Hacivat-Karagöz

Depresif Hayalet

New member
Katılım
20 Tem 2008
Mesajlar
232
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ankara
Tarihçesi

Gölge oyununun çıkış noktası uzakdoğu, Çin olarak bilinir. Ticaret ve geziler sonucu Endonezya, Java ve Hindistan'da yaygınlaşan gölge oyunu mistik ve dinsel bir etkiye sahiptir. Türkler Çin ile yakın ilişkileri dolayısıyla bu sanatı öğrenmişler ve kendi kültürleri doğrultusunda geliştirmişlerdir. Uygur ve Budist duvar resimlerinde görülen tasvirler Çin gölge oyununda da görülür. Topkapı Sarayı Müzesi'nde eserleri bulunan Mehmet Karakalem çalışmaları da bunlara benzer örneklerdir.

Gölge oyunu tekniğinin Türk halk kültüründe ne zaman Karagöz adını aldığı hakkında çeşitli görüşler vardır. Bunlardan en yaygın olanı Bursa efsanesidir. Sultan Orhan devrinde (1324-1362) Ulucami'nin yapımında demirci ustası Kambur Bâli Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacıvat) çalışmaktadır. Nekre tipler olan ikilinin arasında geçen nükteli konuşmalar diğer işçilerin dikkatini toplayıp, işlerini aksatmalarına sebep olur. Cami inşaatı yavaş ilerler. Durumu öğrenen padişah hiddetlenip her ikisini de idam ettirir.

Yaptığı yanlışlığın bilincine varan padişah çok üzülür. Padişahın musahibi Şeyh Küşterî padişahı teselli etmek için beyaz sarığını çıkarıp gerer ve arkasına bir şem'a (ışık) yakar. Ayağından çıkardığı çarıklarıyla Karagöz ve Hacıvat'ın tasvirlerini canlandırıp nükteli konuşmalarını seslendirir. Günümüzde de Karagöz perdesine Şeyh Küşterî meydanı denir ve Şeyh Küşterî Karagözcülüğün pîri ,kurucusu kabul edilir. (Evliya Çelebi Seyahatnamesi)

Gölge oyunu ülkemize Yavuz Sultan Selim'in 1517'deki Mısır seferi sonrası 16. yüzyılda gelmiştir. Mısır'ı fetheden Yavuz Sultan Selim'in Memlük Sultanı Tomanbay'ın asılışını hayal perdesinde canlandıran bir hayal sanatçısını, oğlu Kanuni Sultan Süleyman'ın da görmesini arzu ederek İstanbul'a getirmesiyle gölge oyunu İstanbul'a gelmiştir. Türkler 16. yüzyıl başlarında perde gerisinden gölge yansıtma tekniğini Mısır'dan almışlardır. Mısır Memluklarının gösteri yaptıkları siyah, ışık geçirmeyen, arabesk motiflerle işlemeli tasvirleri, şeffaf ve renklendirilmiş deri üzerine işleyen Türkler, bu sanata farklı bir nitelik kazandırdılar. Mısır oyunlarının olay örgüsünün birbirinden kopuk yapısını düzenleyip yeni bir biçim verdiler. Oyun tipleri Osmanlı İmparatorluğu'nun bünyesinde barındırdığı halklar içinden ve mahalle geleneğinden seçilmiştir. Karagöz Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yayılmış, çevre ülkelerde etkili olmuş, geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Karagöz oyunu Mısır'a tekrar yeni biçimiyle dönüp ilgi görmüştür. Bugün Mısır kuklasının adı Aragöz'dür.

Nitekim bir çok gezgin, 19. yüzyılda Mısır'daki gölge oyununu anlatırken, bunun Karagöz olduğunu, Mısır'a Türkler tarafından sokulduğunu ve çoğunlukla Türkçe oynatıldığını belirtmişlerdir. İslam dünyasında bu oyuna Tayf-ül hayal, Zıll-i hayâl, Hayâl-el sitare gibi adlar verilmiştir. Bazı İslam mutasavvıfları eserlerinde hayâl sahnesini dünya'ya, perdedeki geçici hayalleri insanlar ve diğer varlıklara benzetmişlerdir. Oyundaki hayaller nasıl perde arkasındaki sanatçı tarafından oynatılıyorsa, evrendeki varlıkları da görünmeyen bir yaratıcının hareket ettirdiği anlatılmıştır.

16. yüzyılda hayâl oyununun yaygınlığını ve Osmanlı eğlence sanatlarının başlıcalarından olduğunu gösteren pek çok belge vardır. Şeyhülislam Ebussuut Efendi�nin (1490-1574) hayâl oyununu ibret gözüyle seyretmenin cezayı gerektirmeyeceği yolundaki fetvası bunların en önemlisidir. Ebussuut Efendi; Gerçek biliminde yükselmek isteyenler için gölge oyununda büyük ibretler olduğunu gördüm. Kişiler, kalıplar gölge gibi gelip geçiyor ve çabucak yok oluyor, onları oynatan ise bakî kalıyor demiştir.

Karagöz üzerine 17. yüzyıla ait belgeler daha çoktur. Evliya Çelebi, Naima gibi yerli yazarların eserlerinden ve İstanbul'da bulunmuş Avrupalıların anı ve gezi kitaplarından öğrenildiğine göre Ramazan ayında kahvehanelerde, başka zamanlarda da evlenme, doğum, sünnet düğünü vs. dolayısıyla saray, konak ve evlerde yapılan şenliklerde oynatılan bu oyunlar Osmanlı toplumunun belli başlı eğlencelerinden biriydi.

19. yüzyılda da sarayın ve halk toplantılarının gözde eğlencelerinden olduğunu yine yerli ve yabancı kaynaklardan öğreniyoruz. 19. yy'da 2. Mahmut dönemine ait kaynaklarda da Karagöz oyunu yer alır. 1843'de Türkiye'yi ziyaret eden Gerard de Nerval seyahatnamesinde İstanbul'da seyrettiği Karagöz oyununu tüm ayrıntıları ile anlatır. (Gérard de NERVAL, Doğuya Yolculuk, Çelik GÜLERSOY İstanbul Kitaplığı, İstanbul-1974, s: 85-94)

Yabancı kaynaklarda Karagöz oyunlarının açık saçık bulunduğuna dair yazılar vardır. Bunlardan Jean Thévenot 1655-1656'da Türkiye adlı eserinde, bir hanımın nasıl olupta Karagöz oyunu izlediğini anlayamadığını yazar. (Jean THéVENOT, 1655-1656'da Türkiye, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul-1978, s: 95-96.)

Abdülaziz ve II. Abdülhamit devirlerinde bazı Karagöz sanatçıları Mızıkayı Hümayun himayesine alınmışlardır. Bu dönemde yetişen Karagöz sanatçılarının kimisinin tekkelerden (Şeyh Fehmi Efendi, Müştak Baba), kimisinin medreseden (Darphaneli Hafız Efendi, Hafız Mehmet Efendi) kimisinin Enderundan (Enderunlu Hakkı Bey, Enderunlu Tevfik Efendi), kimisinin katiplikten (Katip Salih Efendi), kimisinin cerrahlıktan (Cerrah Salih Efendi), pek çoğunun da esnaflıktan (Yorgancı Abdullah Efendi, Püskülcü Hüsnü Efendi, Kantarcı Hakkı Efendi, Hamamcı Süleyman Efendi, Yemenici Andon Efendi, Çilingir Ohannes Efendi) olduğu görülür.

Saray için getirilen, önceleri saray düğünlerinde perde diyen Karagöz çok kısa zamanda halka kendini sevdirdi. Sonuçta Karagöz çeşitli Hayâlîler eliyle halk arasında büyük rağbet gördü. Geniş Osmanlı coğrafyasındaki tüm tipleri bünyesinde barındıran bir folklor, edebiyat, etnoğrafi, müzik, mizah ve hiciv sergisi kimliği kazandı.

Esnek yapısı itibariyle doğaçlamaya ve güncel olayların işlenmesine son derece açık olan Karagöz perdesi, zamanının en önemli toplumsal yergi vasıtasıydı. Halkın beğenmediği hükümet kararlarını eleştirdiği ve kamuoyunu temsil ettiği dönemler vardır. Osmanlı'nın son dönemlerinde Karagöz sanatçıları devlet ileri gelenlerinden bazılarının hırsızlığını, rüşvetçiliğini vs. perdede canlandırdıkları için bu taşlamalar çok keskin bulunmuş, oyunlar yasaklanmıştır. Devlet ileri gelenlerinin perdeye yansıtılmaları ağır cezalara bağlanmış, bu yasaklamalardan sonra Karagöz sıradan, kaba saba bir güldürü durumuna düşmüştür.

20. yy'da Türk Halk edebiyatı ile ilgili araştırmalar başlamış fakat hızla başlayan batılılaşma çabası ile Karagöz oyunu gözden düşmeye başlamıştır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bir süre daha yaşayan Karagöz, zaman içinde tiyatronun, sinemanın daha sonra da televizyonun hayata girmesiyle önemli ölçüde etkisini kaybetmiştir.

Bu yüzden hayaliler Karagöz oyun tekniğinde bazı değişiklikler yapmaya çalışmışlardır. Ahmet Rasim, Muharrir Bu Ya adlı eserinde Hayali Katip Salih'in kanto söylettiği ve muhafazakarlar tarafından eleştirildiğini anlatmaktadır.

Ancak Karagöz oyunlarının etkisini kaybetmesindeki sebep sadece teknoloji alanındaki gelişmeler olmamıştır. 17. yüzyılda başlayan batılılaşma çabaları yirminci yüzyılın başlarında etkisini göstermeye başlamış, geleneksel Türk tiyatrosunun en önemli özelliği olan doğaçlama geleneği terkedilmiş bunun yerini batı tiyatrolarında olduğu gibi yazılı metinler almıştır. Yazılı metne bağlı kalarak oynatılan Karagöz oyunları, yeni oyunlar yazılamadığı için çağa ve insanların kültürel gelişimlerine ayak uyduramamış, eskiden oynatılan oyunların aynısının tekrar tekrar perdeye getirilmesi insanların ilgisini çekmez olmuştur.

Yenileştirme çalışmaları Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde de devam eder. 1910 yılında Beyoğlunda Canlı Karagöz Sahnesi Operet Kumpanyası adlı topluluk kurulur. Komik-i Şehir Naşit Efendi burada deneme amacıyla canlı Karagöz olarak sahneye çıkmıştır.

Doğaçlama geleneğine geri dönülmesi durumunda Karagöz eskiden olduğu gibi saygın ve yaygın bir duruma gelebilecektir, aksi takdirde önümüzdeki on yıllar içinde Karagöz sanatımız tarih kitaplarının arasında kalıp yok olmaya mahkumdur. Karagöz günümüzde sayıları azalan Hayâlîler tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır.

1966'dan sonra düzenlenmeye başlayan festivaller yarışmalar sonucunda bir çok başarılı hayalinin varlığı ortaya çıkmış, yeni oyunlar kaleme alınmıştır. Yazılan oyunların pek çoğu perdede oynamaya uygun olmasa da konu tekrar gündeme gelmiştir.

Oyun Tiplemeleri

1. Eksen kişiler: Karagöz, Hacıvat.
2. Kadınlar: Bütün zenneler.
3. İstanbul ağzı konuşanlar: Çelebi, Tiryaki, Beberuhi.
4. Anadolu'dan gelen tipler: Laz, Kastamonulu, Rumelili, Egeli, Kayserili, Eğinli, Vanlı, Harputlu, Kürt.
5. Anadolu dışından gelenler: Muhacir, Arnavut, Arap, Akarap, Acem, Çerkez.
6. Zımmi : Müslüman olmayan kişiler: Rum, Frenk, Ermeni, Yahudi.
7. Kusurlu ve ruhsal hastalar: Kekeme, Kambur, Hımhım, Kötürüm, Deli, Esrarkeş, Sağır, Aptal yada Denyo.
8. Kabadayılar ve sarhoşlar: Tuzsuz Deli Bekir, Efe, Arap Efe, Zeybek, Matiz, Sarhoş, Külhanbeyi, Kopuk.
9. Eğlendirici kişiler: Çengi, Köçek, Kantocu, Hokkabaz, Canbaz, Curcunabaz, Hayali, Çalgıcı.
10. Olağanüstü kişiler, yaratıklar: Büyücü, Cazular, Cinler, Şeytan, Zebani.
11. Geçici ikincil kişiler ve çocuklar.

Karagöz oyununda trajik-komik sahnelerin büyük bir çoğunluğu çeşitli karakterlerin varlığı ile gerçekleşir. Bu karakterler mahallenin insanlarıdır. Oyunda sıra ile perdeye gelirler. Karakterlerin bir bölümü Anadolu'nun çeşitli yörelerinden İstanbul'a para kazanmak için gelen ve belli bir işi olan kişilerdir. Genellikle yöresel giysiler içinde kendi lehçeleri ile konuştukları için, onların bu farklılıkları komik unsuru yaratır.

Hayali

Eskiden Karagöz oynatan kişiye Hayâlî, Hayâlbâz, Şebbâz isimleri verilirken günümüzde Usta diye anılmaya başlandı. Gerekli malzemelerin bulunduğu takıma Hayâl sandığı veya takım ismi verilir. Takımı tamam Hayâlîye ise sandığı tamam denir.

Hayâlî Karagöz oyununun tek aktörüdür. Tasvirleri işler, onları oynar, seslendirir. Tasvirlerini kendi yapanlar olduğu gibi başkasının tasvirleri ile oynayanlar da vardır. Hayâlî oyunu yazar, oyunu adapte eder-uyarlar, duruma göre doğaçlama yapar, tuluat yapar. Tûluat denilen doğaçlama konuşma yetisi ve espri kabiliyeti Karagöz oyunları içinde önemli bir yer tutar. Tiyatro eğitiminde kullanılan ses tekniklerini kullanan Hayâlîler perdedeki tüm tiplerin seslerini tek başlarına konuşurlar. Hayâlî aynı zamanda Türk müziğini bilecek, tiplerin şarkılarını söyleyecek ve farklı şiveleri konuşacaktır. Temiz bir İstanbul Türkçesi kullanır. Dialekt yapar tipleri konuşur. İyi bir icracıdır tiplerin perdeye gelişlerinde şarkılarını söyler. Oyunculuk bilgisi olmayanın Hayâlî olma şansı zayıftır.
Hayâl ustasının yardımcısına eskiden Çırak, Çırağın yardımcısına da Sandıkkâr ismi verilirdi. Karagöz oyununda şarkıları türküleri okuyan kişiye Yardak, tef çalan yardımcıya Sazende ismi verilir.

Günümüzde Hayâlî ustanın tek bir yardımcısı var ve buna Yardak deniyor. Hayâlî'ye oyun sırasında "Yardak" denilen yardımcısı yardım eder. Yardak, oyun tasvirlerini perdeye giriş sırasına göre ustaya verir, def çalarak müziğe eşlik eder, oyunun efektlerini yapar.

Karagöz, pek çok disiplini bünyesinde barındıran zorlu bir sanattır.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nin I. Cildinde S.654'de tespit ettiği devrinin ünlü Karagöz ustalarını şöyle sıralar:
1700 lü yıllarda yaşayan Bekçi Mehmet, Sarı Ahmet, Şerbetçi Emin,
1800 lü yıllarda Hayali Berber Sait, Hayali Hamit, Papol Ahmet Efendi, Kıbrıslı Agah Efendi, Hayal Küpü Emin Ağa, İhsan Efendi, Küçük İsmail Efendi, Sıracalı İsmail Efendi, Arap Cemal Efendi, Erenköylü Haydar Bey, Hımhım Hüsnü Efendi, Cerrah Salih Efendi, Kâtip Salih Efendi, Tahir Ağa, Arap Ömer Efendi, Kör İzzet Efendi, Yorgancı Abdullah Efendi, Şeyh Fehmi Efendi, Kâtip Mahmut Bey, Püsküllü Hüsnü Efendi...

Yakın Tarihimizin Hayâlîleri:
Kör İmam, Katip Salih, Cerrah Salih, Yorgancı Abdullah, Kantarcı Hakkı, Şekerci Derviş, Aktar Rıza, Usturacı Mustafa, Çilingir Ohannes, Küçük İsmail, Zenne Sait, Miralay Neşet Bey, Şeyh Tahir Ağa
Bu ustaların asıl geçimlerini temin ettikleri birde meslekleri vardı. Kimi marangoz, kimi demirci, kimi medrese de hoca idi.

Kullanılan Malzemeler

Eskiden boyutları 2 m. ile 2,5 m. olarak değişen bir duvardan bir duvara ip ile gerdirilen Kâr-i kadim (eski usul) perde, taşınması ve kurulması zaman almayan bir özellik taşırdı. Basmadan yapılan ortasına aynası sabit dikilen bu perdenin örneklerine Ressam Muazzez�in eserlerinde rastlıyoruz.

Şimdilerde ise Nev-i icad (yeni buluş) olarak isim verilen paravana şeklinde sahnenin yapıldığını görüyoruz. Karagöz'ün oynatıldığı beyaz perdeye "ayna" adı verilir. Patiskadan Ayna ismi verilen bezin ölçüleri 110 cm x 80 cm. olarak yapılıyor. Perdenin hemen arkasına Peş tahtası veya Destgah (bir nevi raf) ismi verilen parça eklenir. Bunun üzerine def, ışık kaynağı, zil, nareke (kamış düdük) vs. konulur.

Elektrik ışığı olmadan çok önceleri ışık kaynağı olarak hayal perdesinde mum ışığı veya şem�a kullanılırdı. Şem�a çanak içerisine konulan beziryağı, zeytinyağı gibi maddeler içerisine sarkıtılan fitilin yakılmasıyla elde edilen ışığın adıdır. Alevin parlamaması için, yağı soğutmak amacıyla yağ içerisine zincir daldırılırdı.

Oynatma çubukları gürgen ağacından yapılma boyları 50-60 cm. arasında değişir. Bu çubukların şekillerden çıkmaması için uçları ısıtılır veya mum kabına batırılır ya da hafif ıslatılırdı. Perdeler önceleri 2 x 2,5m iken sonraları 110 x 80 cm ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altında kurulmuş "peş tahtası" vardır. Eskiden peş tahtası üstüne tasvirler, hayal ağacı, def, şem'a, oyun metni vb. konulurdu.
Karagöz oyununda tasvirlerin yanısıra tasvir sopaları, zil, def, nâreke (kamış düdük), perdeyi aydınlatan ışık kaynağı kullanılır.

karagoz.jpg


karagoz_hacivat.jpg


www.yeniresim.com_-_Karagz_Hacivat_Resimleri.jpg


HacivatKaragoz.jpg
 

DEMİR

Beğ Yönetici
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
374
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Karagöz kültürümüze yunan-rumlar şu sıralar kendi öz kültürleriymiş gibi sahip çıkmaya çalışıyorlar. Adamlar biz sahiplenmezsek bunu yapacaklar elbette. bunlar bizim pilavımıza bile sahip çıkıp kendi mutfaklarına dahil ettiler uluslararası platformda.
 

Bige-tuğ Tulken

Halkla İlişkiler
Katılım
10 Haz 2008
Mesajlar
890
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Her yer benim vatanım..
Katkı için çok teşekkürler. Türk tarihinin önemli sahnelerinden biri de bu ikiliye ait. Çeşitli şeyler söylense de ve hatta şu an Rumlar buna sahip çıkmaya kalksalar da Türk tarihi ve kültürü kimseye özenmez, ağızla söylenen laflarda sınırlı kalır. Rumlar da baklavamıza, tiyatromuza -ki tiyatro da esasında Türk tarihinde ilktir- ve çeşitli destanlarımız dahil hemen her güzelliğimize sahip çıkmaya kalkışıyorsa buna çare için "turistler gelmezse bu ekonomi noolur sen biliyon mu" felsefesiyle değil "toprağım ve ona ait olan her şey benimdir" felsefesiyle yaşamak gerek.
 

DOĞUKAN

New member
Katılım
18 Eki 2008
Mesajlar
2,057
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
K.K.T.C.
belkide birleşme istekleri, onlarda olmayan Türk Kültürüne olan aşklarındandır :)
 
Üst