün Damat Feritleri, Nemrut Mustafaları, Sait Mollaları,Ali Kemalleri elbirliği ile Cumhuriyete ve onun değerlerine saldırıyorlar, Kemal bey yerine Milli Devleti darağacına çıkarmaya çalışıyorlar.Tarih Tekerrür ediyor, Tarih Tekerrürden İbaretse hainler kendi sonlarını hazırlıyor!