Ab sürecinde kibris ve yaklaşan seçimler

Volkan

-Otağ Hanı-
Katılım
20 Haz 2008
Mesajlar
969
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Altaylar
Türkiye önemli bir döneme girdi. AB’nin 'Rum kaynaklı' KKTC takıntısı ile AB sürecinin çıkmaza girdiği konuşulurken, bu kez AB, bazı başlıklarla ilgili yapılan görüşmeleri askıya aldığını duyurdu. Hükümetin AB ile görüşme yapacağı başlıklar azaldı. Aslında “Türkiye’nin AB ile görüşeceği bir saha kalmadı” diyebiliriz. Bundan sonra hükümet sürecin devamını sağlamak istiyorsa, imza attığı belgelerin gereğini yerine getirecek. Bu imzaların gereğinin yerine getirilmesi de tamamen KKTC’nin varlığı ile bağlantılı olduğu için hükümet bu attığı imzaların gereğini yerine getirmekte zorlanıyor. Zaten sıkıntı da burada başlıyor. AB, Akp hükümetinden verilen sözlerin, atılan imzaların gereğini yerine getirmesini bekliyor. Ama Türkiye’de Kıbrıs’la ilgili Türk milletinin bilinen hassasiyeti, hükümetin bu tür bir açılımda bulunmasına engel oluyor.

Türkiye’de bazı iş çevreleri ‘KKTC’nin Türkiye’nin sırtında bir yük olduğunu, hatta Türkiye’nin KKTC’den vazgeçmesini, AB ne istiyorsa derhal yerine getirilmesini’ savunuyor. Benzer düşünce hükümete yakın yazar-çizer takımında da mevcut… Uzun zamandır Türk milletini ikna etmek için konuşuyor, yazı yazıyorlar. “Bir-iki liman açılsa ne olur, Rumlar tanınsa ne olur” demeye başladılar. Hükümetin “B ve C planlarımız var” diyerek, ülke güvenliği ile ilgili, hassas bir konuda bu işle yakından ilgili kurumlara danışmadan, habersiz bir şekilde yaptığı, daha doğrusu yapmaya çalıştığı açılım işte bununla ilgiliydi. “Bir-iki limanı açmakla ne olur canım, süreç devam etmeli” denilerek AB’ye sözlü bir teklifte bulunuldu. Teklif şu idi; Türkiye’de bazı limanların Rumlara açılmasına karşılık KKTC’de yer alan Ercan Havaalanının AB tarafından kullanılması… Hükümet ve yandaşları ‘bunun çok mükemmel bir teklif olduğunu, AB’yi sıkıştırdıklarını, Rumların hareket sahasını daralttıklarını’ savundular. Saçma sapan bir teklifti. Neden saçmaydı? Çünkü, bir-iki liman açmanız ile tüm limanlarınızı açmanız arasında hiçbir fark yok. Her iki durumda da Rumları tanımış oluyorsunuz. KKTC’deki limanların kullanılması ile ilgili Rumların görüşü ortada, bu görüş biliniyor. Rumlar bu konuyu tartışmıyorlar bile… Rumların bu görüşü, bu anlayışı bilindiği halde bu teklifin ortaya atılması, teklifi saçma olduğu kadar aynı zamanda komik bir hale soktu. Teklifin sırf bu bölümünden dolayı Türkiye’de vatanseverler, milliyetçiler susturulmaya çalışıldı. Dendi ki, “Rumlar tanınıyor ama, bakın KKTC de tanınacak” Öyle miydi acaba? O tarihlerde Rum gazeteleri şunu söylüyorlardı; “Bu şaklabanlıktır. Atılan imzaların gereği yerine getirilsin. Kazanılmış hakkımız var. Türkiye bir de önümüze şart koyuyor” Doğrusu budur.. Hükümet, Rumları tanıyacağını taahhüt etmiştir. Rumlar şimdi bunu bekliyor. Türk kamuoyunu yanıltmak için “bakın biz de şart ortaya koyduk” demek büyük bir çirkinliktir. Türkiye, Akp eliyle AB önünde öyle bir hale getirilmiştir ki, AB’ye şart ileri sürmeniz artık mümkün değil.. Akp, bugüne kadar AB ne derse eksiksiz yerine getirdi. Türkiye, sürekli olarak tek taraflı taviz vermeye zorlanıyor. Tek taraflı tavizler ne zaman verilir? Savaş kaybeden taraf kazananlara böyle tek taraflı tavizler verir. Peki, Türkiye hangi savaşı kaybetti?

Hükümet ısrarla ‘KKTC’ye yönelik önemli işler yaptığını’ savunuyor. KKTC’de gayri milli unsurların Akp’nin müftü operasyonuyla, “paralı” müdahalesiyle egemen kılınması da ayrı bir sıkıntı kaynağıdır. Özellikle “Denktaş” soyadına karşı bir düşmanlık, hazımsızlık var. Sn. Serdar Denktaş ve partisi bu nedenle hükümet dışında bırakıldı. Aslında Akp’nin amacı, ilk anda kendi yapamadığını KKTC’deki yönetime yaptırmaktı. Bu nedenle birtakım gizli görüşme ve vaatlerle birileri kandırıldı, istifalar yaşandı, yeni bir parti kuruldu, yeni bir hükümet kuruldu. Ama görüldü ki, bütün bu değişikliklere rağmen KKTC’nin ipini çekmek, çektirmek çok zor… ' “Denktaş” soyadına karşı bir hazımsızlık var', dedim. Evet, Kıbrıs davasına yıllarını vermiş bir kahraman olan Sn. Rauf Denktaş’a Akp’li yöneticiler demediklerini bırakmadılar. Türk dünyasına şanlı bir mücadele ile bağımsız bir devlet hediye etmiş bir Türk büyüğüne Akp hükümetinin başı, “kendi ülkene git” diyebildi. Bu çıkış aslında Akp’nin KKTC’ye bakış açısının da bir itirafı gibiydi. ‘Sn. Denktaş’ı uzlaşmaz gören Rumlar ile Akp aynı fikirde ve KKTC onlara göre başka bir ülke’… Sn. Denktaş’ı Rumlar ve diğerleri gibi uzlaşmaz gören Akp hükümeti ve yandaşları, son AB krizinin ve AB sürecinin tıkanmasının sorumlusu olarak Denktaş’ı gösteriyorlar. Neymiş efendim? “Denktaş zamanında bu sorunu çözseymiş, bugün Türkiye’nin önüne bunlar getirilmeyecekmiş. Çözümsüzlük çözüm değilmiş” Bu söylemi savunan kişilerin geçmişteki görüşmelerin seyri, görüşme taraflarının talepleri konusunda biraz bilgilenmesi gerekiyor. Türk tarafı uzlaşmaz değildir, uzlaşmaz olan Rum tarafıdır. Ama Rumlar sürekli olarak Türk tarafını uzlaşmazlıkla suçladılar. Bu da Rum stratejisinin bir gereği idi. “Çözümsüzlük çözüm değildir”, “kazan-kazan” diye ileri sürülen görüşler bugün KKTC’nin varlığını tartışılır hale getirdi. Kıbrıs’ta yapılan halk oylamasında Türkler kandırıldı. Sonuçlara göre, Türk tarafı “evet”, Rum tarafı “hayır” demişti. Ne oldu? Türkler’e verilen hiçbir söz yerine getirilmediği gibi, Türkler “evet” dedikleri için cezalandırıldılar. Bu ‘evet’in çok zararı oldu. Bağımsızlıkçı bir duruş sergilenmeliydi, olmadı. AB bu sonuçla birlikte, Kıbrıs ile ilgili planlarını hayata geçirmek konusunda cesaret kazandı. “Biz demiştik” demeyeceğim, zaten bunu söyleyenler, KKTC’nin bağımsızlığını savunanlar “statükocu, marjinal” ilan ediliyor. Marjinal kim? KKTC’yi satmaya çalışanlar asıl marjinallerdir. Devletin genel politikasını savunduğumuz için biz “marjinal” ilan ediliyoruz. Bugün Kıbrıs şehitliğinde de “marjinal arkadaşlarımız” yatıyor. O kadar marjinaldiler ki, katledilmeyi beklemek yerine kavgayı seçtiler, bağımsızlığı seçtiler. Kefenlerine kandan ay yıldızı işlediler. Bugün KKTC’de Türk bayrağı özgürce dalgalanıyorsa onların sayesindedir.

“Türkiye önemli bir döneme girdi” demiştim. AB ile ilgili konular tartışılırken yaklaşan seçimlerin gerginliği de yükseliyor. Malum önümüzde bir cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler var. Genel seçimin daha erken bir tarihte yapılması, yani bir erken seçimin yapılması da mümkün… Aslına bakarsınız Nisan’da yapılacak seçimler erken seçim değil, tam zamanında yapılacak olan seçimlerdir. Hükümet, “biz milletten beş yıl süreli vekalet aldık” diyor. Bugüne kadar hükümetler beşinci yıllarını kullanmadılar. Millet tarafından da benimsenen süre 4 yıl bana kalırsa… Ayrıca, kiminle konuşsam, görüşsem, çarşıda, pazarda, işyerinde, otobüste vs. insanların hükümete karşı görüşlerini artık açıkça ortaya koyduklarını görüyorum. Yükselen bir tepki var. Özellikle ‘ekonomi, geçim’ dediğiniz zaman vatandaştan bin ah işitiyorsunuz. Ne memur mutlu, ne işçi, ne esnaf, ne üretici mutlu… Yüzler gülmüyor. Hükümetin ekonomi idaresini beğenmedikleri gibi, iç-dış politikasını da beğenmiyorlar. Ama hükümet, kendini ve çevresini kalkındırıyor. Kalkınanlar doğal olarak her şeyin yolunda olduğunu söylüyorlar.. Üretim yok, borç artmış, yolsuzluk, rüşvet, işsizlik artmış, suç oranları artmış, vatandaşın ne güvenliği kalmış, ne de güveni… İnsanlar ya utancından, ya da korkusundan sokaklarda yürüyemez hale gelmişler. Vatandaşları korumakla görevli güvenlik güçleri kendini koruyamaz hale gelmişler. Dağda-düzde teröristler can almaya devam ediyor. Bir de siyasetten kendilerine destekçi buluyorlar. Bunlar tehlikeli gelişmelerdir. Hükümet, ısrarla gerçeklerden kaçıyor. Türkiye’de ciddi manada siyasi, sosyal bir patlama yaşanabilir.

Hükümet, erken seçimden kaçıyor. Nedeni ise, Cumhurbaşkanlığı seçimi.. Akp, gözlerini Çankaya’ya dikmiş durumda… En güçlü adayları Recep Tayyip Erdoğan. RTE, TCK. 312’den hüküm giymiş, devletle, Türklükle sorunu olan bir kişi olarak Çankaya’yı çıkmayı düşlüyor. Hükümet ve yandaşları milletin bu konudaki görüşünü anlayabilmek için üst üste anketler düzenliyorlar. Güvendikleri yerlerde bile sonuç değişmiyor. Ankete katılanların büyük bir çoğunluğu RTE’yi Çankaya’da istemiyor. Bu durumu değiştirmek için hükümet kasıtlı olarak gerginlik yaratıyor. Gerginlik artarsa, yaşanan kutuplaşmada bu anket sonuçlarının, genel temayülün değişeceğini umuyorlar. Gerginlik malzemesi ne yazık ki yine eskiden olduğu gibi “din”.. Siyasi simge olan türban ile Anadolu kadınının başına inancı gereği örttüğü örtü özdeşleştirilerek gerginliğe malzeme yapılıyor. Çankaya’ya çıkacak kişinin zihniyeti, milli duruşu, kimliği önemlidir. İnancı değil.. Cumhurbaşkanlığı koltuğu Büyük Atatürk’ün koltuğudur. Zihniyeti karanlık, duruşu olmayan, kimliksiz kişiler oraya ulaşamaz. Buna müsaade edilemez. Bu tür kişilerin oraya ulaşması ülkede ciddi kutuplaşmaların, gerginliklerin doğmasına neden olur ki, kaybeden Türkiye olur.

Hükümet, Türkiye’de yararlı işler yaptıklarını savunuyor. O halde hodri meydan, bu kadar iyiyseniz, kendinize güveniyorsanız, buyurun gelin milletin önüne… Türkiye’deki bu sıkıntıyı sizin ısrarla kaçtığınız Türk milleti çözecek.. Bu arada muhalefete de çok ağır yükler yükleniyor. Sine-i millet tartışmaları başladı. Millet, iyi gelişmelerin olacağına kanaat ederse sinesine döneni reddetmez. Hatırlatırım, Büyük Atatürk de İstanbul’un “geri dön” çağrısına uymamış, rütbelerini bırakmış, milletin bağrında başarıya ulaşmıştır. O millet de Büyük Atatürk’e en büyük rütbeyi vermiştir.

Saygılar...


not: yazı secimlerden önce yayınlanmıştır.
 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Ab sürecinde kibris ve yaklaşan seçimler

Ve.... Hodri meydan görüldü....
 
Üst