Bastığımız her karede gözyaşı, sabır ve çilenin katmer katmer olduğu toprağın adıdır Kıbrıs... Çekilen her ızdırabın ardından yılgınlık yok.
Bizimki; Yüce Yaradanın hesabı diyerek sineye çekilen dertlerin, yiğit insanların mücadelelerinin ve esaretten kurtuluşlarının tanığı Kıbrıs... Her gece anavatana duyulan özlemin duaya, ağıta ve gözyaşına dönüştüğü, çileli insanların kanlarıyla destansı hikâyeler yazdıkları coğrafyanın adıdır Kıbrıs...
Kıbrıs adası bazı tarihçilere göre Asyalılar, bazılarına göre ise Avrupalılar tarafından keşfedilmiştir. Büyük mücadelelerin yaşandığı çeşitli etnik gruplara da zamanla ev sahipliği yapan, yani coğrafi konumu yüzünden önemli bir ada olan, 1571 yılında Venediklilerden alınarak Osmanlı toprağı yapılmıştır.
O zamanlarda ada içerisinde faaliyet gösteren Rum Ortodoks Kilisesine büyük ayrıcalıklar ve yetkiler tanınmıştır. Ada yönetimi bu kiliseye bırakılmıştır. İçte ve dış da büyük sıkıntılar çeken ve dağılma tehlikesi yaşayan Osmanlı 1878 yılında geçici olarak ada yönetimini İngilizlere bırakmıştır. Rusya ile yapılan çetin savaş ve sonrasındaki yaptırımları, Osmanlının yönetimindeki çatlaklar, İngiltere’nin tezgâh kokan dostane yaklaşımları bu kararın alınmasında etkili olmuştur.
Girdiği topraklardan çıkmaması ile tanınan İngiltere, I.Dünya Savaşı başladığında Kıbrıs’a el koyduğunu açıkladı. Her şeyi kendisinin olduğunu zanneden İngilizler ada ile alakalı planlarını böylece hayata geçirmiş oldular. Rumlar aciz durumda olduklarından ve yılların ezikliğinden dolayı hiç düşünmeden din kardeşi oldukları İngilizlerin yanında yer aldılar.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasının akabinde 1924 yılında Lozan Barış görüşmelerinde Kıbrıs İngilizlere verilmiştir. 1955-1958'li yıllarda İngilizlerin kontrolünde adada Rum-Türk ortak devletinin kurulmuş ve idare İngilizlerin kontrolündeki Rumlara bırakılmıştır. 1963 yılına kadar her türlü işkence ve baskı politikalarını sürdüren Rumlar; İngilizlerin desteği ile bu ortak devleti yıkmışlardır. Bu tarihten sonra baskı ve şiddetin yerini direk olarak asimilasyon çabaları almıştır.
1915-1920'li yıllarda 15 Rumca gazetenin çıktığı, resmi dilin Rumca kabul edildi, Türklerin yok sayıldığı bu coğrafyada artık 1963 yılı milat olmuş ve Türkleri sonsuza kadar adadan çıkarma eylemleri hız kazanmıştır. Büyük çileler vardır Kıbrıs Türkünün önünde. Bugün kardeşlik türküleri söyleyen Rumlar bizim kardeşimiz diyen, Türk askerinin işgalci olduğunu savunan bir toplum haline getirildi Kıbrıs.
Kıbrıs Türkü, “Bekledim de gelmedin” ağıtlarına karşı “Bir gece ansızın gelebiliriz” ümidiyle 20 Temmuz tarihine kadar hep o geceyi beklemiştir.
Kıbrıs bizim için o kadar önemlidir ki; M. Kemal ATATÜRK 1931 yılında devletin hiç bir imkânı ve ekonomik gücü yokken Rum isyanından sonra Kıbrıs mukavemet teşkilatına yüklü miktarda para göndermiştir. Oradaki Türklerin liderleriyle devamlı temas halinde olmuş ve bazı zamanlarda kendilerini yönlendirmiştir. Antalya’daki bir tatbikat sırasında “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir” demiştir.
Başbuğ Alparslan Türkeş için ise Kıbrıs’ın önemi daha büyüktür. Kıbrıs Başbuğun doğup büyüdüğü topraktır. Genç bir subayken bile büyük yardımlar yaptığı ve desteğini hiç esirgemediği bir yerdir. Girne limanında tanıştığımız bir T.M.T’ci Başbuğdan bahsederken ağlamış ve Mersin limanındaki bir konuşmalarını bize aktarmıştı; “Başbuğ maddi imkânsızlıklardan dolayı yaptıklarıyla kısıtlı kalıyor ve kabına sığmıyordu. En son baktı ki söyleyecek söz kalmadı dudakların şu cümle döküldü: bizde hep beraber ölürüz arkadaşlar deyiverdi.” İşte Başbuğun Kıbrıs’a aşkını eski bir T.M.T’ci kısaca özetleyivermişti bizlere. İşte bu kadar önemli ve anlamlı bir yerdir. Şimdi ise Potemya ve Akel kardeşliğinin yaşandığı topraklar haline gelmiştir. Yüzde altmış sekizi şehit olan bir toplumu yönetmek ve yönlendirmek hayatının hiç bir evresinde Türk olmamış, olamamış bu insanlara kaldı. Bunu çok iyi düşünmek gerekmektedir.
Evet, hep beraber öldüler. Su borularından silahlar yaptılar. Makinalı tüfeklerin üstüne bıçaklarla koştular ama yılmadılar. Düştüler durmadılar. Kalktılar hep koştular, hep ileriye, esaretten kurtulup Türk'e göre olana gittiler ve özgürlüğü seçtiler. Düzenli olmayan bu direniş Anavatandan ve Kıbrıs’tan yan yana gelen liderler sayesinde birleştirildi. 27 Temmuz 1957 yılında Türk mukavemet teşkilatı kuruldu. Fatin Rüştü Zorlu, Fazıl küçük ve Rauf Denktaş gibi iki ayrı coğrafyanın insanlarıydılar fakat aynı kanı taşıyorlardı. Tek gayeleri vardı bu zulmü durdurmak ve layık olduğumuz biçimde yaşayabilmek. Ekonomik olarak İngiliz ve Yunan destekli Rum’la uğraşmak imkânsızdı ama neredeyse Kıbrıs Türk'ü imkânsızı gerçekleştirdi. 1974 yılına kadar yılmadı, durmadı, gece-gündüz toprağını kanıyla suladı. Soldurmadı Kıbrıs Türkünün umutlarını hep o ansızın gelinecek geceyi beklemekle geçti günleri.
Ada içerisindeki Rum sopası Eokacı Makaryos ve onun gibi düşünen Türk düşmanlarının yaptıkları artık bardağı taşırmaya başlamıştı. 20 Temmuz 1974 yılında beklentilerin tersine gece değil gündüzün ilk ışıklarıyla beraber Anavatandan beklenen destek geldi. Türk askeri bugünkü Girne ilindeki çıkarma plajı denilen noktadan Kıbrıs’a ayakbastı. Makaryos bile bombardımandan sonra bir tek Türk bile kalmasın hepsini öldürmenin talimatlarını veriyor, Türk askerinin adaya çıkarma yapacağını hayal bile edemiyordu. Kimse inanmadı ama Türk askeri Türk kardeşinin feryadına artık kulaklarını tıkayamazdı.
Sınırlar çizildi ve K.K.T.C kurulana kadar Anavatana bağlı olarak idare edilmeye başlanıldı. Belki de o dönemdeki en büyük hata 68 vilayet olarak Anavatana katılmamasıydı. Kıbrıs Türkünün lideri Dr. Fazıl küçük ve Rauf Denktaş uluslararası arenada büyük bir çalışma başlattılar. Fazıl Küçüğün ölümünden sonra Rauf Denktaş bayrağı devraldı ve 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tüm dünyaya ilan edildi.
O günden bu günlere 2002 yılına gelindi. B.O.P. eşbakanıyım diyen bir başbakan ülke yönetiminin başına geçti. Türk’le, Türklükle kavgalı bu şahsiyet yeri geldi Rauf Denktaş’ı bile ağlattı. Kıbrıs elimizden gidiyor diye feryat eden, Kıbrıs için hayatını vermiş Denktaş’ı elinin tersiyle iterek, Akelci C.T.P’nin hamiliğine soyundu. Şimdi ise kalmış Kıbrıs’a gidiyor. İdrakine varamadığı, anlamadığı Türk kavgasının anavatanına sözüm ona bakanlarıyla çıkarma yapıyor.
Öbür taraf da ise Akelci Rum dostlarını direktifleriyle hareket ettiği sağır sultan tarafından bilinen Mehmet Ali Talat var. Rumlarla beraber olmalıyız savsatanlarının yılmaz bir savunucusu, Türk askerine işgalci diyebilecek kadar küçülen bir zihniyetin başındaki zavallı bir adamdır Talat. Zamanında ülkücü düşmanlığını ön plana çıkarmış defalarca mahkemelik olunan bir zattır. Adadaki Türk varlığını cumhurbaşkanı olunca bile içine sindiremeyen bu zat bizim potemyalının oradaki gözü kulağı pozisyonunda. Birde potemyadan akel haber taşıyan bir okul arkadaşı var potemyalının burda. Pozisyon itibariyle din işlerinden sorumlu yani diyanet işleri başkanı gibi bir görevi var ama ona yetmiyor bu görev. Bu şahısın adı Ahmet. Ahmet Efendi ve bazı doğu akp milletvekillerinin çocukları 1 Mayıslarda, yürüyüşlerde p.k.k lehine gösteriler yaptılar. Bozkurtlara karşı zafer işaretleriyle yürüdüler. İşte neymiş bu insanlar Kıbrıs Türkünü yalnız bırakmayacaklarmış. Evet artık Kıbrıs Türkü sayenizde yalnız değil, Rumlar akelci işbirlikçileri ile adayı tamamen ele almak üzereler. Biz mersinden su getirmenin ve Rumlara bunu vermenin hesaplarını yaparken onlar bu suda bizi yıkamanın hesaplarını yapıyorlar.
Orada gezerken T.M.T.’nin yaşayan efsaneleriyle konuşun, nasıl bir mücadele verdiklerini anlatsınlar sizlere. Su gibi girdiğiniz her kabın şeklini alan sizler belki taşıdığınız kimliğin itibarini ve Türk cümlesinin büyüklüğünü ve ne anlama geldiğini idrak edersiniz.
20 Temmuz Kıbrıs Türkünün esaretten çıkısının ve şaha kalkışının öyküsünün başlangıç tarihidir. Hazımsız Rumlara, işbirlikçi Akelcilere ve B.O.P’cu zihniyete inat…
Yaşasın KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ.
Yaşasın Direnişin sembolü Kıbrıs Türkü.