Türk Tarihinde gönüllü kuvvetler

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
- TÜRK TARİHİNDE GÖNÜLLÜ KUVVETLER –


[FONT=Times
New
Roman]Tarihimizde Gönüllü Kuvvetler: Bir toplumun “devlet” haline gelebilmesi , onu meydana getiren halk ve aydınların “bağımsız” yaşamanın önemini bilmeleri ve onun için her türlü özveriyi göze almış olmalarıyla mümkündür. Bağımsız olarak yaşanan yer vatandır. Vatanı korumak bağımsızlığı korumaktır. Bağımsızlığı korumaya ayrılmış bir güç olmadan yani “askeri” güç olmadan bağımsızlık olmaz. Tarih boyunca devlet niteliği taşıyan bütün teşkilatlar askerliğe önem vermişler, ordular kurmuşlardır. Devletlerin kurulması ve güçlenmesi ile orduların güçlenmesi ayni zaman dilimi içinde olduğu gibi zayıflamaları ve dağılmaları da ayni zamanlara rastlamaktadır. Orduların teşkilat ve yapısı, milletlerin kendi milli yapıları, bulundukları coğrafi ortam ve zamanlarına göre değişiklikler arz etmiştir. Tarih boyunca değişik coğrafyalarda hüküm süren Türk devletleri güçlü ordular kurmuşlardır.

Tarih boyunca değişik coğrafyalarda büyük devletler kurmuş ve bu devletlerin sağladığı özgür ortamlarda yaşamış olan Türk milleti bunu savaşma güç ve kabiliyeti ile yapmıştı. Millet ve devletine yönelik bir tehdit ve tehlike anında askeri bir disiplin altında düşmana karşı durabilecek gücü ortaya koyabilmesi, mücadele için organize olabilmesi onun en göze çarpan özelliğidir. Bu nedenle Türk tarihi ilk bakışta savaşlar tarihi olarak görülmektedir. Türk tarihinden söz ederken daima Türk ordularından bahsedilir. Bildiğimiz kadarıyla devamlı ve kalıcı ilk Türk ordu yapısı Selçuklular zamanında oluşturulmuştu. Bunlar geçimini askerlikten sağlayan kapıkulu askerleri idi. Ondan önce bir tehlike anında bütün Türkler bir ordu gibi silah altına koşar, vatan ve millet varlığını korumak için boy teşkilatları içinde ordudaki yerlerini alırlardı. Bir başka deyişle tehlike görünce herkes gönüllü asker olarak silah altına koşardı.


Bu orduların yapı ve teşkilatlarında zaman içinde gelişme ve değişmeler görülmüştür. Ancak her dönemde düzenli orduların içinde gönüllü birlikler daima olagelmiştir ve bunlar savaşlarda önemli başarılar kazanmışlardır. Örnek olarak, Osmanlı Ordusu’nun ana kuvveti Yeniçeriler arasında da “Gönüllüler” vardı. Yeniçeriler içinde maaşsız, gönüllü olanlar vardı. Bunlar şehir ve kasaba halkından idiler. Kayıt esnasında yeniçeri serdarına para veya hediye verirlerdi. Harb zamanında Turnacılar vasıtasıyla bulundukları mahallin serdarının kumandası altında muharebeye gidip yararlık gösterenler isterlerse devamlı yeniçeri olabilirlerdi. Muharebe zamanında yeniçeri ocağına asker gerektiği zaman serdengeçti adı ile gönüllü toplanırdı. Bunlar belirli bir hizmetten sonra yararlı görülürse devamlı asker ocağına kaydedilirdi.

Osmanlı Devleti’nde bazı değişikliklerle eskiden beri devam eden uygulamaları düzenleyen 25 Ekim 1886 tarihli “ Asker Alma Kanunu’na “ göre gönüllü askerlik yapmak isteyenlere bazı şartlar ileri sürülmekle birlikte kolaylıklar da sağlanmıştı. Gönüllü Asker olabilmek için aşağıdaki şartlara sahip olmak gerekiyordu:

1- Askerlik yükümlülüğü altında bulunmamak ve yaş olarak ta 18 yaşından küçük olmamak,

2- Her türlü bulaşıcı hastalıktan uzak, vücudu sıhhatte ve askerliğe elverişli durumda olmak,

3- Hırsızlık, ırza tecavüz gibi yüz kızartıcı bir suçtan dolayı ceza almamış olmak ve halk arasında kötü tanınmış olmamak,

4- Askerliğin hangi sınıfına girerse o sınıf için takdir edilen askerlik süresi kadar silah altında bulunmayı kabul etmek,

5- Anne ve babasının rızalarını almış olmak.

Gönüllü askerlik hizmetini kabul edenler istedikleri alay ve taburda görev alacaklardı. Bunlar ayrıca devlete sadakatle hizmet edeceklerine dair yemin ettirilmekteydi. Ayrıca gönüllü askerler mensup oldukları sınıfın mecburi hizmetini bitirdikten sonra istedikleri kadar silah altında kalarak askerliğe devam edebilirlerdi.

Gönüllü askerliğin yaygın olarak denenmesi Balkan Savaşı esnasında olmuştur.
Balkanlı devletlerin ani bir baskınıyla başlayan Balkan Savaşı’nın birinci kısmında büyük bir yenilgi yaşanıyor tüm balkanlar elden gitti gözüküyordu. İstanbul’a kadar dayanan Bulgar, Yunan kuvvetleriyle ateşkes yapılması çabalarını millet tepkiyle karşılamıştı. Balkanlar’daki karışıklıklar arttıkça halkın heyecanı da artmaya başlamıştı. Ülkenin çeşitli yerlerinde gösteriler yapılmaya başlandı. Konya, Kayseri gibi illerde mitingler düzenlendi ve İstanbul’a halkın harp isteğini belirten telgraflar çekildi. 5 Ekim 1912 tarihinde Kayseri’de yapılan bir gösterinin ardından halkın gönüllü asker ve bağış toplama konusundaki isteğine karşı hükümetin gösterdiği uygun tavır halk tarafından sevinçle karşılandı. … … Üniversiteli öğrencilerin 7 Ekim 1912 günü Babıali’de yaptıkları mitingde hükümetin harpten kaçması halinde hıyanetle suçlanacağı açıklandı. … … Halkın vatan savunmasında gösterdiği bu istek ve ilgi seli karşısında hükümet gönüllü başvurularını kabulden başka bir şey yapamadı. Esasen nizamiye, redif ve müstahfaz birliklerin kadrolarındaki eksikliklerde idareyi buna mecbur tutmakta idi. … Gönüllü olarak askerlik yapmak isteyenler asker alma kanununda belirtilen şartları taşımak zorundaydı. Buna göre gönüllü kaydı yapılanlar seferberliğin devam ettiği sürece ayni kanunun askerlik hükümlerine uymak zorundaydı. Gönüllü başvuranların en az 18 yaşında olması ve ana babasının rızasını almış olması gerekliydi. Dış tesirlere karşı koruyucu olabilen elbise ve ayakkabısının olması, iyi hale sahip olması önemliydi.

Ordu, saflarına katılacak gönüllülerin vatan sevgisi (hamiyet-i vataniye) ve vücutça harbe yetenekli olmasını, silah kullanmayı bilmesini, sağlıklı olmasını vazgeçilmez şart olarak görüyordu. Bunun için gönüllü yazılanlar önce depo taburuna gönderilmekte, burada 20 gün boyunca özel bir eğitim programına uygun olarak avcılık ve atış eğitimleriyle yetiştirildikten sonra, eğer mümkünse askeri elbise ve ayakkabı giydirilerek, mümkün değilse kendi elbiseleriyle cepheye sevkleri yapılmaktaydı. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gönüllü olmak için gelenler, bunların bir kısmının kanuni takibat altında olması, sokaklarda başı boş olmaları, memleketlerine göndermenin de çözüm olmaması, İstanbul’da Gönüllü Birliklerin oluşturulmasını hızlandırdı. İstanbul Muhafızlığı, bunları toplayarak Metris Çiftliği denilen yerde askeri eğitime aldı. Birinci Kolorduyu Hümayun Kumandanlığı İstanbul Muhafızlığı’nda görevli Miralay Hasan Hamdi’yi bunları eğitip, disipline etmek için Komutanlığı’na atadı.

Gönüllü başvuranlardan bir kısmı çeşitli suç olaylarına karışmış, kanunla başı dertte olan ve işi gücü olmayan insanlardı. Hatta bunların bazıları suç için organize olmuş, vukuatlar yapmış, sonra çeteleri dağıtılmış olanlardı. Başkumandanlık ve Babıali arasında yapılan yazışmalardan anlaşıldığına göre; harpte cesaret ve fedakarlıkları ile ün yapan 28 gönüllü içinde, orduya katılmadan önce adam öldürme, yol kesme, yaralama, çetecilik suçlarından mahkum olanlar vardı .

Gönüllü birliklerden her zaman istenen sonuç alınamamıştır. Disiplinsizlik olayları sık görülmüş bazı muharebelerde gönüllü birliklerin çabuk çözülüp, dağıldığı görülmüştür. Tarihsel süreçte bunlar olabilecek hadiselerdir çünkü nizami birliklerde de ayni olaylar görülebilmektedir. Gönüllülük ayni zamanda bir moral güçtür çünkü bilhassa Osmanlı Devleti’nin gerilediği belli cephelerde Ordunun geri çekildiği zamanlarda, ülkenin dört yanından gönüllü olarak cepheye gitmek isteyen on binler, hem takviye olarak fiziki hem de ön cephede savaşanlar için bir moral güç demektir.

Gönüllü birlikler, redif fırkalarına, nizamiye alaylarına, fırka ve kolordulara, taburlarına “Müfreze” olarak dahil ediliyorlardı. O günlerdeki gönüllü müfrezelerini kendi isimleriyle örneklersek; Aslan Bey Müfrezesi, Ziya Bey Müfrezesi, Dağıstan Müfrezesi, Çerkez Müfrezesi … gibi ..

23 Ocak 1913 tarihinde Babıali Baskını gerçekleşti. Hükümetin doğrudan kontrolünü ele alan İttihat Terakki yönetimi ileri bir harekatla Edirne’yi geri almayı düşünüyordu. Terhis edilen gönüllülerin çağrılmasına ve yeniden gönüllü yazımına başlandı. 1. Dünya Savaşında da işgal tehlikesi altında olan, savaş bölgelerinde bölge halkından oluşturulan, ayrıca eski mahkum ve suçlulardan da asker alan Teşkilat-ı Mahsusa Alayları, bilhassa Doğu, Kafkas cephesinde önemlidir. Kahramanlarımız, Binbaşı Hüseyin Avni Alparslan ve Osman Ağa’da bu yapılanmanın içindedir. Daha doğrusu gönüllü birlikleri doğrudan oluşturan muvazzaf ve milis subaylardır.

Kuva-yı Milliye döneminde de, gönüllü kuvvetler Kurtuluş Savaşı’nın bel kemiğiydi. O dönemde, Milli Kuvvetler, Kuva-yı Milliye; zaten gönüllü kuvvetler demektir. Şunu da önemle belirtelim ki, Mondros Mütarekesi sonrası o kara günlerde işgalcilere karşı başlayan gayri nizami, gönüllü direnişin çok büyük anlamı olmuştur, Anadolu’da oluşan milli hareket için fiili ve manevi kuvvet olmuştur. Kuva-yı Milliye’nin tüm yurda yayılması her kesimden halkın dayanışması, işgale ve iç ayaklanmalara karşı silaha sarılması ile olmuştur, milli kuvvetler gücünü gönüllü kuvvetlerden almıştır, en azından düzenli orduya geçilene kadar ..Düzenli Ordu oluşturulduğunda bile, Ordumuzda azalmış da olsa gönüllü birlikler mevcuttu. Giresun 42. ve 47. Gönüllü alayları bunların önde gelen örnekleridir. Ayaklanmaları bastırmada ve de Sakarya savaşında gösterdiği başarılar ortadadır. 42nci Gönüllü Alay’ın Komutanı Binbaşı Hüseyin Avni Alparslan’da 30 Ağustos 1921’de, Sakarya Savaşı’nın o kritik saatlerinde siperlerin önünde savaşırken alayının askerlerinin büyük kısmıyla şehit olmuştur. Yunan Ordusu’nun Ankara’yı ele geçirme planları yaptığı o ölüm kalım saatlerinde Binbaşı Hüseyin A. Bey; Mangaltepe Gökgöz mevkinde, Subaylarına şu emri vermiştir: "İzinsiz ve emirsiz çekilen her asker idam edilecektir. Bu savaş böyle bir savaş olacak. Çünkü bu savaş fetih yağma savaşı değil, Vatan Savaşı. Hiç bir hatayı affetmeye hakkımız olmadığı bir savaş. Komutanlarımız izin vermedikçe geri çekilmeyeceğiz, öleceğiz. Askere örnek olacağız. Çocuklarımıza para pul mal mülk değil, Milleti için Şehit yada Gazi olmuş namuslu bir askerin çocukları olmanın şerefini bırakacağız..." Gönüllüler, genç subaylar önde, ölüme koşmaktaydılar..

Tarihteki büyük Türk devletlerince devamlı askeri teşkilatlar kurulmuş, ihtiyaca göre geliştirilmiş, dönemlerinin en güçlü orduları olarak üstünlüklerini göstermişlerdir. Bu teşkilatlar içinde her zaman gönüllü askerlerin bir yeri olmuştur. Çünkü vatan ve millete yönelen her tehdit ve tehlike karşısında Türk halkı bunun doğrudan kendisine yöneldiğinin şuurunda olarak ordu saflarına koşmuş, zaten kendisinin bir parçası olan askerleriyle birlikte omuz omuza mücadeleye girişmiştir. Gönüllü olarak cepheye koşanlar; vatan savunmasının toplum için kutsal görüldüğünün canlı şahitleridir.

Esasında günlük yaşamda, her türlü faaliyette esas üretkenler gönüllüler değilmidir? Çıkar için makam için değil, gerektiğinde her türlü tehlikeyi göze alan, zor gelindiğinde ezilen, ceza alan, gerçek fedailer gönüllüler değil midir?
Yolsuzlukla, haksızlıkla, enayi deseler de savaşan.. Ağaç fidanı diken, fakir, okulsuz çocuklara koşan, hastaların yaralarını saran gönüllüler değil midir.

Vatan gerçekten tehlikeye düştüğünde, en öne koşan, cephelerde, teröristlerle savaşarak şehit olan, gerçek vatanseverler, sisler arasında kaybolan gerçek kahramanlar, gönüllüler değil midir ? ….

Bu devirde fazla gönüllü yok, samimiyet zamanı, ayrılmanın yeri yok..
 
Üst