Mevlâna'yı Anlamak

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde



mevlanatbbip0.jpg



- Yeniliğe Doğru

Her gün bir yerden göçmek
Ne iyi
Her gün bir yere
Konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan
Akmak ne hoş
Dünle beraber
Gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa
Düne ait
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım



30 Eylül 207… Belh şehri, bir mutasavvıf kazandıracaktır yeryüzüne… Çocukluğunda ailesiyle Konya’ya gçöen Mevlana Celaleddin-i Rumi, büyük bir alim olma konusundaki adımlarını atmaya başlıyor Konya2nın bozkır topraklarında. Babasından aldığı eğitimle de, iyi terbiye görmüş bir genç oluyor zamanla. Okuyor sürekli, dünyayı tanıyor, edebiyatı tanıyor, şiiri öğreniyor, dinini öğreniyor, babasının vefatından sonra da, onun yerine geçiyor, vaazlar veriyor, muridlerine dersler veriyor. Mevlana henüz her şeyden habersizce olgunlaşmayı bekliyor…

Derken, Mevlana 40 yaşlarındayken Tebrizli Şemseddin ile karşılaşıyor çarşıda. Mevlana’nın ruhunu bir ateş alıyor ki, aşkı öğreniyor o an, vecdi öğreniyor, değersizleşiyor her şey gözünde, Şems’e varıyor her şey, yüreğine Şems doğuyor. Arapça’da Güneş anlamına gelen Şems, Mevlana’nın da güneşi oluyor, her yer, her şey Şemseddin oluyor.

Mevlana Celaleddin-i Rumi, şöyle anlatıyor Şems’e olan aşkını;

“Ey Tebrizli Şems,
dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli,
benim dinim senin yüzünle övünür, ey sevgili…”


Ve Mevlâna yeniden doğuyor. Kendisine şaşmış ve anlamayan gözlerle bakanları umursamaksızın, aşka kapılıyor, vecde geliyor, şiire bulaşıyor, raksediyor, ney üflüyor, o dönüyor, sevgilisi dönüyor, kainat dönüyor… ve Şems konulu mısralar süzülüyor divitlerden, dillerden. Hak şarabının sarhoşluğuyla dizeler akıyor şimdi burada..

- Benim İstediğim Sevgili

Sonra sermeli üzerimize incileri
Tebrizli Şemseddin’im gibi
Hak şarabından sarhoş olup.



Günler meşk halinde geçiyor Konya’da. Şemseddin ile Mevlana diz dize Allah’ın aşkına
adım kala, yok olmaya uğraşıyorlar, aynılaşmaya… Mevlana durmaksızın yazıyor; sevgilisine, dostuna, ruh ikizine mısralar akıtıyor dilinden, Mevlana’nın evinde bir bayramdır sürüyor…



- Bu Şiir Ondan Utanıyor

Bakarsın Calinus gibi hastalar ülkesindendir o.
Bakarsın hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi.

Sustum artık ben,
sustum artık
Bu şiir utanıyor ondan.




Lâkin, bu pek sevilip sayılan âlimin dini, sosyal ve profesörlük görevlerini ihmal ederek vaktini, bir kervansarayda rastladığı, toplum nezdinde anlaşılması müşkil bir dervişle, yani Tebrizli Şemseddin ile geçirmesinden Konya halkı bir kızgınlık duymaya başlıyor. Ve bunlar üzerine Mevlana’nın Şemsi, Mevlana’nın iyiliği için gitmek istiyor ve gidiyor…

Mevlana’nın yüreğine acı oturuyor. Yanında kimseyi istemiyor, daha da içine kapanıyor. Aşktan ve vecdden yazdığı şiirler, şimdi acıdan, kederden yazılıyor…


- Gel Artık!

Git sor Allahın seversen
Ne yol gösterir sevgili,
Ne çare yazar bana?



Aylarca bekledikten sonra nihayet Şemseddin’in Suriye’de olduğu haberi geliyor. Mevlana sevincini terennüm ediyor, Şemseddin’in bulunduğu Şam büyüleyici bir kelime oluveriyor; şöyle diyor mutasavvıf;


“Biz Şam’ın başı dönmüş, şeyda aşıkıyız,
Şam’ın sevdasına can vermişiz, gönül bağlamışız…”




- O geliyor, o!

Sen bizim yöremize gelirsen göreceksin, ey şems,
Huyumuz sadece susmak olmuş bizim, susmak.
Senin güzel gözlerinçin işte canım pusuda.
Rahatım kaçtı benim,
geceleri uykum kalmadı gitti ama,
bak işte o güzel günler yola çıkmış geliyor.





Rumi’nin yirmi bir yaşındaki oğlu Sultan Veled, Şems’i geri getirmesi için Şam’a gönderiliyor. Şems, dostunun çağrısına uyarak Konya’ya dönüyor. İşte o an, bu iki sûfinin buluştuğu vuslat anında, “kimin can, kimin canan olduğunu kimse bilmiyor”, meşk hali yeniden alevleniyor.



- Geldi

Bir anda aydınlık içinde dünya.
Bir anda dünya sabahlar gibi.
İşte bağırmanın tam zamanı şimdi.
İşte kükremenin tam zamanı.
Benim koca arslanım geldi.


- Başka Yarınlar

Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.

Yüreğimin özünde başka yarınlar var.





Ancak bu neşe dolu günler yine uzun sürmüyor, dedikodular yeniden canlanıyor Konya’da. Kıskanç insanların fesatlıkları Şems’in midesini son kez bulandırıyor artık. Mevlana seziyor Güneşi’nin sıkıntısını, o da huzursuzlaşıyor… Kötü günler yaklaşıyor.


- Gene Ne Oldu Sana?

Bize Tebriz’den bir habercik salarsan
Sana kalk bu yana gel, kalk gel derim,
Kalk gel derim, seni doğuran, büyüten toprağa.





Celaleddin-i Rumi, Şems’i yanında tutabilmek için evlatlığı Kimya Hatun ile evlendirmiş olsa da, Şems bu huzursuz ve laflarla kirletilmiş şehre daha fazla dayanamaz ve bir daha dönmemek üzere ortadan kaybolur.



- Gittin

Şimdi ne edeyim, kime sorayım seni?
İyi insanlar arasında mısın orda?
Yani dostlar meclisinde mi?
Yoksa bir kenarda boynun bükük mü kaldın?

Öyle bir yere gittin ki bu sefer,
izinin tozu bile belli değil.
Ne kadar da kanlıymış gittiğin yol!





Artık Mevlana Şems’in vücudundan ümidini keser, onun ruhunu kendi ruhunda bulur ve der ki:


“Kalbim bir midyeye benzer,
İnci: dostumun sureti.
Ben artık kendi içime sığmam-
Çünkü o doldurur kalbimi tam…”



mevlana3kh8.jpg



- Ben Neyim?

Eşi bulunmaz bir maden olmuşum;
Eşi bulunmaz bir deniz olmuşum ben,
Tebrizli Şems’i gördüm göreli.





Böylece sema’nın ritmiyle saatlerce yankılar giderir terennümleri. Mamafih bu, yaşlı bir adamın ilahi güzelliğin tecellisi olan güzel bir gence olan aşkı değil, bu, iki olgun insanın ruhen karşılaşmadı idi. Bu karşılaşma Mevlana Celaleddin’de misli görülmemiş bir coşkuya sebep olmuş ve bu halet-i istiğraktan harikulade bir şiir seli doğmuştur:

“Üç sizden artık değil,
Bütün ömrüm bu üç söz:
Hamdım, piştim ve yandım…”




- Dostlar, gün bugün!

Dostlarım, gün bugün,
oynayın, raksedin, dönün.
Bir bölük halk deniz gibi köpürüyor,
bir bölük halk dalga dalga secdede.
Bir bölük halk kılıç gibi savaşıyor,
bir bölük halk kanımızı içmede.
İşte girdi gerdeğe nergisle gül,
işte astım davulumu boynuma.

Toylar, düğünler tam bizim için,
toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya.





Mevlana ilahi aşkın Şemseddin’de tecelli ettiğini anlıyor ve sadece Allah aşığı oluyor. Şemsi onun yüreğine güneşi koyuyor, şimdi Rumi, ışık saçıyor, yoklukta, Mecnun misali maşuğunu arıyor…



- Ey Balçık Dünya!

Sus yerter artık,
var git yokluğa haydi,
yoklukla yok ol.
Git, yokluklardan tanı
yokluktan var olanı.





Her an, her saniye etrafındaki herkese bitip tükenmeyen bir derya oluyor Mevlana. İslamiyet temeline oturtulmuş incilerini saçıyor dört bir yana, halkla iç içe, hoşgörüyü, aşkı öğretiyor insanlara.

Bendirin dillendirdiği Konya’nın keskin ve sert kışını, neyi inleten nefes eritiyor, işte bu şekilde, donan ve sertleşen madde dünyası, Şemseddin’in zatında tecelli eden ilahi aşkın güneşiyle çözülüp gidiyor…




- Hapisteler Ama

Sen onların şarabını bir iç de gör:
Naıl birdenbire ferah olur, aydınlanır yüreğin,
birdenbire nasıl unutulur her şey,
nasıl birdenbire gözlerinin içi güler.





Mevlana “bir” olanı istiyor. Şayet yeryüzündeki her şey O’nun, Allah’ın, maşuğunun tecellisiyse, her şey “bir” demektir diyor. Elif’in sırrına eriyor, aşıkla maşuğu “bir” etmeye uğraşıyor. Birliğe koşuyor, Vahdet’i istiyor.

mevlana2ul8.jpg




- Birliğe Ulaş

Dünyada nice diller var, nice diller,
ama hepsin de anlam bir.
Sen kapları, testileri hele bir kır,
sular nasıl bir yol tutar, gider.
Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak,
can nasıl koşar, bunu canlara iletir.





Biraz da Mevlana’nın edebi kişiliğinden bahsedersek eğer, üslubu tasavvuf şiirini şekillendiren iki büyük sûfi şairin, Senai ve Attar’ın etkisi altındadır. Bununla birlikte unutulmamalıdır ki eserlerinin teşekkülünde en derin ilham kesinlikle Kuran’dan gelir.

Başlarda tam bir şair olmayan Mevlana’yı şair yapan Şems’ti kendi dediği gibi:

“Senin sözün olmadan canın kulağı yoktur,
Senin kulağın olmadan canın dili yoktur!”


Şems ile yaşadığı ayrılığın verdiği acılar şiiri doğuruyor, vuslatın gerçekleştiği yerlerde kelimeler ölüyordu…


“O ay yüzlü yüzünü yüzüme koydu
O günden beri bir lügat ararım!” diyor Rumi, söylediklerimizi kanıtlamak istercesine…


Mevlana’nın şiirleri genellikle vecd halinde yazılmış lirik şiirler oluyor. Bir kelime, bir ses onu vecde getirmeye, coşturmaya yetiyor. Sonra belli bir doruk noktasına kadar mısralar dökülüyor, zaman zaman neredeyse bir çığlığa dönüşüyor. Artık bundan sonra, başlangıçtaki ilham kesilse bile, kafiye ve ritim kendiliğinden akıp gidiyor. Ona göre “her solukta, aşkın sesi geliyor sağdan soldan…”

Sema esnasında doğan mısraları ise, seven kalbin tüm maneviyatını yansıttıkları gibi, bütün duygu seviyelerini ve nüanslarını da içeriyor.

Mevlana Celaleddin-i Rumi, her şiirinde, her eserinde, yeryüzünde gözüne çarpıp, bir şey sembol edebilen büyük küçük her şeyi kullanır. Onun nezdinde dünya, aşk ile Allah’ın tecelligahı haline gelir. Çünkü o, taş, nebat, hayvan ve meleklerin Allah katında hasretle kemale doğru yol aldıklarını görür. Ve bunlardan her biri, sadece küçük bir parçada dahi olsa, O’nun ifadesi mümkün olmayan celalini yansıtır.

Rumi’ye göre, yeryüzünde gördüğü her şey, O’na, Allah’a giden bir yol ve aşka gelmeye yeterli bir sebeptir. Mevlana’daki öyle bir ilahi aşktır ki, her şeyde Tanrı’nın cemalini görür, her şey O’nu hatırlatır. Etrafındaki muridleriyle beraber, O’na, Allah’ın aşkına çağırır herkesi Mevlana, şiire, müziğe, sema’ya çağırır…



mevlanatbqv5.jpg



- Zincirden Boşanır Gibi

Toprağımız yumuşadı
Gelin kardeşler gelin.
Dünyamız aydınlandı,
Susun kardeşler susun.
Alın elinize davulu,
Çalın kardeşler çalın.





Mevlana’nın bizlere bıraktığı en büyük mirasına, eserlerine göz atacak olursak, manzum eserlerinden Divan-ı Kebir ile başlayabiliriz. Bunun bir adı da Divan-ı Şemsü’l Hakayık’tır. Mevlana’nın esas şiir cazibesini bize gösteren bu eseri, coşkun iç yaşayışı ile tasavvuf anlayışından bahseden önemli bir eserdir. Bu divana Divan-ı Şemsü’l yani Şems’in Divanı denilmesinin sebebi, Mevlana’nın gazellerinin çoğunun sonunda, kendi adını yahut kendi mahlasını söyleyeceği yerde, şairlerin uygulamalarından farklı olarak Şems-i Tebrizi’nin adını mahlas yapmasıdır.

Bir diğer manzum eser de Mevlana’nın olgunluk döneminde yazdığı Mesnevi’dir. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin en önemli eseri olan Mesnevi, Mevlana’nın bilgisindeki, hafızasındaki ve ilham gücündeki sınırsızlığı göstermektedir. Ruhunun derin heyecanları içinde erittiği, ona şahsiyetinin hakiki şeklini verdiği büyük din ve tasavvuf problemlerini bir tefekkür mahsulü halinde sunan Mevlana’yı, Mesnevi’de görüyoruz.

Mensur eserlerine geçersek, Mesnevi’nin Mevlana tarafından yapılmış şerhi gibi görülen “içinde olan içindedir” anlamına gelen Fihi Ma Fih’ten bahsedebiliriz. Mevlana’nın toplantılarında söyledikleri ve anlattıklarından oluşan bir eserdir.

Diğer bir mensur eser ise, Mecalis-i Saba yani Yedi Meclis anlamına gelen, Mevlana’nın vaaz ve öğüt yolu ile kürsü üstünde söylediği meclis denilen toplantılardaki vaazlarından oluşan bir eserdir.

En son da, Mevlana’nın çağdaşlarına yazdığı mektupların bir araya getirilmesiyle oluşturulan Mektubat-ı Mevlana’yı söyleyebiliriz.

Tüm bu eserleri okuyup, etkisi altında kalmış Galatasaray mezunu Asaf Halet Çelebi dayanamamış, Mevlana için bir şiir neşretmiştir…



Sema-i Mevlana

tennure giymiş ağaçlar
aşk niyâz eder
mevlânâ

içimdeki nigâr
başka bir nigârdir
içimdeki sema'a
nece yıldızlar akar
ben dönerim
gökler döner
benzimde güller açar

güneşli bahçelerde ağaçlar
halak-semâvâti-vel'ard'h
yılanlar ney havalarını dinler
tennure giymiş ağaçlarda

çemen çocukları mahmur
câaan
seni çağırıyorlar

yolunu kaybeden güneşlere
bakıp gülümserim
ben uçarım
gökler uçar

Asaf Halet Çelebi​



Konya halkını 1273 yılı aralık ayının ilk günlerinde, bir korku sarar; günler, geceler boyu sarsılır yerküre. Mevlana Celaleddin-i Rumi kendini zayıf ve hasta hissetmektedir. Ve nihayet şöyle buyurur büyük mutasavvıf:
“Toprak aç. Yakında bir yağlı lokma yer ve deprem biter.”

17 Aralık 1273 günü, Mevlana ebedi Şems’ine kavuşmak üzere güneşin batışıyla gözlerini yumar. O gece, onun sevgilisine, Allah’a kavuştuğu bir vuslat gecesi, bir düğün gecesi, Şeb-i Arus’tur…



“Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
Ayrılıklardan nasıl şikayet eder.

Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan
Erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.”



Mevlana’nın dert ortağı ney dile geleceği vakit, hepimiz sabırsız, ney sabırsız..
Mevlana’nın dediği gibi Mesnevisi’nde, 18. beyitte:

“Pişkinin halinden ne anlar ki ham,
Öyleyse sözü kısa kesmek gerek vesselam!”
 
Üst